EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

ÂDAB-I MUÂŞERET'İN MAHİYETİ - İNSAN - İHTİYAÇLARIN KARŞILANMASINDA ÂDAB-I MUÂŞERET

ÂDAB-I MUÂŞERET'İN MAHİYETİ
(BEŞERİ MÜNASEBETLER)

1611- Hanefi Fûkahasından İbn-i Abidin; "Farz-ı Ayn" olan ilimleri tasnif ederken: "Kulun dinini icrası, Allah için amelinin ihlâsı ve kulları ile muâşereti hususunda muhtaç olduğu ilmi öğrenmesi İslâm'ın farzlarındandır"(1) hükmünü beyan etmektedir. Dikkat edilirse; insanların birbirleriyle olan münasebetleri (muaşeret kaideleri) hususunda bilgi sahibi olmaları farz-ı ayn'dır.

1612- Önce "Muâşeret" kelimesi üzerinde duralım. Arapça olan bu kelime; mufâale vezninde olup "iç-içe girmek, karışmak, münasebet halinde olmak" gibi manalara gelir.(2) Istılah'ta genellikle "Âdab-ı Muâşeret" şeklinde, terkip olarak kullanılır. Malum olduğu üzere "Âdab" kelimesi, edebin çoğuludur. Edeb; "Edûbe" fiilinden türetilmiş bir kelime olup, "Zerâfet" ziyafete davet, insanlarla güzel münasebetlerde bulunmak manasınadır. İmam-ı Kurtubi: "Kur'ân-ı Kerîm'in icazlarından birisi de ilimdir. Helal, haram ve sair hükümlerle insanlığı ayakta tutan, ailevî ve beşeri münasebetleri düzene koyan ve saadeti hazırlayan bir ilim"(3) hükmünü zikretmektedir. Sonuç olarak "Âdab-ı Muâşereti"; insanların birbirleriyle münasebetlerinde, helâl ve haram hududlarına riâyeti esas alan bir ilimdir" şeklinde tarif edebiliriz.

1613- Yaratılış itibariyle (fizikî ve ruhî açıdan) birbirine bağımlı olan insanlar, cemiyet halinde yaşamak durumundadırlar. Tek başına yaşamak isteyen insana "vahşi"; onun içinde bulunduğu duruma da "vahşet" adı verilir. İnsanları vahşete (yalnızlığa) sürüklemeye çalışan kimseler ta'zir cezasına çarptırılır.(4) Bu genellikle onlara hakâret etmek ve cemiyet dışına itmeye çalışmakla gerçekleşir.

1614- Resûl-i Ekrem (sav) insanların verdiği sıkıntıya sabretmenin, onlardan uzaklaşmaktan daha hayırlı olduğunu beyan ederek: "Nefsi ve malıyla mücâhede eden bir kimse; insanların şerlerinden emin olmak için vâdilerden bir vâdiye sığınıp, Allahû Teâla (cc)'ya ibâdet etmekle meşgul olandan daha hayırlıdır"(5) buyurmuştur. Esasen başta "zekât" olmak üzere, Cum'a Namazı, Sadaka-i Fıtır ve bunun gibi birçok ibâdet ancak cemaat halinde edâ edilebilir. Münzevi bir hayat yaşamak; farz ve vâcip birçok ibadeti terketmeyi beraberinde getirebilir.

1615- İnsanların birbirleriyle münasebetlerini izah edebilmek için, İslâm'ın insanları ne şekilde değerlendirdiğini dikkate almak zorundayız. Zirâ "Beşerî Münasebet" tabiri; dini ve rengi ne olursa olsun, bütün insanları kapsamına almaktadır.


YARATILMIŞLARIN EN ŞEREFLİSİ: İNSAN

1616- Yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan bütün nimetler insana verilmiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Andolsun ki biz Adem oğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır. Onlara karada ve denizde taşıyacak vasıtalar verdik, onlara güzel rızıklar verdik, onları yarattığımızın bir çoğundan (madden ve manen) cidden üstün kıldık"(6) hükmü beyan buyurulmuştur. Allahû Teâla (cc) yerde ve gökte bulunan herşeyi insana tabi kılmıştır. Daha açık bir ifade ile insan yeryüzünde Allahû Teâla (cc)'nın halifesidir.(7)

1617- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Muhakkak ki biz insanı güzel bir sûrette yarattık"(8) buyurulmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere; zâhiren ve batınen yaratıkların en güzelidir.(9)

1618- İslâm dininde her insan; ırk, renk, cins ve sınıf ayırımı olmaksızın eşit haklara sahiptir. Çünkü insanların hepsi aynı anne ve babadan gelirler. Hanefi fûkahası: "Ademoğulları için asıl olan hürriyettir. Zirâ insanlar; müslümanların en hayırlıları olan Hz. Adem (as) ile Hz. Havva'nın çocuklarıdır"(10) hükmünde ittifak etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey insanlar!.. Hakikat biz sizi bir erkekle, bir dişiden yarattık. Sizi (sırf) birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır"(11) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Âyet-i Kerîme'de zikredilen erkek, Hz. Adem (as), kadın Hz. Havva'dır.(12) Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Adem (as) ise topraktan yaratılmıştır"(13) Hadis-i Şerifi, yaratılış noktasından bütün insanların eşit olduğunu ortaya koymaktadır.

1619- Maalesef günümüzde insanlardan bir kısmı, renklerinden veya kavimlerinden dolayı en tabii haklarını kullanamaz durumdadırlar. Şimdi bu hususta Resûlullah (sav)'in tebliğine dikkat edelim: "Ey insanlar!.. Haberiniz olsun ki, Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Biliniz ki; arabın arab olmayan üzerinde, arab olmayanın da arab üzerinde; kızıl derilinin, siyah derili üzerinde, siyah derilinin de, kızıl derili üzerinde hiçbir üstünlüğü ve fazileti yoktur. (Hepiniz eşitsiniz) Ancak üstünlük takva iledir. Tebliğ ettim mi?"(14)

1620- Takva'nın lugat manası; gayet iyi korunup ve sipere girip nefsi kötülüklerden kurtarmaktır.(15) Hz. Muaz b. Cebel (ra) takvayı şu şekilde tarif ediyor: "Muttakiler (Takva ehli olanlar) şirkten ve putlara tapmaktan korunan, ibâdeti sırf Allahû Teâla (cc) rızası için yapan ve cennete layık olan kimselerdir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Takva kalbtedir" buyurmasındaki hikmet budur.(16)

1621- Kur'ân-ı Kerîm'de: "İnsanlardan (kibirlenip) yüz çevirme. Yeryüzünde şımarık yürüme. Zira Allah her kibir taslayanı, kendini beğenip öğüneni sevmez"(17) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu nasihat; Hz. Lokman'ın dilinden bütün insanlara ulaştırılmıştır. İnsanlarla konuşurken, onları hakir görerek, başını başka yöne çeviren ve kibirlenenlere açık bir ihtar vardır.(18) Aynı zamanda bir "Âdab-ı Muâşeret" kaidesi va'z edilmiştir. Dolayısıyla "Âdab-ı Muâşeret'te"; Allahû Teâla (cc)'nın kitabı, kat'i bir hüccettir. Resûl-i Ekrem (sav): "Muhakkak ki ben bir muallim olarak gönderildim"(19) buyurmuştur. Mü'minlerin; gerek ailevî hayatlarında, gerek diğer kardeşleriyle olan münasebetlerinde, nasıl davranmaları gerektiğini Resûlullah (sav) en ince ayrıntılarına kadar izah etmiştir. Müctehid imamlar; şer'î delilleri esas alarak belli bir usûl dairesinde, mü'minlerin birbirleriyle münasebetlerinde dikkat edecekleri hususları açıklamışlardır. Şimdi bunları gündeme getirelim.

A) İHTİYAÇLARIN KARŞILANMASINDA ÂDAB-I MUÂŞERET

1622- Allahû Teâla (cc) insanları; fiziki ve ruhi yönden belirli bir fıtrat üzere yaratmıştır. Hayatlarını devam ettirebilmek için; yeme, içme, giyinme ve bunun gibi ihtiyaçlarını elde etmek mecburiyetindedirler. Rızk temin etmenin (Kesb'in) sıfatını izah ederken, bu konu üzerinde kısaca durmuştuk!..(20) Elde edilen kazancın; yeme, içme, giyinme ve bunun gibi ihtiyaçlara, nasıl tahsis edileceği üzerinde duralım.

1. YEMEK VE İÇMEK HUSUSUNDA DİKKAT EDİLECEK HÜKÜMLER

1623- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin (madden ve manen) en temiz olanlarından yeyin. Allah'a şükredin. Eğer (hakikaten) O'na kulluk ediyorsanız. Allah size ölüyü (murdar hayvanı) kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası için kesileni haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemeye muzdar kalırsa (ölüm tehlikesine düşerse) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek miktarı) aşmamak şartıyla, onun üzerine günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok yargılayıcı, hakk ile esirgeyicidir"(21) hükmü beyan buyurulmuştur. Âyet'teki "Tayyibat" (temizlik)den maksad; helâl rızıklardır. Allahû Teâla (cc)'nın helâl kıldığı her şey temiz, haram kıldığı her şey ise pistir. Ömer b. Abdülaziz (ra)'e göre; "Pak'dan murat, yenen şeylerin değil, kazancın temiz olmasıdır. O'nun bu görüşünü, şu Hadis-i Şerif teyid eder: "Resûlullah: Ğ Hakikaten Allah temizdir, ancak pak olanı huzuruna kabul eder. Allah elçilerine emrettiğini, mü'min kullarına da emretmiştir." sözlerine devamla "Ğ Ey Resûller!.. Temiz ve helâl olan şeylerden yeyin. Güzel amel(ve hareket)lerde bulunun. Çünkü ne yaparsanız hakkı ile bilenim. (Mü'minûn Sûresi: 51) "Siz rızıklandığınız şeylerin en temizlerinden yeyin" (Tâ-Hâ: 81) ayetlerini okudu ve bir kimse; tozlu topraklı ve yorgunluk veren uzun bir yolculuktan sonra ellerini göğe doğru kaldırarak "Ya Rabbi!.." diyerek dua yapmaya başlar. Halbuki onun yediği, içtiği, giydiği ve gıda olarak aldığı herşey haramdır. O'nun duası kabul olunur mu?" buyurdu. Temiz rızık hakkında Resûlullah (sav)'ın beyanlarından daha güzeli olmaz.(22)

1624- Kur'ân-ı Kerîm'in: "Şüphesiz ki vücudunuz, sizin vasıtanızdır (binitinizdir). O'na rıfkla (merhametle) muamelede bulununuz. O'nu acıktırıp halsiz (ve dermansız) bırakmanız, merhamet değildir"(23) Hadis-i Şerif'ini esas alan Hanefi fûkahası: "Yemek-içmek dört kısımda mütalâa edilir.

Birincisi: Hayatı idame ettirecek (ölmeyecek) kadar yemektir ki; bu farz olan miktardır. Bir kimse yeme-içmeyi terkederek ölürse günahkâr olur.
İkincisi: Mendubtur; bunun miktarı, farz olan miktardan fazladır. Orucu kolaylıkla tutabilmek ve namazı ayakta edâ edebilecek kadar güç kazanmak için yenen miktardır. Esasen (gıdayı terk ederek; ibâdet yapamayacak derecede acze düşürecek olan riyazet (perhiz) yapmak, câiz değildir.
Üçüncüsü: Mübahtır; ibadetleri (namaz, oruç, cihad vs.) hakkı ile edâ edebilmek için güçlü olmayı kasdederek, kendine iyi bakmaktır.
Dördüncüsü ise; haramdır!.. Bu israfı beraberinde getiren ve vücûda zarar veren yeme şeklidir."(24) hükmünde müttefiktir.

1625- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez"(25) hükmü beyan buyurulmuştur. Daha önce "İsraf" kavramı üzerinde durmuştuk!(26) Muhakkak ki mü'minler; Allahû Teâla (cc) tarafından kat'i olarak haram kılınan israftan şiddetle kaçınırlar. Resûl-i Ekrem (sav): "Mide hastalıklar evidir. Perhiz ve az yemek her devanın (şifanın) başıdır. Bedenine adet ettiği şeyler ver"(27) buyurduğu bilinmektedir. Evlenme imkanı bulamayan gençlerin; şehvetlerini (aşırı biçimde) artıracak yemeklerden uzak durmaları esastır. Şehvetinin artmasından endişe eden gencin; şehvetini kırmak için oruç tutması sünnettir. İbâdetlerini yerine getirebilecek kadar yemesi, fazlasından kendini tutması uygun olur. Nefsine hâkim olabiliyorsa, ihtiyaç nisbeti yemesi mübahtır.(28) Kur'ân-ı Kerîm bunu tavsiye buyurmuştur.

1626- YEMEKTEN ÖNCE ELLER YIKANMALIDIR: Hz. Selman-ı Farisi (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav); yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasının, yemeği bereketli kılacağını beyan buyurmuştur. Hanefi fûkahası; "yemekten önce evvela gençler, sonra yaşlılar ellerini yıkarlar. Yemekten sonra ise; bunun aksi esastır. Yani önce yaşlılar, sonra gençler yıkar"(29) hükmünü beyanla, bu husustaki sünneti izah etmiştir. Yemeğin sünnetlerinden birincisi; yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasıdır.

1627- YEMEĞE BESMELE İLE BAŞLANILMALIDIR: Hz. Aişe (r.anha) validemizden rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav): "Sizden biriniz yemek yemeğe başladığı zaman besmele çeksin. Başlarken besmeleyi unutursa "başlarken ve sonunda bismillah" desin"(30) buyurmuştur. Hanefi fûkahası; yemeğe başlarken besmele çekmenin sünnet olduğunda müttefiktir. Zirâ Resûl-i Ekrem (sav) bunu hiç terketmemiştir.(31) Ancak "haram" olan herhangi birşey yenir veya içilirse; kat'iyyen besmele çekilmez.

1628- SAĞ ELLE VE ÖNÜNDEN YEMEK TAVSİYE EDİLMİŞTİR: Hz. Ebû Seleme (r.anha) validemizin oğlu Ömer (ra)'den şu şekilde rivayet olunmuştur: "Ben Resûlullah (sav)'ın terbiyesi altında olan bir çocuktum. Yemek yerken elim, yemek kabının her tarafında dolaşırdı. Resûlullah (sav) bana: "Ey oğul (yemeğe başlarken) Allahû Teâla (cc)'nın adını an (besmele çek), sağ elinle ve sana yakın olan taraftan ye!.." buyurdu. Ondan sonra ben; her zaman besmele çeker, sağ elimle ve önümden yemek yedim"(32)

1629- YEMEKTEN SONRA "EL-HAMDÜ Lİ'LLAH" DENİLMELİDİR: Hanefi fûkahası; yemekten sonra "El-Hamdû Li'llah" denilmesinin sünnet olduğu hususunda müttefiktir.(33) İbn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Bir kere ben Resûlullah (sav) ile beraber Halid b. Velid'de bulunduğu halde Meymûne'nin odasına girmiştim. Meymûne bize içi süt dolu bir kap ile geldi. Resûlullah (sav) içti. Ben de yanında kendisiyle beraberdim. Halid de sol tarafında idi. Resûl-i Ekrem (sav) bana: "Ğ İçmek nöbeti senin hakkındır. Fakat istersen Halid'i tafdil edebilirsin!.." buyurdu. Ben de "Ğ Ya Resûlullah, senin artığını hiçbir kimseye bahş-û ihsan edemem" dedim. Sonra Resûlullah (sav): "Ğ Kim ki, Allah ona bir taam yemek müyesser kılarsa, o kimse: ""Ya Rab!.. Bu nimetini bize mübarek kıl ve bundan daha hayırlı ni'metlerini it'am ve ihsan buyur!.." diye dua etsin. Cenab-ı Hak her kime de süt içmek nasib ederse, o da: "Ya Rab!.. Bu sütü bize mübarek kıl, bundan ziyadesini de bize ihsan buyur" diye dua etsin." buyurdu.(34)

1630- Müslümanların; mutfak eşyası hususunda da, titiz olmaları zaruridir. Altın ve gümüş kaplarda yemek yemek câiz değildir. Resûl-i Ekrem (sav) altın ve gümüş kapları (yemek ve içmek hususunda) kullanan bir kimse hakkında: "Ğ Muhakkak ki o midesine ancak cehennem ateşi gönderir" buyurmuştur. Kaldı ki; altın ve gümüş kap kullanmada, müşriklere benzeme söz konusudur. Hadiste nehiy umûmi olduğu için; erkek ve kadın bu hususta müsavidir. Yine altın ve gümüş kaşıkla yemek yemek, bu mâdenlerden yapılmış mil ile sürme çekmek ve diğer eşyaları kullanmak caiz değildir.(35) Kalaylı bakır, cam, billûr ve akik kapların kullanılmasında bir beis yoktur.(36) İmam-ı Şâfii (rha) bunların kullanılmasının da mekruh olduğunu, çünkü bunlarla da tefahür (başkasına karşı böbürlenmek ve övünmek) hadisesinin cereyan edebileceğini esas almıştır. Hanefi fûkahası; altın ve gümüş eşyadan başkası ile tefahür adetinin olmadığını beyan ederek, diğer maddelerden yapılmış kapların kullanılmasının mübahlığını benimsemiştir.(37)

1631- Yine altın ve gümüş ile yaldızlanan sandalyenin kullanılması da câiz değildir.(38) Bütün bunlar saf altın ve saf gümüşle ilgilidir. Başka mâdenlerle karışık olursa; kullanılmasında bir mahzur yoktur.

1632- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim da'vete icâbet etmezse, Ebû'l Kasım'a (yani peygambere) isyan etmiştir"(39) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla meşrû olan her da'vete icâbet etmek sünnettir.

1633- Bir kimse; içinde münker bulunan (şarap, müzik, vs.) bir düğün yemeğine davet edilse; (mahiyetini bildiği takdirde) o da'vete icâbet etmez.(40) Dolayısıyla şarap, rakı, bira vs. gibi haram olan müskiratın kullanıldığı sofralara oturmak câiz değildir.

2. GİYİM HUSUSUNDA DİKKAT EDİLECEK HÜKÜMLER

1634- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey Ademoğulları!.. Size çirkin (avret mahallinizi) örtecek bir elbise; bir de giyinip, süsleneceğiniz (ziynet) elbisesi indirdik!.. Takva elbisesi (libası) ise; o hepsinden daha hayırlıdır. Bu (elbiselerin indirilmesi) Allah'ın ayetlerindendir. Tâ ki (insanlar) iyice düşünsünler"(41) hükmü beyan buyurulmuştur.

1635- Yine diğer bir Âyet-i Kerîme'de: "Allah yarattıklarından sizin için gölgeler yaydı. Dağlardan size yuvalar, siperler yaptı. Harâretten (sıcak ve soğuktan) sizi koruyacak elbiseler, cihadda sizi darbelerden muhafaza edecek (demirden) giyimler (zırhlar) yaptı. İşte Allah bu sûrette üzerinizdeki nimetleri tamamlıyor. Ta ki; (O'na) teslimiyetle itaat edesiniz"(42) buyurulmuştur.

1636- Hanefi fûkahası; "Mükellefin (erkek ve kadının) avret mahallini örtecek, sıcak ve soğuktan gelebilecek her türlü zararı ortadan kaldırabilecek şekilde giyinmesi farzdır"(43) hükmünde müttefiktir. Dikkat edilirse farz olan kıyafette; avret yerlerinin örtülmesi (mükellefin) sıcak ve soğuktan gelebilecek tehlikelerden korunması esastır. Dolayısıyla; bütün mü'minler avret yerlerinin örtülmesi hususunda aynı teklife muhatabtırlar. Ancak sıcak ve soğuktan korunmak; içinde yaşadığı coğrafya ile yakından alakalıdır. Suudi Arabistan'da yaşıyan bir müslümanla, kuzey kutbunda yaşıyan bir müslümanın, (sıcak ve soğuk açısından) aynı kıyafette olması mümkün değildir.

1637- GÜZEL GİYİNMEK MÜSTEHABTIR: Hanefi fûkahası; "güzel giyinmek (zinet) ve Allahû Teâla (cc)'nın ni'metini üzerinde göstermek müstehabtır"(44) hükmünde müttefiktir. İmam-ı Azam (rha) talebelerine; güzel elbiseler giymelerini ve çirkin giyinmekten sakınmalarını tavsiye etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kalbinde zerre miktarı kibir olan kimse cennete giremez" buyurması üzerine Sahabe-i Kiram'dan bir zat: "İnsan elbisesinin güzel, ayakkabısının güzel olmasını arzu ediyor" deyince Resûlullah (sav): "Şüphesiz ki Allah güzeldir; güzelliği sever. Kibir hakkı inkâr etmek ve insanları (halkı) küçük görmektir"(45) buyurmuştur. Yine; çok kalitesiz, dağınık ve pejmurde bir kıyafet içerisinde Resûl-i Ekrem (sav)'in yanına gelen bir kimseye: "Malın var mı?" diye sormuş o kimse: "Allah bana her çeşit maldan verdi" cevabını verince Resûlullah (sav): "Madem ki Allahû Teâla (cc) sana her çeşit maldan verdi. Şu halde (Allah) nimet ve ikramının izini üzerinde görsün"(46) diyerek, güzel giyinmesini tavsiye etmiştir.

1638- TEKEBBÜR İÇİN GÜZEL GİYİNMEK MEKRUHTUR: Hanefi fûkahası, Resûl-i Ekrem (sav)'in; Hz. Mikdat b. Madi'ye hitaben: "Tekebbür ve çalım satma (gösteriş) olmadığı halde (bunlardan uzak kalarak) ye, iç ve giy" hadisini esas alarak, tekebbür için giyinmek mekruhtur"(47) hükmünü beyan etmiştir. Dolayısıyla Allahû Teâla (cc)'nın nimetini izhar için güzel giyinmek müstehab, tekebbür için güzel giyinmek ise, mekruhtur. Buradaki ince fark; kalble ilgili bir olaydır.

1639- ÇIPLAKLIĞI ŞEYTAN TAVSİYE EDER: Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey Ademoğulları!.. Şeytan ana ve babanızı, avret yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa, sakın size de bir fitne (tuzak) kurmasın!.. Çünkü o da; kabilesinden olanlar da sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden muhakkak görürler. Biz şeytanları iman etmeyeceklerin velileri yaptık"(48) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; "Şeytanın; Hz. Adem (as) ve Hz. Havva'ya, nasıl bir tuzak kurduğu ve onları elbiselerinden soyduğu, bu ayette izah edilmiştir. Aynı zamanda bütün insanlara; şeytanın kuracağı bu tuzaklar karşısında, hassas olunmasının tavsiye olunduğu muhakkaktır. Şeytan ve onun görünmeyen yardımcıları, daima işbaşındadır."(49) demek sûretiyle; avret yerlerini açmanın, şeytanın vesvesesi ile alakalı olduğunu beyan etmişlerdir. Günümüzde; şeytanı kendine "velî" edinen siyasi otoriteler, kadınların tesettüre riâyet etmelerine bile, müdahale edecek derecede çılgınlaşmışlardır. Ayrıca "Güzellik yarışmaları" adı altında; kadınların soyunmalarını teşvik etmektedirler. Bu şeytanın askerlerine karşı direnen müslümanlar ise; hakârete uğramakta ve hapishanelerde ömür tüketmektedirler!.. Gördükleri işkence ise, kelimelerle anlatılabilecek cinsten değildir. Kafirlerin iktidarda olduğu ve küfür ahkamının uygulandığı bütün memleketlerde, durum aynıdır.

1640- Yine diğer bir Âyet-i Kerîme'de: "Onlar ( o iman etmeyenler) bir hayasızlık yaptıkları zaman "Biz atalarımızı da bunun üzerinde bulduk. Allah da bize bunu (fahişeliği) emretti, (fahşa ile amel ederiz)" derler!.. O iman etmeyenlere söyle: "Allah hiçbir zaman fahşayı (kötülüğü) emretmez. Bilmeyeceğiniz şeyleri Allah'ın üzerine mi (atıp, iftira ederek) söylüyorsunuz?"(50) buyurulmuştur. Fahşa lafzı; şirki, küfrün diğer çeşitlerini ve (her türlü) kötülüğü içine alır.(51) Müşrikler "Günah işlediğimiz elbiselerle, ibâdet edemeyiz" diyerek Kâbe-i Muazzamayı (anadan doğma) çıplak bir şekilde tavaf ediyorlardı. Ayrıca "Atalarımızdan bu şekilde gördük, Allah böyle emretmeseydi onlar yapar mıydı?" diyerek, çıplaklığı müdafaa peşindeydiler.(52) Dikkat edilirse "müşriklerin; her türlü kötülüğü atalarına maletmeleri", bizzat beyan buyurulmuştur. Çünkü hayasızlığın ve şirkin savunulabilecek herhangi bir tarafı yoktur. Müşrikler de bunun farkındadırlar. Tek sloganları: Atamızın izindeyiz!..

1641- İPEK ELBİSE GİYMEK ERKEKLERE HARAMDIR: Hanefi fûkahası; "Erkekler için ipek elbise giymeleri helâl olmaz, kadınlar için ise helâldir. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav) ipek ve atlas elbise giyinmekten men etmiş ve "ipeği ancak ahirette kendisi için bir nasibi olmayan giyer" buyurmuştur. Ancak kadınlara, diğer bir hadisle helâl kılınmıştır. Bu hadis sahabe (r.anhüm) tarafından, değişik vecihlerle rivayet olunmuştur. Hz. Ali (ra)'den şu şekilde rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) minbere çıktı, bir elinde "ipek", diğer elinde ise "altın" vardı. Bunları göstererek: "Ğ İşte bu ikisi, ümmetimin erkekleri üzerine haram kılınmışlardır" buyurdu. Bizzat erkeğe tahsis edilmesi, kadınlara ipek elbisenin helâl olduğunu gösterir"(53) hükmünde müttefiktir.

1642- İmam-ı Muhammed (rha) ve İmam-ı Yusuf (rha); "Harp halinde iken ipek elbise giymekte mahzur yoktur. Çünkü Hz. Şa'bi'den rivâyet edilmiştir ki; Resûl-i Ekrem (sav) harpte ipek ve atlas giymeye ruhsat verdi. Ayrıca bunda zarûret de vardır. Çünkü ipek, silahın (kılıcın) eziyetini giderir ve düşmanın gözünde parlaklığından dolayı, mücahidi heybetli gösterir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) indinde; harpte de mekruhtur. Zarûret; ipekle karışık olan diğer (yün vs.) elbiselerle de giderilebilir. Bu durumda harpte de, halis ipek giymek mekruhtur."(54)

1643- İpek'in alâmet olarak kullanılması, üç veya dört parmak miktarını geçmemesi şartı ile, mübahtır. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav) bu kadarına izin vermiştir.(55) Bundan fazlası (dört parmaktan) yine haram olur.

1644- Erkek çocukların (mükellef olmamış) ipek elbise giymeleri ve altın yüzük takınmaları caiz değildir. Erkeklere bunların (ipek elbise ve altın yüzük) haram olduğu malum olunca; giymek gibi, giyindirmek de haram olur. Tıpkı şarab gibi!.. Şarabın içilmesi haram olunca, başkasına içirilmesi de haram olmuştur.(56)

1645- YÜZÜK TAKMANIN HÜKMÜ: Hanefi fûkahası: "Mühür vurmaya ihtiyaçları olduğu için; Ulû'lemr ve kadı yüzük takınır. Başkası için efdal olan yüzük takınmayı (mühür bulundurmayı) terk etmektir. Çünkü ona (mühüre) ihtiyaç yoktur"(57) hükmünde müttefiktir. Buradaki incelik; yüzüğün mühür olarak kullanılmasının, umerâya tahsis edilmesidir.

1646- Demir, taş ve heykel yapımında kullanılan tunçtan imal edilmiş yüzüklerin takılması haramdır. Resûl-i Ekrem (sav) parmağında tunçtan imal edilmiş yüzük bulunan kimseye hitaben: "Bana ne oluyor! Sende putların kokusunu buluyorum" demiştir. Yine bir başka kimsenin parmağında demirden imal edilmiş yüzüğü görünce: " Bana ne oluyor ki; senin üzerinde cehennem ehlinin zînetini görüyorum" buyurmuştur. Hz. Ali (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te de: " Resûlullah (sav) erkeklere altın yüzük takmayı nehyetti" denilmiştir.(58) Erkeğe sadece gümüş yüzük takmak mübahtır. Resûlullah (sav)'in: "Akıktan yüzük yapınız. Zira o (akık) mübarektir" buyurduğu zikredilmiştir. Yüzüğün hangi parmağa takılması gerektiği hususunda ûlema farklı görüşler ortaya koymuştur. Genellikle; sol elin küçük parmağına takılmasının gerektiği zikredilmiştir. Fakat essah olan; her iki elin küçük parmaklarına da takılabileceğidir.(59)

1647- Kadın için; altın yüzük takmak zînettir.(60) Esasen altın yüzüğün hükmü beyan edilirken, kadınlara helâl olduğu belirtilmiştir.

1648- ERKEKLERİN "KADIN"; KADINLARIN DA "ERKEK" ELBİSESİ GİYMESİ, CAİZ DEĞİLDİR: Şurası muhakkaktır ki; her iki cinsin (kadın ve erkeğin) kendine mahsus özellikleri ve buna uygun kıyafetleri vardır. Karşı cinse özenen insanda; ahlâki meseleler ve ruhi rahatsızlıklar mevcuttur. Bu sebeble, bu tür insanların tedavi edilmesi gerekir. Resûl-i Ekrem (sav) erkeğin kadın, kadınların da erkek elbisesi giymesini men etmiştir.(61) Ayrıca İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûlullah (sav) erkeklerden kadınlaşanlara, kadınlardan da erkekleşenlere lanet etmiş ve "Bu makûle kimseleri evinizden kovunuz" buyurmuştur.(62) Giyim hususunda her beldenin örf ve adeti farklıdır.

1649- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Cehennemliklerden iki sınıf vardır ki, ben onları (dünyada) görmedim. Birincisi; yanlarında bulunan sığır kuyruğu gibi kırbaçlarla insanları kamçılayan kimseler. İkincisi: Giyinmiş çıplak, kalçasını oynatan, salınarak yürüyen, başları Horasan develerinin eğilmiş hörgüçleri gibi, birtakım kadınlar!.. Bunlar cennete giremezler, onun kokusunu da alamazlar. Halbuki cennetin kokusu mesâfelerin ötesinden alınır"(63) buyurduğu bilinmektedir. Giyindiği halde; elbiselerinin dar ve ince olması sebebiyle, bütün vücut hatları belli olan kadınlar "giyinik çıplaklar" hükmündedirler.


SÜSLENMEK NİYETİYLE, FITRATA MÜDAHALE CÂİZ DEĞİLDİR

1650- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah onu (şeytanı) rahmetinden koğdu. (Şeytan şöyle) Dedi: "Ğ Celâlin hakkı için, kullarından muayyen bir nasib edineceğim. Onları (ne yapıp-edip) behemahal saptıracağım. Onları (elde ettiğim insanları) mutlaka olmayacak kuruntulara boğacağım. Onlara emredeceğim de; davarların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de, Allah'ın yarattığını (fıtratı) değiştirecekler." Kim Allahû Teâla (cc)'yı bırakarak, şeytanı velî edinirse; şüphesiz (kat'i olarak) büyük bir ziyana uğramıştır"(64) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; "Bu ayette, Allahû Teâla (cc)'nın yarattığı şekli (fıtratı) değiştirmenin câiz olmadığı beyan edilmiştir. Ayrıca şeytanın; Allah'ın rahmetinden koğulduğu ve ona uymanın dalâlet olduğu açıklanmıştır. Müşrikler; putlara kurban edecekleri hayvanların kulaklarını (yarmak sûretiyle) işaretlerlerdi. Bunun da şeytan tarafından; vesvese ve ilkâ yoluyla gerçekleştirildiği belirtilmiştir."(65) diyerek konunun hassasiyetini vurgulamışlardır. Şimdi süslenmek niyetiyle, fıtrata müdahale şekilleri üzerinde duralım.

1651- Dövme yaptırmak ve dişlerin şeklini değiştirmek: Abdullah İbn-i Mesûd (ra) ve İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav): "Vücudunda dövme yaptırana ve (dövme işini) yapana, normal dişlerini (genç ve güzel görünmek) niyetiyle yontarak şeklini değiştirene ve bunu icrâ edene lânet etmiştir"(66) Derinin iğne veya çuvaldızla delinerek; altına çivit, sürme ve diğer boyaların doldurulmasıyla "dövme" (vaşime) meydana gelir. Bazı cahiller; kollarına veya pazularına, arslan, kaplan ve bunun gibi hayvan şekilleri yaptırırlar. Bu kat'i olarak haramdır. İlaçla giderilmesi mümkünse; derhal yapılması, vacip olur. Diş meselesine gelince; buna "Tefellûç" denilir. Ön dişleri törpüleyerek aralık açmak ve güzelleşmektir. Bunu genellikle yaşlı kadınlar; genç ve güzel görünmek niyetiyle yaparlar. Dişleri törpüleyen ve törpületen müşterek haram işlemiş olur. Ancak tedavi niyetiyle; mü'min ve mütehassıs bir dişçinin yaptığı iş ayrıdır. Ona "Tefellûç" denilmez.

1652- Kaş aldırmak: Resûl-i Ekrem (sav)'in lânetine kaş aldıran ve alanlar da dahildir.(67) Kaşın kıllarını iyice inceltmek ve kaşı yukarıya almak sûretiyle "kaş aldırma" işlemi gerçekleşir. Bu da hilkati değiştirme manasınadır. Fûkaha; kadının yüzünde sakal ve bıyık çıkarsa, bunun alınmasının câiz olduğunu esas almıştır.(68) İbn-i Abidin; sakal ve bıyığın kadında fıtrat olmadığını, bu sebeble (eğer çıkarsa) kesilmesinin müstehab olacağını beyan etmiştir. Şurası muhakkaktır ki; büyük masraflarla yaptırılan "estetik ameliyat"lar da, fıtratı değiştirme hükmüne tabidirler. Ancak (herhangi bir kaza sonucu) sonradan meydana gelen ve insanın toplum içinde mânen ezilmesine sebeb olan anormallikler düzeltilebilir. Çünkü bu tedavi hükmündedir.

1653- Saçı-saça eklemek: Hz. Esma binti Ebu Bekir (ranha)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te, saçı-saça eklemek yasaklanmıştır. Hadis-i Şerif şudur: "Resûl-i Ekrem (sav)'e bir kadın gelerek: "Ğ Ya Resûlullah!.. Benim yeni gelin bir kızcağızım var. Çiçek hastalığına tutuldu da, saçları döküldü. Bu saçları ekleyeyim mi?" diye sordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Ekleyene de, ekletene de Allah lânet etsin" buyurdular."(69) Hanefi fûkahası: "Kadınlar saçlarımız uzun olsun ve çok görünsün diye; başkasının saçını, kendi saçlarına eklerler. Bunu Resûl-i Ekrem (sav) şiddetle men etmiştir"(70) hükmünde müttefiktir. Günümüzde kadın saçının alışverişe dâhi konu edildiği görülmektedir. Bilhassa "peruk" yapımı alabildiğine çoğalmıştır. Molla Hüsrev: "İnsanın kılının satılması fâsiddir. Zirâ insan mükerremdir, mübtezel değildir. Şu halde insanın cüzlerinden bir şeyin hakir, önemsiz ve hor kılınması câiz olmaz. İnsanın kılının satılması câiz olmadığı gibi, onunla faydalanmakta câiz olmaz"(71) hükmünü zikreder.

1654- Saçı ve sakalı boyamak: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Şüphesiz ki, yahudilerle hristiyanlar saçlarını boyamazlar. Şimdi siz onlara muhalefet edin"(72) buyurduğu bilinmektedir. Diğer bir Hadis-i Şerif'te de; yahudi ve hristiyanların ihtiyarlarının sakallarını boyamadığı, onlara muhalefet edilmesi gerektiği beyan edilmiştir. Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra)'in, sırf müşriklere muhalefet için boyadıkları rivayet edilmiştir. Saç ve sakalı boyamak mübahtır. Mü'min erkekler için sakal bırakmanın lüzumu üzerinde daha önce durmuştuk. (73)

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT