EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

KADIN-ERKEK İLİŞKİLERİNDE ÂDAB-I MUÂŞERET - UMUMİ YERLERDE KADINLARA BAKMAK - AİLEDE ÂDAB

B) KADIN-ERKEK İLİŞKİLERİNDE ÂDAB-I MUÂŞERET

1655- Daha önce; erkek ve kadının avret mahallini örtecek şekilde giyinmesinin "farz" olduğunu izah etmiştik!(74) Şimdi "Avret Mahallinden" neyin kasdedildiğini ve sınırlarını gündeme getirelim.

1656- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Mü'min erkeklere söyle; gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için çok temiz (bir hareket) dir. Şüphesiz ki Allah (kulların ne) yapacaklarından hakkı ile haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle; gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. zînetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısım müstesna. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak sûrette) koysunlar. Zînet (mahal)lerini; kendi kocalarından yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocalarının oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinin oğullarından, yahut kendi kadınlarından, yahut kendi ellerindeki memlûkelerden, yahut erkeklikten yana ihtiyacı olmayan hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah'a tövbe edin ey mü'minler. Tâ ki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız"(75) hükmü beyan buyurulmuştur.

1657- İbn-i Mezdevi, Ali b. Ebi Talib (ra)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resûlullah (sav) zamanında Medine sokaklarında dolaşan bir kadınla bir erkek karşılaştıklarında bakışmışlar. Şeytan bu bakışlardan istifade ederek, onların bakışlarını birbirini beğenmeye çevirmiş. Adam bir yandan yürüyor, bir yandan da kadına bakıyormuş. Başı hep kadından yana çevrili olduğu için, önüne çıkan bir duvara çarpmış ve burnu kanamış. Bunun üzerine: "Allah (cc)'a yemin ederim ki, gidip Resûlullah (sav)'a durumu anlatıncaya kadar burnumun kanını yıkamayacağım" diye yemin etmiş. Daha sonra Resûl-i Ekrem (sav)'in yanına gelerek olayı anlatır. Resûlullah (sav): "Burnunun duvara çarparak kanaması günahının cezasıdır" buyurur. Bunun üzerine: "Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar..." ayeti nâzil olur.(76)

1658- Allahû Teâla (cc): "Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar" hükmünü; "ırzlarını korusunlar" hükmünden önce zikretmiştir. Bilindiği gibi göz; herşeyi kalbe ve beyne ulaştıran bir organdır. Kadına bakmak; zinânın öncüsü ve habercisidir. İnsan her gördüğünü yapamaz. Ancak bazı gördükleri karşısında ise, iradesine hâkim olamaz. Dolayısıyla "ırzlarını korusunlar" hükmü; avret mahallinin muhafaza edilmesiyle alakalıdır. Açıklığı sebebiyle insanın utanacağı ve hayâ duyacağı kısımlara "avret" denilir. İnsanın tenasül organlarının bulunduğu kısımdan istiare edilmiştir.(77) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir erkek; diğer bir erkeğin avret mahalline bakamaz. Bir kadın da, diğer bir kadının avret mahalline bakamaz"(78) buyurduğu bilinmektedir. Bu Hadis-i Şerif'teki "avret" kelimesi de bu manadadır. Şimdi kadın ve erkeklerin birbirleriyle ilgili "avret" konusunu ele alalım.

1659-
1) ERKEĞİN ERKEĞE KARŞI AVRETİ: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Erkeğin avreti; göbeği ile dizi arasında kalan kısımdır"(79) Hadis-i Şerif'ini esas alan Hanefi fûkahası: "Bir erkeğin; göbeği ile diz kapağı arası avrettir. Bir başka erkeğin bu kısma bakması haramdır. Resûl-i Ekrem (sav): "Diz kapağı avrettir" buyurmuştur. Bir erkek; diğer bir erkeğin avret mahallinin dışındaki uzuvlarına bakabilir" hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Malik'e göre; diz kapağı avret değildir.

1660- Ashab-ı Suffa'dan Hz. Cerhed b. Eslemi'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resûlullah (sav) ile birlikte oturuyorduk. Benim uyluğum açıktı. Resûl-i Ekrem (sav) bana: "Uyluğun avret olduğunu bilmiyor musun?" buyurdu.(80) Mâlum olduğu üzere diz; uyluk ile baldır kemiğinin birleştiği yerdir. Yine diğer bir Hadis-i Şerif'te şöyle buyurulmuştur: Resûlullah (sav) Hz. Huzeyfe (ra)'yi mescidde dizi açık olarak görünce: "Ğ Dizini açma! Çünkü orası avrettir" buyurmuştur.(81)

1661- Resûlullah (sav) insanın soyunmasını ve avret mahallerini açmasını, yanında kimse olmasa dahi yasaklamıştır. Zira: "Çırılçıplak soyunmaktan kaçının. Çünkü öyle melekler vardır ki, sizden ancak tuvalette ve ailenizle temas halinde iken ayrılır"(82) buyurmuştur.

1662-
2) KADININ, KADINA KARŞI AVRETİ: Hanefi fûkahası; "Bir kadın diğer bir kadının; diz kapağı ile göbeği arasındaki kısım hariç, vücudunun her tarafına bakabilir. Zirâ aynı cinstir."(83) hükmünde müttefiktir. Dolayısıyla fitne ve fesad tehlikesi olmadığı süre içerisinde; cinslerin avreti aynıdır. Ancak müslüman bir kadının; gayr-i müslim (Yahudi, Hıristiyan vs..) bir kadına karşı avreti hususunda muhtelif görüşler ortaya konulmuştur. Şöyle ki; Âyet-i Kerîme'de geçen "kendi kadınları" tabirini, müslüman kadınlar manasına ele alan ûlema; "Müslüman bir kadının, gayr-i müslim (Yahudi, Hristiyan vs.) kadınlara vücudunu göstermesi haramdır. İbn-i Abbas (ra): "Müslüman kadınların; yahudi ve hristiyan kadınlara vücudunu göstermesi haramdır. Zira onlar müslüman kadınların vasıflarını gidip kocalarına ve erkeklere anlatırlar" buyurmuştur.(84) Bu konudaki diğer bir görüş ise; "kendi kadınları" tabirinden maksat; onlarla tanışan, konuşan ve iş yapan kadınlardır. Bunların müslüman olmasıyla, gayr-i müslim olması arasında fark yoktur. Kaldı ki; müslüman olduğu halde, erkeklerle laubali olan ve fısk-û fücûrun yayılması için gayret sarfeden bir kadının yanında da soyunmak câiz değildir.(85)

1663-
3) ERKEĞİN, KADINA KARŞI AVRETİ: Erkeğe yabancı olan kadın hür veya câriye olabilir. Bunun dışında mahrem veya na-mahrem olması mümkündür. Dolayısıyla erkeğin kadına karşı avreti dört kısımda mütâlâa edilir.

a) Erkeğin kendi karısıyla olan avreti.
b) Erkeğin kendi mahremlerine karşı avreti.
c) Erkeğin, yabancı hür kadına karşı avreti.
d) Erkeğin yabancı câriyeye karşı avreti.

1664- Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Öyle mü'minler) ki, onlar iffetlerini koruyanlardır. Ancak zevcelerine ve sahip oldukları câriyelerine karşı olan münasebetleri müstesnadır. Çünkü onlar (bu takdirde) kınanmış değildirler. O halde kim bunların ötesini isterse, şüphe yok ki onlar haddi aşanlardır"(86) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla karı-koca arasında avret mahalli yoktur. İmam-ı Merginani: "Bir erkek, karısının vücuduna (şehvetli veya şehvetsiz bakabilir. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Hanımından (zevcenden) ve câriyenden başkasına gözünü yum (bakma)" buyurmuştur. Dokunma ve cim'a etme (cinsel ilişki) mübah olunca, bakmak evleviyetle mübah olur. Ancak evlâ olan; birbirinin tenasül uzuvlarına bakmamalarıdır. Resûlullah (sav): "Sizden biriniz ehline geldiği vakit, kudreti yettiği nisbette örtünsün" buyurmuştur. Ayrıca bu hal, unutkanlık meydana getirir. İbn-i Ömer (ra) dedi ki; lezzetin tamam olması için bakması caiz olur"(87) hükmünü beyan etmiştir. Sonuç olarak; karı-koca birbirinin vücuduna bakabilirler, aralarında "avret" yoktur.

1665- Erkeğin, kendisine nikahları ebediyyen haram olan kadınların zînet yerlerine bakmasında bir mahzur yoktur. Çünkü Âyet-i Kerîme'de bunlar istisna olarak zikredilmiştir. Bu kadınlara karşı erkeğin avreti; diz kapağı ile göbeği arasıdır. Dikkat edilecek husus; şehvetten emin olmaktır. Erkek veya kadın; (nikahları birbirine ebediyyen haram dahi olsa) birbirine baktıkları zaman, şehevi duyguları galeyana geliyorsa, bundan uzak durmak zorundadırlar.(88)

1666- Erkeğin; yabancı bir kadına bakması câiz değildir. Ancak ihtiyaç halinde (alış-veriş, mahkemede şahitlik vs. gibi) yüzüne ve elinin içine bakabilir.(89) İmam-ı Kasani: "Bir erkek; kendisine yabancı olan bir kadının bedeninden el ve yüz hariç, hiçbir yerine bakamaz. Çünkü Allahû Teâla (cc): "Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar" buyurmuştur. Ancak meydanda olan zînet yerlerine, yâni yüzüne ve elinin içine bakmaya Allahû Teâla (cc)'nın şu kavliyle müsaade edilmiştir: "Onlardan meydanda olan müstesna..." Bu Âyet-i Kerîme'de istisna edilen zinet yerleri, yüz ve elleridir. Sürme çekmek (kuhul) çehrenin, yüzük ise elin zînetidir. Çünkü kadın alışveriş ve dünyevi işlerinde yüzünü ve ellerini açmak zorundadır."(90) hükmünü zikretmektedir. Ancak erkek; şehvetinden emin değilse, yabancı bir kadına bakamaz. Tâ ki şer'i bir hacet olsun!.. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim yabancı bir kadının güzelliklerine şehvetle bakarsa, kıyâmet gününde onun gözlerine kurşun dökülür"(91) buyurduğu bilinmektedir. Şer'i hacet sözkonusu olursa erkeğin; yabancı bir kadının eline ve yüzüne bakması (şehvetten emin olmasa dahi) câizdir. Mesela; Kadı'nın (Şer'i şerifle hükmeden hakimin) durumu!.. Yabancı kadın ister zanlı, ister şahid olsun bakmaya mecburdur. Zira insanların haklarını koruma ihtiyacı vardır. Yine bir kimse; bir kadını nikahlamak isterse, her ne kadar şehvet duymaktan emin olmasa da bakabilir. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Mugire (ra)'ye şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ğ Sen bir kadınla evlenmek istediğin zaman o kadını gör!.. Çünkü görmek ikinizin kaynaşmasına (ülfet ve muhabbete) daha uygundur"(92) Ancak bu gibi durumlarda; dokunmaya ihtiyaç yoktur. Mâlum olduğu üzere zarûretler; ancak kendi miktarınca, tayin olunur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse; yabancı bir kadının eline dokunmaya bir yol olmadığı halde dokunursa, o kimsenin kıyâmet gününde avucuna ateşten bir kor konulur"(93) buyurduğu bilinmektedir. Erkeğin; yabancı bir kadına dokunması ne zaman câiz olur? sualine cevap arıyalım.

1667- Bu noktada karşımıza "Hastalık ve Tedavi" hadisesi çıkar. İmam-ı Serahsi; "Kadının bir yerinden çıban çıksa, erkeğin ona bakması caiz değildir. Ona (kadına) bakmadan, başka bir kadına çıbanın nasıl tedavi edileceğini öğretir. Çünkü aynı cinsten olanların birbirinin avret mahallini görmeleri, karşı cinsten olanların görmesinden daha hafiftir. Ancak onu tedavi edecek bir kadın bulamazsa veya tedavi şeklini öğretmeye muvaffak olamazsa, hasta olan kadının ölmesi veya şiddetli azab (sıkıntı) çekme durumu da mevcutsa, durum değişir. Burada zarûret dikkate alınır."(94) hükmünü zikretmektedir. Aynı konuda Molla Hüsrev şunları beyan etmektedir: "Bir erkek; yabancı bir kadını tedavi etse, zarûret miktarı o kadının hastalık yerine bakabilir. Uygun olan erkek doktorun; tedavi şeklini bir başka kadına öğretmesidir. Çünkü aynı cinsten olanların birbirine bakması daha hafiftir. Görülmez mi ki; öldükten sonra kadını, yine kadın yıkar, erkek yıkamaz."(95) Sonuç olarak; tedavi durumunda erkek bir doktorun; yabancı bir kadına (eğer kadın doktor yoksa) zarûret miktarı dokunmasında bir beis yoktur.(96)

1668- Dikkat edilirse bir erkeğin; yabancı bir kadına bakması, şer'i bir ihtiyaç ve zarûretle sınırlıdır. İhtiyaç ve zarûretle sabit olan husus; ancak kendi miktarıyla takdir olunur.(97) Genel kaide "Hacet umumi olsun, hususi olsun, zarûret menzilesine tenzil olunur" şeklinde ifade edilmiştir.

1669-
4) KADININ ERKEĞE KARŞI AVRETİ: Hz. Aişe (R.anha) validemizden rivayet edilen şu Hadis-i Şerif'te kadının avreti beyan edilmiştir. Hadis-i Şerif şudur: "Hz. Ebu Bekir (ra)'in kızı Esma (R.anha) ince bir elbise ile Resûlullah (sav)'in yanına geldi. Onu görünce Resûl-i Ekrem (sav) yüzünü çevirerek: "Ey Esma!.. Kadın büluğa erdi mi (yüz ve ellerini işaret ederek) şu ve şunun haricinde, vücudunun görünmesi haramdır"(98) buyurdu. Dolayısıyla kadının eli ve yüzü hariç bütün vücudunu örtmesi farzdır. Namaz kılarken ve ihramlı iken; elin ve yüzün açık bırakılması da; bu iki uzvun avret olmadığının delilidir. Dürri'l Muhtar'da: "Genç kadının erkeklerin arasında yüzünü açması men edilir. Fakat bu avret olduğu için değil, fitneden korkulduğu içindir"(99) hükmü zikredilmiştir. Hanefi ve Maliki ûleması; el ve yüzün avret olmadığı hususunda müttefiktir. Şâfii ve Hanbeli fûkahası; kadının erkeğe karşı bütün vücudu avrettir" hükmünü beyan etmişlerdir.(100)

1670- Bir kadının yabancı bir erkeğe bakması mümkün müdür? sualine cevap arayalım. Herhangi bir meşru ihtiyaç olmadığı süre içerisinde kadının yabancı bir erkeğe bakması câiz değildir.(101) Nitekim Ümmü Seleme (R.anha)'den rivayet edilen şu Hadis-i Şerif, bu konuyu izah etmektedir; hadis şudur: "Hicap Âyet-i Kerîmesi geldikten sonra, Ben ve Meymûne Resûl-i Ekrem (sav)'in yanında oturuyorken, âmâ Hz. İbn-i Mektûm (ra) yanımıza çıkageldi. Bunun üzerine Resûlullah (sav) bize: "Perde arkasına çekilin" dedi. Biz: "Ya Resûlullah, o âmâ değil mi? Bizi ne görür, ne tanır" dedik. Resûlullah (sav): "Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?" buyurdu.(102) Burada; Resûl-i Ekrem (sav)'in kadın ve erkeğin aynı mecliste oturmasına izin vermediği görülmektedir. Kadın ve erkeğin, küçük yaştan itibaren bir arada bulunmaları ve serbest ilişki içerisinde yetişmelerinin saldırganlığı azaltacağı yolundaki teorilerin, İslâmi açıdan hiçbir değeri yoktur. Esasen bu teoriye göre ilişkilerin düzenlendiği toplumlarda; hayal edilen hiçbir tavır gerçekleşmemiştir. Zinâ alabildiğine yükselmiş ve nesil emniyeti ortadan kalkmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in eşi Hz. Sevde (R.anha)'ye hitaben: "Allahû Teâla (cc) ihtiyaçlarınız için evden çıkmanıza izin vermiştir"(103) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla ihtiyaç için dışarıya çıkan bir kadının; yabancı erkekleri de, göreceği muhakkaktır. Fûkaha; aynı mecliste karşı karşıya ve kasıtlı olarak bir kadının yabancı erkeğe bakmasının câiz olmadığını, fakat ihtiyaç anında kadının, yabancı bir erkeğe bakabileceğini esas almıştır. Buradaki incelik şudur: Bir kadın; aynı mecliste, kasıtlı olarak bir yabancı erkeğe bakarsa bazı duygulara kapılabilir. Kadın; yaradılış olarak, cinsi açıdan arzusunu beyan edemez, utanır. Erkek ise bu hususta istediğini elde etmek için gayret sarfeder, arzusunu da açıklar!.. Aynı mecliste başbaşa kalmaları ve kasıtlı olarak birbirine bakmaları bu sebeble câiz değildir. Nitekim: "Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa; yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın. Çünkü üçüncüleri şeytandır"(104) Hadis-i Şerifi meselenin mahiyetini kavramamızı kolaylaştırmaktadır.


UMUMİ YERLERDE (CADDE-SOKAK VS.) KADINLARA BAKMAK

1671- Avret bahsinde de izah ettiğimiz gibi İslâm dini; erkeğin, yabancı kadınlara bakmasını (ihtiyaç ve zarûret hali hariç) yasaklamıştır. Dolayısıyla müslüman erkekler; karısı ve nikahı kendisine ebediyyen haram olan yakınları (akrabaları) ile bir arada oturabilir.(105) Bunun dışında yakın akrabası da olsa (amca kızı, dayı kızı vs...) "Haremlik ve Selamlığa" riâyet etmek zorundadır. Sahabe-i Kiram'dan bir zat Resûl-i Ekrem (sav)'e: "Kocanın akrabası (kayınbiraderi vs.) hakkında ne dersiniz?" sualini tevcih etmiştir. Resûlullah (sav) "İşte bunlar (hamv) ölümdür"(106) cevabını verir. Dolayısıyla müslüman bir kadın; kocasının akrabaları (kardeşi, yeğenleri, amca ve dayı çocukları vs.) ile ilişkilerini, şer'i hududlara göre düzenlemek zorundadır.

1672- Umûmi yerlerde (cadde, sokak, pazar vs.) erkeklerin; yabancı kadınları görmemeleri mümkün değildir. Burada riâyet edilecek edeb; kasdi olarak ve sürekli bakmamaktır. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Ali (ra)'ye hitaben: "Yâ Ali! Yabancı bir kadını gördüğünde ikinci defa bakma!.. Çünkü ilk bakışın iraden dışındadır ve onda bir vebal yoktur. İkinci defa bakarsan bu, iradenle olduğu için haramdır"(107) buyurmuştur. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (sav) döneminde kadınlar; şer'i ölçülere uygun giyiniyorlardı. Günümüzde ise manzara fecidir. Zira kadınların mahrem yerleri (tesettüre riâyet etmedikleri için) meydandadır. Şimdi bu konu üzerinde duralım.

1673- Dürri'l Muhtar'da: "Musannıfın gasp bahsinde naklettiğine göre Hz. Ömer (ra) yascı bir kadına hücum ederek onu kamçıyla dövmüş; hatta kadının başörtüsü düşmüş, kendisine "Ey mü'minlerin emiri!.. Kadının başörtüsü düştü" demişler Ömer (ra): "Bunun gibisinin hürmeti yoktur" cevabını vermiş. Bundan dolayı Fakih Ebû Behr Belhi, nehir kenarında başları ve kolları açık birtakım kadınların yanından geçtiğinde kendisine: "Bunların yanından nasıl geçiyorsun" denildiğinde: "Bunların hürmeti yoktur. Ancak ve ancak imanlarında şüphe vardır. Bunlar harbi kadınlar gibidirler" demiştir." hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şehrederken şunları kaydeder: "Bunlar harbi kadınlar gibidirler. Yani onlar ganimet mallarıdır. Cariyenin başı ve kolu avret değildir demek istemiştir. Fakih, Hz. Ömer (ra)'in sözünden şöyle hüküm çıkarmıştır: O yasçı kadının hürmetini iskât edince, bu da ecnebi erkeklerin geçtiği yerde, başlarını açanların hürmetinin olmadığına hükmetmiştir. Çünkü onların dinle alay eden, onu küçümseyen hallerini görmüştür. Kadınların hürmetini ıskat eden sebeb işte budur."(108)

1674- Şuurlu bir müslüman; imtihan alanının ve zamanının tayininde, hiçbir payı olmadığını bilir!.. Hangi şartlarda olursa olsun; Allahû Teâla (cc) ve Resûlü'nün (sav) emirlerine itaata gayret eder. Kadınların kendi hürmetlerini ortadan kaldırmış olmaları; onlara, gayr-i meşru bir tecavüzü gerektirmez. Nitekim İbn-i Abidin bahsin devamında: "Buradan şu anlaşılır ki, zamanımızda kendisini alim sayan bazı kimselerin batıl fikirlerince "Giyinip, kuşanmadan sokaklarda dolaşan fahişelerle istilâ hükmünce cimâda bulunmak câizdir" fetvası vermeleri pek çirkin bir hatadır. Zinanın mübah sayılmasına yol açtığı için, hemen hemen küfürdür" demektedir. Sonuç olarak; tesettüre riâyet etmeyen bir kadının, avret yerlerini gayr-i ihtiyari (kasden değil) gören kimse bundan mes'ul olmaz.

1675- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey Peygamber kadınları!.. (Siz) Diğer kadınlardan biri değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (Size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde bir hastalık bulunanlar tamaa düşerler. Sözü ma'ruf vech ile (ve ağır başlı) söyleyin"(109) hükmü beyan buyurulmuştur. Bilindiği gibi; Resûl-i Ekrem (sav)'in zevceleri, bütün mü'minlerin anneleri hükmündedir.(110) Buradaki hitabın hususi olması; hükmün bütün kadınları içine almasına mâni değildir. Dolayısıyla kadınların; erkeklerle konuşurken, nelere dikkat etmeleri gerektiği izah edilmiştir. Cahiliye döneminde kadınlar; kelimelerin sonlarını hıfzederek nağme yapar ve alaka uyandıracak bir ses tonunu tercih ederlerdi.(111) İbn-i Abidin "Kadının sesi" konusunda şunları zikrediyor: "Zekâsı kıt olanlar zannetmesinler ki, biz kadının sesi avrettir demekle konuşmasını kasdetmiyoruz. Bu anlayış doğru değildir. Yalnız kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını ve aruza göre okumalarını caiz görmüyoruz. Çünkü bunlarla erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini harekete geçirmek vardır. Kadının ezan okuması da bundan dolayı câiz olmamıştır"(112)

1676- Dikkat edilirse Âyet-i Kerîme'de "Sözü ma'ruf vech ile (ve ağır başlı) söyleyin" emri verilmiştir. Esasen kadınların sesleri fıtraten güzeldir. Buna cilve yumuşaklık eklenirse; fitnenin uyanmasına da vesile olabilir. Kadınlara kararlı ve düzgün konuşmaları emredilmiştir. (113)


C) AİLE İÇERİSİNDE ÂDAB-I MUÂŞERET

1677- Nikah bahsinin girişinde; kadın ve erkeğin birbirine karşı duyduğu şiddetli temayül üzerinde durmuştuk!..(114) Şurası muhakkaktır ki; Allahû Teâla (cc) kadın ve erkeği belli özelliklerde yaratmış; her iki cinse de, aile içerisinde farklı görevler vermiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, birbirlerinin velileridir. Bunlar (insanlara) iyiliği emrederler, (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resûlüne itaat ederler."(115) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse; mü'min erkek ve mü'min kadınların vasıfları beyan edilirken, "Allah ve Resûlüne itaat ederler" denilmiştir. Dolayısıyla aile içerisinde karşılıklı hak ve görevlerin mahiyetini İslâmi esaslar teşkil edecektir. Aralarında ortaya çıkabilecek her türlü ihtilafta da kuvvet, hile veya ihanet değil, İslâm gündeme girecektir. Çünkü aralarında nikah bağı bulunmasa dahi, mü'min erkek ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridir. Nikâh bu "veliliği" ortadan kaldırmak için değil; bilakis daha da güçlendirmek için meşru olmuştur.


1. KADININ DİKKAT EDECEĞİ MUÂŞERET ESASLARI

1678- Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Vakar ile) Evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet (devri kadınlarının kırıla döküle) yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin"(116) hükmü beyan buyurulmuştur. Mü'min bir kadın için asıl olan evinde oturmasıdır. Kocasının sarih izni olmadığı süre içerisinde; ihtiyaç için dahi olsa, evinden çıkamaz.(117) Nikâh bahsinde de beyan ettiğimiz gibi; evin bütün ihtiyaçlarını ve geçimini (nafakayı) sağlamak erkek üzerine vâcip kılınmıştır.(118)

1679- Ailede huzur ve saadeti gerçekleştirmek için; karşılıklı haklara saygı esastır. Allahû Teâla (cc); mü'min kadınların, kocalarına itaat etmelerini emretmiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdirler (aile reisidirler). O sebeble ki; Allah onlardan kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de (erkekler onlara) mallarından infak etmektedirler. İyi kadınlar itaatli olanlardır. Alah kendi haklarını nasıl koruduysa, onlar da öylece göze görünmeyeni (kocasının şeref ve namusunu) koruyanlardır."(119) buyurulmuştur. İslâm dininde emirlik (reislik) hizmete dayanan bir olaydır. Ailenin bütün meselelerini; başta nafaka olmak üzere erkek yüklenmiştir. Ayrıca evleneceği kadına "mehir" vermek durumundadır. Bütün bunlara karşılık erkeğe "Aile Reisliği" verilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in kişinin elde ettiği en büyük hazineyi açıklarken şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Baktığın zaman seni mesrûr eden, emrettiğin zaman itaat eden, sen olmadığın zaman malını ve namusunu koruyan sâliha bir kadındır"(120) Evet!.. (sâliha) mü'min bir kadın, yeryüzündeki en büyük hazinedir. Şurası muhakkaktır ki; kadının kocasına itaati, Allahû Teâla (cc) ve Resûlüne itaatle sınırlı bir hadisedir. Yani meşru (şer'i) emirlerinde itaat esastır.

1680- Kadınların aile mahremiyetlerini ve sırlarını muhafaza etmeleri esastır. Nitekim Âyet-i Kerîme'de: "Onlar da öylece göze görünmeyeni (gaybı) koruyanlardır" denilmiştir. buradaki göze görünmeyenden kasıd; kocasının namus ve şerefidir. Kadın zinâdan uzak durmak ve aile mahremiyetlerini muhafaza etmekle görevlendirilmiştir. Bu aynı zamanda kendi haysiyet ve şerefidir. Yine bir başka Âyet-i Kerîme'de: "Hani peygamber zevcelerinden birine, gizli bir söylemişti (sır vermişti). Bunun üzerine o (zevce) bunu haber verip de, Allah da ona (Resûlüne) bu durumu açıklayınca!.. Peygamber ancak bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Artık bunu kendisine söyleyince o (zevce): "Ğ Bunu sana kim haber verdi" dedi. Peygamber de: "Ğ Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah) haber verdi" dedi"(121) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu Âyet-i Kerîme'de bahsi geçen zevcenin Hz. Hafsa (r.anha) olduğunu ve kendisine emanet edilen sözü Hz. Aişe (r.anha)'ye: "Ğ Açıklamakta, herhangi bir mahzur yok" diye düşünerek ifşa ettiğini beyan etmişlerdir. Ayrıca aile ferdleri arasında dahi; emanet olan sözün, izinsiz olarak ifşa edilmesinin yasaklandığının bu ayetle sabit olduğunu zikretmektedirler. Zirâ hem Hz. Aişe (r.anha) hem Hz. Hafsa (r.anha) Resûl-i Ekrem (sav)'in mübarek zevceleri, mü'minlerin anneleridir. Resûlullah (sav) ile Hz. Hafsa (r.anha) arasında kalması icab eden "sadece bir sözden" ibarettir.(122) Dikkat edilirse bu Âyet-i Kerîme'de; kadınların kocalarına ait, velev ki bir söz dahi olsa, muhafaza etmelerinin gerektiği belirtilmektedir.


2. KOCANIN (ERKEĞİN) DİKKAT EDECEĞİ MUÂŞERET ESASLARI

1681- Şurası muhakkaktır ki; karşılıklı sevgi ve saygı olmadığı süre içerisinde, aile hayatını devam ettirmek imkansızdır. Sevgi ve saygı ortamının meydana gelmesinde; aile reisinin payı, diğer ferdlerden daha fazladır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Onlarla marûf vech ile muâşeret ediniz. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur"(123) hükmü beyan buyurulmuştur.

1682- Buradaki "Onlarla (kadınlarınızla) ma'ruf vech ile muaşeret ediniz" den kasıd; "nafaka hususunda insaflı ve cömert olmak, hiçbir iyiliği başa kakmamak, söz ve sohbette (şer'i hududlara riâyet ederek) güleryüzlü, merhametli davranmaktır." "Olabilir ki; bir şey sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur" dan maksad; o kadından salih bir evlad vermek sûretiyle, sizi rızıklandırır veya hoşunuza giden bazı vasıflar ihsan eder. Bunları dikkate alarak; "Ben bundan hoşlanmıyorum" diyerek, şer'i hududları tahrip etmeyiniz. Affedilmesi mümkün olan kusurlarını görmemezlikten geliniz."(124) demektir. Şurası muhakkaktır ki; kul hatasız olmaz. Aile içerisinde; birçok mesele gündeme gelir. Aile reisine düşen; bu meselelerde, temkin, sabır ve hoşgörü ile davranmaktır.

1683- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Gerçekten kadın kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Hali üzere bırakırsan kendisinden istifade edersin"(125) buyurduğu bilinmektedir. Esasen erkek ve kadın; fıtrî olarak (fizikî ve ruhî) farklı özelliklere sahiptir. Aile reisi; kadının tıpkı kendisi gibi olmasını arzu ederse, büyük bir mücadele başlar. Aile ferdlerini olduğu gibi kabul edip; sünnete uygun şekilde terbiye etmek esastır. Bazı kadınlar; küçük bir iyiliği bile şükranla karşılarken, bazıları da aksine "Dünyaları versen, istediği en ufak birşeyi yapmadığın zaman, daha önceki bütün iyilikleri unutur ve senden hiç hayır görmedim"(126) diyebilir. Resûlullah (sav) bütün bu gerçekleri haber verirken; aile içerisinde uzlaşmanın ve (haramı helâl, helâli de haram kılmadığı müddetçe) sulhun hayırlı olduğuna işaret etmiştir. Sonuç olarak aile reisi; karısından ve çocuklarından gelebilecek olan her türlü eziyete karşı sabırlı olmak durumundadır. Çünkü bunlar imtihan için verilmişlerdir. Muhakkak ki her imtihanın bazı zorlukları vardır.


3. İHTİLAF HALİNDE DİKKAT EDİLECEK ADAB-I MUAŞERET

1684- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Şerlerinden ve serkeşliklerinden yıldığınız (bıktığınız) kadınlara gelince: Onlara önce nasihat edin. (vazgeçmezlerse) Kendilerini yataklarında yalnız bırakın. (yine vazgeçmezlerse) dövün. Ancak size itaat ederlerse aleyhlerine bir yol aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür"(127) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; "aile içerisinde başgösteren ihtilafta kocanın uyması gereken muâşeret, bu Âyet-i Kerîme'de beyan edilmiştir. Buradaki "Nüşûz" kelimesinin lûgat manası, tümsek, demektir. Kadının kocasına, buğz ve nefretle davranması ve isyan etmesi manasına kullanılmıştır. Nüşûz aynı zamanda fuhuş manasına da gelir. Ancak evli bir kadının zinasında verilecek ceza, dövmek değil, recmdir. Dolayısıyla burada; kadının kocasına itaatten vazgeçip, şer'i hududları tanımadan ve nefretle davranmasıdır. Bu gibi durumlarda kocanın; nasihatı öne alması ve kadının yanlışını münâsip lisanla anlatması emredilmiştir. Eğer nasihat fayda vermezse; üç günden fazla olmamak şartıyla darılması ve kadını yatağında yalnız bırakması gerekir. Bu sayede kadın durumun vahametini ve boşanmaya doğru adım atıldığını kavrar. Sohbet ve cinsî münasebetin kesilmesi; onun için bir ikazdır. Bütün bunlar netice vermezse; başına vurmamak ve yaralamamak şartıyla hafifçe dövülür"(128) hükmünde ittifak etmişlerdir.

1685- "Ancak size itaat ederlerse, aleyhlerinde bir yol aramayın" hükmü;; nasihat veya yataklarında yalnız bıraktıran (hicret) veya hafifçe dövdükten sonra, (isyandan vazgeçip) itaat ederlerse, intikam almaya kalkmayın" demektir. Çünkü nasihat ve diğer tedbirler; aile hayatının devamı için meşru kılınmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in veda hutbesinde de beyan buyurduğu gibi kadın, Allahû Teâla (cc)'nın bir emaneti hükmündedir.(129) Kaldı ki; onlarla şer'i hududlar içerisinde iyi geçinme de, vacip kılınmıştır. İntikam alma duygusu ise; aile hayatının devamına engel teşkil eder.

1686- HAKEM TAYİNİ: Aile hayatının devamı; bütün tedbirlere rağmen tehlikeye düşerse, yakın akrabaların ve mü'minlerin üzerine önemli bir görev düşer. Şimdi bu husustaki hükmü izaha gayret edelim. Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Eğer karı-kocanın) Aralarının açılmasından endişeye düşerseniz o zaman kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah aralarında (ki dargınlık yerine geçinme) onları (sulha) muvaffak buyurur. Şüphesiz ki Allah hakkı ile bilicidir. (Herşeyin künhünden) haberdardır"(130) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; "Karı-koca ihtilafı büyütüp, birbirine eziyet etmeye başladıkları zaman, mü'minlerin tamamına bu ihtilafı giderme görevi terettüp etmektedir. Âyet-i Kerîme'de özellikle yakın akrabaların zikredilmiş olması; ihtilafın sebeblerini (ve onların huylarını) daha yakinen bilecekleri içindir. Hakemlerin mutlaka adil, tecrübeli ve fıkıh bilgileri fazla olmalıdır. Eğer akrabalar arasında bu vasıflara haiz kimse yoksa, akrabaların dışında adil ve alim iki kişi gönderebilir."(131) hükmünü zikretmişlerdir. İmam-ı Şafii (rha) ayette geçen "gönderin" emrini esas alarak bu farzdır demiştir. Çünkü karı-koca arasındaki geçimsizliği gidermek için hakem göndermek, zulmü bertaraf etmek demektir. Bu da İslâm idarecilerinin (kadı, hakem, vali vs.) üzerine düşen umûmi farzlardan birisidir.(132)


4. CİNSEL İLİŞKİDE ÂDAB-I MUÂŞERET

1687 Diğer canlılarda olduğu gibi; insanlarda da "neslin devamı" duygusu oldukça önemlidir. Hatta çocuğu olmayan aileler; belirli komplekslerle, kısa süre içerisinde ihtilafa düşerler!.. Bunun dışında; kadın erkeğe, erkekte kadına karşı cinsî temayül duyar. Eğer bu cinsî temayül; İslâmî hududlar içerisinde ve meşru bir şekilde yönlendirilemezse, "nesil emniyeti" darmadağın olur. Nikah bahsinin girişinde; kadın ve erkeğin birbirine duyduğu ilgi üzerinde durmuştuk!.. (133)

1688- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Kadınlar sizin (evlad yetiştiren) tarlalarınızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin. Kendiniz için önden (iyi ameller) gönderin (hayırlı evladlar yetiştirin). Bir de Allah'tan korkun ve bilin ki siz O'na kavuşacaksınız. İman edenlere müjdele"(134) hükmü beyan buyurulmuştur. Hz. Cabir (ra)'den rivayet edildiğine göre bu Âyet-i Kerîme; Yahudilerin "Hanımının doğru yoluna arkadan münasebette bulunan kimsenin doğabilecek çocuğu şaşı olur" demelerini tekzib için inzal buyurulmuştur. Hz. Abbas (ra)'dan rivayet ise şudur: "Kureyşliler, Mekke'de iken karılarının doğru yoluna diledikleri şekilde yaklaşıyorlardı. Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Medineli kadınlar ise (Yahudilerin teorileri sebebiyle) huzursuzluk duymaya başladılar. Bunun üzerine "Kadınlarınız sizin (evlad yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin" ayeti nazil oldu.(135) Allahû Teâla (cc) kadının rahmini tarlaya, erkeğin nuftesini tohuma, doğacak çocuğu bitkiye benzetmiştir. Bu benzetişten kesinlikle erkeğin kadının doğru yolundan gitmesi gerektiğini anlarız. Lûti'lik (dübürden temas) kat'i olarak haramdır.

1689- Bilindiği gibi nikahın hükümlerinden birisi de; her iki tarafın, birbirinden istifade etmesinin helâl olmasıdır.(136) Fakat bu istifadede istisnai olan bazı durumlar sözkonusudur. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O bir ezadır (pisliktir). Onun için hayız zamanında kadınlar (ınızla cinsi münasebet) ten ayrılın. Temizlendikleri zamana kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi o zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Herhalde Allah hem tevbe edenleri sever, hem de çok temizlenenleri sever"(137) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası: "Hayızlı ve nifaslı kadınlarla cinsi münasebette bulunmak haramdır. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayınız" hükmü beyan buyurulmuştur. "Hayızlı kadınla cinsi münasebet helâldir" diyen kimse kafir olur. Çünkü haram olması kesin nass ile sabittir"(138) Hükmünde müttefiktir. Hz. Enes b.Malik (ra)'den rivayet edildiğine göre; yahudiler, ay halinde olan kadınlarıyla, onlar temizleninceye kadar yemez, içmez, hatta aynı evde dahi oturmazlardı. Bu durum Resûlullah (sav)'a sorulunca: "Sana kadınların ay halini sorarlar..." ayeti nazil oldu. Ay halinde olan kadınlarla; cinsi münasebetin dışında, her şeyin (yemek, içmek, aynı evde oturmak vs.) yapılabileceği belirtildi. Yahudiler kızarak: "Hz. Muhammed, her hususta olduğu gibi, kadınların ay hali konusunda da bize muhalefet ediyor" dediler.

1690- İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (sav): "Ümmetimden biri karısına yakınlık etmek (cinsi münasebette bulunmak) istediği zaman: "Bismillah!.. Yârabbi, bizi şeytandan uzak eyle!.. Bize ihsan edeceğin (zürriyet) den de şeytanı uzaklaştır" derse aralarındaki o cimadan (münasebetten) çocuk mukadderse, o çocuğa şeytan ebediyyen zarar veremez"(139) buyurmuştur. İmam-ı Gazali: "Kadınla münasebetten evvel besmele ve ihlas sûresi okunmalı, tekbir ve tehlil getirmeli ve: "Azim olan Allah adıyla!.. Allahım eğer sülbümden bir çocuk meydana gelmesini takdir etmişsen, onu hayırlı bir zürriyet kıl" diye dua etmelidir"(140) hükmünü zikreder. Ulemâ "Cinsî münasebette edeb" konusunu izah ederken; eşlerin cinsî yönden tatmininin esas olduğu üzerinde durmuşlardır. Erkek ve kadının bu hususta birbirine yardımcı olması gerekir.

1691- Şehevî arzunun (cinsî temayülün) meşru şekilde tatmin edilmemesi; insanın zihnini ve kalbini zaafa uğratır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer bir adam karısını yatağına davet eder de, kadın (meşru bir özür yokken) razı olmazsa, kocası ondan razı oluncaya kadar Allahû Teâla (cc) ona (kadına) gazab eder"(141) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla eşlerin; cinsî münasebet hususunda birbirine yardımcı olması şarttır. Maalesef toplumumuzda; sünnete uygun bir şekilde cinsî terbiye verilememektedir. Bunun sonucu "cinsî sapıklık" alabildiğine yaygın bir hastalık halini almıştır. Aile içerisinde; erkek çocuklara cinsî terbiye "baba" tarafından, kız çocuklara da "anne" tarafından verilmelidir.

1692- İmam-ı Gazali: "Münasebetten önce dil şakaları yapılmalıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) bir hadisinde: "Sizden biriniz (münasebette bulunacağı zaman) ailesine, hayvan gibi çullanmasın. Aralarında (teşvik ve tahrik edici) vasıta bulunsun" buyurdu. "Bu vasıta nedir ya Resûlullah?" diye sorulunca Resûl-i Ekrem (sav): "Öpmek ve şehveti tahrik edici sözlerdir" buyurmuştur."(142) diyerek, münasebette dikkat edilecek bir edebe işaret etmektedir.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT