EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

ASABE'NİN TARİFİ VE TASNİFİ - RED YOLUYLA MAL ELDE ETMEK

ASABE'NİN TARİFİ VE TASNİFİ

1942- "Asabe" kelimesi âsıbun'un çoğulu olup; lugat manası yardım etmek, korumak, zabt etmek ve takviye etmektir. Baba tarafından olan akrabalara "Asabe" denilmiştir. Akrabalığa "Usûbet" denildiği gibi; bir şahsa asabe mirâsı vermeye de "Ta'sib" denilir. Asabe Tabiri; kuvvet ve şiddet manalarını da içine alır. Baba tarafından olan akraba arasında; kuvvetli bir irtibat hasıl olup, bir müdâfaa gücü ortaya çıkacağından bu isim verilmiştir. Nitekim sinirlere "âsâb" denilmesi de; vücûdun cüzlerini (organlarını) birbirine bağladığı ve takviye ederek hizmet ettiği içindir. Ferâizde: "Kur'an ve sünnette belirli bir payı olmayıp; ashâb-ı feraizden arta kalanı alan ve yalnız bulunduğu takdirde terikenin tamamına hak sahibi olan vârise asabe denilir"(81) Mâhiyeti dikkate alınarak; neseb sebebiyle asabe (El Asabetü'n-nesebiyye) ve azat etme (Köle ve câriye gibi) sebebiyle teşekkül eden (El Asabetü's-sebebiyye) olmak üzere ikiye ayrılmıştır.(82) Mâlum olduğu üzere; neseb cihetiyle yakınlık, "Ferâizde" önemli bir hadisedir.

1943- KENDİ BAŞINA ASABE OLANLAR (ASABE BİNEFSİHİ): Mûris'in (ölen kimsenin) neseb noktasından en yakın akrabası kimdir? sualine cevap arayalım. Bu noktada karşımıza; ölen (Mûrise) nisbetle, araya kadın girmeyen erkek vârisler çıkar. Fûkaha (asebe binefsihi) dört kısıma ayırmıştır.
Birincisi: Mûrisin (ölen kimesinin) cüzü'dür: Oğlu, oğlunun il'ânihaye oğlu!..
İkincisi: Mûrisin (ölen kimsenin) erkek fürûu, aslıdır: Babası, babasının ilânihâyet babası!..
Üçüncüsü: Mûrisin (ölen kimsenin) babasının cüz'üdür: Bu sınıf, babasının anne-baba bir kardeşleri veya baba bir kardeşlerinden teşekkül eder. Onların çocukları da dâhildir. Yâni öz ve üvey amca, onların çocukları!..
Dördüncsü: Mûrisin (ölen kimsenin) dedesinin erkek fürûudur, cüzüdür.(83) Şimdi bu tasnifin delillerini zikredelim.

1944- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ölenin çocuğu varsa, anne ve babadan her birine terikenin altıda biri vardır"(84) buyurulmuştur. Dikkat edilirse Ayette; mûrisin oğlu, (asabe içerisinde) babasından önce zikredilmiştir. Bu sebeb, babanın ilânihâye babasından da önde olması evleviyetle zarûridir. Ayrıca Ayette geçen çocuk (Veled) lâfzı; oğul olmayınca ilânihaye oğlunun oğlunu içine alır. Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Ali (ra), Hz. Abdullah İbn-i Mesûd (ra) ve Hz. Zeyd b. Sabit (ra) den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "Asabenin en önde geleni (mûrisin) oğludur. Sonra ilânihaye oğlun oğludur"(85)

1945- Mûrisin (ölen kimsenin) oğlundan sonra; en kuvvetli asabe babasıdır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Mûrisin) Çocuğu olmayıp da, O'na anne ve babası mirâsçı olduysa, üçte biri annesinindir"(86) buyurulmuştur. Ayette annenin hissesi belirlenmiş, kalanın da babaya âit olacağına işaret edilmiştir. Ayrıca mûrisin (ölen kimsenin) babasının; erkek kardeşleri den ve dedesinden önde olduğu tasrih olunmuştur.

1946- Üçüncü snıfa gelince!.. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Eğer (mirâsçı) erkek kardeş ise, çocuksuz ve (babasız) ölen kız kardeşin bıraktığı mirâsın tamamını alır"(87) buyurulmuştur. Dikkat edilirse; çocuğu ve babası olmayan bir kimse (kelâle) ölür de; geride anne-baba bir veya baba bir erkek kardeşi kalırsa, mirâsın tamamını alır. Bunlar babanın cüzüdür.

1947- Dördüncü sınıfa gelince; Hz. Amr b. Şuayb (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) mirâsı; anne-baba bir erkek kardeşe, sonra baba bir erkek kardeşe, sonra anne- baba bir erkek kardeşin oğluna, sonra baba bir erkek kardeşin oğluna verdi. Amcaların durumunu da aynen bunlar gibi zikretti"(88) Esasen bunlar; mûrise (ölen kimseye) akrabalık noktasından bu tertibe göre sıralanırlar. Velâyette de; bu sıra esastır. Birden fazla asabe (Asabe binefsihi) bulunursa; derecede yakın olan, uzak olanı mirâstan düşürür. Fûkaha; sınıf, derece, yakınlık ve kuvvet (Akrabalık noktasından) durumlarının dikkate alınacağında müttefiktir. Esasen Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ashâb-ı Ferâizden artan mal; en lâyık (en yakın) erkek şahsındır"(89) buyurduğu bilinmektedir. Asabe binefsihi'nin; sınıflarını dikkate almak şarttır.

1948- Şimdi bir-kaç misâl verelim: Farzedelelim ki Ekrem efendi vefat etti!.. Geriye karısı, oğlu ve oğlunun oğlu kaldı. Mesele şöyledir:

Mesele: 8 1/8 Kalanın Sakıt
Karısı (1) Oğlu (7) Oğlunun oğlu (Mirastan Düştü)

Dikkat edilirse; ashâb-ı ferâizden artan mal, en yakın asabesi olan oğluna geçmiştir. Oğlunun oğlu; birinci sınıftan olmasına rağmen, kuvvet noktasından mûrise (ölen kimseye) oğlu kadar yakın değildir.
İkinci Misal: Diyelim ki Sadık efendi vefat etti!.. Geriye karısı, annesi, oğlunun oğlu ve kardeşi kaldı. Mesele şöyledir:

Mesele: 24 1/8 1/6 Kalanı Sakıt
Karısı (3) Annesi (4) Oğlunun oğlu
(17)
Kardeşi

Dikkat edilirse; mûrisin (ölen kimsenin) oğlunun oğlu; anne-baba bir kardeşini mirâstan düşürdü. Çünkü sınıf ve derece bakımından mûrise; oğlunun oğlundan daha uzaktır. Derecesi mukaddem (önde olan) vârisin, muahhar (sonra) olanı mirâstan mahrum etmesi" genel bir kâidedir.


1949- BAŞKASI İLE BİRLİKTE ASABE OLANLAR (ASABE BİGAYRİHİ): Bunlar kadınlardan olmak üzere dört sınıftır. Esasen ashâb-ı ferâizden olup; bir tane oldukları zaman terikenin yarısını (1/2), iki veya daha fazla oldukları zaman mirâsın üçte ikisini (2/3) alan; kendi derecelerinde bir erkek (kardeş) bulunduğu zaman asabe olan kadınlara "Asabe bigayrihi" denir.
Birincisi: Mûrisin kızlarıdır.
İkincisi: Mûrisin oğlunun kızları.
Üçüncüsü: Mûrisin anne-baba bir kız kardeşleri.
Dördüncüsü: Mûrisin baba bir kız kardeşleri!.. Şimdi sırasıyla bunların (asabe bigayrihi'nin) derecelerin izâha gayret edelim.

1950- Birinci sınıf: Mûrisin kızları!.. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah size (mirâs) hükümlerini şöylece tavsiye (ve emr) eder: Çocuklarınız hakkında; erkeğin hissesi iki kızın hissesi kadardır"(90) buyurulmuştur. Ayette mûrisin (ölen kimsenin) kızı; oğlu ile birlikte bulunursa, müşterek asabe olarak (ikili-birli) mîrâs alacağı sarih olarak zikredilmiştir.

1951- İkinci sınıf: Mûrisin oğlunun kızlardır: Bunlar da aynı derecede oğlunun oğlu ile asabe olurlar. Zira Ayet-i Kerime'de geçen (evlâd) lafzı; oğul ve kız anlamının yanında, bunlar bulunmadığı zaman oğlunun ilânihâye oğlu ve kızı manasına da gelir.

1952- Üçüncü sınıf: Mûrisin (ölen kimsenin) anne-baba bir kız kardeşleridir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Eğer erkek ve kız kardeşler berâber bulunurlarsa o durumda erkeğe iki kadın hissesi verilecektir"(91) hükmü beyan buyurulmuştur. buradaki erkek ve kız kardeşlerden murad; anne-baba bir veya baba bir kardeşlerdir. Zira anne bir kardeşle ilgili hüküm farklıdır.(92) Dolayısıyla anne-baba bir kız kardeşler; aynı durumda olan erkek kardeşlerle birlikte asâbe olurlar.

1953- Dördüncü sınıf: Baba bir kız kardeşlerdir. Bunlar da; baba bir erkek kardeşlerle birlikte asabe olurlar.

1954- Şimdi (asabe bigayrihi'nin mirasıyla ilgili olarak) misâller verelim. Farzedelim ki; Cemil efedim vefat etti!.. Geriye karısı, üç kızı ve iki oğlu kaldı. Mesele şöyledir:

Mesele: 8 1/8 Kalan Terike: 7/8
Karısı (1)
(As.Feraiz)
Kız (1) Kız (1)
(Asabe Bigayrihi)
Kız (1) Oğul (2) Oğul (2)
(Asabe Binefsihi)

Dikkat edilirse karısı ashâb-ı ferâiz olarak terikenin sekizde birini (1/8) alır. Erkek ve kız kardeşler müşterek asabe olarak ikili-birli şekilde, geriye kalanı paylaşırlar. Erkek ve kız kardeşin çocukları, sâkıt olur.
İkinci misâl: Diyelim ki Ayşe hanım vefat etti!.. Geriye kocası, oğlunun oğlu, oğlunun kızı ve baba bir kız kardeş kaldı. Mesele şöyledir:

Mesele: 4 1/4 Kalan Sakıt
Kocası (1) Oğlunun Oğlu (1) Oğlunun Kız (1) Baba bir Kız Kard.(Düştü)

Dikkat edilirse kocası; ashâb-ı ferâiz olarak terikenin dörtte birini almıştır. Geriye kalanı oğlunun oğlu ve oğlunun kızı (İkili-birli) paylaşırlar. Baba bir kız kardeşi, kuvve-i karâbetteki zaaf yüzünden düşmüştür.

1955- BAŞKASININ BULUNMASI İLE ASABE OLANLAR (ASABE MAA GAYRİHİ): Esasen Ashâb-ı ferâizden olup; tek oldukları zaman terikenin yarısını (1/2), iki veya daha fazla oldukları zaman mirâsın üçte ikisini (2/3) alan mûrisin (ölen kimsenin) kızları veya oğul kızları ile asabe olan kız kardeşlerdir. Bunlar iki sınıfa ayrılır.
Birincisi: Anne-baba bir kız kardeşlerdir.
İkincisi: Sadece baba bir kız kardeşlerdir.
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kız kardeşleri, kızlarla birlikte olunca asabe yapınız"(93) buyurduğu bilinmektedir.


HISIMLAR BİRBİRİNE DAHA YAKINDIRLAR
(RED YOLUYLA MAL ELDE ETMEK)

1956- Önce "Red kelimesi üzerinde duralım. Lugatta "geri çevirmek, kabul etmemek ve iâde etmek gibi" manalara gelir. Fıkıhta: "Muayyen hisse sâhipleri (yani ashâb-ı ferâiz) hisselerini aldıktan sonra, kalanı alacak asabe yoksa ve terike'de artmış ise, bu artanın aynı mirasçılara hisseleri oranında verilmesine reddiye denilir"(94) tarifi esas alınmıştır. Ancak karı ve kocaya red yoluyla hisse verilemez. Çünkü bunlar nikâh sebebiyle (Neseb noktasından değil) Ashâb-ı Ferâize dahil olmuşlardır. Bunlara "Menlâ yüreddû aleyh" (Üzerlerine red yapılamıyanlar) denilir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Hısımlar Allah'ın kitabında (hükmünde) birbirine daha yakındırlar"(95) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası; onlar hısımlık sebebiyle birbirinin mirâsına daha lâyıktırlar. Eğer artan mirâs; asabe yoksa, yine hisseleri nisbetinde Ashab-ı Feraize intikâl ettirilir. Ancak sağ kalan eşe red yapılamaz. Sahabe-i Kiram'dan Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah İbn Mesûd ve İbn-i Abbas (ranhüm)'tan gelen rivayet budur"(96) hükmünü benimsemiştir. Esasen Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse; bir mal veya hak bırakırsa bu mirasçılarına âiddir"(97) hadisi, hiçbir tahsis getirmemiştir, mâhiyeti umûmidir. Asabe olmayınca artan malın; muayyen hisse sahiplerine, hisseleri oranına göre vermek gerekir.Şimdi bir misâl verelim.Farzedelim ki;Fatıma hanım vefat etti!.. Geriye kocası ve iki kızı kaldı. Mesele şöyledir:

Mesele: 4 1/4 Geriye Kalan 3/4
Koca Kız Kız

Dikkat edilirse; ashâb-ferâiz'den koca hissesini almıştır. Kızların hissesi de üçte ikidir. Fakat sonuçta belli bir mal artmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi; kocaya red yoluyla sehim verilemez. Bu durumda üzerine red yapılacak kimseler iki kızıdır. İki kıza terikenin 3/4'ü kalmıştır. Mahreçin yükseltilmesi gerekir: 3/4x1/2=3/8 olur ve sonuçta;

Mesele: 8 1/4 3/8 3/8
Koca (2) Kız (3) Kız (3)

karşımıza çıkar!.. Dikkat edilirse red yoluyla kızların hisseleri (terike'nin üçte ikisinden) fazla hale gelmiştir. Koca; üzerine red yapılamadığı için, farz olan hissesini aynen almıştır.

1957- Dikkat edilirse; Ashâb-ı ferâizden neseb noktasından asabe olanlar, başka kimse bulunmadığı zaman red yoluyla terikenin artanını hisseleri oranında paylaşmaktadırlar. Bunun zıddı da sözkonusudur. Mûrisin (ölen kimsenin) terikesi; borçlarını ve vasiyetini ifâya kafi gelmiyorsa; bu eksiklik hak sahiplerine, hakları nisbetinde taksim edilir. Ayrıca muayyen hisselerin toplamı; asıl meselenin mahrecinden büyük çıkarsa (yâni dağıtılacak mal az, hisse çok olursa) "Avliye" gündeme girer.(98) Çünkü Allahû Teâla (cc) muayyen hisseleri, hepsine yeterli olmayan bir hal içerisinde toplamıştır. Nassın muktezâsı ile sâbit olan, bizzat nass'la sâbit olan gibidir. Böyle bir mesele ilk defa Hz. Ömer (ra)'in hilâfeti döneminde sözkonusu olmuştur. Hz. Ömer (ra) sahabe ile istişâre ederek; hisselerin toplamını mahreç yapmış ve bu yolla eksikliği bütün vârislere taksim etmiştir. (Yâni hepsinin hisseleri, belli oranda azalmıştır) Bu konuda; sadece İbn-i Abbas (ra) muhâlefet etmiş, diğer sahabe uygun bulmuştur.(99) Şimdi bir misâlle konuya açıklık getirelim. Farzedelim ki Havva hanım vefat etti!.. Geriye kocası, annesi ve anne-baba bir iki kızkardeşi kaldı. Mesele şöyle olur:

Mesele: 6 1/2 1/6 2/3
Koca Annesi Kız kardeşi Kız kardeşi

Dikkat edilirse hepsi farz olan hisselerdir. Terike'nin tamamı 6/6 kabul edilirse (ki öyledir); hisselerin toplamı 8/6'dır!.. Dolayısıyla Allahû Teâla (cc) muayyen hisseleri, hepsine yeterli olmayan bir hal içerisinde toplamıştır. Bu durumda (Reddiye'nin zıddı) avliye gündeme girer. Asıl mahreç (8) yapılırsa; bütün farz sahiplerinin hisseleri, muayyen bir şekilde azalmış olur. Mesele şöyledir:

Mesele: 6 1/2 1/6 2/3
Koca
(3)
Annesi
(1)
Kız kardeşi
(2)
Kız kardeşi
(2)

Avliye usûlü ile; terike vârislere taksim edilince muayyen hisselerde belli oranlarda azalma olur. Ancak terekenin; bütün hisseleri karşılamadığı durumlarda, zarûri bir işlemdir.

1958- Şimdiye kadar; terikenin sarfedileceği sınıflardan; Ashab-ı Ferâiz, asabe ve kendi hisselerinden başka, kalanı da red yoluyla olan mirasları inceledik!.. Muhakkak ki hayatta en çok (ferâiz konusunda) bunlarla karşılaşılır!.. Ancak mûrisin (ölen kimsenin) ashâb-ı ferâizden ve asabeden kimsesi olmayabilir!.. Şimdi (Nâdir de olsa) bu gibi durumlarda; terikenin nerelere sarfedileceğini ele alalım ve kısaca izah edelim.


1959- ZEVİ'L ERHÂM'IN TARİFİ VE MÂHİYETİ: Mûrisin (ölen kimsenin) ashâb-ı ferâiz ve asabesinden hiç kimsesi yoksa, akrabaları gündeme girer. Zevi'l erham; "Zü'r-rahim'in" çoğuludur. Lûgat manası; rahim beraberlik, akrabalık ve yakınlıktır.(100) Kur'ân-ı Kerîm'de: "Anne ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, anne ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara; azından da çoğundan da farz edilmiş birer nasip olarak hisseler vardır"(101) buyurulmuştur. Ayette geçen "ve'lâkrebûne" (Akrabalar, hısımlar) kelimesi; mutlak olarak vârid olmuştur. Esasen savaşma gücü olmayan kadın ve çocukları; mirâstan mahrum eden, cahiliye düşüncesini ortadan kaldırmak için inzâl buyurulmuştur.(102) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Dayı, vârisleri bulunmayanın mirasçısıdır"(103) buyurduğu da bilinmektedir. Sahabe-i Kiram'dan Hz. Sabit b. Ed-Dihdâh (ra) vefat etmiş; geride yalnızca kız kardeşinin oğlu Ebû Lübâbe b. Abdi'l-Münzir (ra) kalmıştı. Resûl-i Ekrem (sav) bütün mirasını ona vermiştir.(104) Halbuki kendisinin; asabesi ve ashâb-ı ferâizi durumunda değildi, Zevi'l-erham durumundaydı. Hanefi fûkahası: "Zevi'lerham'ın mûrise yakınlığı dikkate alınır. Çünkü bunlar; aslında asabe hükmünde olup, ya kadın oldukları, ya araya kadın girdiği için asabe olamamışlardır. Bu bakımdan asabe hangi usül ve sırayla vâris oluyorsa, bunlar da aynı şekilde mirasçı olurlar"(105) hükmünde ittifak etmiştir. Zevi'l erham dört sınıfa ayrılır.

Birincisi: Mûrisin (ölen kimsenin) farz sahibi ve asabesi olamayan fûrûu: Kızlarının çocukları, oğlunun kızları vs...
İkincisi: Mûrisin (ölen kimsenin) usûlü: Sahih olmayan (fasid) dede ve nene!.. Bilindiği gibi sahih dede ve nene ashûb-ı ferâiz ve asabe durumundadırlar.
Üçüncüsü: Mûrisin (Ölen kimsenin) annesinin ve babasının asabe ve farz sahibi olmayan furûu!.. Kız kardeşlerinin çocukları, erkek kardeşlerinin kızları vs...
Dördüncüsü: Mûrisin (ölen kimsenin) büyük baba ve büyük annesinin asabe ve farz sâhibi olmayan fûrûu: Halalar anne bir amcalar vs.. Bilindiği gibi; farz sahipleri ve asabe varsa, Zevi'l-erhâm vâris olamaz.(106)

1960- MEVLÂ'L-MUVÂLAT (MUKÂVELELİ VÂRİS): Hür, akîl-baliğ olan iki mü'min; karşılıklı diyet ödeme, yardımlaşma ve vâris olma konusuda akid yaparlarsa buna "Muvâlat Akdi" denilir. Hanefi fûkahası; muvâlat hısımı (mevlâsı) nın; vâris olabilmesi için bazı şartların bulunması gerektiği üzerinde durmuştur. Karı ve koca müstesna; farz sahibi, asabe ve Zevi'l-erham mevcutsa, hiçbir şekilde vâris olamaz. Bazı hallerde ise, varis olur.(107)

1961- İKRAR SONUCU HISIM OLANLARIN DURUMU (MUKARRUN LEH BİNNESEBE): Her toplumda nesebi meçhul kimseler bulunur. Bunun gizli olmasının bir-çok sebebi vardır. (Nesebi meçhul) bir kimsenin nesebini; bir şahsın kendine veya başkasına bağlayan sözüne, nesebi ikrar denilir. Meselâ Hasan efendi; gizlice evlenmiş ve bu evlilik sonucu bir çocuğu olmuştur. Diğer hanımının veya çocuklarının bundan haberi yoktur!... Daha sonra nesebi meçhul bilinen çocukla ilgili olarak "-Bu benim oğlumdur" diyerek ikrar eder, zâhiri hal de kendini tekzib etmezse, vefatında kendisine vâris olur. Ayrıca nesebi meçhul olan (ve daha sonra ikrarı ile kendi çocuğu olduğu ortaya çıkan) çocuğun annesini boşayıp-boşamadığı gündeme girer!.. Eğer Hasan efendi o çocuğun annesi için: "-Bu benim karımdır" diye ikrar eder ve kadın da "-Evet, bu benim kocamdır" derse, bu defa "evliliği ikrar" sözkonusu olur!.. Dolayısıyla verâsette zevce (karı) durumu ortaya çıkar. Bütün bu ikrarlarda; sıhhat şartlarının bulunması gerekir.(108)

1962- BEYTÜ'L-MAL: Mûrisin (ölen kimsenin) hiçbir vârisi yoksa veya vârislerden bir kısmı hissesini aldıktan sonra, geriye kalan malın sâhibsiz olması durumunda "Beytü'l Mal" gündeme girer!.. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mevlâsı olmayanın mevlâsı Allah ve Resûlüdür. Vârisi olmayanın mirasçısı dayısıdır"(109) buyurduğu bilinmektedir. Hadis-i şerifteki birinci hüküm; bazı hallerde mirâsın Beytü'lmal'e kalabileceğinin delilidir. Ancak Terike Beytü'lmal'e; irs sûretiyle değil "sâhipsiz mal hükmünde" olarak konulur.(110) Farzedelim ki Cafer efendi vefat etti!.. Geriye sadece karısı kaldı!.. (Yâni farz sahiplerinden, asabeden ve Zevi'l-erham'dan hiç kimse yok) Mesele şöyle olur. Techiz ve tekfin masrafları karşılanır. Varsa borçları ödenir ve vâsiyet yerine getirilir. Kalan mal şöyle olur:

Mesele: 4 1/4 Kalan
Karısı
(1)
Beytülmale konur
(3)

Eğer bu durumda Cafer efendi değil de; karısı vefat etmiş olsaydı, malın yarısı Cafer efendiye verilecek, kalan yine "Beytü'lmal'e" konulacaktı!.. Hatta zimmilerden (Gayr-i Müslimlerden) kimsesiz olan (ve vasiyetleri de bulunmayan) vatandaşların da; malları, Beytü'lmal'e konur!..


FERÂİZ'LE İLGİLİ DİĞER MESELELER

1963- HÜNSÂ'NIN TARİFİ VE DURUMU: Doğan bir çocukta; hem tenâsül âleti hem ferc bulunursa, cinsiyetin tesbiti (Erkek veya kız olduğu) gündeme girer. Çünkü Allahû Teâla (cc) erkek ve kadının mirâstaki durumunu ayrı ayrı beyan etmiştir. İşte bu noktada karşımıza "Hünsâ" tâbiri çıkar!.. Hünsâ; hem erkeklik, hem kadınlık uzvu bulunan veya bunların hiçbiri bulunmayıp göbeğinden idrâr ve gaita çıkan kimseye verilen isimdir.(111) Genellikle hem erkeklik, hem kadınlık uzvu bulunur. Hünsâ'nın mirastaki durumu Resûl-i Ekrem (sav)'den sorulmuştur. Bunun üzerine;"-Hangi uzuvdan bevlederse, ona itibar olunur"(112) diyerek; konuya açıklık getirir. Yâni hünsâ; erkeklik uzvundan idrarını yaparsa "Erkek", kadınlık uzvundan yaparsa "Kız" gibi muamele görür. Hz. Ali (ra)'den de bu şekilde rivayet edilmiştir.(113) Vârislerden; anne, baba, karı ve kocanın hünsâ olması düşünülemez. Fakat diğerlerinin içerisinde "Hünsâ" olabilir.

1964- MÜNASÂHA'NIN MÂHİYETİ: Önce kelime üzerinde duralım. Münâsaha; "Nesh" kökünden gelir, lugatta; yok etmek, gidermek ve nakletmek manasınadır. Mûrisin (ölen kimsenin) terikesi; vârisler arasında taksim edilmeden, vârislerden bazısı ölürse, bunların hisselerinin diğer varislere ne şekilde intikal edeceği önemli bir hâdisedir. İşte bu noktada karşımıza "Münâsaha" ıstılâhı çıkar.(114) Dikkat edilirse her münâsaha hâdisesinde; bir-kaç mesele birleşmiş olarak bulunur. Yani her mûrisin (ölen kişinin) vârislerinin meseleleri ayrı ayrı yapılırsa da; bir önceki ile birleştirilir ve sonunda bulunacak ek payda (Mahreç) üzerinden vârisler hisselerini alırlar.(115) Ancak burada önce ölen kimse ile; sonra ölen vârisin durumları yeni yeni meseleleri beraberinde getirir. Fûkaha bu konuda ortaya çıkabilecek bütün durumları teker teker ortaya koymuştur.(116)

1965- KAZA VEYA FELÂKETLERDE AYNI ANDA ÖLENLERİN DURUMU: Herhangi bir kaza veya felâkette (Sel baskını, denizde boğulma, uçak kazası vs..) aynı anda ölen iki kişi, (birbirinin asabesi dahi olsa), hangisinin önce öldüğü tesbit edilemediği için birbirinin vârisi olamazlar.(117) Ancak her birinin malı; hayatta olan vârislerine taksim edilir.

1966- ANNE RAHMİNDE ÇOCUĞUN MİRASI: Mûrisin (ölen kimsenin) hayatta olan vârisleriyle birlikte; bir de anne rahminde çocuğu bulunursa, onun erkek veya kız olduğu kesinlikle bilinemediğinden, onun için (Rahimdeki çocuk) belirli bir mal alıkonur. Daha açık bir ifade ile; ferâiz hesabı, hem erkek, hem kız için ayrı ayrı yapılır. Hangisi daha fazla ise, o miktarda mal bırakılır. Ancak erkek veya kız olması; onun hissesine herhangi bir şekilde etki etmiyorsa (Farz olan hisse gibi) mesele yoktur!.. Eğer çocuk ölü doğarsa; ayrılan mal diğer vârislere taksim olunur. Ortadan kaybolup; ölü veya diri olduğu kesinlikle bilinmeyen vârise "Mefkûd" denilir. Ferâiz hesabı yapılırken bunun; ölü veya diri oluşu dikkate alınarak, iki ayrı hesab yapılır.

1967- Bilindiği gibi Ferâiz ilminin hedefi; Allahû Teâla (cc)'nın tâyin etmiş olduğu hakları, hak sahiplerine teslim etmektir. Hiç kimse şahsi kanaat ve zanlarına dayanarak; yeni bir hak icad edemez!.. Ancak hak sahipleri aralarında şer'i hududlara riâyet ederek "Sulh" (Anlaşma) yapabilirler. Nitekim Hz. Abdurrahman b. Avf (ra) hasta yatağında iken zevcelerinden birisini boşamıştı!.. Bu zevce iddet beklerken Hz. Abdurrahman b. Avf vefat etti!.. Hz. Osman (ra) diğer üç zevcesiyle birlikte, iddet bekleyeni de mirasçı yaptı. Ancak diğer vârisler; iddet bekleyen bu kadınla sulh yaparak, belirli bir mal verdiler. Vârislerden birinin veya bir-kaçının terikeden muayyen miktar mal alarak, (mirastan çekilmesi için) diğer vârislerle sulh olmasına Tehârüç denir.(118)

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT