EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

CENÂZELER BÂBI

681- Ruhlar âleminde gerçekleşen "Mîsak" sonucu insan; Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerinin tamamına, yani "Emanet"e muhatab olmuştur. Ehliyet sahibi bir insan; Allahû Teâla (cc)'ya iman etmek ve İslâm'ın çizdiği hududlar içerisinde "Salih amellerde" bulunmak mecburiyetindedir. İmtihan alanını ve zamanını kendisi tesbit edemediği için hemen ölecekmiş gibi, hazır bulunmalıdır. Zira ölümün ne zaman gelip-çatacağını hiç kimse bilemez!.. Ancak "her canlının mutlaka öleceği" kat'î nasslarla sabittir.

ÖLÜME HAZIRLANMA

682- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ölüm döşeğinde olanlarınıza, Allahû Teâla (cc)'dan başka, ibadete layık bir ilâh olmadığına, ancak, Allahû Teâla (cc)'nın olduğuna, şehadet etmeyi telkin ediniz"(593) buyurduğu bilinmektedir. Ölüme yaklaşan kimse sağ yanı üzerine kıbleye karşı çevrilir. Bu sünnettir. Ancak bu; ölmek üzere olan kimseye bir zahmet olmayacağı zaman geçerlidir. Zahmet olacaksa o şahıs hali üzere terkedilir. Zahidi'de de böyledir. Ölümün yaklaşmasının alâmeti; o şahsın ayaklarını salıvermesi, onları dikememesi, burnunun eğilmesi gözle-kulak arasının kararıp çökmesi, husyelerinin derisinin çekilmesidir. Tebyin'de de böyledir.(594) Üzerinde bu alâmetler bulunan kimsenin yanında "Şehâdeteyni" zikrederek, yani;
" Eşhedüellâilahe İllâlahü ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh. " denilmek sûretiyle telkin yapılır. Zîra birinci şehâdet, ikincisi olmadığı süre içerisinde makbul olmaz, bunlar birbirini tamamlar. Ancak telkini yapan kimse, üzerinde ölüm alâmetleri bulunan kimseye: "- Sen de söylediklerimi tekrar et" diye emirde bulunmaz. Çünkü o halin verdiği sinir bozukluğu ile reddetmesinden korkulur. Eğer hasta bir defa "Şehâdeteyn'i" zikrederse, telkin tekrar edilmez. Bu telkin icmaen sünnettir.(595)

683- Üzerinde ölüm alâmetleri bulunan kimse; öldüğü andan itibaren "Telkin" yapılmaz. Öldüğü zaman; çeneleri bağlanır ve gözleri kapatılır. Bu işi, ailesi içerisinden en merhametlisi; en sûhûletli bir şekilde ve gücünün yettiği kadar mülayim hareketlerle yapar. Gözlerini kapatırken: Bismillâh!.. Alâ milleti Resûlullah (sav) der... ve devamında da: "Allahümme yessir aleyhi emrehû ve sehhi aleyhi mâ ba'dehû ve es'ıdhû bi'likâike vec'al ma haraca ileyhi hayren mimmâ haraca anhû" demesi münasib olur. Tebyin'de de böyledir.(596) Ölünün elbiselerini çıkarmak, mafsallarını ovmak, kollarını yanlarına uzatmak ve üzerine bir örtü örtmek gerekir. Yıkanıncaya kadar; ölünün yanında Kur'an-ı Kerim okumak mekruhtur. Bir kimsenin vefatını ilan etmekte mahzur yoktur.(597)


ÖLÜYÜ YIKAMAK

684- Mü'min bir kimse öldüğü zaman onu yıkamak; hayatta olan mü'minlerin tamamının üzerine vaciptir. Bu sünnet de icma-î ümmetle sabittir. Ancak bunu bir kısmı yaptığı zaman diğerlerinin üzerinden mes'uliyet düşer. Kafi'de de böyle zikredilmiştir. Vacip olan ölüyü bir defa yıkamaktır. Tekrar tekrar yıkamak sünnettir.(598) Üzerine yıkanmak için ölünün konacağı teneşir tahtası buhurlanır ve tütsülenir. Çünkü güzel koku ve buhurlamakta ölüye tâ'zim vardır. Ancak bu iş yapılırken tek sayılar seçilir (Yani üç defa, beş defa veya yedi defa) Bunun seçilmesi Resûl-i Ekrem (sav)'in: Şüphesiz ki Allahû Teâla (cc) tektir, teki sever" kavlinden dolayıdır.(599) Ölüyü yıkayan kimsenin elini bir bezle örtmesi müstebahtır. Zâhir rivâyeye göre; ölüye istincâ yaptırılır ve abdest aldırılır. Ancak abdestte ağıza ve buruna su verilmez. Zirâ onun geri çıkarılmasında güçlük vardır.(600) Temizlenmenin çok güzel olması için; sidr veya çöven ile kaynatılmış su dökülür. Eğer sidr veya çöven bulunamazsa; halis su ile yıkanır. Ölünün başı ve sakalı; hatmi ile yıkanır. Zira kirin çıkarılmasında hatmi en uygunudur. Tabii hatmi bulunamazsa sabun veya sabuna benzeyen bir madde ile yıkanır. Yıkama ameline önce sağdan başlamak esastır. Daha sonra sol tarafına döndürür. Güzelce yıkandıktan sonra, ölüyü yıkayan kimse (Gassal); ölüyü kendine dayayarak oturtur. Kefene pislik bulaşmasın diye, ölünün karnına hafifçe mesh eder. Dışarıya herhangi bir pislik çıkarsa onu yıkar. Ancak ölüyü yeniden abdest aldırmaz. Kefenin ıslanmaması için, bir bez ile ölünün yaşlığı silinir, kurulanır. Meyyit'in tırnağı kesilmez ve saçı taranmaz. Çünkü tırnağın kesilmesi ve saçın taranması süslenmek içindir. Ölünün ise buna ihtiyacı yoktur.

685- Kâfir olan babaya; müslüman olan oğlunun ölüsünü yıkatmak ve onu başında durdurmak münâsip değildir. O müslüman olan oğulu; diğer mü'minlerin yıkaması esastır. Sefer hâlinde ölen bir kimseyi; yıkayacak su bulunmazsa teyemmüm yaptırılır ve o kimsenin cenaze namazı kılınır. Muhıyt'te de böyle zikredilmiştir.(601)


ÖLÜNÜN KEFENLENMESİ

686- Erkek için kefenin sünnet olan miktarı; İz'ar, kâmis ve lifâfedir. İz'ar ile lifâfeden her biri; baştan ayağa varıncaya kadardır. Kamis ise ölünün iki omuzundan, iki ayaklarına varıncaya kadar olan örtüdür. Yakasız, cepsiz ve kolsuz olur ve etrafı ölünün üzerine dürülmez. Sarık dolamak da müstahsendir.(602) Zirâ rivayet olunmuştur ki; Resûl-i Ekrem (sav) Yemen'de dokunmuş olan bir bez ve üç elbise içerisinde kefenlenmiştir. Hz. Ebû Bekir (ra)'nin: "İşte şu iki elbisemi güzelce yıkayınız ve beni onların içine kefenleyiniz" hükmünü esas alan Hanefî Fukahası; kefenin en azı iz'ar ve lifafedir" hükmünde ittifak etmiştir.

687- Kadın için sünnet olan kefen; gömlek üzerine giydiği libas (dır), İz'ar, lifafe, hımar (baş örtüsü) ve göğüslerini bağlamak için "hırka" olmak üzere beş parçadır.(603) Bu hususta Ümmü Atiye (r.anha)'dan rivayet edilen şu Hadis-i Şerif vardır: "Resûl-i Ekrem (sav) kızını yıkayan kadınlara, beş parça elbise verdi" Esâsen kadınlar hayatta iken de, ancak onlarla dışarı çıkabilirler. Ölümünde de aynısı esas alınır.(604) Zarurî durumlarda; kadın için kâfi gelen kefen miktarı ise; İz'ar, lifafe ve hımar (baş örtüsü) dır.(605) Çok zaruri bir hal olmadığı süre içerisinde; kadının kefenini iki parçaya, erkeğin kefenini de tek parçaya indirmek tahrîmen mekruhtur. Büluğ çağına yaklaşmış erkek çocuk; kefen hususunda "Erkek" gibidir, yine büluğ çağına yaklaşmış kız çocuğuna da kefende "Kadın" muamelesi esas alınır. Hem erkeklik, hem kadınlık organına sahip olan "Hünsa"; itiyâden kadın gibi kefenlenir.

688- Erkek şu şekilde kefenlenir: Önce lifafe serilir, onun üstüne de "İz'ar" serilir. Ölü İz'ar'ın üstüne konur ve kendisine kamîs (gömlek) giydirilir. Başına, sakalına ve vücudunun her yerine güzel koku sürülür. Alnına, burnuna, ellerine, dizlerine ve ayaklarına "Kafur" konur. Sonra İz'ar'ın sol tarafı ölünün üzerine konur, sonra sağ tarafı!.. Lifafede aynen iz'ar gibi yapılır. Eğer kefenin açılmasından endişe edilirse, bir şeyle bağlanır.

689- Kadının kefenlenmesi şu şekildedir: Erkeklerde olduğu gibi lifafe ve iz'ar serilir. Sonra meyyit iz'ar üzerine konur. Önce Dır'ı (gömlek üzerine giydiği elbise) giydirilir. Saçı uzun ise iki kısım yapılarak göğsünün üzerine konur. Sonra da "Hımar" (Başörtüsü) güzelce bağlanır. Daha sonra; tıpkı erkeklerde olduğu gibi iz'ar ve lifafe kapatılır. Bu işlem bittikten sonra hırka (hırkanın genişliği göğüsten, kalçalara kadar olmalıdır) sımsıkı bağlanır.

690- Kefenler ölüye sarılmadan önce; bir, üç, beş veya yedi defa buhurlanır. Ancak yedi defâdan fazla buhurlanmaz. Ölü ise üç defa buhurlanır.

Birincisi: Ruhu çıktığı zaman.
İkincisi: Yıkanırken.
Üçüncüsü: Kefenlenirken.

Herhangi bir malı olmayan meyyitin kefeni; hayatında nafakası kimin üzerine vâcip ise, o kimse tarafından karşılanır.(606) Eğer meyyi'tin; nafakası üzerine vacip olan herhangi bir kimsesi yoksa kefeni; "Ulû'lemr" üzerine vâcip olacağı için, Beytülmal'den temin edilir. "Ulû'lemr'de mevcud değilse; o ölünün kefeni müslümanlardan istenir!.. Bu da mümkün olmazsa; cenaze yıkanıp üzeri otla örtülerek defnedilir ve cenaze namazı mezarın üzerinde kılınır. Tatarhaniyye'de de böyledir.(607)


CENÂZE NAMAZI

691- Cenaze Namazı; farz-ı kifâye olan bir ibadettir. Cenâze Namazı'nın farziyyeti; İcma-i ümmet ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sünneti ile sabittir.(608) İnsanlardan bir kısmı veya sadece biri; cenâze namazını kılarsa, diğer insanlardan mesuliyet kalkar. Cenâze Namazı'nı imam; yalnız başına da kılabilir. Zîra Cenâze Namazı'nda cemaat şart değildir. Nihaye'de de böyle beyan edilmiştir. Cenaze Namazı'nın şartı; ölünün müslüman olmasıdır. Ölü herhangi bir özür sebebiyle yıkanmadan defnedilecek olursa, cenaze namazı kabri üzerinde edâ edilir.(609) Eğer ölü müslüman olmazsa durum nedir? sualine cevap arıyalım. Hanefi Fukahasından Alaûddîn El Haskafî: "Hak olan, kafire mağfiret duasında bulunmanın haram olmasıdır" hükmünü zikrediyor. İbn-i Abidin bu metni şerhederken şunları zikrediyor: "Şarih'in hak olan ilh..." sözleri İmam-ı Kârafi ile ona tabi olanlara red cevabıdır. Karafi şöyle demiştir: "Kafire mağfiret duâsında bulunmak küfürdür. Çünkü haber verdiği şeyler hususunda Allahû Teâla (cc)'yı yalancı çıkarmak istemiş olur. Bütün mü'minlerin bütün günahlarının afv edilmesine dua etmek de haramdır. Çünkü bunda da mü'minlerden bir taifenin günahları sebebiyle mutlaka cehennemde azab göreceklerinin ve ondan ya şefaetle, yahud başka bir sebeble çıkacaklarını açıklayan sahih hadisleri yalanlamak vardır. Ama bu küfür değildir. Çünkü Haber-i Vahid'le, kat'iyi yalanlamak arasında fark vardır. Karafi'ye birinci kavil hususunda Hilye sahibi İbn-i Emir Hacc muvafakat etmiş, ikinci kavlinde kendisine muhalefette bulunmuştur.(610) Dikkat edilirse ûlemâ arasında ihtilaflı olan husus: "Kâfire mağfiret duasında bulunan kimse küfre mi düşer, yoksa haram mı işlemiş olur" noktasındadır. Dolayısıyle kafir olan bir kimsenin cenâze namazını kılan kimse; bu iki halden birisine mübtelâ olur. Kat'iyyen ibâdet etmiş olmaz. Bu sebeble:

1. Kimlerin Cenâze Namazı'nın kılınmayacağını.
2. Cenâze Namazı'nın kimin tarafından kıldırılması gerektiğini; her mükellef iyice öğrenmek zorundadır.


692- KİMLERİN CENÂZE NAMAZI KILINMAZ:
İslâmî bir yönetime (Ulû'lemr'e) karşı haksız yere ayaklanan kimseler; eğer çarpışma anında ölürlerse Cenâze Namazları kılınmaz.(611) Yol kesen (Gutta-i Tarik) eşkiyâlar da; bu esnâda ölürlerse Cenaze Namazları kılınmaz. İbn-i Abidin: "Çeteci zulüm için kavmine yardım eden, onlar için gazaba gelen kimselerdir. "Asabiyete çağıran, yahud asabiyet için çarpışan bizden değildir" hadisi bu kabildendir. Dürerû'l Bihar şehri ile Nevazil'de şöyle denilmiştir: "Ulemamız asabiyet (ırkçılık) için öldürülenleri bu tafsilata göre bağy'iler hükmünde tutulmuştur" hükmünü zikrediyor.(612) Ancak şurası unutulmamalıdır ki; bu hüküm "Demokratik ve politik" hırslarla istismâr edilmemelidir. Zîra Bağyi; İslâmî bir yönetime karşı, gayr-i meşrû isteklerle ayaklanan kimsedir. Eğer Darû'l İslâm'da herhangi bir kavim; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerin ortadan kaldırılması ve kendi kavimlerinin kanunlarının yürürlüğe konulması niyetiyle ayaklanırsa "Asabiyet" için savaşmak, o zaman tahakkuk eder!.. Babası ve annesini öldüren kimsenin cenaze namazı; sırf ona cezâ vermek niyetiyle kılınmaz.(613)

693- CENÂZE NAMAZININ KİMİN TARAFINDAN KILDIRILMASI GEREKİR:
Cenâze Namazı'nı kıldırmaya en evlâ olan; eğer orada hazır ise "Ulû'lemr" (İslâmi devletin lideri) dir. Şayet Ulû'lemr; orada hazır değilse "Kadı" kıldırır. Kadıda hazır değilse "Şurta Amiri" (Emniyet Amiri) o da hazır değilse "Cum'a İmamı" imamete geçer!..(614) Zîra yukarıda da beyan ettiğimiz vechile; insanların hallerine vakıf olan ve kılınıp-kılınmayacağını en iyi tayin edebilecek yetkililer bunlardır. Eğer hiçbirisi hazır bulunmazsa; beş vakit namazı kıldırmakla görevli mescid imamı veya ölünün velisi, cenaze namızını kıldırır.

CENAZE NAMAZI NASIL KILINIR?

694- Cenaze Namazı; dört tekbir ile edâ edilir.(615) Mükellef; ellerini yalnız ilk tekbirde kaldırır, diğerlerinde kaldırmaz. İmam-ı Şafii (rha)'ye göre; her tekbirde ellerin kaldırılması icab eder. Önce mükellef kalben niyet eder ve ilk tekbirden sonra, diğer namazlarda olduğu gibi "Sübhaneke'yi" okur.(616) Yalnız "ve celle senâüke"yi ilave etmeyi unutmaz. İkinci tekbirden sonra; teşehhüdden sonra okunan selâvat dualarını kıraat eder.(617) Üçüncü tekbirden sonra baliğ olan meyyitler için şu dua okunur:

["Allâhümma"gfir li-hayyinâ ve meyyitinâ ve şâhidinâ ve gâibinâ ve sağirinâ kebirinâ ve zekerinâ ve ünsânâ. Allâhümme men ahyeytehû minnâ fe-ahyihi ale'l-islâmi ve men te veffeytehû minnâ fetevffehû ale'l-imani. Ve hussa hâze'l-meyyite bi'ravhi ve'r-râhati ve'r-rahmeti ve'l-mağfireti ve'r-velğufrân. Allâhümme in kâne muhsinen fezid fi ihsânihi. Ve in kâne müsien fetecâ vez anhü. Velakkıhî'l-emne ve'l-büşrâ ve'l-kerâmete ve'z-zülfâ birahmetike yâ Erhame'r-Râhimin."]

Manası: Allah'ım!.. Bizden dirilerimizi, ölülerimizi, burada hazır bulunanlarımızı ve bulunmayanlarımızı, büyüklerimizi ve küçüklerimizi, erkeklerimizi ve kadınlarımızı afv-û mağfiret eyle!.. Ey Allah'ım!.. Bizden yaşattıklarını İslâm üzere yaşat, bizden ölenleri de, iman üzere öldür!.. Bilhassa bu namazını kıldığımız ölüyü mağfiretine erdir. Ya Rabbi!.. Eğer bu ölü, muhsin kullarından ise, ihsanını arttır. Eğer âsi idi ise, kusurlarını af-ü mağfiret eyle. Kendisine emniyet, bişaret, keramet ve yakınlık nasiyb buyur. Rahmetinle ey Rahmet sahiblerinin en merhametlisi!.. Dördüncü tekbirden sonra; musallî iki tarafa selâm verir.

695- Cenaze Namazı'nı edâ eden kimse; üçüncü tekbirden sonra, erkek ve kız çocuğu ile mecnun için mağfiret edilmez. Zîra onların günahları yoktur. Ancak şöyle duâ eder:(618)

"Allâhümmec'alhü lenâ feratan, vec'alhü lenâ ecren ve zuhrân. Allâhümmec'alhü lenâ şâfian ve müşeffean"

Manası: Ya Rabbi!.. Bunu bize takdim olunmuş bir sevab kıl!.. Onu bize sürekli ecir ve sürekli bir hayr eyle!.. Onu bizlere şefaatçi ve şefaati kabul edilmiş kıl!..

696- Resûl-i Ekrem (sav)'den rivayet edilmiş ve mecburi olan herhangi bir dua mevcud değildir.(619) Ancak zikrettiğimiz dualar; müctehid imamlar tarafından tavsiye olunmuştur. İmam mutlaka meyyit'in; ister erkek, ister kadın olsun göğsü hizasında durur. Zira göğüs kalbin bulunduğu yerdir. Mâlum olduğu üzere imanda kalble ilgili bir vakıadır. Bu şekilde durması; meyyitin mü'min olduğuna dair de bir işarettir.(620) Mü'minler; mutlaka kimin Cenaze Namazı'nı kıldıklarını bilmelidirler.

697- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir çocuk doğduğu ve ağlıyarak ses çıkardığı zaman, onun üzerine Cenaze Namazı kılınır, eğer böyle bir ses çıkarmazsa namaz kılınmaz"(621) Hadis-i Şerifi'ni esas alan Hanefi Fûkahası: "Bir çocuk doğduğu zaman vefat etse; eğer istihlâl etmiş ise (ağlamış veya uzuvları hareket etmiş ise) ona isim konur, yıkanır ve cenaze namazı kılınır. İstihlâl: O çocuğun hayata geldiğine delâlet eden herşeydir. Eğer böyle bir durum mevcud değilse; insana ta'zim için bir beze sarılır ve üzerine namaz kılınmadan gömülür" hükmünde ittifak etmiştir.(622)


CENAZENİN TAŞINMASI VE DEFİN ETMEK

698- Cenazeyi dört erkeğin taşıması sünnettir. Ebi'l Mekarim'in Nikaye şerhinde de böyledir. Cenaze tabuta konduğu zaman; dört tarafından, her tarafında birer kişi olmak üzere tutularak taşınır. Cevheretü'n Neyyire'de de böyle zikredilmiştir.(623) İmâm-ı Şafiî (rha)'in kavline göre; iki kişinin taşıması sünnettir.(624) Eğer ölen kimse; komşu, akraba ve iyiliğiyle şöhret bulmuş bir mü'min ise, onun cenazesinin arkasından gitmek, nafile ibadetten daha hayırlıdır. Bahru'r Raik'te de böyledir. Cenazeye bir vasıta ile gitmekte bir beis yoktur. Fakat yaya gitmek daha efdaldir.(625) Vasıta ile gidenlerin; cenazeyi geçip gitmesi mekruhtur.

699- İmam-ı Merginani: "Cenazenin yavaş yavaş mı, yoksa süratli mi götürülmesi gerektiği" hususunu izah ederken: "Bu husus Resûl-i Ekrem (sav)'e sorulduğunda Peygamberimiz efendimiz cevaben buyurdular ki "koşmanın aşağısında (hızlı) bir yürüyüşle götürünüz" Dolasıyla cenaze yavaş yavaş değil, süratle götürülür"(626) hükmünü zikretmektedir. Şurası bilinmelidir ki; cenazenin arkasından "feryad-ü figan etmek, bağırmak, yaka bağır yırtmak" mekruhtur. Sessizce ağlamakta bir beis yoktur. Ancak sabretmek daha efdaldir. Cenazenin arkasından ateş veya mum yakmak da münasib değildir. Ayrıca kadınların cenazeyi takip etmeleri uygun bulunmamıştır.

700- Ölüyü defin etmek farz-ı kifayedir. Siracü'l Vehhac'ta da böyle zikredilmiştir. Sünnet olan mezar şekli lahiddir. Serahsi'nin muhıyt'inde de böyledir.(627) Resûl-i Ekrem (sav): "Lahid bizimdir. Yeri şak etme (yarma) ise bizim dışımızdakilere aittir" buyurmuştur.(628) Ölü; kıble tarafına gelen kısımdan mezara konur. Zira bunda ta'zim vardır. Meyyit'i lahid'in içine koyan kimse; "Bismillah!.. Alâ milleti Resûlullah" der. Zira Resûl-i Ekrem (sav) mü'min ölüleri mezara koyarken böyle söylemiştir.(629)

701- Zâruret bulunmadığı süre içerisinde; bir kabre iki veya üç cenaze koymak mekruhtur. Okunan Kur'an-ı kerim ölüye fayda verir. Muhtar olan kavil budur. Muzmarat'ta böyledir. Kabir ziyaretinde bulunmak ve kabrin yanında, ayakta durup duâ etmek caizdir. Mekruh değildir. Bahır'da da böyle zikredilmiştir. Bir cenaze tamamen çürümüş, toprak olmuş ise; o kabre başka birini defin etmek, kabir üzerine birşey ekmek ve bina yapmak caiz olur. Tebyin'de de böyledir. Başkasına ait bir toprağa mezar kazmak ve cenaze defin etmek, yer sahibinin izni olmadığı süre içerisinde caiz değildir. Eğer böyle bir durum zuhur ederse; yer sahibi muhayyerdir. Dilerse cenazeyi çıkarttırır veya üzerini tamamen düzleyip, ziraat yapabilir. Tecnis'te de böyledir.(630) Darû'l İslâm'da; mürtedler ise, herhangi bir mezarlığa defin edilmez, bir çukur kazılıp gömülür.


TA'ZİYEDE BULUNMAK

702- Ta'ziyye; sabır tavsiye etmek manasınadır. Ölü sahibine ta'ziyede bulunmak müstahsendir. Zahiriyye'de de böyledir. Ta'ziyenin vakti; ölüm hadisesinden itibaren üç gündür. Bu süreden sonra ta'ziye'de bulunmak mekruhtur. Ancak başka beldelerde ikâmet eden ve bu süre içerisinde ta'ziye'de bulunamayanlar müstesnadır. Eğer ölü sahipleri sabırlı ve sakin ise, defin hadisesinden önce de "Ta'ziye" yapılabilir. Ölünün bütün akrabalarına ta'ziye'de bulunmak müstehabtır. İbn-i Abidin; "Ta'ziye yapan kimse; "Allah sana ecri cezil, sabrı cemil ihsan eylesin. Meyyiti de afv ve mağfiret buyursun" der" hükmünü zikrediyor.(631) Feteva-ı Hindiyye'de "Ta'ziyelerin en güzeli Resûl-i Ekrem (sav) efendimizin ta'ziyesidir. Resûlullah (sav) şöyle derdi: "Şüphesiz ki alan da veren de Allahû Teâla (cc)'dır. Ecel-i müsamma'da onun katındadır. Kimin ne zaman öleceğini ancak ve ancak o bilir" hükmü kayıtlıdır.(632) Ta'ziye'de asıl olan; ölünün yakınlarına sabır tavsiye edici ve onların acılarını dindirici sözler söylemektir.

703- Mevlid; kelime olarak doğum zamanı, doğum yeri veya doğmak manalarına kullanılır. Genellikle Resûl-i Ekrem (sav)'in "Doğum Gecesi" için kullanılmıştır. Araplar arasında mevlid olarak; "Baned Suad" "Kaside-i Bürde" ve "Hemziyye" gibi metinler vardır. Türkçe'de de yirmiye yakın "Mevlid"le ilgili şiir mevcuddur. Mevlid merasimleri ilk defa; "Gulat-ı Şia'nın" hakim olduğu Fatimi devletinde düzenlenmiştir!.. İbn-i Abidin müzik ve eğlenceden başka birşey olmadığını kaydetmekte ve kat'iyyen mevlid okutturulmamasını tavsiye etmektedir.(633) Ayrıca halk arasında "ölünün 40. veya 52. gecesi" adı altında yapılan törenler de; bid'at'tır!.. Esasen bunların bir kısmı; gayr-i müslimlerden (zımmilerden) geçmiştir. Ölüm ve doğum yıldönümleri, yılbaşı kutlamaları, kadınlı-erkekli düğün merasimleri, caddelere heykel ve büstlerin dikilmesi, kırkıncı gün ve sene-i devriyye ihtifallerini bu meyanda sayabiliriz.(634) Bunların tamamı gayr-i müslimlerden gelmiştir.

704- Resûl-i Ekrem (sav): "Ölülerinizin iyiliklerini anın, kötülüklerini söylemeyin"(635) emrini vermiştir!.. Mü'minler; kendilerinden olan (yani mü'min olan) kardeşleri öldükten sonra, kat'iyyen onun kötülüklerinden bahis etmezler. Ayrıca bu kardeşlerini anmak için de; yılın belli günlerini tayin etmekten şiddetle kaçınırlar. Herhangi bir cenazeye "çelenk" göndermek, çok büyük bir hakarettir. "Zira "çelenk" batı toplumlarında; "haç" işaretinin çiçeklerle süslenmesi sonucu ortaya çıkmış bir adettir. Müslüman bir ölüye "çelenk" göndermek, onu "haç" taşıyan bir Hristiyana benzetmek demektir. Bundan daha büyük bir hakaret düşünülebilir mi?

705- Resûl-i Ekrem (sav): "Kur'an-ı Kerim'i okuyunuz, fakat onunla dünyalık kazanıp yemeyiniz"(636) emrini vermiştir. Ayrıca Hz. Ömer (ra)'in ücretle Kur'an-ı Kerim okuyan ve bunu geçiş vasıtası haline getirenleri tehdit ettiği de bilinmektedir.(637) İbn-i Abidin: "Bazıları ücretle Kur'an okumaya caizdir diyorlar, bunlar bir şeye dayanıyorlar mı derseniz, derim ki; evet fetva veriyorlar. Fakat neye dayandıklarını sorsan, onlar da yeryüzünün şarkını ve garbını arasalar, sağlam bir delil bulamazlar"(638) diyerek, meseleye açıklık getiriyor. İmam-ı Serahsi: "Müslümanlara has olduğu sabit olan her türlü ibadet karşılığı ücret almak batıldır"(639) hükmünü beyan ediyor. Sonuç olarak; Kur'an-ı Kerim okumak bir ibadettir. Dolayısıyla bu ibadetten hasıl olan sevap okuyana aittir. Bu sevabın, para ile satılması düşünülemez. Mü'minler; ölmüş olan kardeşleri için Kur'an-ı Kerim okurlarsa, kardeşlik hukukuna riayet etmiş olurlar. Bunun için ayrıca ücret talebinde bulunmamaları şarttır.

MEZAR ZİYARETİ

706- Kabirleri ziyaret etmek ve yanlarında ayakta duâ okumak da sünnettir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) "Bakia" mezarlığına çıktığı zaman bu şekilde yapmıştır. Kabristan'da "Yasin-i Şerif" okumak da, sünnetle sabit olmuştur. Nitekim: "Her kim kabristana girer de Yasin Sûresi'ni okursa o gün Allah kabirdekilerin azaplarını hafifletir. Okuyana oradakilerin sayısınca sevap verilir"(640) Hadis-i Şerifi, bunun delilidir. Yasin Sûresi'ni bilemeyen mükellef; Kur'an-ı Kerim'den Fatiha, Ayete'l Kürsi ve İhlâs okur. "Ya Rabbi; okuduğumun sevabını fûlana ve burada yatanlara ulaştır" diye dua eder.


ISKAT-I SALÂT

604- Hanefi Fûkahası'ndan Alaûddin El Haskafi: "Bir kimse üzerinde kazaya kalmış namazlar olduğu halde ölür de, keffaret verilmesini vasiyyet ederse, fıtra'da olduğu gibi her namaz için yarım sa verilir. Vitir namazı ile orucun hükmü de böyledir. Keffaret ancak malının üçte birinden verilir" hükmünü zikreder. İbn-i abidin bu metni şerhederken: "Sonra bilmelisin ki ölen kimse oruç fidyesi vasiyyet ederse kat'i surette caiz olduğuna hükmedilir. Çünkü nassan delil vardır. Vasiyyet etmezse mirasçı kendiliğinden verdiği takdirde İmam-ı Muhammed "Ez-Ziyadat" nâm eserinde "İnşaallah kafi gelir" demiş, kafi gelmeyi Allahû Teâla (cc)'nın dilemesine bağlamıştır. Zira bu hususta nass yoktur. Keza namaz fidyesi vasiyyet ederse, yine Allahû Teâla (cc)'nın dilemesine bağlamıştır. Çünkü ûlemamız namazı itiyaden oruca kıyas etmiştir. Oruç hakkındaki nassın acz'le ta'lil edilmiş olması ihtimali vardır. Böyle olunca illet namaza da şamildir. Acizlikle ta'lil edilmemişse verilen fidye başlı-başına hayır olur. Ve günahları gidermeye yarar. Binaenaleyh kendisinde bir şüphe var demektir."(440) Feteva-ı Hindiyye'de: "Bir kimse eğer veresesine vasiyyet etmezse, bu durumda bazı varislerin teberruları caiz olur. Bu varis her namaz için yarım sa (520 dirhem) buğdayı niyyet ederek verir. Bu kimsenin, buğdayın hepsini birden bir fakire vermesi caiz olur. Keffaret-i yemin, savm ve zıhar bunun hilafınadır. Yetime'de; Hz. Ali (ra)'in oğlu Hz. Hasan (ra)'a bir kimse ölüm hastalığında iken, namazı için fidye verebilir mi, diye sorulmuştur. Hz. Hasan (ra)'da: "Hayır, veremez" buyurdu. "Denilmiştir. Humeyr El Veberi ve Ebû Yusuf b. Muhammed'den: "Bir pir-i faninin hayatta olduğu süre içirisinde, oruç için fidye verebildiği gibi, namaz için de fidye verebilmesi caiz olabilir mi?" diye sordular. Onlar da cevaben: "Hayır, namaz için fidye veremez" dediler. Tatarhaniye'de de böyledir" hükmü kayıtlıdır.(441) Sonuç olarak; pir'i fani (Çok yaşlı olan bir kimse) hayatta iken tutamadığı oruçların fidyesini bizzat kendisi verebilir, kılamadığı namazların fidyesini veremez. Ancak bunlar için vasiyette bulunabilir. Zira orucun fidyesi nass'la sabittir. Namaz için ise nass mevcud değildir.

605- Ölen kimsenin kaza namazı mevcud, ancak hiçbir malı yoksa ne yapılacaktır? İşte halk arasında "Devir" denilen olay, bu sualin içerisinde gizlidir. Denilmiştir ki; bir kimseden ödünç alınır ve bir fakire: "Filana vekâleten bu meblağı onun şu kadar namazının fidyesi olarak sana veriyorum" denir. Bu fakir kimse aldıktan sonra: "Bunu aldım kabul ettim, geri bağışlıyorum" der ve bu alıp-verme işlemi ıskat bitinceye kadar tekrarlanır.(442) Ancak ıskat-ı salat ve devir hususunda kat'i nass bulunmadığı için; üzerinde kaza namazı bulunan kimsenin ölmeden önce vasiyyet etmesi esas alınmıştır. Hanefi Fûkahası'nın; "Usûl" olarak, ibadetler konusunda kıyas yapılamıyacağı "kaidesini esas alan bir kısım ûlema, "Iskat-ı Salat'ı" fakirleri korumakla izah etmiştir. İbn-i Abidin "Namaz bahsinin" girişinde oruçtaki fidyenin nass'la sabit olduğunu, aynı durumun ise namazda bulunmadığını izah ettikten sonra: "Onun için İmam-ı Muhammed "Ona yeter inşaallah" demiştir. Bunu kıyas yolu ile söylemiş olan (Yani ictihad etse) inşaallah deyip Allahû Teâla (cc)'ın dilemesine havale etmezdi. Nitekim kıyasla sabit olan hükümlerde usul budur"(443) buyurmaktadır. Dikkat edilirse, Pir-i Fani'nin (Çok ihtiyar olan kimsenin) oruç için fidye vermesi, acizlik sebebiyle tutamaması olarak ele alınmaktadır. Eğer acizlik kat'i illetse, ancak acz sebebiyle kazaya kalan namazın fidyesi sözkonusu olabilir. Kasden namazı terkeden kimselerin durumu çok daha farklı bir olaydır. Zira bu kasdi terk fiilinde, namaza inanıp-inanmadığı da meçhuldür. Sonuç olarak; herhangi bir mü'min, meşrû herhangi bir özür sebebiyle namazını kazaya bırakmışsa ve kılamamışsa, mutlaka vasiyyet etmelidir. Zira vasiyyet ettiği fidye namazı ödemezse; en azından fakirlere tasadduk olur ve bir kötülüğün silinmesine vesiledir. Şunu da hemen kaydedelim ki; kasden namazı terkeden ve ölümünden sonra "Fidye" ile bundan kurtulacaklarını zannedenler, hayal içerisindedirler. Zira ûlema; acz halinde kazaya kalan namazların bile, "Fidye" ile kurtulacağını söylememiş, "İnşallah" demek suretiyle, sadece hayrı esas almıştır. Firaset sahibi mü'minler indinde, namaz kılmaktan aciz olabilme halleri malûmdur. Kasden namazı terkeden kimseler için "Iskat-ı Salât ve Devir" katiyyen yapılmamalıdır ki; namazın kadr-ü kıymeti bilinsin!..

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT