EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

ALLAH (CC)'IN FARZ KILDIĞI HAK : FERÂİZ - MİRÂSÇI OLMA SEBEBLERİ - MİRÂS'A ENGEL OLAN HALLER - TERTİBE RİAYET

ALLAH (CC)'IN FARZ KILDIĞI HAK : "FERÂİZ"

1896- Ehliyet sahibi her insan; Allahû Teâla (cc)'ya iman etmek ve İslâmın çizdiği hududlar içerisinde hayatını devam ettirmek borcundadır. İmtihan alanını ve zamanını Allahû Teâla (cc) tâyin eder. İnsana düşen görev; hiç bir mâzeret ileri sürmeden "Bugün ölecekmiş gibi" hesâb gününe hazır olmaktır. Her canlının; er veya geç ölümü tadacağı kat'i nass'larla sabittir. İnsan ölünce; geriye (az veya çok) Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri bırakır!.. Bu noktada karşımıza: "-Bu nimetler kimlere ve ne şeklide teslim edilecektir? suali çıkar!.. Allahû Teâla (cc)'nın kat'i nasslarla edâ edilmesini emrettiği hususlardan birisi de; mirâs'ın hak sahiplerine teslimidir. "Mirâs, irs, verâset, tevârüs, mûris, vâris" aynı kökten kelimeler olup masdarının lûgat manası; geçmek, halef olmak ve intikâl etmektir. Mirâs'ın mahiyetini ve taksimini beyan için kullanılan ıstılâhlardan birisi de "Ferâiz"dir. Kur'ân-ı Kerîm'de "Mirâs payları" açıklandıktan sonra: "(Bu hükümler ve hisseler) Allah'dan birer fârizadır. Şüphesiz ki Allah hakkı ile bilicidir. Yegane hüküm ve hikmet sahibidir"(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Buradaki "Fâriza" Allah'ın farz kıldığı hak, ayırdığı hisse manasınadır, çoğulu "Ferâiz"dir.(2) Bilindiği gibi "Farz" kelimesi; takdir etmek, kat'i olarak kesmek manasına gelir.(3) İslâmi ıstılâhta ise; kat'i nasslarla sâbit olan hükme "Farz" denilmiştir. İbn-i Abidin "Farzın hükmünü" izah ederken: "Farzın hükmü: onu şüphe götürmeyecek şekilde inkâr edenin kâfir olmasıdır. İstihfaf (hafife alma) ve istihza da, inkâr hükmündedir"(4) buyurmuştur. "Ferâiz ilminin hedefi; Allahû Teâla (cc)'nın tayin etmiş olduğu hakları, hak sahiplerine ulaştırmaktır. Dolayısıyla buna mani olmak; hangi sebeble olursa-olsun, kat'i bir zulümdür. Eğer herhangi bir hak; sahibinin rızâsının dışında, başkasına verilirse "Haram" gündeme girer!.. İslâm ûleması: "Ferâize göre taksim edilen mirâsın helâl, hevâ ve heveslere (şahsi kanaatlere) göre dağıtılan mirâsın haram olduğu" hususunda müttefiktir.

1897- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kur'ân-ı Kerîm'i ve Ferâizi öğrenin, insanlara öğretin"(5) emrini verdiği bilinmektedir. Câhiliye döneminde; kadınlara, kızlara ve çocuklara mirâs'tan pay verilmiyordu. Mirâs ancak savaşma gücünde olan erkeklerin hakkıydı. Bunun dışında mirâsın "Ahd Yoluyla" intikâl ettiği de olurdu. Bir kimse diğerine: "Kanım senin kanındır, şerefim senin şerefindir, sen bana vâris olursun, ben sana vâris olurum. Sen benim ırzımı kollarsın, ben senin ırzını kollarım" şeklinde teklifte bulunur, diğeri de kabul ettiği zaman "Verâset" gündeme girerdi. Ayrıca "Evlâtlık" edinme yaygındı. "Evlâtlık" da, tıpkı evlâd gibi muâmele görürdü. Fahrüddin-i Razi; arapların kendi kanunlarına göre, mirâs dağıtımını yaptıklarını kaydeder.

1898- Kadınların ve çocukların da; "Mirâs'ta paylarının bulunduğunu" haber veren Ayet-i Kerime nâzil olunca, bazılarının zoruna gitmişti. Kendi kendilerine dediler ki: "-Kadına dörtte bir, sekizde bir; kıza yarısı veriliyor. Küçük çocuklara mirâs ayrılıyor. Bunların hiç birisi düşmanla savaşamaz, ganimet toplayamaz. Sesinizi çıkarmayın, sükût edin. Allah'ın Resûlü (sav) belki bunu unutur veya kendisine söyleriz; bunun değiştirilmesi için dua eder. Daha sonra Resûl-i Ekrem (sav)'e; "-Ey Allah'ın Resûlü!.. Kıza babasının bıraktığı malın yarısını mı verelim? Bilirsin ki kız; ata binemez, düşmanla savaşamaz!.. Çocuğa mirâs mı verelim? Mirâs aklı ermeyen çocuğun işine yaramaz ki?"(6) dediler. Dikkat edilirse; Allahû Teâla (cc)'nın mirâsla ilgili olarak indirdiği hükümler, toplumun "Mirâs anlayışını" derinden etkilemiştir. Fakat Sahabe-i Kiram; her zaman olduğu gibi, şahsi kanaatleriyle karşı çıkmamış ve sonunda: "-Allah (cc) ve Resûlü neyi emretmişse amennâ" diyerek teslim olmuştur. Günümüzde: "-Efendim, nasıl olur da erkeğe, kadının iki katı mirâs verilir?" diyerek, fındık kabuğunu doldurmayacak akıllarıyla karşı çıkanlar nerede, sahabe nerede!.. Halbuki erkek; (hem kendisinin, hem karısının olmak üzere) iki kişinin nafakasını elde etmek zorundadır. Evlenirken "Mehir" vermek sûretiyle, belli bir yükün altına girmiştir. Annesinin, babasının ve çocuklarının nafakalarını da temin etmek mecburiyetindedir. Kadın ise; evlenirken "Mehir" aldığı gibi, nafakasını da kocasından temin eder. Mülkiyet hakkı bakidir. Eğer kocası; kendi evinde (karısının) oturuyorsa, ondan kira talebinde bulunma hakkı vardır. Kaldı ki; Allahû Teâla (cc) her hakkı, hak sahibine vermiştir. Bir kimse hem "-Elhamdülillâh müslümanım" diyecek, hem de "Allahû Teâla (cc)'nın farz kıldığı hakları" (Ferâizi) ciddiye almayacak. Eleştirecek!.. Bu mümkün mü? Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah ve Resûlü bir işe hükmettiği zaman; gerek mü'min olan bir erkek, gerek mü'min olan bir kadın için (o hükme aykırı olarak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, muhakkak ki o apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmıştır"(7) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm'ın hükümlerine, şahsi kanaat ve reylerle, karşı çıkılması mümkün değildir. Şimdi İslâm fıkhında; mirâsın dayandığı delilleri gümdeme getirelim. Önce "Mirâs'la" ilgili Âyet-i Kerimeleri zikredelim.

1899- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah size (mirâs hükümlerine şöyle) tavsiye (ve emr) eder: Evlâdlarınızın hakkındaki hüküm; erkeğe, kadının payının iki katıdır. Fakat onlar (çocuklar) ikiden fazla kadınlar ise (ölünün) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. (Kız çocuğu) bir tek ise; mirâsın yarısı onundur. (Ölenin) çocuğu varsa; ana ve babadan her birine terikenin altıda biri (verilir). Çocuğu olmayıp da; ona (ölene) ana ve babası mirâsçı olduysa üçte biri anasınındır. (Ölenin) Kardeşleri varsa, o vakit altıda biri anasınındır. (Fakat bütün bu hükümler ölenin) Edeceği vasiyet (in yerine getirilmesin)den veya borç(unun ödenmesin)den sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fâide cihetinden, size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bu hükümler ve hisseler) Allah'dan bir farizâdır. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilicidir. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Zevcelerinizin çocuğu yoksa terikesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa, size terikesinden (düşecek hisse) dörtte birdir. (Fakat bu da) Onların edecekleri vasiyeti yerine gitermek ve borcunu ödedikten sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa; bıraktığınızdan dörtte biri onların (zevcelerinizin)dır. Şayed çocuğunuz varsa; terikenizden sekizde biri; edeceğiniz vasiyet ve borcun ödenmesinden sonra, yine onlarındır. Eğer (ölen) erkek veya kadının mirascısı, evlâdı ve ana-babası olmayıp (başka yakınları var ise o zaman) bir erkek veya bir kız kardeşi varsa, bunlardan her birinin hakkı altıda birdir. Eğer onlar bu miktardan çok iseler; o halde onlar (ölünün) edeceği vasiyetin yerine getirilmesi ve borcunun (edâsından) sonra; üçte birde ortaktırlar. (Bu taksim) Zarar verici olmayan vasiyyet ve borcun edâsından sonra (uygulanır). Bunlar (Emir ve hükümler) Allahû Teâla (cc)'dan size vasiyyettir. Allah her şeyi hakkı ile bilendir, halimdir. (Cezayı geciktirse de ihmal etmez) İşte bunlar Allah'ın hududlarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, (Allah) onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar ki, onlar orada ebedi kalıcıdırlar. Bu en büyük bir kurtuluştur. Kim de Allah'a ve Resûlüne isyan eder, (Allah'ın) hududlarını (çiğneyip) geçerse onu da, içinde daimi kalıcı olarak ateşe koyar. Onun için hor ve hakiyr edici bir azab vardır"(8) hükmü beyan buyurulmuştur.

1900- Allahû Teâla (cc) "Mirâsla ilgili olarak" diğer bir Âyet-i Kerime'de şöyle buyurmuştur: "(Habibim) Senden fetva isterler: De ki: Allah size ana-babasız ve çocuksuz kişinin mirâsı hakkında hükmünü şöyle açıklar: "Ölen kişinin çocuğu yok, bir kız kardeşi varsa bıraktığı malın yarısı o (kız kardeşinin)dir. Fakat kendisi (ölen), kızkardeşinin çocuğu yoksa, onun mirasını tamamen alır. Eğer (ölenin) iki kızkardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer (vârisler) erkek, kadın, bir-çok kardeşler olursa, erkeklere iki kadının payı kadar (pay) verilir. Şaşırırsınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah her şeyi hakkı ile bilendir"(9)

1901- Câhiliye döneminde; kadınlar, kızlar ve çocuklara mirastan pay verilmiyordu. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere; Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara; azından-çoğundan (Az veya çok) farz edilmiş birer nasiyb olarak hisseler vardır"(10) buyurularak, câhiliyenin mirâs anlayışı reddedilmiştir.

1902- Hz. Ebû Bekir (ra) bir hutbesinde: "Allahû Teâla (cc)'nın Nisâ Sûresinde; ferâiz hakkında inzâl buyurduğu Âyetlerden birincisi: çocuklar ve anne baba hakkındadır. İkincisi; karı-koca ve anne bir kardeşlerle ilgilidir. Üçüncüsü: Anne-baba bir veya baba bir kardeşler hakkındadır. Sûre-i Enfal'in sonundaki Âyet ise "Zevi'l-erham" ile alakalıdır"(11) buyurmuştur. Enfâl Sûresindeki Ayet-i Kerime meâlen şöyledir: "Henüz iman edip de, hicret ve sizinle beraber cihad edenlere gelince: Onlar da sizdendir. Hısımlar Allah'ın kitabında (Hükmünde) birbirine daha yakındırlar. Allah herşeyi hakkı ile bilendir"(12) İmam-ı Şafii (rha) bu hükmün; muhâcirlerle ilgili olduğunu, hicret ve cihad edenlerin faziletlerini izâh ettiğini esas almıştır. Hiç kimsenin bulunmaması durumunda uzak akrabaların da, mirâsa dahil edileceğinin delili olarak değerlendirir.(13)

1903- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İlim üçtür, bundan ötesi fazlalıktır. Mûhkem ayet, neshedilmemiş (yürürlükte olan) sünnet ve adâletli ferâiz"(14) buyurduğu bilinmektedir. Çünkü mirâs meselesi; her insanın başına gelebilen bir hadisedir. Eğer bu konuda Allahû Teâla (cc)'nın hududları çiğnenirse, hem bu dünya'da, hem de âhirette elim bir azaba uğrama tehlikesi sözkonusudur. Dolayısıyla her mü'min; "Mirâs" konusuna muhatab olduğu zaman, İslâm'ın hükümlerine kayıtsız ve şartsız teslim olmalıdır.


BİRBİRİNE MİRÂSÇI OLMA SEBEBLERİ

1904 Hanefi fûkahası: "İnsanların birbirine mirâsçı olmalarının sebebleri; neseb (akrabalık), nikâh ve velâ olmak üzere üç kısımda incelenir"(15) hükmünde müttefiktir. Ölen kimseye; neseb cihetiyle yakınlığın bulunması, mirâsına hak kazanmak için şarttır. Esasen karı ve koca müstesnâ; diğer sınıfların hepsi (Ashab-ı Ferâiz, Asabe ve Zevi'l-erham) akraba durumundadır. Sahih nikâh; karı-koca arasında, birbirine mirâsçı olma sebebidir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hangi erkek; hür veya câriye bir kadınla zinâ ederse, doğan çocuk veled-i zinâdır. Kendisi (Veled-i Zinâ) vâris olmaz, kendisine de varis olunmaz"(16) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bâtıl nikâh, muvakkat nikâh ve mut'a nikâhı; mirâsçı olmak için sebeb teşkil etmez. Velâ; azad edilen kölenin herhangi bir akrabası bulunmadığı halde, mirâsının efendisine kalması hadisesidir. Günümüzde böyle bir vakıa bulunmadığı için üzerinde durmaya gerek yoktur.

1905- MİRÂS'IN RÜKÜNLERİ: Öldükten son; geriye mirâs bırakan kimseye "Mûris" denilir. Dolayısıyla mirâs'ın birinci rüknü: Mûris'in bulunmasıdır. İslâm fıkhında; hakikaten veya hükmen ölüm sözkonusudur. Hakikaten ölmek eceliyle kesin olarak âhiret'e intikâl etmektir. Hükmen ölüm ise; uzun yıllar ortadan kaybolup; nerede bulunduğu ve hayatta olup-olmadığı bilinmeyen kimse hakkında "Kadı'nın" (Hâkim'in) verdiği karardır. İkinci rükün: Vâris'in bulunması ve hayatta olmasıdır. Şer'i delille; ölen kimsenin malının verileceği kimseye "Vâris" denilir. Üçüncü rükün: Ölen kimsenin vârislerine intikâl edecek mal veya servetinin bulunmasıdır.(17)

190- MİRÂS'IN ŞARTLARI: Muhakkak ki bir kimse hayatta iken malı mirâs olarak dağıtılmaz. Dolayısıyla mirâs'ın ilk şartı; mûris'in hakikaten veya hükmen ölümünün sâbit olmasıdır. İkinci şartı; Vârisin hakikaten veya takdiren hayatta olması gerekir. Takdiri hayattan kasıd; anne rahmindeki çocuktur. İslâm ûleması; ölen kimsenin; karısının rahminde bulunan çocuğun da, vâris olacağı hususunda müttefiktir. O çocuk; takdiren hayatta kabul edilir.(18) Üçüncü şart: Vârislerde; mirâsa mâni olan hallerden, birisinin bulunmamasıdır. Eğer mirâsa mâni hallerden herhangi birisi sözkonusu olursa; vâris hiçbirşey alamaz!.. Bu konu oldukça önemlidir.


MİRÂS'A ENGEL OLAN HALLER"İN MAHİYETİ

1907- Mirâsa mâni olan haller:

1. Mûris ile vâris'in farklı dinlerden olması.
2. Vâris'in; mala daha çabuk sâhip olabilmek için mûrisi öldürmesi.
3. İhtilâf-ı Dâr.
4. Vârisin meçhul olması.
5. Karşılıklı lanetleşme sonucu çocuğun nesebinin bilinmemesi.
6. Kölelik!.. Şimdi bunların mâhiyetini izah edelim.

1908- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Müslüman kâfire, kâfir müslümana vâris olamaz"(19) buyurduğu bilinmektedir. Bu durumda; müslüman olan bir erkeğin ölümü halinde; O'nun (Ölünün) ehl-i kitab olan karısı, mirâsdan faydalanamaz. Tabii karısının ölümü halinde de; kendisi, onun malına vâris olamaz. Zira aralarında din farkı sözkonusudur. Mü'min bir kimsenin; İslâmı inkâr eden çocukları da (Mürted) mirâstan faydalanamazlar. Esasen irtidad edenler; herhangi bir dine mensup olmadıkları için, hiçbir sûrette vâris olamazlar.(20)

1909- Dünyevi hırs ve tamah sebebiyle (Malı erkenden ele geçirmek için); akrabasını öldüren kimse de, onun (Ölünün) vârisi olamaz. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "(Mûrisini öldüren) Kâtil, vâris olmaz"(21) Hadis-i Şerifi; ister kasden, ister hatâen olsun, her türlü öldürmeyi içerisine almaktadır. Hanefi fûkahası; kısası veya keffâreti gerektiren her türlü öldürmenin, mirâsa mâni olduğu hususunda müttefiktir.(22) Sadece ölümüne sebeb olmayı; mirasa mâni bir hal olarak kabul etmemişlerdir. Bunun dışında; meşru müdafaa sonucu öldürme, ehliyet arızası olan ve cezâi ehliyete sahip bulunmayan kimsenin (Çocuk, deli vs..) öldürmesi ve ikrah sonucu öldürme mirâsa mâni teşkil etmez. Daha önce; ukûbatlar bahsinde öldürme çeşitleri ve bunların mes'ûliyetleri üzerinde durmuştuk!..(23)

1910- Darû'l İslâmda ikâmet eden zimmi'nin; Darû'l Harp'te bulunan yakınları, kendisine vâris olamazlar!(24) Zira aralarında "İhtilâf-ı Dâr" sözkonusudur. Ancak müslümanlar; yerzüyünün neresinde bulunursa bulunsunlar, birbirlerine vâris olurlar. Farklı devletlerin vatandaşı olmaları dâahi verâsete engel olmaz. Dolayısıyla "İhtilâf-ı Dâr'in" mirâsa mâni olması gayr-i Müslimlerle ilgilidir.

1911- Varisin meçhûl olması da mirâsa mânidir. Şöyle ki:

a. Bir kadın, kendi çocuğuyla, başkasının çocuğuna süt verirken vefât edip, hangisinin kendisine âid olduğu bilinmezse, hiç biri kendisine vâris olamaz.
b. Bir kadın; bir müslümanın çocuğu ile bir gayr-i müslimin çocuğuna süt verirken; ikisi birlikte büyüyüp birbirinden tefrik edilemezse, bu çocuklar müslüman kabul edilir. Fakat hiçbiri babasına vâris olamaz.
c. Bir kimse; çocuğunu lâkit olarak bir yere bırakır, daha sonra aynı yerde iki çocuk bulunursa, hangisinin kendi çocuğu olduğunu bilemediği süre içerisinde, her ikisi de kendisine vâris olamaz.

Bunun dışında ölünün; ölüm vaktinin bilinmemesi de mirasa mânidir. Şöyle ki; birlikte boğulan, birlikte yanan veya yıkılan bir binâ altında birlikte kalıp ölen, bir hâdisede birlikte öldürülen akrabalar birbirine vâris olamazlar. Çünkü hangisin önce öldüğü meçhuldür.(25) Eşlerin karşılıklı lânetleşmesi (Lian) ve bunun sonuçları üzerinde daha önce durmuştuk!..(26) Karısının zinâ ettiğini idda eden; fakat bunu dört şâhidle isbat edemeyen kimse kadı (hâkim) huzurunda lian yapar. Bu hadiseden sonra dünyaya gelen çocuk; annesinin üzerine kayıtlanır. Babasına mirasçı olamaz, çünkü lian sonucu, nesebi meçhul hale gelmiştir. Kölelik de; mirâsa mânidir.(27)


MİRÂS'TA TERTİBE RİÂYET ETMEK (TERİKE'NİN ÜZERİNDEKİ HAKLAR)

1912- Kur'ân-ı Kerîm'de; ölenin mirâsının taksimi ile ilgili hükümler açıklanırken: "(Fakat bütün bu hükümler ölenin) Edeceği vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunu ödemesinden sonradır" hükmü hassaten zikredilmiştir. Hanefi fûkahası: "Ölünün bıraktığı maldan; önce techiz ve tekfini için pay ayrılır. Bu hususta israfa kaçılmadığı gibi, cimrilik de yapılmaz. Sünnete uygun şekilde defin işlemi gerçekleştirilir. Daha sonra ölünün; hayatta iken yapmış olduğu borçları varsa ödenir. Bu borçlar; Allahû Teâla (cc)'nın emri olan zekat, keffâret, oruç fidyesi ve nezr (adak) olabileceği gibi, diğer insanlardan alınmış (borçlar) da olabilir. Borç ödeme hususunda da; önce insanlara olan (borçlar) dikkate alınır. Borçların ödenmesinden sonra; ölenin vasiyyeti mevcutsa, terikenin üçte birini aşmayacak şekilde yerine getirilir. Bütün bunlardan sonra kalan mal; vârislere; sehimleri dikkate alınarak taksim olunur"(28) hükmünde ittifak etmiştir. Dikkat edilirse terike üzerinde dört hak sözkonusudur. bunlar:

1.Mûris'in techiz ve tekfini için gerekli masraflar.
2.Mûrisin borçlarının ödenmesi.
3. Mûris'in vasiyyetinin yerine getirilmesi.
4. Bütün bunlardan sonra kalan malın; ferâize uygun olarak vârislere taksimi!..

1913- Feteva-ı Hindiyye'de: "Haram yoldan servet elde eden bir kimse ölünce; uygun olan vârislerinin durumu araştırmalarıdır. Eğer haram olan bu servetin nereden ve kimden temin edildiğini öğrenebilirlerse, onu sahiplerine geri verirler. Öğrenmemeleri hâlinde ise; o haram serveti fakirlere dağıtırlar"(29) hükmü kayıtlıdır. Elbette bu "Haram li gayrihi" ile ilgili bir hükümdür. Eğer "Haram liaynihi" ise (Şarap, rakı vs. gibi) imha edilmesi esastır.

1914- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Herhangi bir mü'min ölürken borç bırakırsa, onu ödemek bana aittir"(30) buyurduğu bilinmektedir. Eğer bir mü'min; fakr-û zarûret içerisinde hayatını devam ettirir ve borç içerisinde iken ölürse; bütün borçları "Beytü'lmal"den ödenir. Defin işleminin gerçekleşmesi hususundaki her türlü masraf da; "Ulû'lemr" tarafından karşılanır. Esasen bu gibi kimselerin velisi; mü'minlerin bey'at ettiği kimsedir. Nitekim Resûlullah (sav): "Ulû'lemr; velisi olmayan kimselerin velisidir"(31) buyurmuştur. Ancak mûrisin (ölünün) yakın akrabası olan kimseler (varisler) zengin ise; ölüye âit her türlü masrafı (Velev ki hiçbirşey bırakmamış olsa da) karşılamak durumundadırlar. Tıpkı Nafaka meselesinde olduğu gibi!..

1915- Şurası da unutulmamalıdır ki; borcun ve vasiyetin, vârisleri zarara sokmamasına dikkat etmek gerekir Ölen kimsenin normal borcu; ne olursa olsun ödenmelidir. Ölüm hastalığındaki bir kimsenin; sevdiği bir yakınına veya dostuna, fazla mirâs bırakmak için yalan yere ona borçlu olduğunu söylemesi haramdır. Hanefi fûkahası; "can verirken ikrar edilen borcun sahih olmayacağını; bu sebeble, edâsı için vârislerin muhayyer duruma geçecekleri" konusuda, farklı hükümlere varmıştır. Essah olan kavle göre; can verirken ikrar edilen borç hususunda vârislerin muhayyer olduğudur. Bu sebeble; borç hususunda titiz olmak ve (kat'iyyen yalan beyanla) varislerden bazılarını zarara sokmamak şarttır.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT