EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

HACC İLE ALÂKALI MEVZÛLAR

İHSAR (HACC'DAN MENEDİLMEK VEYA GERİ KALMAK)

1046- Molla hüsrev: İhsâr'ın lûgat manası, mutlak olarak men etmek, alı koymak demektir. Şer'an: "İhramlı olan mükellefi; hacc ve muresinin tamamına erişmesinden, düşman, hastalık veya meşru bir başka sebeble menedilmesine "İhsar" denilir"(286) hükmünü beyan etmektedir. İbn-i Abidin: "İhsar lûgatta men etmek demektir. Yani korku, hastalık, acz gibi birşeyle menetmektir. Hapishaneye veya bir şehre kapamak suretiyle düşmanı kendisine men ederse buna "Hasr" denir. Nitekim Keşşaf ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. El Muğrib'te: "Meşhur olan budur" denilmektedir. Tamamı İbn-i Kemal'in şerhindedir. Şeriatta iki rükünden men etmektir. Bunlar vakfe ve hacc'da tavaftır. Lâkin ileride göreceğiz ki, umrede de ihsar tahakkuk etmektedir. Halbuki onun bir rüknü vardır, o da tavafdır. Hasılı "Hasr"; bir yerden çıkmayı men etmektir. İhsar ise; matlûba (Taleb edilen, hacc ve umre'ye) erişmeye hastalık ve düşman sebebiyle mani olmaktır"(287) buyurmaktadır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Hacc veya umre için ihrama giren; sonra da ihramın gerektirdiği fiilleri yapmaktan herhangi bir sebeple men edilen kimseye muhsar denir. Hacc'dan men edilme; ister düşman tarafından, ister hastalık, yaralanma, kırılma, hapiste bulunma ile veyahut da başka bir mani'den dolayı olsun hepsi müsavidir. Ulemamızın kavillerine göre, ihramın gerektirdiği vazifeler; hakiki ve şer'i olur. Bedai'de de böyledir. Bir mükellefi vasıtaya binmekten veya yürümekten alıkoyan hastalık; ihsarı sabit kılacak mahiyette bir hastalık sayılır. İhsar için sözkonusu olan düşman; müslüman, kâfir veya yırtıcı hayvan olabilir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Hacc yolunda gerekli olan nafakası çalınmış veya bindiği hayvanın (vasıtasını) kaybettiği için, yürümeye gücü yetmeyen kimse de muhsardır. Fakat bindiği hayvanını (vasıtasını) kaybeden kimsenin yürümeye gücü yetiyorsa, o kimse muhsar sayılmaz. İhrama girdiği zaman yanında kocası olmayan kadın, yanındaki mahremi ölen kadın, yanında mahremi olmadığı halde ihrama giren kadın ve kocası ölen kadın, birer "Muhsara"dırlar. Bedai'de de böyledir. Bir kadının mahremi yolda ölür ve kadınla Mekke arasında üç konak veya daha fazlası bir yolda ölür ve kadınla Mekke arasında üç konak veya daha fazlası bir mesafe bulunursa, bu kadın da muhsara hükmündedir"(288) denilmektedir.

1047- Kur'an-ı Kerim'de: "Haccı da, Umre'yi de Allah için tam yapın. Fakat alıkonursanız, o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin, bununla beraber) kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin..."(289) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'yi esas alan Hanefi fûkahası: "Hacc veya umre yapmasına mani olunmuş mükellefin ihramdan çıkması için; Mina'ya bir kurbanlık veya onun bedeli olan miktarı gönderip, kendi adına kestirmiş olması gerekir. Kurbanı gönderen şahısla (Muhsar'la), götüren şahıs arasında kurbanın ne zaman kesileceği hususunda önceden bir sözleşme yapılmalıdır ki, muhsar olan kimse -Kurban kesilmeden önce- ihramdan çıkmış olmasın"(290) hükmünde ittifak etmiştir. Kurbanın kesilmesinden sonra ihramdan çıkan mükellef; eğer hacc-ı ifrad yapmaya niyetli idiyse, bu kimsenin bir yıl sonra bu ibâdeti edâ etmesi gerekir. Şayed niyyeti Hacc-ı Kıran yapmak idiyse; ihramdan çıkmak için iki kurban kestirir, sonra da iki Umre ve bir hacc yapması gerekir.(291) Bu kurban, harem hududları içerisinde kesilir, kat'iyyen dışında kesilemez. Arafat'ta vakfe yapan kimse "Muhsar" olmaz. Zira vakfeden sonra ihsar hükmü yoktur. Fakat tavaf'tan ve vakfe'den engellenen Mekkeli için de ihsar hükmü geçerlidir.(292) Umre'ye niyet eden mükellef; "Muhsar" duruma düşerse, kurbanı dilediği yerde kesebilir.

KENDİ YERİNE BAŞKASINI HACCA GÖNDERMEK

1048- Bilindiği gibi hacc ibadeti; hem mali, hem de bedeni olan "Mürekkep" bir ibadettir. Dolayısıyla "üzerine hacc farz olan bir mükellef; vücût sağlığı noktasından aciz hale gelirse nasıl amel edecektir?" suali çerçevesinde, farklı ictihadlar ortaya çıkmıştır. Hanefi fûkahası: "Mükellef; hacc ibadetini bizzat edâ etme hususunda acze düşerse, vekâlet (bedel) caiz olur. Ancak kudreti olursa caiz olmaz. Kendi yerine bir başkasını hacca göndermenin cevazı için; ölüm veya ölene kadar acizliğin devamı şart kılınmıştır."(293) hükmünde ittifak etmiştir. Dürri'l Muhtar'da: "Zikredilen acz şartı farz olan hacc içindir. Nafile için değildir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Acz şartı farz hacc içindir. Çünkü Lübab'tan naklen yukarıda söylediklerimizden biliyorsun ki; şartların hepsi farz hacc için şarttır. Nafile hacc için değildir. Nafile hacc için; İslâm, akıl ve temyiz'den başka şart yoktur. Yukarıda beyan edildiği vecihle, kiralanmamış olmak da şarttır"(294) hükmünü zikreder. Şimdi hacc'da niyabetin (vekâletin) caiz olmasının şartları üzerinde duralım.

1049- Hacc ibadetinde niyabetin (Vekâlet'in) caiz olmasının şartları şunlardır:

Birincisi: Kendi adına hacc yapılacak olan mükellef; malı olduğu halde bizzan haccı edâ etmekten aciz olmalıdır.
İkincisi: Kendi adına hacca vekil gönderen mükellef'in bu aczinin, ölüm anına kadar devam etmesi şarttır. Bedai'de de böyledir. Hasta iken kendi adına bir başkasını hacca gönderen mükellef; bu hastalık sebebiyle ölürse, yapılan hacc caiz olur. Ancak bu hastalıktan kurtulursa ve sıhhat bulursa; hacc hükümsüz kalır, tekrar hacca gitmesi icabeder.
Üçüncüsü: Hacca bedel gönderen kimsenin; bedel olarak (Niyabeten) giden kimseye, kendisi için haccetmesini emretmiş olmalıdır. Herhangi bir emir sözkonusu olmadan haccetmek caiz olmaz. Ancak varis olan kimselerin, varisi oldukları şahsın emri olmaksızın, onun adına bir başka şahsı hacca göndermeleri caizdir.
Dördüncüsü: Hacca vekil olarak gönderilen kimsenin ihrama girerken niyyet etmesi gerekir. Bu niyyet esnasında efdal olan o kimsenin,

"Allahümme innî ürîdül hacce feyessirhü lî vetekkabbelhü minnî ve min fülâmin"

"Yâ Rabbi, ben Haccetmek istiyorum. Bunu bana kolay kıl ve bunu benden ve fülândan kabûl et" demesidir. Ayrıca telbiye getirirken "Lebbeyk an fülânin (Yani ....... için telbiye ettim, falan için ihrama girdim" demesi efdaldir.

Beşincisi: Me'murun (Bedel olarak hacca gönderilen kimsenin) hacc ibadetini Amirin (Kendisini hacca gönderen kimsenin) malından yapması esastır. Me'mur; Amir'in malı ile haccetmez de, kedi malı ile haccederse, bu hacc bedel olmaz.
Altıncısı: Memur (Naib, bedel, vekil) haccı binekli olarak edâ etmelidir.(295)

1050- Kendi adına hacca bir başka mükellefi gönderen kimsenin; dikkat edeceği önemli hususların başında, "Hacc ibadetini en iyi bilen kimseyi" seçmek gelir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Kirmani'de "Efdal olan hacc işlerini en iyi bileni göndermektir" denilmiştir. Bedel olarak gönderilen kimsenin; hür, akil ve bülûğa ermiş olmasıdır. Gayetü's Sürûci, Şerhu'l Hidaye'de de böyledir"(296) hükmü kayıtlıdır. Malûm olduğu üzere mükellef'in içinde bulunduğu hal ile ilgili ilimleri tahsil etmesi farzdır.(297) Dolayısıyla gerek Amir (Haccın yapılmasını emreden kimse), gerek me'mur; bu konu ile ilgili bütün ilimleri tahsil etmek durumundadır.

HACC VASİYYET ETMEK

1051- Hacc ibadetinin vücûbunun ve edâsının bütün şartlarını üzerinde bulunduran mükellef; haccı edâ etmeden veya vasiyyet etmeden ölürse, günahkâr olur. Bu hususta hiçbir ihtilâf yoktur. Vasiyyet etmeden ölen kimsenin varisleri dilerlerse, o şahsın yerine (bel olarak) hacc yaptırırlar. Bunun Allahû Teâla (cc) indinde caiz olacağı ümit edilir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) "Bu durumdaki bir kimse, vasiyyet etmeden ölürse, hacc borcu üzerinden düşmez" buyurmuştur. Dolayısıyle "Vasiyyet" etmek oldukça önemlidir. Kat'iyyen ihmal edilmemelidir. Hacc; vasiyyet eden kimsenin malının üçte birinden harcanarak edâ edilir.(298) Hacca o kimsenin öldüğü yerden (Vatan-ı Asli'sinden) başlanır. Eğer birkaç vatanı mevcut ise; Mekke-i Mükerreme'ye en yakın olanı tercih edilir.(299)

"HEDY"İN TARİFİ VE MAHİYETİ

1052- Hareme hediye edilen ve kurban olma vasfına sahip bulunan hayvana "Hedy" denir.(300) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hedy'in en azı bir koyundur"(301) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Hedy üç çeşittir. Bunlar deve, sığır ve koyundur" hükmünde ittifak etmiştir.(302)

1053- İmam-ı Merginani: "Nafile, Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettû hedy'lerinin (Kurbanlarının) etlerinden yemek caizdir. Zira bunlar ibadet niyetiyle akıtılan kandır. Tıpkı Udhiyye (Kurban bayramında kesilen) kurbanı gibidir. Sahih olan rivayete göre Resûl-i Ekrem (sav) hedy'nin (Kestiği kurbanın) etinden yediği ve onunla pişirilen çorbadan içtiği bilinmektedir. Bu sebeble tetavvû, mut'a ve kıran hedylerinin etinden yemek müstehaptır. Geri kalan hedy'lerden (Kesilen kurbanlardan) yemek caiz değildir. Zira onlar keffaret için kesilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Hudeybiye'de muhsar olduğu ve hedy'leri (Kurbanları) El Eslemi'nin eliyle gönderdiği zaman o'na (El Eslemi'ye) hitaben: "Sana ve seninle beraber olan kimselere ondan birşey yemek caiz olmaz" buyurmuştur. Tetavvû (Nafile), Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettû hedy'lerinin (kurbanlarının) ancak nahir (Kurban bayramı) günlerinde kesilmesi caizdir, başka zaman caiz olmaz"(303) hükmünü beyan etmektedir.

1054- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mina'nın her tarafı hayvanın kesileceği (kurban edileceği) yerdir. Mekke'nin içindeki cadde, sokak ve yolların tamamı (Kurbanın) kesileceği yerdir"(304) buyurduğu bilinmektedir. Nahir günlerinde Mina'da kesmek müstehabtır. Hedy'lerin tamamının Harem dahilinde kesilmesi şarttır.(305) Başka yerde caiz olmaz. Mümkün olduğu takdirde, hedy'in (Kurbanın) bizzat mükellef tarafından kesilmesi daha efdaldir. Zira Resûl-i Ekrem (sav) "Vedâ" haccında yüz tane deveyi hedy olarak sevketmiş ve bunların büyük bir çoğunluğunu bizzat kendisi kesmiştir. Geri kalanların kesilmesini de Hz. Ali (ra)'ye emir buyurmuştur. Kurbanın bizzat mükellef tarafından kesilmesinde; huşû ve kalbi bağlılık daha sarihtir. Ancak kurban kesmeyi bilmiyorsa; bir başkasının kesmesi de caizdir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Ali (ra)'ye hitaben: "Hedy'lerin (kurbanların) yularını ve çullarını sadaka olarak ver. Kasab ücretini de kat'iyyen onlardan verme"(306) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla kasab ücreti hedy'in (kurbanın) etinden verilmez.

1055- Udhiyye'de (Kurban Bayramında kesilecek olan hayvanda) aranan bütün vasıflar, Hedy'de de aranır.(307) "Kurban'da bulunması gereken vasıflar" başlığı altında bu konuyu ileride izah edeceğiz.

RASÛL-İ EKREM (sav)'in KABRİNİ ZİYARET ETMEK

1056- Feteva-ı Hindiyye'de: "Alimlerimiz Resûl-i Ekrem (sav)'in kabrinin ziyaret edilmesini, mendub olan amellerin en efdali olarak beyan etmişlerdir. Menasikü'l Farisi ve Şerhû'l Muhtar'da: ""Peygamber (sav)'in kabrini ziyaret etmek vacibe yakındır" denilmiştir. Farz olan haccı edâ etmekte olan mükellefin; önce hacc menasikinden başlaması, Resûl-i Ekrem (sav)'in kabrini hac'dan sonra ziyaret etmesi daha güzeldir. Nafile hacc yapmakta olan kimse muhayyerdir. Peygamberimiz (sav) Efendimizin kabrini ziyaret etmeye niyyet etmiş olan mükellef, bu niyeti ile "Mesci-i Nebeviyye'yi" de kasdetmiş olur. Kendisi için sefere çıkılabilecek (Seyahat edilebilecek) üç mescid'den birisinin Mescid-i Nebi olduğu bilinmektedir. Nitekim bir Hadis-i Şerif'te: "Üç mescid'den başka hiçbir mescid için sefere çıkılmaz. Bu (Sefere çıkılabilecek) mescidler: Mescid-i Haram, Şu benim mescidim ve Mescid-i Aksa'dır" buyurulmuştur. Mescid-i Nebeviyye'yi ziyaret için yola çıkan mükellef, Peygamber (sav) Efendimize salât-ü selâmı ziyadeleştirir ve buna yol boyunca devam eder. Fethû'l Kadir'de de böyeledir"(308) hükmü kayıtlıdır.

1057- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, başka mescidlerde edâ edilen bin namazdan hayırlıdır. Mescid-i Haram'da edâ edilen namaz müstesna..."(309) buyurduğu bilinmektedir. Yine bir başka Hadis-i Şerif'te: "Beni (Hayatımda ve hayatımdan sonra) Allahû Teâla (cc)'nın rızasına niyyet ederek, Medine'de ziyaret eden kimseye, kıyamet gününde şahid ve şefaatçi olurum"(310) buyurulmuştur. Esasen Tevhid mücadelesinin mahiyetini kavramak için; Resûl-i Ekrem (sav)'in ve Sahabe-i kiram'ın yaşadığı beldeleri görmek, başta Uhûd şehidleri olmak üzere, bütün şehidlere dua'da bulunmak ve onları ziyaret etmek oldukça önemlidir.

1058- Medine'nin sınırına varan mükellef'in vasıtasından inerek; sükûnet ve vakarla yürümesi efdaldir. Medine'ye girince şöyle dua eder;

Manası: "Ey göklerin ve onların gölgelendirdiği her şeyin Rabbi olan Allah'ım!.. Ve ey yerlerin ve onların taşıdığı her şeyin Rabbi olan Allah'ım!.. Ve ey rüzgârların ve onların saçıp-savurduğu şeylerin Rabbi olan Allah'ım!.. Sen'den bu beldenin hayırını dilerim ve bu beldenin ehlinin hayrını dilerim. Bu belde içerisinde bulunanların tamamının hayrını da temenni ederim. Bu beldenin şerrinden, bu beldenin ehlinin şerrinden ve bu beldenin içinde onların bana dokunacak şerlerinden de sana sığınırım. Ey Allah'ım!.. Bu belde Resû'lü'nün haremidir. Bu beldeye girişimi, benim için ateşten koruyucu kıl!.. Azabtan ve çok şiddetli olan hesab gününden emin kılıcı eyle." Daha sonra doğrudan doğruya Mescid-i Nebeviyye'ye yönelir. Mescide giriş esnasında, sünnet'e riayet eder. Yani önce sağ ayağını atarak girer. Fethû'l Kadir'de de böyledir."(311)

1059- Dürri'l muhtar'da: "Racih olan kavle göre Mekke, Medine'den efdaldir. Bundan yalnız Peygamber (sav)'in mübarek naşının bulunduğu yer müstesnadır. O mutlak surette efdaldir. Hatta Kâbe'den de, arş-û Kürsi'den de efdaldir" hükmü beyan edilmektedir. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "bundan yalnız Peygamber (sav)'in mübarek naşının bulunduğu yer müstesnadır. Lübâb sahibi diyor ki "Hilâf, Kabr-i Şerif'den ve Resûlullah (sav)'in mübarek uzuvlarının bulunduğu yerden başka yerlerdir. Kabr-i Şerif bilittifak dünyanın en faziletli yeridir. Şarihi de şöyle demiştir: "Kezâ, yani hilâf Beytullah'tan başka yerler hakkındadır. Zira Kâbe, Medine'den de efdaldir. Yalnız Kadı İyaz ve başkaları Kabr-i Şerif'in Kâbe'den dahi efdal olduğuna icma nakletmişlerdir. Hilâf ondan başkası hakkındadır". Hanbelî İbn-i Ukayi'den nakledildiğine göre Kabr-i Şerif yeri Arş'tan da efdaldir. Tâc-i Fakihi'nin açıkladığına göre, yer göklerden efdaldir. Çünkü Peygamber (sav) ondadır. Bu kavli bazıları ekser-i ûlemadan nakletmişlerdir. Çünkü peygamberler topraktan yaratılmış toprağa defnedilmişlerdir. Nevevi diyor ki: "Cumhur'a göre gökyüzü yerden faziletlidir. Ama ûlemanın sözlerinin arasını bulmak için bundan peygamberlerin uzuvlarının bulunduğu yerleri istisna etmek gerekir"(312) hükmünü zikretmektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Kabr-i Şerif'lerinin başına varan mükellef şu şekilde dua eder; (313)

"Esselâmü aleyke yâ nebiyallahi ve rahmetûllahi ve berekâtühü!.. enneke Resûlullahi kad bellâğter'risâlete ve eddeyte'l emânete ve nesahte'l ümmete ve câhedte fi emrillâhi hatta kubiza rûhuke hamiyden mahmûden fecezâkellahû an sağıyrin ve kebiyrinâ hayrel cezâi ve sallâ aleyke efdalessalâtı ve ezkâha ve etemmet-tahiyyeti ve enmâhâ!.. Allahümmec'al nebiyyenâ yevme'l kıyâmeti akreben nebiyyine veskınâ min ke'sihi verzûknâ min şefaatihi yevme'l kıyameti!.. Allahümme lâ tec'al hâzâ âhire'l-ahdi bikabri nebiyyiâ aleyhisselam. Verzuknıl avde ileyhi ya zelcelâli vel'likram."

Manası: "Allahû Teâla (cc)'nın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü!.. Ben senin gerçekten Allahû Teâla (cc)'nın Resûlü olduğuna şehadet ederim. Muhakkak ki sen peygamberlik vazifelerini tebliğ ettin ve emaneti yerine getirdin. Ümmetine nasihat ettin. Sen ruhun kabzedilinceye kadar Allahû Teâla (cc)'nın emirleri uğruna cihad ettin. Allahû Teâla (cc) küçüğümüzden ve büyüğümüzden sana, mükâfatların en hayırlısını versin, rahmetin en faziletlisini, en temizini, en mükemmelini ve en bereketlisini sana ihsan buyursun!.. Allah'ım Kayamet gününde peygamberimizi rahmetine en yakın peygamber eyle!.. Bize onun bardağından içir ve bizi O'nun şefaati ile rızıklandır. Kıyamet gününde bizi O'nun (Resûl-i Ekrem (sav)'in) arkadaşlarından eyle!.. Allahım!.. Peygamber (sav) Efendimizin kabrine bu ziyaretimiz son ziyaret etme; bizi tekrar tekrar O'na dönmekle rızıklandır. Ey azamet ve ikram sahibi olan Allah'ım!.."

Peygamberimiz (sav)'in huzurunda olan mükellef sesini çok yükseltmeyeceği gibi, çok da kısmaz. Gayetü's Sürici Şerhû'l Hidaye'de de böyledir. Resûl-i Ekrem (sav) efendimize tebliğ edilmek üzere, kendisine tevdi edilmiş selâmları şöyle arzeder.

"Ey Allah'ın Rasûlü! Sana filân oğlu filân oğlu filânın selâmı var. Rabbin indinde senden kendisine şefâat teminini istiyor. Sen, ona ve bütün müslümanlara şefâat eyle.."

1060- Resûl-i Ekrem (sav)'in Kabr-i Şerifinin yanında Hz. Ebû Bekir (ra) ile Hz. Ömer (ra)'in kabirleri mevcuddur. Mükellef; Allahû Teâla (cc)'nın dini için her çeşit çileye katlanan ve cennet'le müjdelenen bu iki sahabiyi hürmet ve ta'zimle selâmlar. Daha sonra birkaç adım geri çekilir ve şu şekilde dua eder.(314)

"Selâm her ikinizin üzerine olsun. Ey Allah (cc)'ın Resûlü'nün yanında yatmakta olan arkadaşaları, vezirleri, istişare ehli ve yardımcıları!.. Siz ki İslâm'ın yayılmasında Resûl-i Ekrem (sav)'e yardımcı oldunuz ve O'ndan sonra da, müslümanların işlerini yürüttünüz!.. Allahû Teâla (cc) sizi mükâfatların en güzeli ile mükâftlandırsın. Size geldik ki, sizin vesilenizle Allah (cc)'ın Resûlü bize şefaat eylesin ve Resûl-i Ekrem (sav) Allahû Teâla (cc)'dan sa'y-ü gayretimizin kabulünü dilesin. İslam üzere (Allahû Teâla (cc)'nın diniyle) yaşamamızı ve ölmemizi istesin!.. Bizim O (sav)'nun zümeresinde bulunmamızı ve haşrolmamızı Allahû Teâla (cc)'dan taleb buyursun!.."

1061- Resûl-i Ekrem (sav)'in kabr-i şerifini ziyaret ettikten sonra, Bakıy mezarlığına gitmek müstehaptır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Orada bulunan şehidleri ve diğer mezarları ziyaret eder. Bilhassa Uhud'a gidip, Şehidlerin efendisi Hz. Hamza (ra)'yı ziyaret etmek gerekir. Bakîy kabristanında Hz. Abbas (ra)'ın, kubbesi ile Hz. Ali(ra)nin oğulları Hz. Hasan (ra) ve Zeyne'l Abidin'i ve bunun oğlu Muhammed Bakır'ı ve onun oğlu Caferi's-Sadık'ı ziyaret eder. Sonra Mü'minlerin emiri Hz. Osman (ra)'ın kubbesi ile Resûl-i Ekrem (sav)'in oğlu İbrahim (ra)'in kubbesini ve diğerlerini (Hanımlarının ve halasının mezarını, Saheb-i Kiram'ın ve tabiûn'un mezarlarını) ziyaret eder. Sonra Hz. Fatıma (ranha)'nın Bakiy'daki mescidinde namaz kılar. Uhud şehidlerini Perşembe günü ziyaret etmek müstehabtır. Ziyaretçi Uhud'da şu şekilde dua eder.

"Allahû Teâla (cc)'nın selâmı üzerinize olsun!.. Siz ki sabrettiniz. Akıbet yurdu ne güzeldir. Allahû Teâla (cc)'nın selâmı yine üzerinize olsun, mü'minler topluluğunun yurdunda olanlar. Şüphesiz ki biz Allahû Teâla (cc)'nın izniyle size kavuşacağız."

Sonra Âyete'l Kürsi'yi ve İhlâs Sûresini okur. Mescid-i Kuba'ya Cumartesi günü gitmek müstehabtır. Peygamberimiz (sav) Efendimizin böyle yaptığı rivayet olunmuştur."(315) hükmü kayıtlıdır. Esasen bu makamlarda mükellef içinden geldiği gibi dua edebilir. Uhud'da yeryüzünün müstekbirleri ve Tağuti güçlerle cihad etmeye azmettiğini beyan etmek esastır. Medine'de bulunduğu süre içerisinde sürekli salavât getirmek güzeldir. Memleketine dönmek üzere olan mükellefin Mescid-i Nebeviyeye gidip iki rekat namaz kıldıktan sonra dua etmesi müstehabtır.

1062- İbn-i Abidin: "Huzur-u Nebevi'den ayrıldığına üzelerek ağlar vaziyetle oradan ayrılmalıdır. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Yine orda beyan edildiğine göre; sünnetlerden biri de yeryüzünde her yüksek yere çıktıkça tekbir getirmek ve;

"Dönüyoruz!.. Tevbe ettik, tevbekârlarız!.. Abidleriz!.. Rabbimize secde ve hamd edenleriz!.. Allahû Teâla (cc) va'dinde durmuş, kuluna yardım etmiş, hizipleri yalnız başına kahretmiştir" demelidir.

Bu hadis, Peygamber (sav)'dan müttefekûn aleyh olarak rivayet edilmiştir."(316) hükmünü beyan etmektedir.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT