EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

HUDUD KAVRAMININ MAHİYETİ - SUÇLU TAHKİR EDİLMEZ - HAD'LERİ KİM TATBİK EDER? - HADD-İ ZİNA

HUDUD KAVRAMININ MAHİYETİ

1245- Hudud; Had kelimesinin çoğuludur ve men-etmek manasına gelir.(1) Kapıcı, ve gardiyana "Haddad" denilir. Kapıcı başkasının içeri girmesini; gardiyan ise içerden dışarı çıkılmasını men eder. Bir şeyin mahiyetini tarif ve tayin eden şeye de "Had" denilir. Çünkü tarif, girmeyi ve çıkmayı meneder. Hane gibi, gayri menkullerin nihayetlerine, yani sınırlarına da "Hudud" denilir.(2) Nitekim devletlerin de birer "Hudud"ları vardır. İslâmi ıstılahta: "Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olmak üzere yerine getirilmesi farz olan ve kat'i nasslarla takdir edilmiş bur ukûbat (cezâ)'dır"(3) Had kelimesi aynı zamanda "esirgemek" manasına da gelir.(4) Çünkü Allahû Teâla (cc) kullarını zarara uğradıkları şeylerden, bunlarla korumuş, esirgemiştir. İbn-i Abidin: "Çünkü hadler; nesebi, malları, akılları, haysiyet ve namusu koruma gibi maslahat ve menfaati beşeriyete ait olduğu için meşru kılınmıştır. Bu kelime (yani Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olması) hadlerini asıl hükümlerini beyandır ki, insanların zarar görecekleri şeylerden men olunup, İslâm beldelerinin fesat ve fitneden korunmasıdır. "Fethû'l Kadir'de zikredilmiştir ki; gerçek olan bazı meşayıhın dedikleridir. Şöyle ki: Hadler, zararları bütün beşeriyete dokunan birtakım fena hareketlerden insanları alıkoyar. Bunlar suçlular hakkında birer ceza olduğu gibi, bunları görenler hakkında da birer ibret ve uyanma vesilesi teşkil eder ve ammenin menfaatlarını tazammun bulunur"(5) hükmünü beyan etmektedir.

1246- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)'ya yemin olsun ki, arzusunu İslâm'a tabi kılmayan kimse iman etmiş olmaz"(6) buyurduğu bilinmektedir. Esasen bir beldede "Had" cezalarının tatbiki; o beldedeki insanların Allahû Teâla (cc)'nın hukukuna riayet ettiklerinin en büyük isbatıdır. İslâmi hududlar ikame edilmiyor ve hükümler infaz edilmiyorsa; o beldede yaşıyan insanların; can, mal, nesil akıl ve din emniyetlerinin varlığından söz edilemez. Günümüzde Allahû Teâla (cc)'nın koyduğu hududları çirkin görüp, kendi heva ve heveslerine göre hududlar çizmeye çalışan siyasi güçler mevcuttur. Bunlar tıpkı "Firavn" gibi, ilahlığa özenmişlerdir. Kim bunların çizdiği hududları meşru sayarsa; Kelime-i Tevhid'in mahiyetini inkâr etmiş olur. Hanefi fûkahası: "Had'lerden maksat, alemi fitne ve fesaddan kurtarmaktır"(7) hükmünde ittifak etmiştir. Dolayısıyla, Haddlerin tatbik edilmediği beldelerde; "Fitne ve ve Fesad" siyasi güç haline gelmiş demektir.

1247- Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerle hükmetmek farzdır. İbn-i Abbas (ra): "Her kim Kur'an-ı Kerim'i red ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sözünü inkâr ederek, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse kâfir olur"(8) hükmünü beyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben: "İnsanlar arasında, Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm ver, sakın onların (insanların) heva ve heveslerine uyma"(9) emri verilmiştir. Bu emir, bütün insanlara şamildir. Esasen şer'i şerife göre hükme bağlanmayan hiçbir kaza (mahkeme), kaza hükmünde değildir.(10) İslâmi ıstılahta kaza: "Mü'minlerin velayetine haiz olan Kadı'nın; mü'minler arasında husumeti ve ihtilafı ortadan kaldırmak için, şer'i şerife göre verdiği hükümdür"(11) Dolayısıyla mü'minler arasındaki husumet ve ihtilafların ortadan kaldırılabilmesi için Kadı'nın (Şer'i şerifle hükmeden hakimin) bulunması şarttır. Kâfirlerin istilası altında iken dahi; mü'minlerin, kendi içlerinden bir kadı seçmeleri vaciptir.(12) Zira yeryüzünde küfür ahkâmıyla hükmetme hakkı hiç kimseye tanınmadığı gibi; küfür ahkâmına razı olmak da tanınmamıştır.

1248- Hadler doğrudan doğruya Allahû Teâla (cc)'nın hakkıdır. Haddi gerektiren bir suç işleyen kimse; makamı ve mevkii ne olursa olsun mutlaka cezalandırılır. Ulû'lemr olan kimse de dahil; hiç kimsenin hadleri affetme yetkisi yoktur. Nitekim Mekke'nin fethi sırasında Ben-i Mahzum kabilesinden bir kadın hırsızlık yapmıştır. Sahabe-i Kiram'dan Hz. Usame b. Zeyd (ra) Resûl-i Ekrem (sav)'e gelerek, "Hadd-i Sirkat'in" uygulanmaması için istirhamda bulunur. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Muhakkak ki, İsrailoğulları arasında şerefli (soylu) birisi hırsızlık ettiği zaman, onu cezasız bırakırlar, zayıf birisi yaptığı zaman ise, elini keserlerdi. Şimdi sen, Allahû Teâla (cc)'nın hadlerinden bir had için şefaat mi diliyorsun? Ben hırsızlık eden kadın kızım Fatma olsaydı, muhakkak onun da elini keserdim"(13) buyurmuştur. Esasen şefaat; Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olarak farz kılınan haddin ikame edilmemesini talep etmektir ki, bunun caiz olamıyacağı açıktır. Fûkaha; tövbe etmenin dahi dünyada haddi düşürmeyeceği hususunda icma etmiştir.(14)

SUÇLU TAHKİR EDİLMEZ

1249- Haddi gerektiren herhangi bir suçu işleyen mü'min hakir görülemez. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in döneminde evli olan bir mü'min zina ettiği kendi ikrarı ile sabit olmuştur. Tabii ki "ikrar" söz konusu olduğu için "recm" cezasının tatbiki gerekmektedir. Recm cezası ikame edildikten sonra, iki kişi kendi aralarında konuşurken suçluyu: "Köpek gibi taşladıklarından" söz ediyorlar. Resûl-i Ekrem (sav) bu konuşmaya muttali oluyor ve üzüntü içerisinde sükût ediyor. Bir müddet sonra davul gibi şişmiş ve kokmuş bir eşek leşine rastlıyorlar. Peygamber efendimiz (sav): "Fûlan ve filan zatları çağırın" buyuruyor. O iki zat yanlarına gelince: "Derhal ininiz ve şu eşek leşinden yiyiniz" emrini veriyor. O iki zat: "Ey Allahû Teâla (cc)'nın Resûlü, bu leşi kim yiyebilir" diyerek tereddüt içerisinde kalıyorlar. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Sizin biraz evvel, recm edilen kardeşiniz hakkında yaptığınız dedi-kodu, şu pis eşek leşinden daha çirkindi. Yemin ederim ki cezasını çeken o suçlu kardeşiniz şimdi Cennet'in nehirlerinde yüzmektedir.(15) buyuruyor. Bu, Allahû Teâla (cc)'nın hududlarına teslim olmanın bir mükafatıdır. Yine şarap içtiği için "Hadd-i Şürb" cezasına çarptırılan bir mü'mine hakaret ve lanet edenlere hitaben Resûl-i Ekrem (sav): "O suçlu kimseye hakaret ve lanet etmeyiniz. Vallahi, bildiğim, o kimsenin Allahû Teâla (cc)'yı ve Resûlü'nü çok sevdiğidir."(16) buyuruyor.

1250- Hz. Ömer (ra) bir hutbesinde: "Ben memurlarımı sizleri dövmeleri ve haksız yere mallarınızı almaları için göndermedim. Ben, size, onları ancak dininizi öğretmeleri ve Hz. Peygamber (sav)'in sünnetini ta'lim ettirmeleri için gönderdim"(17) buyurmuştur. İşkence ederek, tehdit ve hapis yoluyla zarara uğratarak; itirafta bulunan bir suçlunun, bu itirafının "ikrar" (delil) olamayacağı üzerinde ittifak vardır.(18) Nitekim bir Hadis-i Kudsi'de: "Kullarıma işkence etmeyiniz"(19) emri verilmiştir. Esasen, İslâm toplumunda suçların açığa çıkarılması esas değildir. Hatta had cezasını gerektiren herhangi bir suçu işleyen mü'mini gören kimse; o mü'minin suçunu örtebilir, şahidlik etmeyebilir.(20) Hatta Kadı'nın (Şer'i şerifle hükmeden hakimin) zina isnadı ve hırsızlık gibi şikâyete bağlı cezalarda, deliller öne sürülmeden önce: "Bu şikâyetinden vazgeç ve affediver. Allahû Teâla (cc), affeden bir kulun, izzet ve şerefini artırır" diye nasihatta bulunması müstehabdır.(21)

HAD'LERİ KİM TATBİK EDER?

1251- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Dört şey Ulû'lemr'in (velâyet hakkı olan kimsenin, valinin) hakkıdır: Had cezalarını tatbik etmek, ganimetleri mücahidler arasında taksim etmek, Cum'a namazını kıldırmak ve zekâtı toplamak"(22) buyurduğu bilinmektedir. Ehl-i Sünnet'in müctehid imamları; had cezalarını tatbik etme hakkının "Ulû'lemr'e" ait olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu husus "Akaid" kitaplarında ayrıca yer almıştır.(23) Hanefi fûkahası: "Ulû'lemr'in (bey'at sebebiyle) mü'minler üzerindeki velâyeti mutlaktır. Had'ler ise, Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olarak farz kılınmıştır. Dolayısıyla hadleri tatbik etmek; Ulû'lemr veya onun tayin ettiği kimseye ait bir görevdir"(24) hükmünde ittifak etmiştir. Bu noktada "Ulû'lemr herhangi bir suç işlerse nasıl cezalandırılacaktır?" sualine cevap arıyalım: "Ulû'lemr'e hadd cezası tatbik edilmez. Zira had'ler Allahû Teâla (cc)'nın hakkıdır ve haddin tatbik edilmesiyle Ulû'lemr görevlidir. Başkasının bu hususta yetkisi yoktur. Ulû'lemr'e kısas tatbik edilir ve mal ile cezalandırılır. Çünkü kısas ve malda (diyette) kulun hakkı mevcuttur. Hak sahibi; ya Ulû'lemr'in temkini ile veya İslâm ordularından yardım talep ederek onu alır."(25) Darû'l İslâm'da "mezalim" mahkemeleri; Ulû'lemr'in ve onun tayin ettiği kimselerin haksız icraatlarını takible görevlidir. Haddi gerektiren bir suç işleyen Ulû'lemr'i, mü'minlerin azletme hakları vardır.

1252- İslâm ahkâmının tatbik edilmediği beldelerde; insanları suça iten sebepler çeşitlidir. Mesela bir beldede; şarabın üretimi ve tüketimi tamamen serbest bırakılmış, hatta siyasi güçler tarafından içilmesi teşvik edilmişse, o belde de insanların "akıl emniyeti" tahrib edilmiş demektir. Fûkaha; had cezalarının tatbik edilmesi için, haddi gerektiren suçun "Darû'l İslâm'da" işlenmiş olmasının şart olduğunda ittifak etmiştir. Hz. Mekhûl (rha)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Darû'l Harb'te had cezaları tatbik edilmez"(26) buyurduğu bilinmektedir. Küffarın istilası altında olan beldelerde had cezaları tatbik edilemez. Zira küfür ahkamının tatbikiyle birlikte o beldedeki mü'minler; din, can, akıl, nesil ve mal emniyetlerini kaybetmişlerdir. Bir belde de mü'minlerin nüfus oranı % 99, kâfirlerin oranı % 1 olsa; had cezaları tatbik edilmediği süre içerisinde o belde "Darû'l Harb'tir", Zira Had cezaları; Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olarak, mütevatir nasslarla farz kılınmıştır. O belde de; % 99 gibi çoğunluğu teşkil eden müslümanlar; kâfirlerden (küfür ahkâmını tatbik eden hükümetlerden ve ordulardan) çekindikleri için had cezalarını uygulayamazlar, yoksa mütevatir nassları inkâr ettikleri için değil!.. Bu durumda o beldede; hakimiyet ve emniyet kâfirlerin, esaret ve korku ise müslümanların üzerinedir, her ne kadar nüfusun çoğunluğunu müslümanlar teşkil etse dahi, orası Darû'l Harb olur.(27) Sonuç olarak; bir İslâm beldesi küffarın istilasına uğrar uğramaz "Darû'l Harb'e" dönüşmez. Ancak o belde, küfür ahkâmı tatbik edilmeye başlandığı zaman; hakimiyet ve emniyet kâfirlerin olacağı için "Darû'l Harbe" dönüşmüş olur. Bu durumda bütün mü'minler üzerine cihad "Farz-ı Ayn" olan bir ibadet haline gelir!.. Tıpkı namaz gibi. Küfür ahkâmını icra eden müstevli kâfirlerle cihad etmeyen müslüman, tıpkı namazı terkeden gibi fasıktır.

1253- Had cezalarının tatbik edilmesi; mü'minlerin kalblerinde ortaya çıkabilecek kin ve intikam ateşlerini söndürür. Ayrıca insanların Allahû Teâla (cc)'nın hukukuna riayetini sağlar. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim suçlardan birini irtikap eder de, onun cezasına çarptırılırsa, bu onun keffaretidir"(28) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Had cezaları sebebiyle; hem Ulû'lemr, (tatbik etme açısından), hem de mü'minler (teslim olma açısından) imtihan olunmaktadırlar.

HUDUD CEZALARININ TASNİFİ

1254- Hudud suçları; zina, (Hadd-i Zina), hırsızlık (Hadd-i Sirkat), zina iftirası (Hadd-i Kazf), şarap içme ve sarhoşluk (Hadd-i Şürb) ve yol kesme, eşkiyalık (Kutta-i Tarik veya Hırabe) olmak üzere beş çeşittir.(29) İmam-ı Kasani, şarap içme ve sarhoşluğu ayrı ayrı mütalaa etmiştir.(30) İbn-i Abidin: "Had'ler altı nevidir: 1. Zina haddi, 2. Şaraba mahsus had, 3. Diğer sarhoş edici maddelerden sarhoşluk haddi, 4. Kazf (iftira) haddi, 5. Hırsızlık haddi, 6.Yol kesme haddi"(31) hükmünü beyan etmiştir. Hadd-i Zina; "Nesil emniyetini", Hadd-i Kazf; "Şeref ve haysiyetlerin korunmasını", Hadd-i Şürb; "Akıl emniyetini", Hadd-ı Sirkat ve Hırabe ise; "Mal emniyetini" sağlamak içindir. Dolayısıyla bütün bu cezalar; Allahû Teâla (cc)'nın hakkı için farz kılınmıştır. Tatbik edilmediği takdirde; Allahû Teâla (cc)'nın hukukuna tecavüz ortaya çıkar. Şimdi bunların mahiyetleri üzerinde duralım.

"HADD-İ ZİNA"NIN MAHİYETİ (NESİL EMNİYETİ)

1255- Zina: "Mükellef olan bir erkeğin; cinsi münasebette bulunma hakkı ve şüphesi olmayan, kendisine cinsi meyil duyulabilen bir kadınla, arzu ve rızasıyla önden (fercinden) cinsi temasta bulunmasına verilen isimdir"(32) Bu haddi icab ettiren "zina"nın tarifidir. El, göz, kalb ve diğer organların da zinası vardır. Ancak bunlar "had" cezasını gerektirmez. İmam-ı Kasani "zina"yı tarif ederken, fiilin "Darû'l İslâm'da işlenmesini de" zikretmektedir.(33) Dürri'l Muhtar'da: "Haddi icab eden zina; İslâm memleketinde (Darû'l İslâm'da) mükellef, natık (konuşan) bir şahsın o anda veya geçmiş zamanda şehvet sahibi bulunan ve mülkünden veya mülkü şüphesinden uzak bulunan bir kadının ön tarafına (fercine) tenasül uzvunun sünnet mahallini kendi ihtiyarıyla ithal etmesidir. Musannif, zinanın tarifinde "İslâm memleketinde" (Darû'l İslâm'da) diye kayıtladı. Çünkü Daru'l Harp'te zina haddi tatbik edilmez"(34) hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin, bu metni şerhederken: "Musannif, had icap eden günahlara önce zinayı izah ederek başladı. Çünkü zina haddinin meşru olmasının hikmet ve maslahatı aşikardır. Allahû Teâla (cc) bu ceza ile beşeriyetin temizliğini, insan şerefini ve insan neslini korumayı temin edecek en kuvvetli bir adalet müeyyidesi vücuda getirmiştir. Zina; nice aileleri mahveder, nice namuslu kimseleri ebediyyen bir mahcubiyet altında bırakır, nice şahsiyetlerin neseblerini şüpheli gösterir. Bu itibarla bir zina hadisesi, herhangi bir düşmanlık neticesi meydana gelen bir öldürme hadisesinden daha meş'um ve utanç veren bir cinayettir" hükmünü beyan ediyor.

1256- Kur'an-ı Kerim'de: "Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, şüphesiz bir hayasızlıktır, kötü bir yoldur"(35) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler, bu Ayet-i Kerime'de geçen "zinaya yaklaşmayın" hükmünü tefsir ederken; gizli ve açık her türlü zinanın haram olduğunu, ayrıca kalben zinaya meyletmekten ve sebeb olabilecek davranışlardan da kaçınmanın gerekliliği üzerinde durmuşlardır.(36) Dolayısıyla İslâm dini; hem zinayı hem de zinaya vesile olabilecek davranışları yasaklamıştır.

1257 "Nikâh" bahsinin hemen girişinde; erkek ve kadının birbirlerine karşı şiddetli meyil duyduğunu ve neslin çoğalması için o "fıtrat" üzere yaratıldığını izah etmiştik.(37) Şer'i hududları aşarak; zina eden "erkek" ve "kadın" hadd cezasına çarptırılır. Kur'an-ı Kerim'de: "(Bu) İndirdiğimiz ve (hükümlerinin tatbikini) farz kıldığımız bir sûredir. Onda açık açık ayetler indirdik. Ta ki iyice belleyip ibret alasınız. Zina eden kadınla, zina eden erkekten her birine yüzer değnek (celde) vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah'ın dini (ni tatbik) hususunda acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir zümre de, bunların azabına (bu cezalarına) şahid olsun"(38) hükmü beyan buyurulmuştur.

1258- Bekâr olan erkek ve kadının; zina etmesi halinde 100 değnek (celde) cezasına çarptırılacakları hususunda icma hasıl olmuştur.(39) Bu cezadan (hadden) önce; eziyyet ve hapis cezası tatbik ediliyordu. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Kadınlarınızdan fuhşu irtikap edenlere karşı içinizden dört şahid getirin. Eğer şehadet ederlerse, onları ölüm alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde alıkoyun. Sizlerden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de eziyyete koşun. Eğer tövbe edip, nefislerini ıslâh ederlerse, artık onlara (eziyetten) vazgeçin. Çünkü Allah tövbeleri en çok kabul eden, en çok esirgeyendir"(40) hükmü beyan edilmiştir. Hz. Ubade b. Samit (ra)'den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (sav): "Benden alınız!.. Benden alınız!.. Kur'an-ı Kerim şüphesiz zina edenler için bir yol göstermiştir. Bekârın bekârla zinası yüz değnek ve bir sene sürgündür. Evlinin evliyle olan zinası yüz değnek ve recmdir"(41) buyurmuştur. Dolayısıyla hapis ve eziyyet cezaları neshedilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kur'an-ı Kerim şüphesiz onlara (zina edenlere) bir yol göstermiştir" sözü, bu neshin delilidir.

1259- Hz. Zeyd b. Halid (ra)'den rivayet edildiğine göre; Resûl-i Ekrem (sav)'in yanına gelen iki davacıdan birisi: "Ey Allah'ın Resûlü!.. Aramızda Allahû Teâla (cc)'nın kitabıyla hükmet" dedi. Diğeri de: "Evet!.. Ya Resûlullah, aramızda Allah'ın kitabıyla hükmet, izin verirseniz meseleyi anlatmak için konuşmak istiyorum" diyerek söz istedi. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Peki, buyrun konuşabilirsiniz" diyerek müsaade etmesi üzerine: "Oğlum, bu adamın yanında işçi olarak çalışıyordu. Bunun karısıyla zina etti. Oğlumun recm cezasına çarptırılacağını söylediler. Bu yüzden fidye olarak, yüz koyun ve bir cariyemi bu adama verdim. Daha sonra ilim ehli kimselere sorduğumda: "oğlumun cezasının yüz değnek ve bir yıl sürgün olduğunu; bu adamın karısının ise, recm edilmesi gerektiğini" beyan ettiler. Şimdi ihtilaf halindeyiz" dedi. Resûl-i Ekrem (sav) her iki tarafı dinledikten sonra: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)'ya andolsun ki; aranızda Allahû Teâla (cc)'nın kitabıyla hükmedeceğim. Yüz koyunun ve cariyen sana tekrar iade edilecektir. Oğlun için yüz değnek ve bir sene sürgün vardır" buyurdu. Daha sonra yanında duran Hz. Ûneys (ra)'e: "Ya Ûneys!.. Şu adamın karısına git, eğer zina ettiğini itiraf ederse recm cezasını tatbik et" emrini verdi. Kadın suçunu itiraf edince "recm" cezası uygulandı.(42) İslâm ûleması: "Hür bir kimse, sahih bir nikâhla evlenir ve karısıyla normal yolla cinsi ilişkide bulunursa, o muhsan olur. Eğer böyle bir karı ve koca zina ederse, recm olunurlar"(43) hükmünde ittifak etmiş ve icma hasıl olmuştur.

1260- Hanefi fûkahası: "Zina; beyyine ve ikrarla (itirafla) sabit olur. Beyyine; Kadı (Şer'i şerifle hükmeden hakim) huzurunda erkeğin veya kadının zina ettiğine dair, adil dört şahidin beyanıdır. Hakim bu şahidlere, "Zina nedir, mahiyetini izah ediniz?" sualini sorar, daha sonra (eğer şer'i şerife uygun tarif yapabilirlerse) zina eden kimsenin; "Nerede, ne zaman ve kiminle zina ettiğini" izah etmelerini talep eder. Şahidler bunları açıkladıktan sonra: "Biz zaninin şu kadına sürmedanda sürme milinin durduğu gibi (yani zekerini fercinin içinde) "zina" ettiğini, dördümüz de gördük" derlerse, şahidler hakkında gizli ve açık tahkikata başlar. Adil oldukları sabit olursa, hüküm verir. En ufak bir şüphe halinde ise; Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Had'leri şüphelerle kaldırınız" Hadis-i Şerifine uyarak, amelde bulunur.(44) hükmünde müttefiktir. Zina ile ilgili şehadetin hükümleri oldukça sarihtir. İbn-i Abidin: "Zina hakkında şehadete gelince; bunun şartları çok ağır olduğu için sübûtu enderdir. Hatta Peygamberimiz (sav)'in asr-ı saadetlerinde ve Peygamberimiz (sav)'den sonra ashab-ı kiram devrinde zina cinayeti, şehadetle (şahidlerin ispatıyla) sabit olmamıştır. Ancak ikrar ile sabit olmuştur"(45) hükmünü beyan etmektedir.

1261- İkrar; akil, baliğ olan bir kimsenin, şer'i şerifle hükmeden kadı (hakim) huzurunda, zina ettiğini itiraf etmesidir. Bu ikrar dört defa yapılır. Kadı (hakim) her seferinde: "Sen bu işi yapmamışsındır, öpmüş veya okşamışsındır" veya "Git buradan sen deli misin?" diye reddeder. Zira, Resûl-i Ekrem (sav); Hz. Maiz (ra)'in, zina ettiğine dair olan ikrarında bu şekilde davranmıştır.(46) Eğer mükellef; bütün bu ikazlara rağmen dört defa zina ettiğini ikrar ederse hakim; "zinanın mahiyetini, nerede ve kiminle zina ettiğini" sorar. Bunları açıklattırdıktan sonra Hadd cezasına hükmeder.(47) Zinası ikrarla sabit olan kimse; hadd-i zina tatbik edilmeden önce veya tatbik sırasında: "Ben zina yapmadım" diyerek rücû edebilir. Bu durumda had cezası düşer.(48)

1262- Zina ettikleri sabit olan; köle ve cariyelerin cezası, elli değnektir.(49) Dürri'l Muhtar'da: "Şehadetle veya ikrar ile zina suçu sabit olan kimse evlenmemiş (bekâr) ve hür olursa, yüz değnek vurulur. Köle olursa, Ayet-i Kerime'nin delâletiyle yarısı (elli değnek) vurulur. Kaadı Beyzavi ve diğer müfessirin Ayet-i Kerime'deki muhsanatı, hür olan kadınlarla tefsir etmişlerdir"(50) hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Ayet-i Kerime'nin delâletiyle ilh..." Bu Allahû Teâla (cc)'nın: "Cariyeler evlendikten sonra bir fuhuş irtikab ettiler mi, o vakit üzerlerine (muhsane) hür kadınlar üzerindeki cezasının yarısı (verilir)" kavli kerimidir.(51) Bu Ayet-i Kerime cariyeler hakkında nazil olmuştur" hükmünü beyan eder.

1263- Haddin tatbik edilebilmesi için; suçun bütün unsurlarıyla tam olarak ve mükellefin rızasıyla gerçekleşmiş olması şarttır.(52) İkrah altında gerçekleşen zina fiilinde; hadd cezası tatbik edilmez. Ayrıca gerek fiilde, gerek mahalde herhangi bir şüphe bulunmamalıdır. Şüphe; gerçekte sabit olmadığı halde, sabite benzeyen bir durumdur. Fiilde şüphe; delil olmayanı delil zannetmektir. Mahalde şüpheye "hüküm şüphesi" de denir. Fiilin kendisine haramlığını kaldıran bir delil bulmasıyla gerçekleşir.(53) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Elinizden geldiği kadar müslümanlardan cezaları kaldırınız. Eğer onun için bir çıkar yol varsa hemen salıverin. Zira Ulû'lemr'in veya Kadı'nın (hakimin) affetmekte hata etmesi, had cezasını tatbik etmesinde yanılmasından daha hayırlıdır"(54) buyurduğu bilinmektedir. Hadd cezalarında; (ister mahalde, ister fiilde olsun) her türlü şüphe sanığın lehinedir.

1264- Hadd-i Zina'nın rüknü; velâyet hakkı bulunan kimsenin (Ulû'lemr veya kadının) celde (değnek) veya recmi uygulamasıdır. Recmin tatbik edilebilmesi için bulunması şer'an lazım olan bazı vasıfları bu şahısta toplanmasına "ihsan" denilir. İhsanın şartları yedidir. Bunlar:

1. Hür olmak,
2. Akıllı olmak,
3. Erginlik çağında bulunmak,
4. Müslüman olmak,
5. Sahih nikâhla evlenmiş olmak,
6. Zevcesinde de bu vasıfların bulunması,
7. Bu vasıflar toplandıktan sonra, aralarında cinsi yakınlığın (cimanın) bulunmuş olması.(55)

1265- Bekâr olduğu halde zina eden hür erkek ve kadına; herhangi bir uzvunun telef olmamasına riayet edilerek 100 değnek vurulur. Başına, yüzüne ve cinsiyet organlarına vurulmaz. Zira Resûl-i Ekrem (sav) had vurmakla görevlendirdiği kimseye "Yüzüne ve cinsiyet organına vurma, oralardan sakın" emrini vermiştir.(56) Hz. Ali (ra)'den rivayet edildiğine göre; avret yerlerini örten elbiseler bırakılır, diğerleri çıkarılır. Erkek zani'ye had; ayakta iken tatbik edilir, kadına ise oturduğu yerde uygulanır. Haddi tatbik eden kimse, sopayı fazla kaldırmaz, orta halli bir vuruşla tatbik eder. Bu sırada bir cemaatin bulunması ve teşhir esastır.(57) Hasta olan zaniye, iyileşinceye kadar had cezası tatbik edilmez, sıhhat bulması beklenir.(58)

1266- Evli olduğu halde zina eden ve şer'i şerifle hükmeden hakim (kadı) tarafından recm cezasına çarptırılan kadın ve erkeğin cezası infaz edilirken bazı hususlara riayet vaciptir. Eğer zinanın sabit olması şahitler vasıtasıyla gerçekleşmişse, önce dört şahid taşlamaya başlar, daha sonra Kadı, daha sonra da cemaat!.. Dört şahidden birisi taşlamaktan çekinirse had düşer. Eğer zina, mükellefin ikrarı (itirafı) ile sabit olmuşsa, önce kadı (hakim) taşlar, daha sonra cemaat. Taşlama sırasında ikrarından (itirafından) rücû eder veya kaçarsa bırakılır.(59) Hastalık recm cezasının tatbikine mani değildir. Ancak recm edilecek olan kadın hamile ise; had cezası tehir edilir. Değnek (celde) cezasında da durum aynıdır. Doğumunu yapıncaya ve nifas hali bitinceye kadar "Hadd-i Zina" uygulanmaz. Çünkü karnındaki çocuğun hayatı muhteremdir, velev ki zina sebebiyle olsun. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Dikkat ediniz!.. Bir suçlu ancak kendi aleyhine suç işler"(60) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası "Babası belli olmayan zina mahsulü bir kimseye, diğer bir şahıs zina isnadında bulunsa, kendisine (isnadda bulunana) hadd cezası tatbik edilir. Zira o adam iffetlidir. Annesinin işlediği zina fiili, onun iffetini ortadan kaldırmaz. Veled-i zina olan bir şahsın; kadı önündeki şehadeti (şahidliği) muteberdir. Çünkü annesinin ve onunla zina eden babasının fiili, zina mahsulü olan çocuğun adaletine gölge düşüremez"(61) hükmünde ittifak etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav) muhsane olduğu halde zina eden Gamidiyye isimli kadını, hamile olduğu için recm etmemiş, doğumundan sonra gelmesini emretmiştir. Doğumdan sonra recm için gelen kadına: "Geri dön!.. Çocuğun sana ihtiyacı kalmayıncaya, senden müstağni oluncaya kadar ona bak"(62) emrini vermiştir. Dolayısıyla "Hıdane" görevini yapacak kimse olmadığı zaman; çocuk sütten kesilinceye kadar recm cezası tatbik edilmez. Ancak çocuğa bakacak bir kimse bulunursa (süt emrizme ve ihtiyaçlarını karşılama noktasında) doğumu müteakip recm cezası infaz edilebilir.(63)

1267- "İhsan" şartlarına haiz ve zina ettiği kat'i olarak (beyyine veya ikrarla) tesbit edilen mükellef "recm" edildikten sonra, cenazesi yıkanır, cenaze namazı kılınır ve defnedilir.(64) Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Maiz (ra) recmedildikten sonra: "Ona kendi ölülerinize yaptığınız gibi, yapınız"(65) emrini vermiştir.

1268- Had cezalarının "hassas" olduğu malumdur. Dolayısıyla şahitlerde bazı vasıflar aranır.

Şahitlerde "Ehliyet" (Şehadeti tehammül) şartları şunlardır:

1. Şahidin hadise sırasında akıllı olması gerekir,
2. Zina hadisesi sırasında âmâ (kör) olmaması şarttır,
3. Şahidin, hakkında şehadet edeceği zina hadisesini, zinaya taraf olan erkek ve kadını bizzat görmesi zaruridir. Görenden dinlemesi kat'iyyen sahih değilir. Ancak nikâh, neseb, ölüm vb. gibi hadiselerde, halktan duyma kâfidir.(66)

Bir kimsenin şahidliği "Edâ" edebilmesi için de bazı şartlara haiz olması gerekir. Bunlar:

1. Şahidin, şehadeti edâ esnasında akıl-baliğ olması şarttır. Küçük çocuğun (sabi'nin), Mâtuh'un, delinin şahitliği kabul edilmez.
2. Zabt sahibi olmalıdır. Yani iyi işitip anlayan, gördüğünü kat'iyyen unutmayan ve kavrama gücü olan kimse olmalıdır. Hadd-i Zina'da kat'i olmayan hiçbir şahitlik geçerli değildir.
3. Hür olması lazımdır. Zira had cezalarında köle ve cariyelerin şehadeti sözkonusu değildir.
4. Konuşur olması şarttır. Dilsizin şahidliği kabul edilmez. Ayrıca âmâ olmaması da esastır.
5. Şahidin adil olması da şarttır. "Adil olmak"tan murad; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlere göre amel etmektir. Büyük günah işledikten sonra tövbe edenin veya küçük günahlarda ısrar edenin şehadeti, Kadı'nın (hakimin) tavrıyla ilgilidir. Eğer şahit; çevresince tezkiye edilmezse, had cezalarında sözü muteber olmaz.(67) Zira şartları gerçekleşen şehadette söz; hakkı ispat manasınadır. Dört şahidden üçü adil, biri faasık olursa, had cezası tatbik edilemez.(68) Çünkü "Hadd-i Zina" için zaruri olan şahid sayısı tamamlanmamıştır.
6. Şahit; şehadeti sebebiyle menfaat sağlamamalıdır.
7. Şahid; "Hadd-i Kazf" sebebiyle cezalandırılmış olmamalıdır.(69)

Şahidliğin geçerli olabilmesi için de belirli şartlar vardır. Bunlar:
1. Şehadet vazifesi; Kadı'nın (Şer'i şerifle hükmeden hakimin) huzurunda ve yargı meclisinde, topluca edâ edilmelidir. Had cezalarında tek tek şahitlik geçerli değildir.
2. Zina suçu için "Dört"; diğer hududlarda ve kısasta iki şahidin ittifak etmesi şarttır.(70)
3. Şahidler arasında "akaid" farklılaşması olmamalıdır. Mesela; zina ettiği veya şarap içtiği iddia edilen şahıs müslüman ise, şahidin de müslüman olması şarttır. Şahid "zimmi" olursa, sözü muteber kabul edilmez.
4. Şahitlik için, gecikme olmamalıdır. "Hadd-i Kazf" dışındaki suçlarda; şahidin gecikmesi, mürur-u zaman ve töhmetten hali değildir.

1269 Had cezaları ve bu hususla ilgili ilimler Kadı (şer'i şerifle hükmeden hakim) üzerine "Farz-ı Ayn"dır. Şehadet (Şahidlikle) ilgili ilimler ise; Darû'l İslâm'da bütün mü'minler üzerine vacibtir. Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen ve küfür ahkâmını icra eden mahkemelerde adalet sözkonusu olamayacağı için şahitlik yapmak caiz olmaz. Ancak ikrah (zorlama) hali müstesnadır.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT