EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

HİBE'NİN MAHİYETİ - GAYR-İ MEŞRU KAZANÇ YOLLAR - BAŞKASINA AİT OLAN MAL

HİBE'NİN MAHİYETİ

1574- Mü'minler birbirlerinin kardeşleridirler. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kendi nefsin için istediğini, kardeşin için de iste"(334) buyurduğu bilinmektedir. İhtiyaç sahibi her müslüman; kendisine yardım edilmesini arzu eder. İşte bu nokada karşımıza "Hibe" ıstılahı çıkar.

1575- Önce kelime üzerinde duralım. Hibenin lûgat manası; teberru, yardım ve kabul eden kimseye faydası olan bir mal ile ihsanda bulunmaktır.(335) İslâmi ıstılahta: "Herhangi helal olan bir malı, karşılıksız olarak, bir başkasına mülk edindirmeye hibe denir"(336) şeklinde tarif edilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav) hibeyi teşvik etmiş ve "Birbirinize hediye veriniz ki, muhabbetiniz artsın"(337) buyurmuştur.

1576- HİBENİN RÜKNÜ: Şurası muhakkaktır ki; hibe meşrhu olan bir akiddir. Bu hususta icma hasıl olmuştur.(338) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Müslümanın malı, ancak kendi gönül rızası ile (başkasına) helal olur"(339) Hadis-i Şerifini esas alan fûkaha; hibenin rüknü icab ve kabuldür" hükmünde ittifak etmiştir. Zira, icap ve kabul olmadan akid tamamlanmış olamaz. Fakat hibe; karşılıksız olarak bir malı başkasına mülk edindirmek olduğu için, farklı bir özelliğe sahiptir. Hanefi fûkahası: "Hibe ancak, malı teslim almakla caiz olur"(340) hadisini esas alarak; mülkün sabit olması için teslim almak şarttır hükmünü beyan etmiştir. Nitekim Mecelle'de: "Hibe; icab ve kabul ile mün'akid ve kabz (malı teslim almak) ile tamam olur"(341) hükmü kayıtlıdır. Hibe'de icap; "Bağışladım, hibe ettim ve ihda eyledim gibi hiçbir karşılık beklemeden, bir malı başkasına vermek manasına kullanılan sözlerdir. Kabul ise; o malı almak veya "kabul ettim" şeklinde beyan etmekle gerçekleşir.(342).

1577- HİBENİN SAHİH OLMASININ ŞARTLARI:
A) Hibe eden şahsın (vahibin) ehliyet arızası bulunmamalıdır. Büluğa ermiş ve akıllı olan her müslüman, malını bir başkasına hibe edebilir. Ancak çocukların ve akli melekeleri yerinde olmayan (deli, mecnun vs.) kimselerin hibeleri sahih olmaz. B) Hibe edilecek malın; hibe zamanında, hazır olması şarttır. Mesela; bir ağacın gelecekte hasıl olacak meyvasını veya bir hayvanın karnında bulunan yavrusunu hibe etmek sahih değildir. C) Hibe edilecek malın veya eşyanın; hibe eden kimsenin (vahibin) mülkiyetinde olması şarttır. Mesela: Bir başkasına ait malı, herhangi bir kimseye hibe etmek sahih olmaz. D) Hibe edilecek malın malum ve muayyen olması lazımdır. Mesela: Hibe edecek şahıs iki atından birini belirleyerek: "- Şu atı sana hibe ediyorum" diyebilir. Bunun dışında "şu iki atımdan, hangisini dilersen al, hibe ettim" şeklinde icapta bulunabilir. E) Hibede; vahibin (hibe eden kimsenin) rızası şarttır. Dolayısıyla zorla veya ikrahla meydana gelen hibe, sahih değildir.(343)

1578- Hibeyi kabul eden kimse; hibe edilen malı almak suretiyle ona malik olur.(344).

1579 HİBEDEN RÜCÛ (DÖNMEK) MÜMKÜN MÜDÜR?: Bu hususta ûlema ihtilaf etmiştir. İmam-ı Şafii (rha): "Bir kimse; hibe ettiği zaman, bundan vazgeçemez. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hibe eden kimse, bundan rücû edemez. Ancak baba çocuğuna hibe ettiği zaman, o şeyden geri dönebilir" hadisi, yabancıya yapılan hibeden vazgeçilemeyeceğini beyan etmektedir."(345) hükmünü beyan etmiştir.

1580- Hanefi fûkahası: "Hibeden vazgeçmek (rücû etmek); vahibin (hibe eden kimsenin) durumuna göre değişiklik arzeder. Eğer yakın akrabasına hibe etmişse, bundan vazgeçemez. Yabancı bir kimseye hibe etmişse, vazgeçme (rücû hakkı) vardır. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Hibe karşılıklı (ivaz) olmadıkça, hibe eden kimse malına daha layıktır" buyurmuştur. Ancak diğer bir Hadis-i Şerif'te: "Yaptığı hibesinden dönen, kustuğunu tekrar yutan gibidir" buyurulmuştur. Bu ise hibeden rücûnun kerahatle caiz olduğunu beyan eder"(346) hükmünde müttefiktir.

1581- Hibeden dönmeye engel olan sebebleri şu şekilde izah etmek mümkündür:

1) Mükellef; usûl ve fûruuna (yakın akrabalarından birine) hibede bulunursa, bundan dönemez. Zira bu çeşit hibede asıl olan akrabasına ihsanda bulunmaktır. Resûl-i Ekrem (sav): "Bir kimse, zi, rahm-i mahremine (kendisine nikah düşmeyen akrabaya) hibede bulunursa, ondan rücû edemez"(347) buyurmuştur. Dolayısıyle yakın akrabalık hibeden rücûya manidir.
2) Hibe edilen malın kendisinde, kıymetini çoğaltacak şekilde ziyadelik meydana gelmişse rücû mümkün olamaz. Mesela: Zayıf bir inek hibe edilmiş!.. Hibeden sonra bu inek, gayet güzel beslenmiş ve yavru sahibi olmuş. Bu değişiklik hibeden dönmeye (rücû'a) manidir.
3) Hibe edilen malın tesliminden sonra, taraflardan birisinin ölmesi, hibeden rücûa manidir. Mecelle'de: "Vahib (hibe eden) ile mevhûbun lehden (hibe edilenden) birinin vefatı mani-i rücûdur" (Madde: 872) hükmü kayıtlıdır.
4) Bir ivaz karşılığında yapılan hibeden rücû mümkün değildir. Kendisi ölünceye kadar beslemek üzere, akarını başkasına hibe eden kimse hibesinden dönemez.
5) Hibe edilen malın; helak olması rücûa engeldir.
6) Evlendikten sonra karının kocasına veya kocasının karısına yapacakları hibeden dönmeleri caiz olmaz.
7) Hibe edilen malın, elden çıkmış olması da rücûa engeldir.(348)

1582- Evini başkasına; ölünceye kadar kullanması için hibe etmeye "Umra" denilir. Bu caizdir.(349) Zira teslim etmek suretiyle hibe gerçekleşir.

1583- Rukba ise caiz değildir. Bu "Eğer ben senden önce ölürsem, ev senindir" şeklindeki bir taahhüde dayanır. Burada kendisine hibe edilen kimse, hibe edenin ölümünü beklemek durumundadır. Dolayısıyle temlik (mülk edindirme) söz konusu olmadığı için caiz olmaz.(350)

1584- Sadaka da tıpkı hibe gibidir. Ancak teslim etmek suretiyle sahih olur. Sadakadan rücû sözkonusu olamaz. Zira sadakadan maksad; sevap kazanmaktır ki, mülk edindirmekle (vermekle) hasıl olur.(351)

1585- HİBEDE ÇOCUKLAR ARASINDA ADALETE RİAYET ETMEK: Bir babanın çocuklarından bir kısmına hibede bulunup, diğerlerini hibeden mahrum etmesi caiz midir, değil midir? suali çerçevesinde ûlema farklı görüşler ortaya koymuştur. Şimdi bu konu ile ilgili olarak Hz. Numan İbn-i Beşir (ra)'dan rivayet edilen Hadis-i Şerifi zikredelim: "Babam bana bir köle hibe etmişti. Anam revaha kızı Amre babama: "- Bu hibeye sen Resûl-i Ekrem (sav)'i şahid etmedikçe inanmam" dedi. Bunun üzerine babam Resûlullah (sav)'in huzuruna çıkarak: "- Ya Resûlullah!.. Ben Amre bint-i Revaha'dan olan oğluma bir hediye verdim. Fakat Amre, bana sizi şahid tutmayı emreyledi" dedi. Resûl-i Ekrem (sav) bunun üzerine: "- Numan'a yaptığın hibe gibi, öbür çocuklarına da yaptın mı?" diye sordu. Babam Beşir: "- Hayır etmedim" diye cevaplandırdı. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Allah'tan korkunuz da, çocuklarınız arasında adalet ediniz" emrini verdi. Numan diyor ki; artık babam Resûlullah (sav)'ın yanından dönüp geldikten sonra hediyesinden rücû etti"(352) İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilen bir başka hadiste: "Ey Ashabım!.. Atıyye ve hibede çocuklarınız arasında müsavata (eşitliğe) riayet ediniz. Ben çocuklardan birisini tafdil edecek olsaydım. Kız çocukları tercih ederdim" buyurmuştur.

1586- Hanefi fûkahası; hibede çocuklar arasında müsavata (eşitliğe) riayet etmenin müstehab olduğunu esas almıştır. Ancak evlatlar arasında bazı sebeblerle hibede farklılaşma olabilir. Mesela: Bir kısmı kazançla meşgul olmayıp, ilimle meşgul olursa ve muttaki ise, diğerlerine tafdil ve tercih etmekle herhangi bir mahzur yoktur. Fısk-û fücûru zahir olan çocuğa hibe yapılamaz.(353)

GAYR-İ MEŞRU KAZANÇ YOLLARI

1587- Bazı kazanç yollarının mülkiyet hakkı meydana getirmeyeceğini Allahû Teâla (cc) ve Resûlû açık açık tebliğ buyurmuştur. Şimdi bu nassları kısaca zikredelim. 1588 Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Birbirinizin mallarınızı aranızda batıl (haksız, haram) sebeblerle yemeyin. Meğer ki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret (malı) ola. Kendinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok esirgeyicidir"(354) hükmü beyan buyurulmuştur. Meşrû (şer'i) bir sebeb ve vesile olmadığı müddetçe, hiçbir kazanç helâl olmaz.

1589- Yine bir başka Ayet-i Kerime'de: "Yetimlerin mallarını zulmen (haksız olarak) yiyenler, muhakkak karınlarında sırf bir ateş yerler. Onlar çılgın bir ateşe (Cehennem'e) gireceklerdir"(355) hükmü zikredilmiştir.

1590 Resûl-i Ekrem (sav) veda hutbesinde: "Dikkat ediniz!.. Kanlarınız, ırzlarınız ve mallarınız (birbirinize) haramdır" buyurmuştur. Görüldüğü gibi bir müslümanın canına tecavüz etmek haram ise, malına tecavüz etmek de aynen öyle haramdır.(356)

1591- Dikkat edilirse, helal kazanç elde etmek için; haklı bir sebeb (şer'i izin) ve karşılıklı rıza esastır. Bunun zıddı da; haksız kazancı ortaya çıkarır. Yani:

1) Haksız (haram olan) bir sebeb.
2) Birisinin malını rızasının dışında zorla almak!..

1592- Allahû Teâla (cc)'nın haram kıldığı bir iş karşılığında elde edilen her türlü kazanç gayr-i meşrudur. Şimdi bunlardan bir kısmını ele alalım.

FUHUŞTAN ELDE EDİLEN KAZANÇ

1593- İslâm'ın haram kıldığı her türlü kötülüğün ortak ismi "Fahşa"dır. Fuhuş ve fahişelik de aynı kökten gelir. Kur'an-ı Kerim'de: "Nikâha (evlenmeye) imkân bulamayanlar, Allah kendilerini fazlından zengin kılıncaya kadar (zinaya karşı) iffetlerini korusunlar. Ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükabete isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete kesin, onlara Allah'ın verdiği maldan verin. Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye cariyelerinizi, eğer kendileri de iffetli olmak isterlerse, siz fuhşa mecbur etmeyin. Kim onları fuhşa mecbur ederse, şüphesiz ki Allah onlara (o cariyelere) kendilerinin zorlanmalarından sonra da çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir"(357) hükmü beyan buyurulmuştur. Hz. Cabir b. Abdullah (ra)'dan rivayet edildiğine göre, bu Ayet-i Kerime'nin nüzûl sebebu şudur: "Münafıkların reislerinden Abdullah b. Übey bin Selûl'ün "Museykete ve Umeymete" isminde iki cariyesi vardı. Bunları para karşılığı fuhşa zorluyordu. Bunlar gidip durumu Resûlullah (sav)'a bildirdiler ve şikâyette bulundular. Bunun üzerine "Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye... fuhşa mecbur etmeyin" ayeti nazil oldu. Taberi, Mücahid'den şöyle rivayet eder: Araplar cahiliyye devrinde genç cariyelerine zorla fuhuş yaptırırlardı. Kazandıkları parayı da kendileri yerdi. Abdullah b. Übey b. Selûl'ün fuhuş yaptırdığı bir cariyesi vardı. O cariye fuhşu çirkin bularak bir daha yapmayacağına yemin etti. Yine zorlanınca yeşil bir aba karşılığı zina yaparak abayı efendisine getirdi. Bunun üzerine "Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye... fuhşa mecbur etmeyin" ayeti nazil oldu.(358)

1594- Eskiden cariyelerin sırtından geçinen zorbaların yerini bugün beyaz kadın ticareti yapan çeteler ve genelevi patronları almıştır.(359) Lâik devletlerde de fuhuş (genelevi) yaygındır.

1595- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "En kötü kazanç, fuhuş yoluyla elde edilendir"(360) buyurduğu bilinmektedir.

KUMARDAN ELDE EDİLEN KAZANÇ

1596- Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. İçki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki, muradınıza eresiniz. Şeytan, içkide ve kumarda ancak aranızda düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değil mi?"(361) hükmü beyan buyurulmuştur.

1597- İslâm dini; kumarı haram kılarken, bunun belli bir şeklini değil, mahiyetini ve neticesini esas almıştır. Hangi alet ve metodla oynanırsa oynansın; sonuçta taraflardan biri (veya birkaçı) kâr yahud zarar edecekse kumar gerçekleşmiş olur. Zira ortada; tarafların rızasının varlığını kabul etsek dahi, (esasen hiçbir kumarcı, rakibine gönül rızasıyla para vermez) kazanç için meşru bir sebeb gösteremeyiz. Muhammed Ali Sabuni: "Kumar, başlı başına bir felakettir. Kumar oynayan bir insan; şuur ve duygularını kaybeder. Parasının ve bütün varlığının elinden nasıl çıkıp gittiğini dahi anlayamaz. Çünkü her verişinde, bir önce verdiğini yeniden kazanmak peşinde koşar ve her defasında da kaybeder. Evine eli ve cebi boş döndüğü zaman, içi, parasını alan kişiye karşı kin ve düşmanlıkla dolar. İçine düştüğü buhran sonucu onu öldürmeye kalkar veya bizzat kendini öldürmeye (intihar) kalkışır. Kumar yüzünden yıkılmış çok aile vardır. Ailenin ferdleri kumar yüzünden ahlaksızlığa ve kötü yollara düşmüşlerdir. Müreffeh bir hayat süren ailelerin kumar yüzünden evsiz, yurtsuz, sokaklarda, hamam külhanlarında perişan bir vaziyette yaşamaya çalıştıkları az görülmemiştir. Bir zamanlar onların selamlarını bile kendileri için şeref sayanlar, kumar afeti yüzünden perişanlığa düştükten sonra, onlarla değil selamlaşma ve konuşma, onları görmek bile istemezler. İşte bunların hepsini Allahû Teâla (cc): "Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değil mi?" ayetiyle beyan etmiştir" diyerek konunun hassasiyetini ortaya koymuştur.

1598- Milli Piyango, Spor-Toto, müşterek bahis (altılı ganyan, at yarışları) gibi tertip ve oyunlar da kumardır. Daha büyük kalabalıkların iştirak etmiş olması mahiyetini değiştirmez. Çünkü, kumarın bütün unsurlarını bünyelerinde taşımaktadırlar. Bunların gelirlerinin bir kısmından; tesis yapılması veya hayır kurumlarının faydalanması, İslâmi açıdan mazeret değildir. Bunların devlet tarafından organize edilmiş olması da kumar mahiyetini ortadan kaldırmaz. Sonuçta taraflardan biri veya birkaçı kârlı çıkmakta, diğerleri ise zarara uğramaktadır. Ayrıca "Haklı Sebeb" mevcut değildir. Yani bu kazanç, herhangi bir emek veya faaliyet sonucu ortaya çıkmış değildir. Tamamen şansa ve tesadüfe dayanmaktadır. Teknolojinin ilerlemesi sonucu; birçok kumar makinası icad edilmiştir. Bu makinalar; sahiplerinin münasip gördükleri yerlerde (büyük oteller, kumar salonları vs.) onlar adına faaliyet göstermektedirler.

BAŞKASINA AİT MALI ZORLA VEYA HİLE İLE ELE GEÇİRMEK

1599- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Müslümanın malı, ancak kendi gönül rızası ile (başkasına) helal olur"(362) buyurduğu bilinmektedir. Başta gasb olmak üzere hırsızlık, gulûl, soygunculuk gibi yollarla elde edilen kazanç haramdır.

1600- GASBIN MAHİYETİ: Önce kelime üzerinde duralım. Gasb; bir malı veya eşyayı sahibinden, zor kullanarak almaktır. Lugat alimleri tarafından; bu şekilde kullanılmıştır, meşhur olan tarifi de budur. İslâmi ıstılâhta; "Bir kimsenin mütekavvim ve muhterem olan bir malını, onun izni olmaksızın haksız yere elinden almaktır."(363) şeklinde tarif olunmuştur. Mecelle'de: "Gasb, bir kimsenin izni olmaksızın malını ahz ve zabt etmektir ti, ahz eden kimseye "Gasıb" ve o mala "Mağsub" ve sahibine "Mağsub-un-minh" denilir"(364) hükmü kayıtlıdır.

1601- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hiçbir kimseye; kardeşinin malını, ne şakacıktan, ne de ciddi olarak almak helal olmaz. Şayet almışsa derhal geri versin"(365) buyurduğu bilinmektedir. Fûkaha, gasb edilen malın aynen iadesinin gerektiği hususunda müttefiktir. Eğer gasb edilen mal telef olunmuşsa, bedelinin ödenmesi şarttır.(366).

1602- Bir kimse; başkasına ait bir araziyi gasbedip, oraya bina yapsa veya ağaç dikse durum ne olur? Hanefi fûkahası; bu durumda gasbedene: "Binayı derhal yık ve ağaçlarını sök!.. Daha sonra da araziyi sahibine iade et" denilir. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Zalim bir kök sahibi için hak yoktur" buyurmuştur. Esasen arazinin sahibinin mülkiyeti bakidir"(367) hükmünde ittifak etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim toprağın bir karış miktarına bile tecavüz ederse, Allah, kıyamet gününde o toprağı yedi kat yerin altına kadar-ki miktarı ile ateşten halka yapıp onun (tecavüz edenin, gasıbın) boynuna dolar"(368) Hadis-i Şerifi; gasıbın ahirette de azaba müstehak olacağını beyan etmektedir.

1603- Gasıb; zorla aldığı malın mahiyetini değiştirirse, kıymetini ödemek zorundadır. İslâm toplumunda mal emniyeti sadece müslümanlar için değil, zimmet ehli gayri müslimler için de geçerlidir. Bir müslüman; bir zimmiye ait şarabı telef ederse, onun kıymetini ödemek zorundadır. Çünkü zimmet ehlinin indinde şarap mal hükmündedir, dinlerine göre alışverişe konu olmaktadır.(369) O halde zararı izâle etmek gerekir.

1604- HIRSIZLIK VE SOYGUNCULUK: Başkasına ait olan bir malı gizlice almaya hırsızlık denir. Fûkaha, hırsızlığı; 1) Büyük hırsızlık, 2) Küçük hırsızlık olmak üzere ikiye ayırmıştır. Bu yolla elde edilen mal; hırsızın mülkiyetine geçmez. Bu konu üzerinde daha önce ("ûkûbat" bölümünde) titizlikle durmuştuk!..(370).

1605- GULÛL (ZİMMET SUÇU): Önce kelime üzerinde duralım. Ganimet malından gizlice birşey almak, emanete hıyanet etmek gibi manalara gelir. İslâmi ıstılahta; "mülkiyeti bütün ümmete ait olan devlet hazinesinden veya ganimetlerden gizlice almaya" gulûl denilir. Devlet mallarını; şahsi menfaatlere alet etmek haramdır.

1606- Kur'an-ı Kerim'de: "Bir peygamber için emanete (yahud ganimet mallarına) hainlik etmek? (bu) olur şey değil. Her kim hainlik eder (ganimet ve ammeye ait hasılattan birşey aşırır, gizler) se, kıyamet günü hainlik ettiği o şey (in günahını) yüklenerek gelir. Sonra herkes ne yaptı, ne kazandıysa (cezası veya mükafatı) eksiksiz ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar"(371) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu Ayet-i Kerime'nin: "Ganimet malları arasında bulunan bir kadifenin kaybolması üzerine münafıkların "Herhalde onu güzel görüp, peygamber kendine almıştır" şeklinde dedikodu çıkarmaları üzerine nazil olduğunu, ancak hükmünün umumi olarak ümmete ait bütün malları içine aldığını" izah etmişlerdir.

1607- Hz. Amr b. Abese (ra)'den; gulûv konusunda rivayet edilen şu haber meselenin ehemmiyetini kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Haber şudur: "Resûl-i Ekrem (sav) bize namaz kıldırıp, selam verdikten sonra, namaz kılarken karşımızda duran ganimet devesinin bir yanından tüyünü kopardı ve bize göstererek: "Sizin hakkınız olan ganimet mallarından bana bu kadarı bile helal olmaz. Sadece bana Allahû Teâla (cc)'nın ayırdığı beşte bir (humus) pay vardır ki, o da benden sonra yine sizin olacaktır"(372) buyurdu.

1608- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Emanete hıyanet eden her gaddar için kıyamet günü bir teşhir bayrağı dikilir ve denilir ki: - Bu fülan oğlu fülanın yediği hak (Gudra) dır"(373) Hadis-i Şerifi; ümmetin malından çalan kimselerin kıyamet gününde teşhir edileceklerini haber vermektedir.

1609- BATIL (HARAM) OLAN AKİDLER MÜLKİYET MEYDANA GETİRMEZ: Kat'i nasslarla haram kılınan akidler sonucu elde edilen kazanç, mülkiyete konu olamaz. Kendisinden menfaatlenilmesi helal olmayan (Şarap, laşe, kan, domuz satışı vs.) bir şeyin alınıp satılması batıldır. Bunlardan faydalanmak helal olmadığı gibi; bunlar mülkiyete de, konu olamazlar.(374)

1610- MÜLKİYET HAKKININ KULLANILMASI: Mü'minler; rızk temini hususunda nasıl İslâmi hududlara riayet ediyorlarsa, aynı şekilde mülkiyeti kullanma hususunda da, riayet etmek mecburiyetindedirler. Başta zekât olmak üzere; nafaka ve sair yardımlaşmalar mülkiyetin vazifeleridir. Allahû Teâla (cc), zenginlere; bazı mükellefiyetler yüklemiştir. Her mü'min; şer'i hududlara riayet ederek, mülkiyetinde dilediği gibi tasarruf eder. Ancak bazı istisnai durumlarda sınırlar sözkonusudur.(375) Nitekim Mecelle'de: "Hiç kimse mülkünde tasarruftan men olunamaz. Meğer ki ahara zarar-ı fahişi ola. Ol halde men olunabilir"(376) hükmü kayıtlıdır. Sonuç olarak; şer'i hududlara riayet etmek ve başkasına zarar vermemek esastır.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT