EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

MEŞRU MÛDAFA - CİNAYET NEDİR? - ÇEŞİTLERİ - KISAS - DİYET - FERDİN ÖLDÜRÜLMESİ

MEŞRU MÛDAFA

1313- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim malını koruma uğrunda öldürülürse şehiddir. Kim Allah'ın dinine yardım ve onu muhafaza uğrunda öldürülürse şehiddir. Kim canını (nefsini) müdafaa uğrunda öldürülürse şehiddir ve kim ehlini koruma uğrunda öldürülürse şehiddir"(163) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası: "Cana, mala, dine, ırz ve namusa yapılan haksız tecavüzlere karşı, meşru müdafanın caiz olduğu hususunda" ittifak etmiştir.(164) Ancak meşru müdafaa için şu şartların bulunması esastır.

A) Haksız bir tecavüz bulunmalı ve bu tecavüzü başka yollarla (Ulû'lemr'e, Muhtesibe, Kadı'ya vs. şikâyetle) defetme imkânı bulunmamalıdır.
B) Meşru müdafaa, tecavüzün sınırını aşmamalıdır.
C) Meşru müdafaa anında, haksız tecavüz devam ediyor olmalıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) kavga sırasında meydana gelen bir olayda "Diyet'e" hükmetmemiştir. Şöyle ki; kavga anında birisi, diğerinin elini ısırmıştır. Eli ısırılan şahıs; elini kurtarabilmek için kuvvetle çekerken, ısıranın iki ön dişi kırılmıştır. Resûl-i Ekrem (sav) bu olayda kısasa, hükmetmemiştir.(165) Zira meşru müdafaa sözkonusudur.

1314- Şurası muhakkaktır ki; insanın can emniyeti herşeyin üzerindedir. Nefse karşı haksız bir tecavüz sözkonusu olduğunda, meşru müdafaa vacip olur. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Müslümanlar üzerine kılıç çeken kimse, kendi kanını helal kılmış olur"(166) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla silah çekerek bir müslümanı öldürmek isteyen kimse, haksız tecavüz peşindedir. Müslümanın kendisine silah çekeni; başka bir yolla durdurma imkânına sahip değilse, öldürmesi vacip olur. Kendisine ne kısas, ne de diyet gerekmez.(167) Aynı şekilde; bir mü'min kadın silah zoruyla kaçırılır ve ırzına geçilmek istenirse, mütecavizi öldürebilir. Şer'an mes'ûl değildir.(168) Dikkat edilecek husus; haksız tecavüzün başka bir yolla giderilme imkânının olmamasıdır.

CİNAYET NEDİR?

1315- Cinayet kelimesi; ağaçtan meyvayı düşürmek manasınadır. İslâmı ıstılahta: "Gerek nefse tealluk etsin, gerek mala tealluk etsin, Allahû Teâla (cc)'nın haram kıldığı bir fiili irtikap etmeye cinayet" denilmiştir.(169) Fûkahanın, "cinayet" kavramını, daha ziyade insanın hayatına ve uzuvlarına karşı işlenmesi haram kılınan fiilleri izah için kullandığı bilinmektedir.(170) Şurası muhakkaktır ki; "Cinayetler" daha ziyade ferdi ızdırar halinde bırakmaktadır. İslâm toplumunu, ferd vasıtasıyla ilgilendirmektedir. Bu suçlarda "kul hukuku" daha ağırlıktadır. Cinayete muhatab olan ferd ve ailesi verilecek cezada söz sahibidir. Hududlarda şefaat ve af sözkonusu olmadığı halde; gerek öldürmede, gerek yaralamada, zarara uğrayan ferdin veya ailesinin affetmesi mümkündür.(171) Ancak "Ulû'lemr'in veya Kadı'nın"; ne şefaat, ne de af yetkisi, sözkonusu değildir. Ancak sulh olmalarını veya zarara uğrayan tarafın affetmesini istirham edebilir. Fakat kat'iyyen bu konuda emir veremez, yetki kullanamaz.

1316- Allahû Teâla (cc)'nın haram kıldığını irtikap etmek ve farz kıldığını ihmal etmek de; birer "cinayet" hükmündedir. Mesela; insanın kendini öldürmesi veya kasden bir uzvunu koparması haramdır. İntihar eden kimse; Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerine karşı ayaklanmış ve imtihandan kaçmıştır. Tevbe imkânı bulamadan ölmüşse, kendisini büyük bir azab beklemektedir. Fûkaha; "intihar eden kimsenin cenaze namazı kılınırmı, kılınmaz mı?" suali çerçevesinde farklı sonuçlara varmıştır. Fakat intihar etmenin, büyük günah olduğu hususunda ittifak vardır. Ferdin; kendi nefsine karşı işlediği cinayetler (nehyedileni irtikap, emredileni yapmamak) konumuzun dışındadır.

1317- Fukahanın cinayet kavramını ele alışı dikkatle incelenirse; iki hadise ile karşı karşıya geliriz. Birincisi; masum olan bir kimsenin, haksız yere öldürülmesidir ki, buna "cinayet fi'n-nefs" denir. İkincisi; masum bir kimsenin vücudundan uzvunun koparılması, ta'tili (işlemez hale getirilmesi) veya yaralamasıdır ki, buna "cinayet madûnen'nefs" denir. Yani öldürmeden daha aşağı olan cinayet.(172) Kasden işlenen bir cinayet haramdır.

ÖLDÜRME ÇEŞİTLERİ

1318- Ruhun çıkmasında müessir olan fiille "öldürme" denir.(173) Müessir fiilin tek tek sayılması mümkün olmadığı için, failin (öldürenin) durumu esas alınır. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha)'ye göre öldürme çeşitleri şunlardır:

A) Kasden öldürme.
B) Kasıd benzeriyle öldürme.
C) Hataen (istemeyerek) öldürme.(174)

Müteahhirûn ûlemanın öldürme çeşitlerini beyanı farklıdır. Şöyle ki;
A) Kasden öldürme.
B) Kasıt benzeriyle öldürme.
C) Hataen öldürme.
D) Hata yerine sayılan öldürme.
E) Tesebbüden (bir sebeble) öldürme.(175)

1319- Şurası muhakkaktır ki, mükellefin kasdını kat'i olarak bilmek mümkün değildir. Zira "kasıd"; kalbe ait bir vakıadır. Hanefi fûkahası: "Kasden öldürme, uzuvları dağıtmak hususunda silah veya silah benzeri aletleri kullanmakla tahakkuk eder"(176) tarifini esas alarak; kasden öldürmeden neyin kasdedildiğine açıklık getirmiştir. Öldürme aleti ekseriya keskin olur. Dolayısıyla demir ve ona benzeyen madenlerden, kamış kabuğu, ateş, çam, ağaç taştan yapılmış öldürme aletleri, kasdın varlığına delalet eder.

1320- Kur'an-ı Kerim'de: "Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedi kalıcı olmak üzere,Cehennem'dir. Allah ona (kasden öldürene) gazab etmiştir, ona lanet etmiştir ve ona çok büyük bir azab hazırlamıştır."(177) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allahû Teâla (cc) indinde, dünyanın yok edilmesi, bir mü'mini öldürmekten daha ehven (hafif) dir"(178) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla meşru (şer'i) bir sebeb olmadan, herhangi bir kimseyi öldürmek, büyük günahlardandır.

1321- Hataen veya bir sebeble (tesebbüden) öldüren kimse de; titizlik göstermediği ve gerekli tedbiri almadığı için günahkârdır.(179) Can emniyetini tahrip eden her fiil, fesadın yayılmasına vesile olur.

1322- Kur'an-ı Kerim'de: "Bundan dolayıdır ki, İsrailoğullarına şu hakikatı hükmettik: Kim bir canı, bir can mukabilinde (kısas) veya yeryüzünde bir fesad çıkarmaktan dolayı olmayarak, öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa, bütün insanları diriltmiş gibi olur. And olsun ki, peygamberlerimiz onlara beyyineler (apaçık ayetler, deliller, mucizeler) getirmişti. Sonra hakikaten yine içlerinden bir çoğudur ki, bunların arkasından, (hala) yeryüzünde (fesad ve cinayet hususunda) muhakkak haddi aşanlardır"(180) hükmü beyan buyurulmuştur. Esasen haksız yere (meşru bir sebeb olmadan) bir kimseyi öldürebilen katil; aynı gerekçeyle, bütün insanları öldürebilir. Nitekim günümüzde tağuti güçler; hiçbir meşru sebeb göstermeden binlerce insanı katletmektedirler. Resûl-i Ekrem (sav)'in; haksız yere öldürülen her insanın günahından, Hz. Adem (as)'in oğlu Kabil'e bir pay ayrıldığını beyan buyurduğu bilinmektedir.(181) Kitap ve sünnetle sabittir ki; ilk insandan, günümüze kadar, meşru bir sebeb olmadan insan öldürmek haram kılınmıştır. Bu haramı kıyamete kadar sürecektir. Çünkü; meşru bir sebeb olmadıkça, insanın kanını dökmek haramdır.(182)

KISASTA UMUMİ BİR HAYAT VARDIR

1323- Bir insanı kasden öldürmek; bütün insanların "can emniyetini" hiçe saymak demektir. İslâm dini; meşru (şer'i) bir sebeb olmadan insanın kanının dökülmesini haram kıldığı gibi; bu fiili işleyenlere de, ne gibi ceza tatbik edileceğini beyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Maktüller (öldürülenler) hakkında size kısas (misilleme) farz kılındı. Hür, hür ile, köle, köle ile, dişi, dişi ile!.. Fakat kimin (hangi katilin) lehinde, maktulün (öldürülenin) kardeşi (velisi) tarafından cüz'i birşey affolunursa (hemen) kısas düşer. Artık örfe uymak (Şer'i şerifin ve akl-ı selimin müstahsen bulduğunu yapmak, borcu) ona, (maktulün velisine) güzellikle ödemek lazımdır. Bu rabbinizden bir hafifletme ve esirgemedir. O halde kim bu (af ve edadan) sonra, (katile veya taraflarına muhasemede ve) tecavüzde bulunursa, onun için pek acıklı bir azab vardır. Ey selim akıl sahipleri, kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır. Ta ki, adam öldürmekten sakınasınız"(183) hükmü beyan buyurulmuştur.

1324- Şimdi "kısas" kavramı üzerinde duralım. Kısas; yapılan fiilin, mislinin (aynısının) icra edilmesidir.(184) Kısasta; bedeliyet mahiyeti mevcuddur. Bu sebeble; kasden adam öldürmede kısas, birinci öldürmenin misli, ikinci öldürmedir. Yani maktûle (öldürülene) mukabil, öldüren (katil) öldürülür. Kasden yaralamada kısas; ya birinci uzvun misli, ikinci uzvun kesilmesi; yahud da, birinci yaralamanın misli, ikinci yaralama demektir.(285) Misli olmayan şeylerde "kısas" yapılamaz. Mesela; bir kimse sopa ile birisine vurup, akli melekelerini giderse, o kimseye aynısı tatbik edilemez. Bu durumda "kısas" yerine; "diyet" gündeme girer. Molla Hüsrev: "Allahû Teâla (cc)'nın "Kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır" Ayet-i Kerimesi, kasden adam öldürmede "kısas" cezasının tatbikine delâlet eder. Zira tefsir ve meal kitaplarında zikredildiği gibi ayetin manası: "Bir kimse, öldürüldüğü takdirde, kendisinin de kısas yoluyla öldürüleceğini tefekkür ederse, ister istemez öldürmekten kendisini men eder. Şayed öldürmezse, kendisi de öldürülmez. Bu durumda her ikisi de hayatta kalırlar. Bunun "kasden" öldürmeye mahsus olduğu açıktır. Çünkü hataen öldüren kimse, öldürülmez, diyet ile kurtulur"(186) hükmünü beyan etmektedir.

1325- Kur'an-ı Kerim'de: "Allah'ın haram kıldığı cana, haklı bir sebeb olmadıkça kıymayın. Kim mazlum olarak öldürülürse, biz onun (öldürülenin) velisine, bir selâhiyet vermişizdir. O da (öldürülenin velisi de) öldürmekte israf etmesin. Çünkü o cidden (ve zaten) yardıma mazhar edilmiştir"(187) hükmü beyan buyurulmuştur. Şimdi öldürmede haklı sebebler nelerdir? sualine cevap arıyalım. Resûl-i Ekrem (sav): "Bütün ilahları reddedip, yalnız Allahû Teâla (cc)'ya iman eden ve benim Allah'ın Resûlü olduğumu tasdik eden bir kimsenin kanı, ancak üç şeyden biri ile helal olur. (bunlar) 1) Zina eden seyyib. 2) Can'a karşılık can (kısas) 3) Dinini terkedip, cemaatten ayrılan"(188) buyurulmuştur. Haklı yere öldürülme (meşru sebeble) durumunda, öldürülenin velisi hiçbir talepte bulunamaz. Ancak şer'i hududlar dikkate alınmadan; herhangi bir kimse öldürülürse, öldürülenin velisi (asabesi) selâhiyet sahibidir. Şimdi "kısas" cezasının tatbiki için; hangi şartların bulunması gerektiği üzerinde duralım.

KISASIN VACİB OLMASI İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR

1326- KAATİL BÜLÛĞA ERMİŞ VE AKILLI OLMALIDIR: Sabi'nin veya delinin; ehliyet arızası sözkonusudur. Kısas ise; bir cezadır ve ancak cinayet sebebiyle tatbik edilir. Çocuğun ve delinin kasdı, "hata" hükmündedir. Bu sebeple; çocuk veya deli, bir kimseyi öldürürse, kısas tatbik edilmez.(189) Akilesi; öldürülen kimsenin velisine "diyet" verir.(190) Çünkü hataen öldürme sözkonusudur.

1327- MAKTÛLÛN HAYATI MUTLAK OLARAK DOKUNULMAZ (YANİ MASUM) OLMALIDIR: Müslümanlar Ulû'lemr'e bey'at etmekle, gayr-i müslimler de "zimmet akdi" imzalamak suretiyle can emniyetlerine haiz olurlar. Dolayısıyla ister bey'at'la, ister "zimmet akdi" sebebiyle olsun; insanın kanı masum olur. Bir müslüman kasden ve teammüden bir gayr-i müslim'i (Zimmi'yi) öldürürse, "kısas" tatbik edilir.(191) Zira Resûl-i Ekrem (sav) "zimmet" ehlinden bir gayr-i müslimi öldüren kimseye "kısas" cezasını tatbik etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ğ Elbette ben, benim zimmetim altında bulunanların hakkını almaya en layıkım"(192) Hz. Ali (ra)'nin "Zimmet ehlinin (gayr-i müslimlerin) cizye vermeleri, malları bizim mallarımız gibi, kanları bizim kanlarımız gibi olması içindir"(193) buyurduğu bilinmektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kafire karşılık mü'min öldürülmez" Hadis-i Şerifi, zimmet akdi imzalamayan, harbilerle ilgilidir. Dolayısıyla bir müslüman; mü'stemen (Eman'lı) bir harbiyi öldürürse, kısas edilmez.(194) Çünkü müstemen (Eman'lı) dahi olsa, harbinin kanı ebeden masum değildir. Belli bir süre kendisinin korunacağı taahhüt edilmiştir. Ancak müs'temen (eman verilen) gayr-i müslimi öldüren kimse ta'ziren cezalandırılır.

1328- KAATİL, KASDEN VE SİLAHLA ÖLDÛRMÛŞ OLMALIDIR: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her şey için hata vardır. Ancak kılıç hariçtir"(195) buyurduğu bilinmektedir. Burada kılıç; öldürme aleti ve silah manasına kullanılmıştır.(196) Hanefi fûkahası; keskin ve delici bir aletle öldürmeyi "kasden" öldürme olarak vasıflandırmıştır.

1329- MAKTÛL (ÖLDÛRÛLEN) MÛTECAVİZ OLMAMALIDIR: Meşru müdafaa halinde iken, bir kimseyi öldürene kısas uygulanmaz. Çünkü tecavüzü başka türlü menetme imkânı bulamamış olabilir.(197)

1330- CİNAYET DARÛ'L İSLÂM'DA İŞLENMELİDİR: Ulû'lemr'e karşı isyan edenlerin ele geçirdikleri beldelerde, herhangi bir isyancıyı (Bağiyi) öldüren kimseye kısas cezası uygulanmaz. Zira meşrû olan "Ulû'lemr'e" karşı isyan edenler, savaş haline geçmişlerdir. İsyancıların kanı masum değildir.(198) Darû'l Harp'te ikamet eden bir müslümanı öldürene de, "kısas" cezası uygulanmaz.(199) Ancak "diyet" sözkonusu olur. Çünkü Darû'l Harp'te ikamet eden mü'minin; kanı masum değildir, şer'i şerifçe korunmamıştır. Ayrıca maktül (öldürülen) izinle veya ticaret maksadıyla Darû'l Harbe gitse; orada onu bir müslüman öldürmüş olsa dahi, kaatile kısas uygulanmaz.(200) Dolayısıyla cinayetin "Darû'l İslâm" da işlenmiş olması, her türlü şüpheyi ortadan kaldırır. Darû'l Harp'te ise; "can emniyeti" sözkonusu değildir. Fakat şurası unutulmamalıdır ki; adam öldürme nerede olursa olsun, meşru bir sebeb olmadığı müddetçe haramdır. Ancak "kısas" cezasının tatbik edilip edilmemesi, "Dar"ın mahiyetiyle ilgili bir hadisedir.

1331- MAKTÛL (ÖLDÛRÛLEN) KAATİLİN CÛZÛ OLMAMALIDIR: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Baba, çocuğu karşılığında kısas olunmaz"(201) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla; baba çocuğunu, dede torununu öldürdüğü için kısas olunmaz.(202) Ancak çocuk babasını, torun dedesini öldürürse "kısas" tatbik edilir. Zira bu öldürmede "mirasa" konma arzusu mevcuddur. Ayrıca, çocuk babasına, torun dedesine ihanetle davranabilir. Fakat gerek baba, gerek dede; fıtri olarak himaye etme ve evladını sevme durumundadır.

1332- MAKTÛLÛN (ÖLDÛRÛLENİN) VELİSİ MALUM OLMALI VE KISAS TALEBİNDE BULUNMALIDIR: Kur'an-ı Kerim'de: "Kim mazlum olarak öldürülürse, biz onun (öldürülenin) velisine bir selahiyet vermişizdir. O da (öldürülenin velisi de) öldürmekte israf etmesin. Çünkü o cidden (ve zaten) yardıma mazhar edilmiştir"(203) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla "kısas"ı taleb hakkı, maktulün velisine aittir. Öldürülen kimselerin asabesi (mirasta hak sahibi olanlar) kısas talebinde bulunmazsa veya bir kısmı bulunur, bir kısmı affetmeye veya sulha razı olursa kısas düşer.(204) Çünkü kısas; cüzlere ayrılmayı kabul etmez, ikrahla bile olsa kısasta af muteberdir.(205) Maktulün velisi; affetmeye yetkili olduğu gibi, belirli bir mal karşılığı "sulh" yapmaya da yetkilidir. Hz. Enes b. Malik (ra)'den rivayet edildiğine göre; Resûl-i Ekrem (sav)'e kısasla ilgili herhangi bir mesele arzolunduğu zaman, maktulün velilerine devamlı olarak affetmelerini tavsiye buyurmuştur.(206) Dolayısıyla mü'minlerin emiri veya kadı'sı; öldürülenin velilerine affetmeleri veya sulh yapmalarını tavsiye eder. Ancak kat'iyyen bu konuda selahiyet sahibi değildir. Zira selâhiyet'in; kat'i nass'la; maktulün (öldürülenin) akrabalarına verildiği sabittir. Esasen zarara uğrayanlar da onlardır.

KISASIN KEYFİYETİ (KISAS NASIL TATBİK EDİLİR?)

1333- Şurası muhakkaktır ki; İslâm dini "işkence"yi haram kılmıştır. Nitekim savaş meydanında dahi; el, ayak, burun, kulak keserek veya göz oyarak cezalandırma yasaklanmıştır Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İnsanların öldürmede; en merhametli olanları, mü'minlerdir"(207) buyurduğu bilinmektedir. Savaş anında dahi; kin ve garezi ortaya koymamak, sırf Allahû Teâla (cc)'nın dininin yücelmesini esas almak şarttır. Buna "ihlas" denir. Ulema; ihlasla ilgili ilimlerin "Farz-ı Ayn" olduğunda ittifak etmiştir. Dolayısıyla "kısas" cezası tatbik edilirken, en kolay öldürme şekli hangisi ise o tatbik edilir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kısas, ancak kılıçladır"(208) Hadis-i Şerifi, bunun delilidir. Şimdi "Kısas'ı kim tatbik eder?" sualine cevap arıyalım. Hanefi fûkahasına göre bu hususta yetkili olan Ulû'lemr veya naibidir. Eğer maktulün velisi, kısas hususunda tecrübeli ise, Ulû'lemr kendisine tatbik izni verebilir. Ancak tecrübeli değilse, izin verilmez.(209) Bu hususta tecrübeli olan kimse, kısası, Ulû'lemr'in ve maktûlün (öldürülenin) velileri huzurunda icra eder. Hiçbir mükellef, kan davasını bahane ederek keyfine göre hareket edemez.

BİR CEMAATİN; BİR FERDİ ÖLDÜRMESİ

1334- Şimdi "Bir cemaat (dernek mensubu, çete vs.) kasden ve teammüden bir ferdi öldürürse durum ne olur?" sualine cevap arayalım. Hanefi fûkahası; "Bir cemaat; kasden ve teammüden bir ferdi öldürürse, o cemaatin tamamı (kısas edilerek) öldürülür"(210) hükmünde müttefiktir. Zira, Hz. Ömer (ra)'in hilafeti döneminde, Sana'da bir cemaat, kanı masum olan bir ferdi öldürdükleri için kısas cezasına çarptırılmıştır. Hz. Ömer (ra): "Eğer Sanalılar hep ittifak edip, bir kimseyi öldürürlerse; ben Sanalıların tamamına, kısas uygularım"(211) buyurmuştur. Esasen "kısas"; insanların can emniyetini sağlamak için emir buyurulmuştur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Ey Salim akıl sahipleri, kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır. Ta ki (Adam öldürmekten) sakınasınız"(212) hükmü beyan buyurulmuştur. Eğer bir cemaatin; bir ferdi öldürmesinde, "kısas" tatbik edilmezse, adam öldürmede bu usul yaygınlık kazanır. Kaldı ki; "Serikat-ı Kübra" (yol kesme, hıraba) bahsinde de izah ettiğimiz gibi; herhangi bir çete "mal almak" kasdıyla yol keser ve kanı masum olan bir kimseyi öldürürlerse "hadden" öldürürler.(213) Bu hususta af ve sulhte sözkonusu değildir. Öldürülen kimsenin velisine; herhangi bir yetki de verilmez. Zira öldürme "kısas" değil; haddir. İslâm toplumunda, ferdlerin can emniyetini sağlamak zarûri bir maslahattır.

DİYETİN MAHİYETİ

1335- Kur'an-ı Kerim'de: "Bir mü'minin, diğer bir mü'mini yanlışlık eseri olmayarak (kasden) öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini yanlışlıkla (hataen) öldürürse, mü'min bir köleyi azad etmesi ve (ölenin) ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi lazımdır. Meğer ki onlar (o diyeti) sadaka olarak bağışlamış olsunlar. Eğer (öldürülen) mü'min olmakla beraber, size düşman bir kavimden (Darû'l Harb ahalisinden) ise, o zaman öldürenin mü'min bir köle azad etmesi lazımdır. Şayet kendileriyle aranızda anlaşma olan kavimden (Darû'l Musalaha ahalisinden) ise; o vakit mirasçılarına bir diyet vermek ve bir de mü'min köle azad etmek gerekir. Kim (bunları) bulamazsa, Allah'tan tevbesinin kabulü için, birbiri ardınca iki ay oruç tutması icab eder. Allah her şeyi bilendir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir"(214) hükmü beyan buyurulmuştur.

1327- Diyet; insan veya insan uzvunun telef edilmesi karşılığı olarak, verilmesi gereken tazminatın adıdır.(215) Diyetin meşruiyyeti kitap, sünnet ve Sahabe-i Kiram'ın icmaı ile sabittir. Kasden öldürmede "kısas" sözkonusudur. Ancak maktulün velisi "diyet"e rıza gösterirse, selahiyet kendisinindir. Diğer öldürme çeşitlerinde "diyet" verilmesi vacibtir.(216) İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) diyetin "100 deve veya 1000 dinar altın veya 10.000 dirhem gümüş olarak verilmesini" esas almıştır. İmam-ı Yusuf (rha) ve İmam-ı Muhammed (rha): "Bu üç maldan olmakla beraber, 200 sığır veya 2000 koyun veya hullelerden 200 hule (yeni ve kaliteli elbise) dir. Her hulle iki elbisedir"(217) hükmünü beyan etmişlerdir. İnsan uzvunun koparılması (kat'ı) veya Ta'tili (iş göremez hale getirilmesi) veya yaralanmasında, mağdura ödenmesi vacip olan ve miktarı belli olan mala "erş" denir.(218) Tabii ki; "Erş'in" vacip olması için, misli sözkonusu olmadığı için kısas tatbik edilemez olmalıdır. Zira esas olan "kısas"tır.(219) Kısas imkânı olmadığı zaman "Erş'e" hükmedilir. Hem "kısas" imkânı olmaz, hem de şer'i şerifin beyan buyurduğu "Erş'in" miktarı bilinemezse; "ehl-i Hibre" (bilirkişi) tayin edilir. "Ehl-i Hibre'nin mağdura ödenmesini esas aldığı mala da "Hukumet-i Adl" ismi verilir. Dolayısıyla insan veya uzvuna karşı; hataen işlenen her cinayette, mutlaka mağdura mal ödenir.

1337- Darû'l İslâm tebasından olan gayr-i müslimin (zimminin) diyeti, tıpkı müslümanın diyeti gibidir.(220) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her ahid sahibinin ahdi halinde diyeti bin dinardır"(221) buyurduğu bilinmektedir. Hz. Abdullah İbn-i Mesû'd'dan, müslümanla ahid sahibinin diyetinin eşit olduğuna dair bir rivayet mevcuddur. Ayrıca Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) devrinde, tatbikat bu şekilde olmuştur.(222) İmam-ı Şafii (rha), Hz. Amr b. Şuayb (ra)'dan rivayet edilen: "Zimmilerin diyeti, müslümanların diyetinin yarısıdır" Hadis-i Şerif'ini esas alarak, eşitlik sözkonusu olamayacağını beyan etmiştir.(223)

1338- Kadının diyeti; nefse kıymak (yani öldürmek) veya nefisten aşağısında, erkeğin diyetinin yarısıdır. Bu hüküm mevkûf olarak Hz. Ali (ra)'den, merfû olarak da Resûl-i Ekrem (sav)'den rivayet edilmiştir.(224) Hür bir mü'minin diyeti ile kölenin diyeti de, birbirine eşit değildir. Dolayısıyla diyetin miktarına; "Hürriyet ve Cinsiyet" tesir eder. İmam-ı Şafii (rha) indinde ise: "İslâm, hürriyet ve cinsiyet" diyetin miktarının belirlenmesinde esas alınır.

1339- Hanefi fûkahası: "Hataen veya hata yerine sayılan öldürmelerde, diyetle birlikte, keffaret de şarttır. Keffaret mü'min bir köleyi azad etmek veya buna imkân bulamazsa, iki ay fasılasız (devamlı) oruç tutmaktır."(225) hükmünde müttefiktir. Ayrıca "keffaret"lerde; illet kat'i olarak tesbit edilemeyeceği için, ictihad yapılamaz. Bu sebeble; hataen veya hata yerine sayılan öldürmelerde, yoksul ve miskinleri doyurmak, keffaret yerine geçmez. Çünkü bu hususta nass varid olmamıştır.(226)

1340- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kaatil için miras yoktur"(227) buyurduğu bilinmektedir. Bu Hadis-i Şerif'i esas alan Hanefi fûkahası; "kasden öldüren kimse, maktulün (öldürülenin) mirasından mahrum olur. Ayrıca kasden öldürmede (ister kısas icab etsin, ister etmesin) keffarette yoktur. Zira keffaret, ibadet ile ceza arasında döner. Kasden öldürmede ibadet düşünülemez" hükmünde müttefiktir. Şimdi öldürme çeşitlerini esas alarak "ceza"ların mahiyetini izaha gayret edelim.

1341- Kasden adam öldürmenin cezası; kısasen öldürülmek ve mirastan mahrumiyettir. Ahirette çok büyük bir azaba müstehak olunacağı Allahû Teâla (cc)'nın kitabı ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sünneti ile sabittir. Hesap gününü düşünen bir kimsenin her türlü cinayetten uzak durması farzdır.

1342- Kasıd benzeriyle öldürmenin cezası; keffaret, mirastan mahrumiyet ve katilin akılesi üzerine; (maktulün, asabesine verilmek üzere) ağır bir diyettir. Bu develerden verilecek olursa; iki yaşına girmiş 25 dişi deve, üç yaşına girmiş 25 dişi deve, dört yaşına girmiş 25 dişi deve ve beş yaşına girmiş 25 dişi devedir. Toplam 100 deve!.. Bunlardan kırkının gebe olması da dikkate alınır.(228) Bu çeşit öldürme de, büyük günahtır.

1343- Hataen adam öldürmenin cezası; keffaret, mirastan mahrumiyet ve katilin akılesi üzerine diyetir. Hata sayılan öldürmenin cezası da; tıpkı hataen öldürme gibidir. Titiz davranmadığı ve gerekli tedbirleri almadığı için mükellef (kasden öldürme gibi olmasa da) günaha girmiştir. Bu sebeble öldürmenin (tesebbüben) cezası; diyetten ibarettir.(229) Keffaret yoktur. Zira mükellef bizzat öldürmemiş, ölüme sebeb olmuştur. Mesela: Başkasının mülkünde bir kuyu kazan kimseyi ele alalım. Eğer bu kuyuya bir kişi düşer ve ölürse "tesebüben" öldürme vakıası ortaya çıkar. Esasen kendi mülkünde kuyu kazmış olsaydı, "diyette" gerekmezdi. Şimdi "Akıle" kavramı üzerinde duralım.

DİYETİ KİM ÖDER? (AKILENİN ÖNEMİ)

1344 İslâm ûleması: "Diyetin kim tarafından ve nasıl ödeneceğini" izah ederken "akıle" üzerinde durmuştur. "Akl" kelimesi; men etmek, tutmak ve korumak manalarına gelir.(230) Suç işleyen kimseden; "diyet" borcunu kaldırmak ve onun bir daha suç işlememesini kontrol etmek, baba tarafından en yakın akrabaların görevidir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) ister hazır, ister gaib olsun, "asabe" (mirascı) durumunda olan kimselerin, akıleye dahil olduğunu esas almıştır. Ayrıca suçlunun da aralarında bulunduğu; bir kütüğe yazılı olan ve aynı yerden maaş alan divan ehli de, "akıleye" dahildir. Hz. Ömer (ra)'in "divanlar" kurduktan sonra, Sahabe-i Kiram'ın huzurunda diyeti divan ehline yüklediğini ve hiçbirisinin buna itiraz etmediğini esas alan Hanefi fûkahası, "aynı kütükte yazılı olan ve aynı yerden maaş alan kimselerin diyeti ödeme hususunda birbirlerine yardımcı olmaları gerektiğinde" ittifak etmiştir.(231) İmam-ı Şafii (rha) indinde akıle, suçlunun bağlı bulunduğu aşirettir. Suçlu mükellefin; hiç kimsesi bulunmaz ve hiçbir kütüğe de yazılı olmazsa, "Beytü'lmal" akıle görevini üstlenir.(232) Çünkü hataen bir kimseyi öldürmüş kimsenin, tek başına diyeti ödeyebilmesi oldukça güçtür. Mesela; koyun üzerinden diyeti hesap edelim. Bir koyunun fiyatını 800.000 TL. kabul edersek; 2000 koyun, 1.600.000.000 TL. eder. Bir kimsenin 2000 koyunun bedelini ödemesi kolay değildir.

1345 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Huzey" kabilesinden iki kadının kavgası sonucunda ortaya çıkan "cenin" cinayetini hükme bağlarken (gebe kadının karnına vuranın) akılesine hitaben: "Ğ Kalkınız, ceninin diyetini veriniz" emrini vermiştir.(233) Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav): "Kasden işlenen cinayette Akıle'nin bir şey ödemekle yükümlü olmadığını" da, hassaten beyan buyurmuştur.

1346 Hanefi fûkahası: "Beş yüz dirheme kadar olan cezalarda, akıle hiçbir şey ödemekle mükellef değildir. Bunu, cinayeti işleyen kimse, bizzat kendisi öder. Beşyüz dirhem gümüşü aştığı zaman; suçlunun akılesine dahil olan (kadın ve çocukların dışındaki her ferd) üç veya dört dirhem ödemek durumundadır. Hz. Ömer (ra) Resûl-i Ekrem (sav)'den bu ödemenin üç yıl içerisinde olacağını rivayet etmiştir"(234) hükmünde ittifak etmiştir. Bu noktada: "Ğ Efendim, suç işlemedikleri halde, suçlunun akrabalarına veya aynı kütükte bulunan kimselere tazminat nasıl yüklenir?" sualine muhatab olabiliriz. Bu bir "sadaka ve infak" hükmündedir. Ayrıca birbirini kontrol etmeyi ve "tebliğ" hizmetini düzenli yapmayı beraberinde getirir. Malum olduğu üzere akıle; katilin "ikrar" ettiği veya kasden işlediği cinayetin diyetinden mes'ûl değildir. Maktûlün velisiyle "sulh" yapma durumunda da; "akıle hiçbirşey ödemez.(235) Mesele bu noktadan ele alındığı zaman; "suç"a teşvik unsurunun da bulunmadığı kavranır.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT