EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

DEVLET MEMURİYETİ - İŞ AHKÂMI - DİĞER KAZANÇ YOLLARI

DEVLET MEMURİYETİ VE İŞÇİLİK

1539- Bir hizmet akdine dayanarak; meşru bir işde, ücret karşılığı çalışan kimseye "Ecir" (ücretli) denir. Dikkat edilirse bu tarif; hem memuru, hem işçiyi kapsamına almaktadır. İslâm ûleması "icare" konusunda titizlikle durmuştur. İcare; lûgat yönünden "Fiâle" ölçüsünde "ecir"den alınmadır. Menfaat bedeli, ücret gibi manalara gelir. Ayrıca "icâr" (kira) manasına da kullanılmıştır.(283) İslâmi ıstılahta: "Malum bir menfaati, belli bir ücret karşılığında satmaktır"(284) şeklinde tarif edilmiştir.

1540- Yaptıkları hizmetin mahiyeti esas alınarak ücretliler iki kısma ayrılmışlardır:

1) Ecir-i Has (hususi ücretliler)
2) Ecir-i Müşterek (müşterek ücretliler).

1541- HUSUSİ ÜCRETLİLER (ECİR-İ HAS): Sadece hizmet akdi yaptığı şahıs veya hükmi şahıs için çalışan ücretlilere "Ecir-i Has" denilir. Ücrete hak kazanması; hizmet akdinde belirtilen saatlerde hazır bulunmasıyladır. Mesai saatlerinde; bilfiil çalışması şart değildir. Fakat hizmet akdinde belirtilen işi yapmaktan kaçınamaz. Mesela; devlet memurları, fabrika işçileri, bir şahsın koyunlarını gütmek için tutulan çoban vb... Bunlar hizmet akidlerinde belirtilen saatlerde, nefislerini teslim etmişlerdir. Sırf bu sebeble ücrete hak kazanırlar.

1542- MÜŞTEREK ÜCRETLİLER (ECİR-İ MÜŞTEREK): Hizmet akdi yaptığı şahıs veya hükmi şahısla kayıtlı olmayan; başkası için de çalışabilen ücretlilere, "Ecir'i müşterek" denilir. Terzi, marangoz, taksi şoförü, radyo tamircisi vb... Bunların ücrete hak kazanması, belirtilen hizmeti yapmasıyla sınırlıdır.(285)

1543- Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa (as) kıssası anlatılırken; "O ikiden biri: "- Babacığım, dedi. Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle kullandıklarının en hayırlısı. Şüphesiz ki o kuvvetli, emin kimsedir. (Şuayb (as), Musa (as)'ya) Dedi ki: "- Bu iki kızımdan birini, sen bana sekiz yıl ecirlik etmek üzere, sana nikâhlamak istiyorum. Eğer hizmetini on yıla tamamlarsan o da kendinden. (Bununla beraber) arzu etmem ki sana zorluk çektireyim. İnşaallah beni salihlerden bulacaksın"(286) hükmü beyan buyurulmuştur. Burada işveren Hz. Şuayb (as); ecir-i has durumunda olan ise, Hz. Musa (as)'dır. Dikkat edilirse; işçiye "zorluk çektirmemek" ihsas olunmaktadır.

1544- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hiç kimse; kendi eli emeğini yemekten hayırlı bir lokma yememiştir. Allah'ın Peygamberi olan Davud Aleyhisselam da, kendi elinin emeğini yerdi"(287) buyurduğu bilinmektedir.

DEVLET MEMURİYETİ

1545- Yeryüzünde ilk insan cemaati; Hz. Adem (as) ve çocuklarından teşekkül etmiştir. Kendi aralarındaki ilişkilerde; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlere tabi olmuşlardır. Esasen bütün peygamberler insanları Allahû Teâla (cc)'ya ibadet etmeye ve Tağut'a kulluktan kaçınmaya davet etmişlerdir.(288) İnsanlar arasındaki bütün ilişkiler; Allahû Teâla (cc)'nın hükmüne göre düzenlenmek mecburiyetindedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "- Ey Davud, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak (ve adalet) le hükmet!.. Heva ve hevesine tabi olma ki; bu seni Allah yolundan saptırır. Şüphesiz Allah yolundan sapanlar için, hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azab vardır"(289) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayetin tefsirinde İbn-i Kesir: "Burada, insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemekle görevli amirlere (valilere); hak ile muamele etmeleri (Allahû Teâla (cc)'nın hükümlerini dikkate alarak) adaletle hükmetmeleri, sırat-ı müstakim'den sapmamaları için aziz ve celil olan Allah'tan bir vasiyyet mevcuttur"(290) diyerek, hükmün umumi olduğuna dikkati çekmektedir.

1546- Kur'an-ı Kerim'de Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben: "(Ve şu emri indirdik) İnsanlar arasında, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmet!.. Sakın onların (insanların) heva ve heveslerine uyma"(291) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse emir kat'idir. İnsanların; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümleri bir kenara bırakarak, kendi akıllarından kaynaklanan hükümlere tabi olma hakları yoktur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allahû Teâla (cc)'ya isyan hususunda mahlûka itaat yoktur"(292) buyurduğu bilinmektedir.

1547- İslâm dini; insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini muhafaza etmeyi esas almıştır. Bunun için; siyasi teşkilat önemlidir. Müslümanların irade beyanı sonucu (bey'atla); İslâmi hükümet teşekkül eder. Emir sahiplerinin; ilim, takva ve hesap günü şuuru bulunan ehliyet sahibi kimseleri me'mur tayin etmeleri esastır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Emanet, ehliyetsiz kişilere verildi mi!.. Artık kıyametin kopmasını bekle"(293) uyarısı oldukça önemlidir.

1548- Memuriyet için aday gösterilen kimse; o makama gelmek için hırslı olmamalıdır. Eğer böyle bir iştiyak sözkonusu ise, sünnete uyarak onu tayin etmemek esastır. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "- Vallahi biz bu işe, onu isteyeni tayin etmeyeceğimiz gibi, ona (o makama) hırs gösteren birini de tayin etmeyiz"(294) buyurmuştur.

1549- Bir makama getirilen kimse; o makamın kendisine sağladığı imkân sebebiyle müslümanlar arasında ayrım yapmamalıdır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mü'minleri birbirine karşı merhamette, sevgide ve yardımda bir vücud gibi görürsün. Bir organ hastalanınca; vücûdun diğer organları hasta organın çektiği acıya uykusuz kalarak, hararetle ortak olurlar"(295) şeklindeki tarifi meseleyi kavramamızı kolaylaştırmaktadır. İslâmi hükümetin temel hedefi yeryüzünde adaletin sağlanmasıdır. İmam-ı Şafii (rha): "Adaletten murad; Allahû Teâla (cc)'nın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır"(296) hükmünü beyan etmektedir. Malum olduğu üzere; adaletin zıddı zulümdür. Mü'minlerin adaletten ayrılmaması farzdır.

1550- Kur'an-ı Kerim'de: "Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş dokunur. Zaten sizin Allah'dan başka yardımcılarınız yoktur. Sonra (zalimlere meylettiğiniz için) Allah'dan da yardım göremezsiniz"(297) hükmü beyan buyurulmutur. Müfessirler Ayet-i Kerime'de geçen ("Velâ terkenû") rukun kökünden gelen fiile değişik manalar vermişlerdir. Genel olarak; bir şeye dayanıp güvenmek, meyletmek, zulüm ve haksızlık işleyenlere karşı ses çıkarmayıp, dalkavukluk etmek üzerinde durulmuştur.(298) İmam-ı Gazali: "Zalimlere dua etmek helal değildir. Ancak "Allah seni ıslah etsin, hayırlı işler yapmaya muvaffak kılsın, kendisine kulluk ve ibadet etmek suretiyle uzun ömürler versin" diyebilir. Fakat: "Sultanım, Allah sizi korusun, başımızda daim etsin, bol nimetler ihsan etsin" gibi dualar caiz değildir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav): "Zalime; bekâsı için dua eden, yeryüzünde Allah'a isyan edilmesini seven kimsedir" buyurmuştur. Şayet daha ileri giderek, kendisinde bulunmayan vasıflarla övmeye başlarsa, yalancı, münafık ve zalime ikram etmiş olur ki, bunların hepsi ayrı ayrı birer suçtur. Resûl-i Ekrem (sav): "Fâsık övüldüğü zaman, Allahû Teâla (cc) muhakkak gadab eder" buyurmuştur. Diğer hadiste: "Fâsık olana ikram eden, açıkça İslâmiyeti yıkmaya cür'et etmiştir" buyurulmuştur. Süfyan-ı Sevri'ye sormuşlar: "Biz, zalimi, çölde susuzluktan ölüme mahkûm olmuş görürsek, ona su verelim mi?" Süfyan: "- Vermeyin, bırakın ölsün. Çünkü ona su verip onu hayata kavuşturmak, yapacağı zulümde ona yardımcı olmaktır" dedi. Diğerleri ise, ölmeyecek kadar su verilir. Başka hiçbir surette tarafına bakılmaz demişlerdir"(299) hükmünü beyan etmektedir.

1551- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Benden sonra bir takım emirler olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder, yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse benim havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez, zulümlerinde onlara yardım etmezse, bendendir. Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır"(300) buyurduğu bilinmektedir. Zalim yönetimlerden; kadılık, amillik, memurluk ve işçilik gibi görevler alınır mı? sualine cevap arıyalım. İmam-ı Gazali; görev almak bir tarafa, zalim sultanların memurlarıyla ilişkinin dahi caiz olmayacağını izah etmektedir. Nitekim: "Zalim sultanların kadıları, valileri ve diğer memurları ile yapılan muamele, aynen kendileriyle yapılan muamele gibi olup, belki daha da ağır bir haramdır. Kadılara gelince: Onlar, sultanların haram olduğu bilinen mallarını alır ve bunları biriktirirler. Ulema kılığına girdikleri için, insanlar onlara aldanır. Kadılar, sultanlarla ihtilat (iç-içe girmek, karışmak) eder, mallarından alır. İnsan tabiatı, yaratılış itibariyle haşmet ve mevki sahiplerine heves eder ve onlar gibi olmayı arzu eder. İnsanların onlara bağlanmalarının sebeb ve hikmeti budur. İşçi ve hizmetçilerine gelince: Zaten bunların kazançları; efendilerine dayanarak, vurgunculuktan başka birşey değildir"(301) hükmünü zikretmektedir.

1552- Fûkaha'dan bir kısmı; "Devlet memuru (kadı, amil, vs.) "Ecir-i Has" hükmündedir. Bir akid sonucu; malum olan bir menfaati, belli bir ücret karşılığında satmıştır. Akid meşru olduğu süre içerisinde aldığı ücret helaldir. Kaldı ki zalim sultanın "ıslah edilmesi" veya en azından "zulmünün ortadan kaldırılabilmesi" için, ehliyetli kimselerin görev alması gerekir" kanaatindedir.

1553- Kur'an-ı Kerim'de: "Aranızda (birbirinizin) mallarınızı haksız sebeblerle yemeyin ve kendiniz bilip dururken insanların mallarından bir kısmı günah (ı mucip yollar) la yemeniz için, o malları hakimlere aktarmayınız"(302) hükmü beyan buyurulmuştur. Günahı mücip yollardan kasıd; yalancı şahidlik, yalan yere yemin ve rüşvettir. "Ve tûdlu biha ile'l hûkkami" kavl-i keriminden maksad; mallarınızı hüküm sahiplerine rüşvet vermek suretiyle kaptırmayınız demektir.(303) Resûlullah (sav) bir Hadis-i Şeriflerinde: "Amirin hediye alması haram, hakimin rüşvet kabul etmesi ise küfre yakın bir günahtır" buyurmuştur. İslâmi bir yönetimde; amir durumunda olan kimsenin hediye alması (veya onlara hediye vermek) ihanettir.

1554- Resûl-i Ekrem (sav), Esed oğullarından İbn-û Utbiyye adında birisini, zekât toplamakla (amil) görevlendirmişti. O vazifesini ifâ edip dönünce Resûlullah (sav)'â: "- Şunlar size verilenler. Bunlar da bana hediye edilenlerdir" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) minbere çıktı ve Allahû Teâla (cc)'ya hamd-ü senadan sonra: "- Şu amil olarak görevlendirdiklerimize ne oluyor ki, gelince "Bu sana ait olanlar, bunlar da benimkiler" diyorlar. Acaba onlara kendi babalarının evlerinde oturdukları zaman da hediye veriliyor mu, yoksa hayır mı? Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, kim bu şekilde (hediye adı altında) herhangi birşey alırsa, kıyamet gününde onu (aldığı şeyi) boynunda asılı olarak taşır.."(304) buyurdu ve görevlilerin hediye almasını yasakladı.

1555- Bir Hadisi Kudsi'de: "Kullarıma işkence etmeyiniz"(305) emri verilmiştir. Hz. Ömer (ra) halka irad ettiği bir hutbede: "- Ben memurlarımı sizleri dövmeleri ve haksız yere mallarınızı almaları için göndermedim. Ben size onları ancak dininizi öğretmeleri ve Hz. Peygamber (sav)'in sünnetini ta'lim ettirmeleri için gönderdim"(306) buyurmuştur. Hanefi fûkahası; dayak, tehdit ve işkence sonucu, herhangi bir suçu itiraf eden kimsenin; bu itirafının ikrar olarak kabul edilemeyeceğinde müttefiktir.(307) Hz. Aişe (r. anha)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te; Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim ümmetime ait bir işin başına geçer de onlara güçlük çıkarırsa, sen de onlara güçlük çıkar. Kim ümmetimden bir işin başına geçer ve onlara karşı yumuşaklık ve merhametle muamele ederse, sen de onlara merhametle muamele et"(308) şeklinde dua ettiği belirtilmektedir. Yine halka zulmeden şurta (emniyet) görevlileriyle ilgili olarak; "(Zalim) Polislere: "Elinizdeki kamçıyı atın ve cehenneme girin" denir"(309) Hadis-i Şerifi, Hz. Enes (ra)'den rivayet edilmiştir.

1556- İslâmi hükümet; bir hizmet akdi ile görevlendirdiği kimselerin ihtiyaçlarını karşılamak durumundadır. Müstevrid b. Şeddad (ra)'dan; Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Kim bizim amirimiz olursa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi alsın, meskeni yoksa mesken edinsin. Ebû Bekir (ra) der ki; Peygamber (sav)'in şöyle dediğini de söylediler: "- Kim bundan fazlasını alırsa ya haindir veya hırsızdır."(310)

İŞ AHKÂMI VE İŞÇİ HAKLARI

1557- İcarede üzerine akid yapılan şey (ma'kudünaleyh) menfaatdir.(311) Yani işçi; emeğini, belli bir ücret karşılığı satmaktadır. Dolayısıyla işveren ve işçinin; üzerinde anlaştığı işin, meşru olması ilk şarttır. İslâm dininin haram kıldığı herhangi bir hususta icare sahih olmaz.(312) Ayrıca müslümanlara has olduğu sabit olan her türlü ibadet karşılığı ücret almak batıldır.(313) Mesela; bir kimse, bir başkasını namaz kılıvermesi için ücretle tutamaz. Bu husustaki icare de sahih değildir.

1558- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim bir ecir (işçi, memur vs.) çalıştırırsa, verilecek ücretin miktarını hemen ona bildirsin"(314) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla işveren; yapılacak işi açıkça beyan ettiği gibi, bunun karşılığı ödeyeceği ücreti de, beyan etmek zorundadır. Eğer ödenecek ücret; işin başında zikredilmezse işçi, "Ecr-i Misil'e" hak kazanır. Mecelle'de "Ecr-i Misil" şu şekilde tarif edilmiştir: "Ecr-i Misil: Bigaraz (her türlü tesirden uzak, kasdı olmayan) ehl-i vukufun takdir ettikleri ücrettir"(315)

1559- Sırf ucuz emek elde etmek için; küçük çocukların çalıştırılması caiz değildir. Resûl-i Ekrem (sav): "Çocukları kazanç için çalışmaya zorlamayın. Çünkü bunu yaptığınız takdirde hırsızlığa alışırlar"(316) buyurmuştur. Esasen iş akdinin sahih olabilmesi için; her iki tarafın (işveren ve işçinin) rızası şarttır. Dolayısıyla icarenin rüknü icap ve kabuldür.(317) İş akdinin sahih olabilmesi için; hem işverenin, hem işçinin, akıllı ve mümeyyiz olması esastır.(318) Taraflardan herhangi birisinin ehliyet arızası sözkonusu olursa, yapılacak akid sahih olmaz.

1560- Sanayi devriminden sonra bütün dünyada "İşçi Hakları" konusu gündeme girmiştir. Bilhassa Filozof Karl Marks'ın "Kıymet fazlası" (Artık Emek) nazariyesi, işçi hareketlerini hızlandırmıştır. Marksist ideoloji; "iş sahibinin temin ettiği her türlü kârı, işçinin çalışmasından ve alınterinden çalınmış kabul eder. Bu kâr, malın kıymeti ile işçiye verilen ücretin (paranın) arasındaki kıymet fazlasıdır. İşçi bu kıymet fazlasını (artık emeği) aldığı vakit, kendi nefsi için daha müreffeh ve daha yüksek seviyeli bir hayat kurmaya gücü yeter."(319) Nitekim bu "Kıymet Fazlası" nazariyesi Avrupa'da kısa dönemde etkisini göstermiştir. İşçiler; haklarını elde edebilmek için bir araya gelerek sendikalar kurmuşlardır. Buna karşılık işverenler de, teşkilatlanma lüzumu hissetmişlerdir. Esasen kapitalist sistemde (bilhassa 19. ncu yüzyılda) işveren; muhteris ve menfaatperesttir. İşçiye mümkün olan en az ücreti ödemeyi esas alır. Bu arada; sırf ucuz emek elde edebilmek için, kadın ve çocukları da çalıştırmaktan kaçınmaz. Bu menfaat mücadelesi; işçinin "grev" yapması ve zorla hakkını talep etmesini beraberinde getirir. Buna karşılık işveren; "lokavt" yaparak, işçileri topluca işten uzaklaştırmayı planlar!.. Günümüzde kapitalist ve liberalist sistemlerde; bu mücadele bütün şiddetiyle sürmektedir. Şimdi bu meselenin "Darû'l İslâm'daki" (Şer'i devlette) mahiyetini izaha gayret edelim.

1561- İslâm dini; işçinin ücretinin tam ve zamanında ödenmesini şart kılmıştır. İşçiye hakkını vermeyen kimseyi, kıyamet gününde kendi düşmanı sayan bizzat Resûl-i Ekrem (sav)'dir. Nitekim bir Hadis-i Şerif'te şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde üç sınıf insanın hasmı (düşmanı) ben olacağım; (birincisi) Benim namıma söz verip, yerine getirmeyenler. (İkincisi) insan ticareti yapan, hür insanı (zorbalıkla ele geçirip, köle ederek) satan ve parasını yiyen. (Üçüncüsü) Bir işçiyi tutup, işini yaptırdığı halde, ücretini ödemeyen"(320)

1562- Şimdi işçiye ücretinin ne zaman verilmesi gerektiği üzerinde duralım!.. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İşçinin (ecirin) ücretini; alnının teri kurumadan veriniz"(321) buyurduğu bilenmektedir. Dolayısıyla iş akdinde belirtilen hizmet yerine getirilir getirilmez ücretin ödenmesi esastır.

1563- İşçinin ücretinin; (sırf Allahû Teâla (cc)'nın rızası gözetilerek) tam ve zamanında ödenmesinin kurtuluşa vesile olacağını şu kıssadan öğreniyoruz. Abdullah İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (sav) ashabına şu kıssayı anlatmıştır: "Sizden evvel gelip geçen ümmetlerden birisinde, üç kişilik bir cemaat sefere çıkmışlar. Sefer sırasında yağmura tutulup, bir mağaraya sığınmak zorunda kalmışlar. Mağaraya girdikten sonra, dağdan bir kaya parçası aşağı düşüp, mağaranın ağzını kapatmış!.. İçeride mahsur kalanlar aralarında istişare etmişler. Birisi; "Bizi bu kayadan bir şey kurtaramaz. Ancak salih amellerimizi anarak Allahû Teâla (cc)'ya dua ve iltica kurtarır demiş!.. Birisi: "Allah'ım!.. Sen herşeyi hakkı ile bilirsin. Ben bir defasında birtakım işçiler tutmuştum. İçlerinden bir işçi müstesna olmak üzere, bunların ücretlerini verdim. Fakat o işçi ücretini almadan gitti. Bunun ücretini, ticaret yoluyla nemalandırdım. Hatta bunun bu ücretinden hayli servet vücûda geldi. Bir zaman sonra bu işçi bana geldi ve: "- Ey Allah'ın kulu, ücretimi bana ver" dedi. Ben de ona: "- Şu gördüğün deve, koyun, sığır ve bunlara hizmet eden köle hep senin ücretinden vücûd bulmuş bir servettir" dedim. Bu işci: "- Ey Allah'ın kulu, benimle istihzâ etme!" dedi. Ben de işçiye: "- Hayır, seninle istihzâ (alay, eğlence) etmiyorum. Bu bir hakikattir, malını al ve götür" dedim. O da bunların hepsini sürüp götürdü. Bunlardan hiçbirşey bırakmadı. Ey Allah'ım!. Bu hayır ve sadakatimi, sırf senin rızan ve muhabbetin için ihtiyar ettimse, şu kaya parçasıyla bunaldığımız şu darlıktan bizi kurtar" diye dua etti. Kaya tamamen açıldı. Bunlar da mağaradan çıkıp gittiler"(322).

1564- İşçiye; güçlük çıkarılmaması, ağır yük yüklenmemesi ve yardımcı olunması esastır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "... Onlara güç yetiremeyecekleri şeyleri teklif etmeyin; eğer teklif ederseniz yardım edin"(323) buyurduğu bilenmektedir.

1565- İşçiye teslim edilen mal (alet vs..) emanet hükmündedir. Zayi olması durumunda (eğer kasıd mevcut değilse) işçi bunu ödemez.(324)

1566- İşçinin hakları sözkonusu olduğu gibi; sorumlulukları da vardır.

Birincisi: İşi sağlam ve güzel yapması.
İkincisi: İşverenin kazancına göz dikmemesi.
Üçüncüsü: İş akdinde belirtilen çalışma süresine riayet ederek, iyi niyetle gayret göstermesi.
Dördüncüsü: Kendisine emanet edilen iş aletlerini muhafaza etmesi!..

Bu genel şartların dışında; işin mahiyetine göre bazı özel durumlar da sözkonusu olabilir. Bu durumlarda taraflar karşılıklı olarak (icap-kabulle) uyacakları şartları belirlerler.

1567- İslâm dini; her yer ve zamanda, insan hayatının bütün cephelerini düzenleyen umumi hükümler koymuştur. Bu umumi hükümler; kat'i nass'lara dayandığı için değiştirilemez. Ortaya çıkan yeni meseleler; umumi hükümlerin ışığı altında, Ulû'lemr ve Şûra meclisi tarafından çözümlenir.

DİĞER KAZANÇ YOLLARI

1568- Daha önce icarede; üzerinde akid yapılan şeyin menfaat olduğunu zikretmiştik!.. Günümüzde yaygın olan icare şekillerinden birisi de; eşya ve mal üzerinde yapılan akidlerdir. Fûkaha eşya ve mal üzerine yapılan icare akdini üç kısımda incelemiştir. Bunlar:

1) Akarın icara verilmesi: Ev, iş hanı, arazi ve bunun gibi.
2) Eşyaların icara verilmesi: Giyilecek elbise, kapkacak ve sanayi aletleri gibi.
3) Hayvanların icara verilmesi: Yük hayvanları, nakil vasıtaları ve bunun gibi.(325)

Mal ve eşya üzerindeki kira sözleşmesi; şifahi olabileceği gibi, yazılı da olabilir. Dilsizin malum olan işareti de, sözleşme için geçerlidir.(326)

1569- Kira sözleşmelerinde; tarafların (mal sahibi ve kiracının) akıllı ve mümeyyiz olması esastır. Herhangi bir ehliyet arızası, sözleşmeye mani olur. Ayrıca icap ve kabulün aynı mecliste yapılması şarttır.(327)

1570- Kira sözleşmesinin sahih olabilmesi için bazı şartlar vardır: Bunlar:

1) Tarafların (mal sahibi ve kiracının) rızası; akid için gereklidir. Mesela: Şu dairemi sana şu fiyata kiraya verdim şeklindeki icab, kiracı tarafından "kabul ettim" şeklinde cevaplandırılırsa, akid sahih olur. Bunun aynı mecliste olması esastır. 2) Kiraya verilen malın veya eşyanın tayini esastır. Mesela: Mal sahibinin iki dairesi olursa, bunlardan hangisini kiraya verdiğini belirlemesi gerekir.
3) Kira ücretinin belli olması şarttır.
4) Menfaatin ihtilafa sebeb olmayacak şekilde belirtilmesi esastır. Mesela: Ev, dükkân veya nakil vasıtasının, kira müddetinin bilinmesi gerekir. Buna bir anlamda kira müddetinin malum olması da denebilir.
5) Menfaatin temine güç kazanmış olmak şarttır. Mesela: Firar etmiş bir yük hayvanının kiralanması caiz değildir. Çünkü kiracının ondan faydalanması mümkün olmaz. Yine içinde kiracı varken; bir başkasına kiralanan akar (Ev, dükkân vs.) ilk kiracının çıkmasıyla menfaat temin edebilir duruma gelir. Dikkat edilecek husus şudur: Gerek mal sahibi, gerek kiracı; ihtilafa sebebiyet vermeyecek derecede sarih hükümlerle akid yapabilirler. Yukarıda zikrettiğimiz şartlar; kiralanan eşya veya malın mahiyetine göre artırılabilir. Ancak beyan edilen bu şartlar; akdin sahih olabilmesi için şarttır.(328)

1571- Kira işinde muhayyerlik sözkonusudur. Herhangi bir evi veya dükkânı görmeden kiralayan bir kimse; onu gördüğü zaman muhayyerdir, ister bozar, ister kabul eder. Alışverişte geçerli olan muhayyerlik; kirada da geçerlidir.(329) Kiralanan şeyde (mal, dükkân, ev, nakil vasıtası vs.) menfaate engel olacak herhangi bir kusur ortaya çıkarsa kiracı muhayyerdir.(330) Mesela: Bir nakil vasıtasını görmeden kiralayan bir kimse; gördükten sonra muhayyerdir. Ayrıca o vasıtayı; herhangi bir kusurunu göstererek, kiralamaktan vazgeçebilir.

1572- Alışverişte kullanılan her türlü kıymetle (kâğıt para, dolar, mark, altın vs.) kira sözleşmesi yapmak caizdir. Dikkat edilecek husus; miktarı kat'i olarak beyan etmektir.(331)

1573- Mü'minlerin; ahidlerine ve akidlerine titizlikle riayet etmeleri vaciptir. Dolayısıyla kira sözleşmesinde beyan edilen müddet dolar dolmaz, mal sahibine iade olunur.(332) Herhangi bir sanatkâr; (terzi, marangoz vs..) yaptığı işin ücretini alıncaya kadar, malı teslim etmeme hakkına haizdir.(333)

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT