EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

PEYGAMBERLERE İMAN - PEYGAMBERLERİN SIFATLARI

PEYGAMBERLERE İMAN

159- İmam-ı Matûridi (rha): "Biz Allahû Teâla (cc)'yı inkâr eden bir kimse ile; Allahû Teâla (cc)'nın varlığını ispat etme hususunda münazara ederiz. Zira Allahû Teâla (cc)'nın; peygamberlerini göndermesi hususunda münazarada bulunmanın mümkün olması; ancak o kimsenin Allahû Teâla (cc)'ya iman etmesinden sonradır. Bununla beraber her iki hususun aynı anda münazara konusu yapılması, peygamberlerin mucizeleriyle mümkün olur."(87) hükmünü zikretmektedir.

160- Allahû Teâla (cc)'nın emir ve nehiylerinde, insanlar için büyük hikmetler vardır. Şurası muhakkaktır ki insan; en güzel bir biçim ve surette yaratılmış, yerde ve gökte olan bütün nimetler emrine verilmiştir. İşin ilginç yönü; bütün bu nimetler daha önce kazandıklarının karşılığı veya yaptıkları işin mükâfatı değildir. Öyle ise; bütün bu nimetler, birer imtihan aracıdır. İşte Peygamberler; Allahû Teâla (cc)'nın hükümlerini (Şeriatını) insanlara tebliğ etmek için yani insanlar içerisinden seçip görevlendirdiği kimselerdir. Bunlara Peygamber, nebi ve resûl denir. Hz. Adem (as)'den itibaren bütün peygamberler insanları; Allahû Teâla (cc)'ya iman ve ibadet etmeye davet etmişlerdir. Kur'an-ı Kerim'de "Andolsun ki biz her kavme "Allah'a ibadet edin, Tağut'a kulluk etmekten kaçının" diye (tebliğat yapması için) bir peygamber göndermişizdir"(88) buyurulmaktadır.

161- Mekke müşrikleri, Resûl-i Ekrem (sav)'in peygamberliğini inkâr ederken "Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi" diyerek; insanın, insan olan bir peygambere itaatını kerih bulmuşlardır. Bunun üzerine Kur'an-ı Kerim'de: "De ki; eğer yeryüzünde (insanlar gibi) sakin sakin yürüyen melekler olsaydı biz ancak onlara gökten melek bir peygamber gönderirdik"(89) buyurulmuştur. Esasen her kavme kendi dilini konuşan bir peygamber gönderilmesi, Allahû Teâla (cc)'nın büyük bir lütfûdur. Bazı peygamberler sadece kendi kavimlerine, bazıları da bütün insanlığa gönderilmiştir.

162- Kur'an-ı Kerim'de: "Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü'minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o." buyurulmaktadır.(90) Bu Ayet-i Kerime'den de anlaşılacağı üzere, insanlara peygamber gönderilmesinin sebeblerinden birisi de onların içinde bulundukları sıkıntıları gidermek, kendilerini dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmektir. Esasen bütün peygamberler; Allahû Teâla (cc)'nın emir ve nehiylerini tebliğ ederken, dünyevi hiçbir karşılık beklemediklerini açık açık beyan etmişlerdir. Nureddin Es Sabûni: "Peygamber gönderilmesindeki hikmeti" izah ederken şunları kaydediyor: "O halde hikmet onu gerektirmiştir ki yüce Allah (cc) peygamber göndersin. Bu peygamber, O'nun (Allah'ın) kullarına, ahirette kendileri için neler hazırladığını ve dünyaya neler yaratıp tevdi ettiğini haber versin; dirliklerini (huzur ve sükûnlarını) temin eden şeyleri emretsin, mahvolmalarına sebeb olacak şeyleri de yasaklasın.(91) "Ta ki, mahvolmak isteyen kimse bilerek mahvolsun, dirlik bulmak isteyen kimse de bilerek dirlik bulsun."(92)

163- Kur'an-ı Kerim'de "(Biz) Peygamberler(i rahmet) müjdecileri ve azab habercileri olarak gönderdik. Ta ki peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı (bizi imana çağıran olmadı diye) bir bahaneleri (mazeretleri) olmasın. Allah mutlak galibtir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir."(93) buyurulmaktadır. Hz. Adem (as)'den, Hatemü'l Enbiya Resûl-i Ekrem (sav)'e kadar bütün peygamberler insanları tevhid'e davet etmişler, bunun için de hiç kimseden dünyevi bir ücret talep etmemişlerdir. Sadrüddin Taftazani bu konu ile ilgili olarak şunları kaydediyor: "Allahû Teâla (cc) dünya ve din işleriyle ilgili olarak ihtiyaç duydukları hususları açıklasınlar diye insanlara peygamberler göndermiştir."(94)

164- Allahû Teâla (cc); insanların kalplerini mutmain kılmak ve şüphelerini gidermek için, nübüvvetle görevlendirdiği kimseleri mucizelerle teyid buyurmuştur. Mucize (A-C-Z) kökünden türetilmiş bir kelime olup, "aciz bırakmak" demektir. Istılâhi manası: "Münkirlere meydan okuduğu sırada nübüvvet iddia eden kimsenin elinde, adetûllaha aykırı (tabiat kanunlarına taban tabana zıd) bir hadisenin vûku bulmasıdır.(95) Nübüvvet davasından çok önce veya çok sonra meydana gelmez. Zira ortada nübüvvet davası sözkonusu olmadan; tasdikten bahsetmek mümkün değildir. Kur'an-ı Kerim'de; mucizeler peygamberlerin doğruluğunu isbat eden deliller olduğu için "Ayet, beyyine ve bürhan" olarak anılmıştır: "Semûd (kavmine) de kardeşleri Salih'i (gönderdik). De ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık mu'cize (beyyinetün) gelmiştir. İşte size bir alamet (ayetten) olmak üzere Allah'ın şu dişi devesi!.. Onu (kendi halinde) bırakın. Allah'ın arzında otlasın. Ona bir fenalıkla dokunmayın Sonra sizi acıklı bir azab yakalar."(96)

"... Meryem'in oğlu İsa'ya da beyyineler (gayet açık bürhanlar, mucizeler) verdik ve O'nu Ruuh'ül kuds ile destekledik..."(97)

"Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Âd, Semûd kavm(ler)inin, İbrahim kavminin, Medyen sahiblerinin, mü'tefikelerin haberi de gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler (beyyinat) getirmiştir. (İnanmadıkları için tamamen helak oldular.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı."(98)

"Elini yakanın içine sok. Afetsiz bembeyaz olarak çıkacaktır o. Korkudan (kanat gibi açılan) ellerini kendine (birbirine) kavuştur (korkma). İşte bu iki mu'cize, Fir'avn'a ve cemaatine Rabbinden iki bürhandır."(99)

165- Nübüvvet iddiasında bulunan kimselerin elinde; Allahû Teâla (cc)'nın lütfû ile gerçekleşen Mu'cize; bütün insanları aciz bırakacak nitelikte olmak zorundadır. Ta ki bütün insanlar; o kimsenin nübüvvetini tasdik hususunda hiçbir şüpheye kapılmasınlar, veya tasdik etmezlerse ellerinde hiçbir hüccet kalmasın.

166- "Resûl" ve "Nebi" kelimeleri üzerinde kısaca duralım. "Risâlet" göndermek manasına olan "İrsal" den isimlidir. "Er Resûl" mübalağa sigasıdır. Çok defa gönderilmiş veya elçilik görevi uzadığından, gidip-gelip görüşmesi defalarca vûku bulmuş manasına gelir. Resûl; kendisini gönderenin devamlı haberlerini bekleyen ve alan demektir.(100) "Nebi", haber manasına gelen "En-Nebe" kökünden türemiştir. Haber veren manasına gelir. İslâmi ıstılâh'ta; "Allahû Teâla (cc)'nın kendisine vahyettiği ve tebliğe memur kıldığı kimseye nebi denir" tarifi esas alınmıştır.(101) Resûl ile nebi arasında; Allahû Teâla (cc)'nın vahyine muhatab olma noktasında bir fark yoktur. Ancak önemli fark şuradadır: Resûl; Allahû Teâla (cc)'nın kendisine vahyederek tebliğe memur kıldığı, kendisine kitab ve yeni bir şeriat verdiği kimsedir.(102) "Nebi" ise Allahû Teâla (cc)'nın kendisine vahyettiğinden insanları haberdar eden, fakat kendisinden önceki bir Resûlün şeriatı ile amel eden ve insanlara bunu izah edendir. Muayyen mevzularda kendisine hususi haberler de vahyedilir.

167- Kur'an-ı Kerim'de: "Öyle peygamberler (gönderdik ki) kıssalarını hakikat önceden sana bildirdik. (Yine) Öyle peygamberler (gönderdik ki) sana onların kıssalarını haber vermedik"(103) buyurulmaktadır. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'de ismi zikredilsin veya zikredilmesin bütün peygamberlere iman etmek farzdır. Ancak Kur'an-ı Kerim'de ismi zikredilen peygamberlerden herhangi birisini inkâr (Vahyi inkar olacağı için) insanı küfre sürükler. Zira Kur'an-ı Kerim'in herhangi bir Ayet-i Kerimesi'ni inkâr etmek, tamamını inkâr etmek hükmündedir. Kur'an-ı Kerim'de ismi zikredilen peygamberler şunlardır: Hz. Adem (as), Hz. İdris (as), Hz. Nuh (as), Hz. Hûd (as), Hz. Salih (as), Hz. İbrahim (as), Hz. Lût (as), Hz. İsmail (as), Hz. İshak (as), Hz. Yakûb (as), Hz. Yusuf (as), Hz. Eyyüb (as), Hz. Şuayb (as), Hz. Musa (as), Hz. Harun (as), Hz. Davûd (as), Hz. Süleyman (as), Hz. İlyas (as), Hz. Elyasa (as), Hz. Zülkifl (as), Hz. Yunus (as), Hz. Zekeriya (as), Hz. Yahya (as), Hz. İsa (as) ve Hatemü'l Enbiya Hz. Muhammed (sav)'dir. Bunların dışında Kur'an-ı Kerim'de zikredilen Zülkarneyn, Üzeyr ve Lokman hususunda; "Nebi" mi, yoksa "Veli" mi olduğu noktasında ihtilaf vardır. Bunların da tevhid mücadelesinde büyük görevler yüklendiği aşikârdır. Mü'minler; Allahû Teâla (cc)'nın kitabında zikrettiği bu kimselerin tamamına (Herhangi bir ayırım yapmadan) inanırlar. Zira İslâm dini, Hz. Adem (as)'le birlikte başlamıştır.

PEYGAMBERAN-I KİRAM'IN SIFATLARI

168- Allahû Teâla (cc)'nın, kendilerine vahyettiği kimseler; diğer insanlardan bazı vasıflarla ayrılırlar. Elbette peygamberler de insan olmaları hasebiyle; yerler, içerler, sıhhatli ve hasta olurlar, evlenirler. İhtiyarlık ve ölüm onların başına gelir. Ancak, Risâlet görevinin ağırlığı ile, bazı üstün sıfatlara haizdirler. Şimdi kısaca bu sıfatlar üzerinde duralım.

SIDK (Doğruluk):
169- Peygamberler her hususta mutlaka doğruyu söylerler ve kendilerinden asla yalan sadır olmaz. Malûm olduğu üzere Resûl-i Ekrem (sav) kendisine vahiy gelmeden önce de; çevresinde doğruluğu ile ma'ruftu. Herkes onun için "Muhammedü'l Emin" diyorlardı. İslâm'a düşmanlığı ile meşhir Ebû Cehil bile Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben "Biz sana yalancı demiyoruz. Çünkü senin ne kadar emin sadık olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz ancak Allah'ın ayetlerini inkâr ediyoruz"(104) demiştir. Nitekim bunun üzerine Kur'an-ı Kerim'de: "(Habibim) Şu hakikati çok iyi biliyoruz ki, onların söyleyegeldikleri (sözler) seni herhalde tasaya düşürüyor. Onlar hakikatte seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar"(105) buyurulmuştur. Nitekim Bizans Kralı Heraklius, Ebû Süfyan b. Harb'e: "- Şu söylemiş olduğun şeyi (Peygamberlik davasını) söylemeden önce, hiç onu yalanla itham ettiğiniz, suçladığınız olmuş muydu?" sualini sorar. Ebû Süfyan b. Harb: "- Hayır" cevabını verir.(106) Dikkat edilirse; Ebû Cehil ve Ebû Süfyan o dönemde, Mekke'nin en önde gelen şahsiyetleridir. Esasen bütün peygamberler; tebliğ görevinden önce de çevrelerinde doğruluklarıyla ma'ruf olan kimselerdir. Mekke müşriklerinden bir gurubun Kur'an-ı Kerim'i, Hz. Peygamber (sav)'in uydurduğunu iddia etmeleri üzerine Allahû Teâla (cc): "Eğer (Peygamber söylemediğimiz) bazı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, elbette onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik. Sonra da hiç şüphesiz onun kalb damarlarını koparırdık. O vakit sizden hiçbiriniz buna mani de olamazdınız. Şüphesiz ki O (Kur'an) takva ehli için kat'i bir öğüttür"(107) hükmü ilahisini beyan buyurmuştur. Dolayısıyla bütün peyamberler ilahi bir murakebe altındadırlar ve her hususta sadıktırlar.

EMANET:
170- Peygamberler emindirler. Gerek din, gerekse dünya hususunda her türlü itamada şayandırlar. Allahû Teâla (cc)'nın emirlerini ve yasaklarını ziyadesiz ve noksansız olarak tebliğ etmişlerdir. Kur'an-ı Kerim'de: "O (peygamberler) Allahû Teâla (cc)'nın gönderdiklerini tebliğ edenler, O'ndan korkanlar, Allah'tan başka kimseden çekinmeyenlerdir. Hesap görücü olarak Allah yeter"(108) buyurulmuştur. Peygamberlerin vahye ihanet etmeleri veya gizlemeleri asla ve asla düşünülemez. Resûl-i Ekrem (sav): "Allahû Teâla (cc)'nın emretmiş olduğu hiçbir şey yoktur ki, size emretmiş olmayayım. Allahû Teâla (cc)'nın sakındırdığı hiçbir şey yoktur ki, sizi ondan sakındırmış olmayayım"(109) buyurarak meselenin ehemmiyetini beyan etmektedir.

FETANET:
171- Peygamberler akıllı, zeki ve kuvvetli rey sahibi olan kimselerdir. Akıl noksanlığı, ahmaklık veya herhangi bir hastalık sebebiyle kavrama güçlerinin zaafa uğraması gibi hallerden münezzehtirler.(110) Zira; heva ve heveslerine kapılarak Allahû Teâla (cc)'ya karşı isyana yeltenen tağuti güçlerin bütün iddialarını ortadan kaldırmakla görevlendirilmişlerdir. Vahyi dosdoğru tebliğ için bu husus zaruridir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de buna delâlet eden birçok Ayet-i Kerime vardır: "Allah kendisine mülk (ü saltanat) verdiği için (şımararak) İbrahim ile Rabbi hakkında çekişeni (Nemrud'u) görmedin mi? Hani İbrahim: "- Benim Rabbim hem diriltir, hem öldürür" deyince o (Nemrud): "- Ben de diriltir, öldürürüm" demişti. İbrahim: "- Allah güneşi doğudan getiriyor. Haydi sen de onu batıdan getir" deyince inkâr eden o kâfir şaşırıp (ve tutulup) kalmıştır. Allah zalimler gürûhunu muvaffak etmez."(111)

İSMET:
172- Peygamberler masumdurlar. Kendilerine vahiy gelmeden önce de sonra da, küfürden ve şirkten korunmuşlardır. Onların herhangi bir şekilde günah işlemeleri de sözkonusu değildir.(112) İmam-ı Maturidi (rha) Kur'an-ı Kerim'den: "(Akıllarınca) Onlar sana vahyettiğimizden başkasını uydurup, bize (atf ve) iftira edesin diye seni bile bile hemen fitneye düşürecekler. O takdirde seni (candan) dost edineceklerdi."(113) Ayet-i Kerimesini zikrederek; Allahû Teâla (cc)'nın Resûl-i Ekrem (sav)'e en ufak bir masiyetin dahi gelmesine meydan vermediğini kaydediyor.(114) İslâm ulemâsının büyük bir çoğunluğu; Kur'an-ı Kerim'de peygamberlere atf edilen "zenb'in günah manasında olmadığı hususunda ittifak etmiştir.(115) Zira "Zenb" kasden veya şehven işlenmiş günahtır. Peygamberler ise bundan Allahû Teâla (cc)'nın lütfû ile korunmuşlardır. "Zelle" de günah manasında değildir.

TEBLİĞ:
173- Peygamberler; Allahû Teâla (cc)'nın bütün emir ve nehiylerini, insanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeksizin (Zengin, yoksul, siyah, beyaz vs.) tebliğle memurdurlar. Kur'an-ı Kerim'de: "Ve O kendi heva ve hevesinden söz söylemez. O (Kur'an ve din hususundaki emri) ilkâ edilegelen vahiyden başka birşey değildir"(116) buyurulmuştur. Kur'an-ı Kerim'deki "Kıssa"lardan da anlaşılacağı üzere; peygamberler tebliğ hususunda her türlü çileye katlanmışlardır. Zira Tebliğ'den maksad; Allahû Teâla (cc)'nın emir ve nehiylerini kat'i hüccetlerle insanlara ulaştırmak ve onların kıyamet gününde (Bizim bundan haberimiz yoktu) şeklinde mazeret ileri sürmelerini önlemektir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Biz bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz"(117) buyurulmuştur. Yine bir başka Ayet-i Kerime'de: "Senin Rabbin memleketlerin ana merkez(ler) ine, karşılarında ayetlerimizi okuyacak bir peygamber gönderinceye kadar, o memleketleri helak edici değildir ve biz ahalisi zalim olan memleketlerden başkasını helak edici değiliz"(118) hükmü beyan buyurulmuştur.

174- Kur'an-ı Kerim'de: "O peygamberler (yok mu?) biz onların kimine kiminden üstün meziyetler verdik. Allah onlardan biri ile söyleşmiş, birini de birçok derecelere yükseltmiştir. Meryem'in oğlu İsa'ya o beyyineleri biz verdik ve onu ruhu'l-kuds ile destekledik. Eğer Allah dileseydi, onların arkasındaki ümmetler, kendilerine o apaçık bürhanlar (mucizeler) geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ihtilafa düştüler. Neticede onlardan kimi iman etti, kimi küfre saptı"(119) buyurulmaktadır. İmam-ı Maturidi (rha) bu Ayet-i Kerime'de geçen "Biz onların kimine kiminden üstün meziyetler verdik" hükmünü, peygamberlerin görevlerinin önemi ve kapsamıyla açıklamaktadır. Bazıları insanların ve cinlerin tamamına peygamber olarak gönderilirken, bazıları sadece kendi kavimlerine veya belli bir guruba gönderilmişlerdir.(120) Resûl-i Ekrem (sav)'in "bütün alemlere rahmet olarak gönderildiği" de kat'i nass'larla sabittir. Fahrüddin-i Razi; bu husustaki hükümleri esas alarak, Resûl-i Ekrem (sav)'in en efdal olduğunu ve bu hususta icma'nın teşekkül ettiğini kaydediyor.(121) Şurası muhakkaktır ki; mü'minler, bütün peygamberlere kat'i olarak inanırlar.

175- Allahû Teâla (cc)'nın peygamberler gönderdiğini; kalb ile tasdik ve dil ile ikrar etmesine rağmen, peygamberlerden bir kısmını inkâr eden kimse kâfirdir.(122) Bu sebeble; Hz. Adem (as)'den beri gönderilen peygamberleri kabul etmekle birlikte, Hz. İsa (as) ve Resûl-i Ekrem (sav)'i peygamber olarak kabul etmeyen yahudiler küfre düştükleri gibi, Resûl-i Ekrem (sav)'in peygamberliğini inkâr eden Hristiyanlar da küfre düşmüşlerdir.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT