EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

RIZK TEMİNİ - SIFATI - YOLLARI - TİCARET - ALIŞVERİŞ

RIZK TEMİNİ İÇİN ÇALIŞMANIN (KESBİ'N) MAHİYETİ

1376- Kur'an-ı Kerim'de: "Yeryüzünü size boyun eğdiren (istifadeniz için itaatli kılan) Allahû Teâla (cc)'dır. O halde yeryüzünün sırtlarında (Dağlarında, tepelerinde, ovalarında) dolaşın da, Allahû Teâla (cc)'nın size ihsan ettiği rızıklardan istifade edin"(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler: "Yeryüzünün itaatli olması, boyun eğmesi; işlenmeye ve verimli kılınmaya müsait oluşudur. Yeryüzünün sırtlarında dolaşmaktan maksad; insanlara faydalı olan nimetlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak için, araştırma yapmaktır. Ziraat, ticaret, zanaat ve diğer faaliyetler; ancak yeryüzünde mevcut olan imkânlarla sürekli kılınabilir. Yeryüzünde esas olan; işlemek ve nimetlerinden faydalanmaktır"(2) hükmünde ittifak etmişlerdir. Dikkat edilirse; yeryüzü, rızk temini için müsait bir yapıdadır. Hz. Abdullah İbn-i Mes'ud (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (sav): "Kesbi taleb etmek (rızk temini için çalışmak) her müslüman üzerine farzdır"(3) buyurmuştur. Dolayısıyla mü'minler; "Helal" ve "Haram" hududlarına riayet ederek, rızk temini için gayret sarfetmek durumundadırlar. İmam-ı Muhammed (rha)'in: "İlim taleb etmek farz olduğu gibi, rızık taleb etmek de farz kılınmıştır" buyurduğu rivayet edilmektedir. 1377 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Rızkı tamamlanıncaya kadar, hiçbir kimsenin ölmeyeceği bana vahyedildi. O halde Allahû Teâla (cc)'ya karşı gelmekten sakınınız. Rızkınızı araştırırken güzel bir yol tutunuz"(4) buyurduğu bilinmektedir. Muhakkak ki, "Güzel bir yol tutmaktan" murad; helâl vasıtalarla, helâl kazanç elde etmektir. Nitekim Hz. Ebu Bekir (ra): "Dikkat ediniz, haram ile beslenen vücûda ancak cehennem ateşi yakışır"(5) buyurmuştur. Sahabe-i Kiram'ın; haramdan kurtulabilmek için, şüpheli olan hususları dahi terkettiği malûmdur. İbn-i Abidin "Farz-ı Ayn" ilimleri tasnif ederken: "Ticaretle meşgul olanın alışverişi öğrenmesi farzdır. Ta ki, sair muamelâtta şüphelerden ve mekruh olan şeylerden korunabilsinler. Sanat sahipleri ve diğer herhangi bir işle meşgul olanlar da böyledir. Haramdan korunmak için onların da meşgul oldukları işin hükmünü bilmeleri farzdır"(6) buyurmaktadır. Esasen genel kaide: "Her mü'minin, içinde bulunduğu hal ile ilgili ilimleri tahsil etmesi farzdır" şeklindedir. "İlmihal" tabiri de, buna dayanmaktadır.

1378- Günümüzde; insanı ve insanın uzuvlarını dahi ticarete konu kabul eden ideolojik sistemler "Homo okomiscus" (Ekonomik insan) denilen, garip bir tip ortaya çıkarmışlardır. Gece-gündüz; sadece ve sadece midesinin ihtiyaçlarını düşünen, kalben ve zihnen dumura uğramış insan tipi!(7) İdeolojilerin ekonomik yorumları; "Çarşı Putları'nın" temelini teşkil edecek derecede güçlenmiştir. Ancak bu yeni bir olay değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Şüphesiz ki Allah, iman edip, salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Küfredenlere gelince; onlar dünyada sadece zevk-û sefa ederler, hayvanların yediği gibi yerler, onların yeri Cehennem'dir"(8) hükmü beyan buyurulmuştur. Yine bir başka Ayet-i Kerime'de: "Onlar dünya hayatının sadece dış yüzünü (zahirini) bilirler. Fakat ahiretten tamamiyle gafildirler"(9) buyurulmaktadır. İslâm ûleması bu Ayet-i Kerime'leri esas alarak; "Kâfirler; tıpkı hayvanlar gibi, midelerinin ve şehvetlerinin peşindedirler. Bu hususta hiçbir sınır tanımamayı esas alırlar. Ayrıca tıpkı hayvanlar gibi; yedikleri nimetleri yaradanı hiç mi, hiç düşünmezler" hükmünde ittifak etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mü'min bir mide ile yer; kâfirse, yedi mide ile yer"(10) buyurduğu bilinmektedir. Muhaddisler, bu Hadis-i Şerif'in çok veya az yemekle ilgili olmadığını; kâfirin "dünyevi hırsının korkunçluğunu" beyan ettiğini zikretmişlerdir. Elbette yemek ihtiyacı; insandan insana değişebileceği gibi, insanın çalıştığı işin kolaylığına veya zorluğuna göre de değişebilir.

RIZK TEMİN ETMENİN (KESB'İN) SIFATI

1379- Hanefi fûkahası: "Bir mükellefin; kendisine, ailesinin nafakasını temine ve borçlarını ödemeye yetecek kadar kazanması farzdır. Fakir olan mü'minlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için; bundan fazlasını kazanması müstehabtır. Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için, rızık teminine gayret sarfetmek ise mübahtır"(11) hükmünde ittifak etmiştir. Başkalarına karşı tekebbür etmek dünyevi hırsa kapılarak yarışa çıkmak, azgınlık ve taşkınlık için kazanması; helal yolla kazansa dahi, mekrûh ve haramdır.(12) Elbette burada, mükellefin "niyeti" önemlidir. Mü'minlerin; tağuti güçlere karşı daha güçlü bir şekilde cihad edebilmesi için, hırsla kazanan ve kazancını cihada harcıyan mü'min, sürekli ibadet içerisindedir. Zira "niyyeti"; farz olan bir ibadetin edâ edilmesidir.

1380- Kur'an-ı Kerim'de: "Onlar ki, (Mü'minler) harcadıkları vakit ne israf, ne de sıkılık (cimrilik) yapmazlar. (Harcamaları) ikisi arası (vasat) olur"(13) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'yi esas alan Hanefi fûkahası: "Mükellef, kazandığı malda israf etmediği gibi, cimrilik yolunu da tutmaz. Hem kendi nefsine, hem de nafakaları üzerine vacip olan kimselere (ailesine, çocuklarına vs.) infak eder"(14) hükmünde ittifak etmiştir. Şimdi "İsraf nedir?" sualine cevap arıyalım. İsraf; arapça bir kelime olup, "Serefe" kökündendir. Seref; herhangi bir şeyde makûl haddi aşmak manasınadır. İslâmi ıstılâhta: "Gayr-i meşru (Şer'i olmayan) bir gaye için mal sarfetmeye" israf denilmiştir. Ulema "İsraf'ta hayır yoktur. Hayırlı işlerde ise; israf yoktur" hükmünü zikrederek, konunun kavranmasını kolaylaştırmıştır. Allahû Teâla (cc)'nın israfı haram kıldığı muhkem ayetlerle sabit olmuştur.(15)

1381- Çalışıp, rızk temin edebilme kudreti olan kimsenin dilenmesi caiz değildir. Çünkü çalışmamak, suretiyle bir farzı terketme durumu söz konusudur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hayatım yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; sizden herhangi birinizin, ipini alıp da, dağdan arkasında bir bağ odunu getirmesi ve satması, herhangi bir kişiden istemesinden çok hayırlıdır. (Kimbilir, istediğiniz kimse de) ya verir minnetine girersin, yahud vermez zilletini çekersin"(16) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla çalışma gücü olan kimsenin dilenmesi meşru değildir. Ancak kudreti yoksa durum ne olacaktır? Hiç malı olmayan ve hayatını ancak dilenmek suretiyle idame ettirebilen kimselere "Miskin" denilmiştir.(17) Miskinler; Beytü'lmal'in "Zekât" bütçesinden, maaşlarını alırlar. Zira çalışma kudreti olmayan ve fakir olan kimseler; korunmaya muhtaçtırlar. Molla Hüsrev: "İçinde bulunduğu gün için, yiyeceği mevcut olan kimseye dilenmek helal olmaz"(18) hükmünü beyan etmektedir. Hem miskin olur; hem de (durumunu beyan etmekten utanarak) dilenmezse ve bu sebeple ölürse, günahkâr olur. Zira o halde bulunan kimsenin; ("Beytülmal" ve "Ulûl'lemr" yoksa) dilenmesi şer'an caizdir. Eğer dilenmekten de aciz olursa; o kimsenin durumunu bilen kimse üzerine, onu doyurması "Farz-ı Ayn" olur.(19) Ancak kendi kudreti de; onu doyurmaya müsait değilse, yardım yapabilecek başka bir kimseye durumu iletmesi farzdır.

RIZK HANGİ YOLLARLA TEMİN EDİLEBİLİR

1382- Hanefi fûkahası: "Rızk temin etmede en efdal olan yol cihaddır. Zira, Cihad'da hem İslâm dinini aziz kılma, hem de ganimet elde etme söz konusudur. Bu sebeble kazancın en efdali; ganimet olur. Cihad'dan sonra; rızk elde etmede efdal olan, ticaretle meşgul olmaktır. Daha sonra ziraatle meşgul olmak ve diğer san'atlar gelir"(20) hükmünde ittifak etmiştir. Şimdi bu sırayı esas alarak, meseleyi izaha gayret edelim.

1383- Kur'an-ı Kerim'de: "Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve hoş olarak yeyin"(21) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Muhammed (rha) ganimetin daha önceki ümmetlere helal kılınmadığını, ancak Ümmet-i Muhammed'e helal kılındığını, bunun sünnetle sabit olduğunu beyan etmektedir.(22) Resûl-i Ekrem (sav): "Allahû Teâla (cc) kıyametin kopmasına yakın bir zamanda beni kılıçla gönderdi. Rızkımı da, mızrağımın altında (Gölgesinde) kıldı. Bana muhalefet edenleri de zelil ve hakir eyledi. Hem kim kendisini bir kavme benzetirse, o da, onlardandır."(23) buyurmuştur. "Cihad" ibadetini izah ederken bu konu üzerinde durmuştuk!..(24)

1384- Şurası kat'iyyen unutulmamalıdır ki; rızk temin etme yollarının tamamı kat'i nass'larla beyan buyurulmuştur. Herhangi birisinin ihmali, Ümmet-i Muhammed'i zor duruma düşürür. Zira bir mü'min; kendi rızkını temin ederken, diğer mü'minlerin menfaatine olan malları da, üretmek durumundadır. Ancak en efdal ve en temiz olan; rızk elde etme yolunun, kat'iyyen unutulmaması şarttır? Nitekim Resûl-i Ekrem (sav): "Faizi yemek için hileli yollara saptığınız, öküzlerin kuyruklarına yapışıp ziraatle geçindiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, Allahû Teâla (cc) üzerinize zilleti (aşağılanmayı, hor ve hakir kılınmayı, zaafa düşmeyi) musallat kılar. Dininize dönmedikçe o zilleti üzerinizden sıyırmaz"(25) buyurmak suretiyle (rızk temin etmek için) cihadın terkedilmemesini hassaten tebliğ etmiştir.

TİCARETLE MEŞGUL OLMAK

1385- Kur'an-ı Kerim'de: "(Öyle kimseler, mü'minler) Vardır ki, ne bir ticaret, ne bir alışveriş (onları) Allahû Teâla (cc)'yı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoyamaz. Onlar kalblerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar"(26) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'de; ticaret ve alışveriş gibi, rızk temin etme yollarının; kendilerini, Allahû Teâla (cc)'ya ibadetten alıkoymadığı mü'min kimseler övülmüştür. Bu, bir anlamda mü'min tüccarın vasfıdır. Zira mü'min tüccar "zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de hesabının sorulacağı güne" hazırlandığının şuurundadır. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Emin ve sadık (güvenilir) mü'min tüccar, kıyamet gününde şehidlerle beraberdir"(27) Hadis-i Şerif'i açık bir müjdedir. Başta Hz. Ebû Bekir (ra) olmak üzere, cennetle müjdelenen birçok sahabe, ticaretle meşgul olmuşlardır. Ancak şurası da unutulmamalıdır ki; kıyamet gününde şehidlerle beraber olacak tüccar, şer'i şerifin hududlarına titizlikle riayet etmek borcundadır. Dünyevi hırsa kapılır; şer'i hududları bir kenara bırakırsa, büyük bir azabla karşı karşıya gelir

1386- Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını batıl yollarla (Haram'la) yemeyin. Meğer ki (o mallar), sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret malı ola (o zaman yeyin). Kendi nefsinizi de öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok esirgeyicidir. Kim (helal hududlarını) aşarak ve zulüm yaparak bu amelleri işlerse, biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allahû Teâla (cc) için çok kolaydır."(28) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler "Bir malın batıl yolla yenilmesinden murad; kumar, faiz, hırsızlık, gasb ve bunun gibi İslâm dininin kat'i olarak haram kıldığı yollarla yenilmesidir"(29) hükmünde ittifak halindedirler. Bu yollara tevessül eden kimseler (ister tüccar, ister müşteri olsun); geçici olan dünya hayatı için, ebedi hayatlarını tehlikeye atmışlardır

1387- Toplu halde yaşıyan insanların; mal, menfaat ve hizmet noktasından birbirleriyle sıkı ilişkiler içerisinde olacakları muhakkaktır. Türkçe'de "Alışveriş" diye isimlendirdiğimiz olayın arapçası "Büyû" dur. Bu kelimenin lûgat manası; malı mal ile mübadele etmek, değişmektir.(30) İslâm ûleması; "Kıymete haiz olan ve rağbet edilen bir malı, aynı mahiyetteki diğer bir mal ile mübadele etmeye" alış-veriş adını vermiştir.(31) Bir malın kıymetli olması için; mübah olması şarttır. Ayrıca insanlar tarafından rağbet edilmesi ve biriktirilebilmesi de gerekir. Şarap; biriktirilmesi ve bazı çevrelerce (Ehl-i Kitab ve faasıklar gibi) rağbet edilmesine rağmen, mü'minler indinde kıymetli değildir. Zira haram kılınmıştır. Bu sebeple mallar "Mükekavvim" ve "Gayr-i Mütekavvim" olmak üzere ikiye ayrılır.(32) Ulema; satılan mal dikkate alındığı zaman, dört çeşit alışveriş sözkonusu olduğu için; "Bey" şeklinde değil, çoğul sigasıyla "Büyû" şeklinde kullanmıştır. Satılan mal esas alındığı zaman; dört çeşit alışverişle karşı karşıya geliriz. Bunlar:

1) Ticarete konu olan mütekavvim bir mal, aynı mahiyetteki diğer bir mal ile değiştirilebilir. Buna Türkçe'de "trampa" denilir.
2) Alışverişe konu olan kıymetli mal, semen karşılığı satılır. En meşhur ve yaygın olanı budur. Mesela: Bir elbise 5000 lira karşılığında satın alındığı zaman, elbise "Mal", 5000 liradan onun semeni olur.
3) Semen'i, semen ile satmak mümkündür. Mesela: Doları, mark ile satın almak veya nakit para ile satın almak gibi!.. Buna "Sarf" denir. Bu işle meşgul olan kimselere de "Sarraf" adı verilir.
4) Semen ile veresiye mal satın alınabilir. Buna "Selem" denilir.(33)

1388- Şer'an satış: "Mütekavvim olan bir malı hususi bir şekilde, fayda ifade eden misli ile mübadele etmektir. "Hususi bir şekilde" kaydı; başta teberru ve hibe olmak üzere, karşılıksız mal vermeyi tarifin dışında tutabilmek içindir. Alışverişin mün'akid olması için; icab ve kabul şarttır. Bunun mazi sigasıyla (Yani "Sattım" ve "Aldım") şeklinde olması esastır.(34) Zira "Satacağım" veya "Alacağım" gibi ifadeler temenni ve arzu hükmündedir, kat'iyyet sözkonusu değildir. İmam-ı Kasani "Satışın rüknü; icap ve kabulle birlikte mübadele etmektir" hükmünü zikreder. İbn-i Hümam: "Satışın rüknü icap ve kabuldür ki, bunlar mübadeleye veya onun yerini tutan birbirine teslim etmeye delâlet eder. Bu durumda satışın rüknü; iki milki söz veya fiille mübadeleye rıza göstermedir" buyurmaktadır. Satışın şartı: İki tarafın da (İcab ve kabule) ehil olmasıdır. Dolayısıyle akıllı olmak esastır. Delinin veya mecnunun satışı sahih değildir. Bulüğa ermiş olmak ve hürriyet şart değildir. Üzerinde akid yapılan malda da bazı şartlar aranır. Bunlar:

1) Alışverişe konu olan mal, mübah olmalıdır. Başta şarab olmak üzere İslâm'ın haram kıldığı mal satışa konu değildir.
2) Mal mevcud olmalıdır. Denizdeki balık veya havadaki kuş satılamaz.
3) Malın teslimine imkân bulunmalıdır. Mesela: Hayvanın karnındaki yavru satılamaz. Zira teslim etme imkânı yoktur.
4) Milk satan kimseye ait olmalıdır. Satışın yapıldığı yerin şartı; meclis beraberliğidir. Satışın sahih olabilmesi için; milkin bulunması ve milk üzerinde başkasının hakkının olmaması esastır.(35) Mal üzerinde hakkı ve yetkisi olmayan kimsenin (Fuzuli'nin) satışı, bütün şartlar bulunsa dahi münakid olmaz.

1389- Satış; semen (malın bedeli) açısından da, dört kısma ayrılır. Bunlar:
1) Mükellef; malın kendisine kaça mal olduğunu söylemeksizin, karşılıklı razı olacakları bir bedelle (Semen) akid yapabilir. Buna "Musâveme" denilir. Mesela: Bir tüccar, elindeki malın maliyet fiyatını gizleyerek müşterisine "- Sana şu fiyata verebilirim" teklifinde bulunur. Esasen yaygın olan usul budur.
2) Mükellef; satışa konu olan malın, kendisine kaça mal olduğunu beyan edip, belirli bir kâr koyarak satabilir. Buna "Mürabaha" denir. Mesela: Tüccar "- Efendim, bu mal bana 1000 liraya mal olmuştur. Sana 1100 liraya verebilirim" diyebilir.
3) Mükellef; malın maliyet fiyatını beyan edip, hiçbir kâr talep etmeden satabilir. Buna da "tevliye" denilir.
4) Mükellef, satışa konu olan malın maliyet fiyatını beyan ettikten sonra, o fiyatın daha aşağısına da satabilir. Buna da "Vadia" (Vazia) denilir.(36) Bu satış şekillerinin hepsi de, meşrûdur. Zira ticarette; hem kâr, hem zarar sözkonusudur.

1390- Satışın hükmü; iki taraftan biri için milkiyetin, diğeri için de bedelinin (Semenin) sübûtudur. Fûkaha buna "Asli hükmü" adını vermiştir. Tabi olan hükmü ise; malı ve kıymetini (Semeni) teslimin vacip olmasıdır. Yani satıcının "Malı", alıcının da "Semeni" (kıymetini) vermesi vaciptir.(37) Veresiye olan satışlarda "Müddetin" bilinmesi esastır. Meçhul bir zamana dayanan satış doğru değildir. Ayrıca veresiye satışlarda; borçlanma söz konusu olduğu için "Senetleşmek" zarûridir.(38) Şimdi alışverişle ilgili diğer hususları zikredelim.

ŞART MUHAYYERLİĞİ VE TAYİNİ

1391- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Satıcı ile satın alan mükellef; ayrılmadıkları müddetçe muhayyerdirler"(39) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası, "Aynı mecliste "İcab" olur; fakat "Kabul"e ehil olan kimse sükût ederse, o meclis dağılıncaya kadar yetkilidir. Ancak icap ve kabul; birbirine uygun olarak edâ edilmişse, hem ihtiyar, hem rıza bulunduğu için akid tamamlanmıştır. Başka bir konuya geçildiği an, meclis değişmiştir"(40) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Şafii (rha) hadisin zahirini esas alarak: "İcab ve kabul; birbirine uygun olarak edâ edilse dahi, o meclis dağılmadığı müddetçe, taraflar muhayyerdirler" hükmünü beyan etmiştir.(41) Bunun dışında, birkaç çeşit şart muhayyerliğinden de söz etmek mümkündür. Şöyleki; malı satın alan kimse: "- Ben muhayyer olmak şartıyla satın aldım" diyebilir. Böyle bir şart fasiddir. Bu hususta ittifak mevcuddur.(42) İkincisi, müşteri: "- Ben bu malı üç gün veya daha az bir süre muhayyer olmak şartıyla satın aldım" diyebilir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Sahabe'den Hz. Hıbban b. Munkız (ra)'a hitaben: "- Satış yaptığın zaman hile yok!.. Ancak benim için üç gün muhayyerlik olacak diyebilirsin" buyurduğu bilinmektedir.(43) Hanefi fûkahası bu Hadis-i Şerif'i esas alarak: "Hem satan, hem alan için, şart koştuğu takdirde üç gün muhayyerlik hakkı vardır. Bu süre içerisinde milkiyet el değiştirmiş olmaz" hükmünde ittifak etmiştir. Üçüncüsü malı satın alan kimse: "- Ben bir ay veya iki ay muhayyer olmak şartıyla satın aldım" diyebilir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) indinde, bu şart sahih değildir. İmameyn'in kavline göre; bu şart sahihdir.(44)

1392-GÖRME MUHAYYERLİĞİ: Satıcının veya müşterinin, görmedikleri bir malı satmaları veya satın almaları caizdir. Nitekim Hz. Osman (ra), Hz. Talha (ra)'ya Basra'da bulunan bir yerini satmış, bazı kimseler Hz. Talha (ra)'ya "Sen aldandın" deyince Hz. Talha (ra): "- Benim için muhayyerlik vardır. Çünkü ben görmediğim bir şeyi satın aldım" buyurmuştur. Durum Hz. Osman (ra)'a intikal edince o da: "-ÿBenim için de muhayyerlik vardır. Zira ben de görmediğim bir şeyi sattım" demiştir. Bunun üzerine Hz. Cübeyr b. Mutim (ra)'i aralarında hakem tayin etmişler, Hz. Cübeyr b. Mutim (ra) "Satın alan Hz. Talha (ra)'nın muhayyer olduğunu, diğerinin ise muhayyer olmadığını" beyan etmiştir.(45) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse görmediği bir şeyi satın alırsa, o şeyi gördüğü an, onun için muhayyerlik vardır"(46) Hadis-i Şerifi bunun delilidir. Dolayısıyla görmediği bir malını satan kimse için muhayyerlik yoktur. Ancak herhangi bir malı görmeden satın alan müşteri için; malı gördüğü zaman, muhayyerlik hakkı mevcuddur. İsterse almaktan vazgeçebilir. Satıcı ise; satmaktan vazgeçemez. Çünkü onun için görme muhayyerliği yoktur, malın sahibidir. Bu hususta Sahabe-i Kiram'ın icmaı vardır.

1393-KUSUR (AYB) MUHAYYERLİĞİ: Bir müşteri; satın aldığı malda (ticaret ehli olan kimseler indinde) kıymetini eksilten bir kusur (ayb) bulursa muhayyerdir.(47) İsterse malı o kusuruyla birlikte kabul eder, isterse aldığı kimseye (tüccara) geri verebilir. "Ticaret ehli olan kimseler indinde" dememizin sebebi; kusurun (aybın) sabit olması içindir. Çünkü mutlak satış; her türlü kusurdan (ayıptan) salim olmayı gerektirir. Ayrıca satışı yapan kimse, o kusuru (ayıbı) söylemediği için aldatma (Garar) sözkonusudur. Dolayısıyla müşterinin zararının giderilmesi esastır.(48) Tüccar indinde mevcud olan kusura "Ayıb-ı Kadim" denir. Resûl-i Ekrem (sav)'in hile ve aldatmayı şiddetle yasakladığı bilinmektedir. Nitekim Sahih-i Müslim'de: "Bizi aldatan bizden değildir" hükmü altında bir bab mevcuddur. Bu babta yer alan şu Hadis-i Şerif üzerinde iyi tefekkür etmek gerekir. Hz. Ebû Hureyre (ra)'dan rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) bir gün çarşıda dolaşırken, tahıl satan birisinin yanına uğradı. Elini ekin yığınının içine daldırınca, mübarek parmaklarına ıslaklık isabet etti. Bunun üzerine: "- Ey ekin sahibi, bu ıslaklık nedir?" sualini tevcih buyurdu. Ekin sahibi: "- Ona yağmur isabet etti ya Resûlallah" cevabını verince, Resûl-i Ekrem (sav): "İnsanların görebilmesi için o ıslak olan kısmı üstüne koysaydın ya!.. Bizi aldatan bizden değildir"(49) hükmünü beyan buyurdu. İbn-i Ömer (ra)'in şöyle dediği rivayet edildi: "Hz. Peygamber (sav) dış görünüşü ile malı beğendirmek suretiyle aldatıcı satışı nehyetti"(50) Dikkat edilirse; ticaretle uğraşan bir kimsenin, emin ve sadık olması esastır. Eğer kendisinin de farkında olmadığı kusurlu (ayıplı) bir malı satmışsa; farkına vardığı an, müşterisinin zararını gidermeli ve helallık dilemelidir.

ALIŞVERİŞTE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

1394-HARAM'A VESİLE OLMAK (ALIŞVERİŞİNİ YAPMAK) HARAMDIR: Ticaretle meşgul olan bir mü'minin; üzerinde hassasiyetle duracağı ilk konu, haram kılınan malların satışını yapmamaktır. Allahû Teâla (cc) bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) "Şarabla ilgili olarak" mü'minlere: "İçilmesini haram kılan Allahû Teâla (cc) satılmasını da (alışverişini) haram kılmıştır"(51) buyurarak, meselenin mahiyetini izah etmiştir. Mesela; mü'min bir kasap; şer'i şerife göre kesilmeyen herhangi bir hayvanın etini satmamalıdır. Çünkü, kasden besmelenin terkedilmesi durumunda, etin yenmesi haram olur. O et; meyte hükmündedir. Vesen (heykel) ve sanemin satılması da haramdır. Hanefi fûkahası: "Haram Li aynihi olan; şarap, domuz eti, kan, put ve bunun gibi maddelerin satışının batıl" olduğunda ittifak etmiştir.(52)

1395- Çalınan veya gasb edilmek suretiyle elde edilen bir malı; ticareti piyasaya sokmak da caiz değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim bildiği halde hırsızlık eşyayı satın alırsa; onun günahına ve alçaklığına (haysiyetsizliğine) ortak olmuştur."(53) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla ticaretle meşgul olan mü'minlerin; malı gerek alırken, gerek satarken titizlik göstermeleri esastır.

1396- FİYATLARA MÜDAHALE ETMEK CAİZ DEĞİLDİR: Resûl-i Ekrem (sav) ticaretle meşgul olan Sahabe-i Kiram'a daima kolaylık göstermelerini ve ucuzluk meydana getirmek için gayret sarfetmelerini tavsiye buyurmuştur. Ancak bu hiçbir zaman fiyatlara müdahale manasına değildir. Nitekim fiyatların yükseldiği bir sırada, Sahabe-i Kiram'dan bazıları Resûl-i Ekrem (sav)'e müracaatla çözüm bulunmasını teklif etmişlerdir. Tabii ki bu çözüm fiyatların dondurulması veya narh konulmasıyla ilgilidir. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Fiyatları ayarlayan; bolluk, darlık ve rızık veren Allahû Teâla (cc)'dır. Şüphesiz ki ben; hiç kimsenin benden talep edeceği mal ve can hususunda bir haksızlığım olmadan, Rabbime kavuşmak arzusundayım"(54) hükmünü beyan buyurmuştur. Hanefi fûkahası: "Ulû'lemr veya kadı; fiyatları tayin etmez, narh koymaz. Zira narh koymak mekruhtur. Ancak eğer ticaretle uğraşan kimseler; malın fiyatından çok yüksek bir fiyatla satış yapma hususunda anlaşırlarsa, ehl-i hibre'den (ilim sahibi kimselerden) bilgi istenir. Temel gıda maddeleri ve hayvan yiyecekleri hususunda; istişare edildikten sonra, fiyat tahdidinde bulunmakta beis yoktur"(55) hükmünde ittifak etmiştir. Çünkü gerek temel gıda maddelerinde, gerek hayvan yemlerinde, canlının telef olma tehlikesi sözkonusudur.

1397- Darû'l İslâm'da; arz ve talep dengesine dayanan fiyatlar esastır. Ancak sun'i olarak fiyatlara müdahale etmek büyük bir vebaldir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Pahalılığı artırmak için fiyatlar, müdahale eden kimseyi; kıyamet gününde, büyük bir ateşin üzerine oturtmayı Allahû Teâla (cc) üzerine almıştır"(56) buyurduğu bilinmektedir. Fiyatlara müdahalenin birçok yolu vardır. Bunların başında da "İhtikâr" gelir. Şimdi bunun üzerinde duralım.

1398- A) Muhtekir (ihtikâr yapan kimse) mel'ûndur: Bir malı, fiyat artınca satmak niyetiyle stok etmeye ihtikâr denir. İmam-ı Ebû Yusuf (rha) göre; ümmete zarar vermek niyetiyle, her çeşit malın satışından imtina etmek ihtikârdır.(57) Resûl-i Ekrem (sav): "Pazara mal getiren merzûk (rızıklandırılmış), ihtikâr yapan ise melûndur"(58) hükmünü beyan buyurmuştur. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) "Bir kimsenin kendi ürettiği malı (Mesela: Çiftçinin buğdayı) ihtiyacı sebebiyle stok etmesi ihtikâr olmadığı gibi; bir başka şehirden getirdiği malı stok etmesi de ihtikâr değildir. İhtikâr ümmete zarar vermek niyetiyle gıda maddelerini (yiyecekleri) stok etme sonucu ortaya çıkar"(59) demiştir. Esasen bir kimse; temel gıda maddelerini ve hayvan yiyeceklerini stok ederse; "Muhtesib" veya "Kadı" bu işten vazgeçmesini teklif eder. Mükellefin ısrar etmesi halinde; malına el konur ve günün rayiç fiyatları dikkate alınarak satılır. Bedeli de kendisine verilir. Ayrıca kendisine ta'zir cezası uygulanır.(60) Resûl-i Ekrem (sav) ihtikâr yapan kimseleri zemmetmiş ve Allahû Teâla (cc)'nın rahmetinden uzaklaştıklarını beyan buyurmuştur.(61) Sonuç olarak muhtekir (ihtikâr yapan kimse) me'lûndur, yani lanetlenmiştir.

1399- B) Müşteri kızıştırıp, fiyat artırmak caiz değildir: Resûl-i Ekrem (sav)'in "Necş'i" yasakladığı nass'la sabittir. Necş; "malı almaya niyetli olmadığı halde; üçüncü şahısları isteklendirmek ve aldatmak için, fazla fiyat vermeye" verilen isimdir.(62) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse, kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık etmesin"(63) Hadis-i Şerif-i müşteri kızıştırmanın caiz olmadığını beyan buyurmaktadır. Tüccar ile müşteri bir mal üzerinde pazarlık ederken; üçüncü bir şahsın o pazarlığa dahil olması, tahrimen mekruhtur. Ancak o pazarlık meclisi dağıldıktan sonra; anlaşma hasıl olmazsa, malı alma niyeti olan diğer kimse pazarlık edebilir. Günümüzdeki açık ve kapalı artırmalarda; bu hile alabildiğine yapılmaktadır. Şöyle ki; malı almaya niyeti olmayan bir kimse, kasden artırmaya girmekte ve belli bir ücret talep ederek satıştan çekilmektedir. Bunun kat'iyyen caiz olmayacağı açıktır.

1400- C) Şehirde ikamet eden bir kimsenin; köylünün ürettiği malı yolda karşılayıp, pazara sokmadan alması ve azar azar pahalı satması caiz değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Şehirde oturan kimse; bedevinin malını onun için satmasın"(64) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası: "Kıtlık zamanında; şehirde mukim olan kimsenin bedevinin malını onun adına satması, fiyat yükselmesine sebep oluyorsa mekruhtur. Zira bu fiilde, ümmete zarar söz konusudur. Normal olan dönemde; fiyat yükselmesine sebep olmayan pazarlama mekruh değildir"(65) hükmünü beyan etmiştir. İmam-ı Şafii, İmam Ahmed b. Hanbel ve İmam-ı Malik (rha) hadisin zahirini esas alarak, her halûkarda bunun caiz olmayacağına kaildirler. İbn-i Münzir: "Malları şehrin dışında karşılayarak satın almak caiz olmaz. Ebû Hanife buna katılmaz ve bunda bir sakınca görmediğini söyler.(66) hükmünü beyan etmek suretiyle, diğer mezheplerin bu hususta ittifak halinde olduklarını kaydeder.

1401- D) Bir satış içerisinde, iki satış caiz olmaz: (Vadeli satış ve vade farkı) Günümüzde en çok tartışılan konulardan birisi de; bir malın "peşin" ve "vadeli" satışındaki, fiyat farkıdır. Bir mal; peşin "bin liraya" satın alınabilirken, vade süresine göre "bin ikiyüz" veya "bin beşyüz" liraya alınabilmektedir. Mal aynı olduğuna göre; fiyatın farklılışması "vade faktörüne" dayanıyor demektir. Bunu "Pazarlık sonucu malın fiyatının farklı olabileceği" tezi ile izah etmek mümkün değildir. Zira ticari piyasada bir malın "Peşin" ve "Veresiye" fiyatları; faiz oranları ve enflasyon dikkate alınarak ilan edilmektedir.(67) Şimdi konunun Darû'l İslâm'daki durumunu izaha gayret edelim. Abdullah İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Attab b. Esed'i Mekke-i Mükerreme'ye vali olarak gönderirken: "- İnsanların, bir satış içerisinde iki satış yapmalarına müsaade etme, yasakla" emrini vermiştir.(68) Hanefi fûkahası: "Bir malın, peşin "şu fiyata" vadeli (veresiye) "bu fiyata" sattım" şeklindeki ifadelerle satılması caiz değildir"(69) hükmünde ittifak etmiştir. Mesela: "Şu buzdolabını peşin olursa "110.000 TL", vadeli olursa "160.000 TL." karşılığında sattım" gibi!.. Ancak müşteri bu iki fiyattan birisini, aynı mecliste kabul eder ve mesela: "Ben vadeli olarak "160.000 TL." karşılığı satın aldım" derse caiz olur mu? Yasaklamanın illetini; malın fiyatındaki cehalete bağlayan müctehidler indinde bu caizdir. Zira cehalet ortadan kalkmış, iki tarafın (icab ve kabulle) rızası sözkonusu olmuştur. Yasaklamanın illetini; vade sebebiyle malın fiyatının yükselmesine bağlayan müctehidler indinde caiz değildir. Zira Resûl-i Ekrem (sav), "Kim bir satış içerisinde, iki satış yaparsa, ona iki fiyattan az olanını almak veya faiz yemek vardır" hadisinin zahiri esastır. Çünkü bir şeyin helal veya haramlığı hususunda ihtilaf hasıl olursa, itiyaden uzak durmak (Şüpheliden kaçınmak) gerekir" hükmünü beyan etmişlerdir. Hz. Ömer (ra)'in rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif'te: "Malum olan ribayı terkettiğiniz gibi, riba (faiz) şubesi olan işleri de terkediniz"(70) buyurulmuştur. Pazarlık etmek; hem satıcının, hem alıcının şer'i hakkıdır. Sonuç olarak ticaretle meşgul olan mü'minlerin; bir satış içerisinde iki satış yapmaktan kaçınmaları, tek fiyat söylemeleri daha uygundur. Bu sayede "şüpheden" kurtulmuş olurlar.

1402-MALI SATABİLMEK İÇİN "YEMİN ETMEK" MEKRUHTUR: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yemin; malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine (bereketinin mahvolmasına) sebebtir"(71) buyurduğu bilinmektedir. Ulema; alışverişte "sözünde sadık olduğu halde yemin etmek mekruh, yalan yere yemin etmek ise tahrimen mekruhtur" hükmünü beyan etmiştir Hz.Abdullah b.Evfa (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Resul-i Ekrem(sav) 'in döneminde; bir kimse yalan yere yemin ederek, mal elde etmeye gayret sarfetmiş ve bunun üzerine şu Ayet-i Kerime nazil buyurulmuştur.(72) "Hakikat; Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahayı (hasis ve menfaati) satın alanlar (yok mu?) işte onlar için ahirette hiçbir nasib yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek açıklı bir azab vardır."(73)

1403-BORÇ HUSUSUNDA TİTİZLİK GEREKİR: Peygamber Efendimiz'in (sav): "Allah'ım!.. Borç yükünden ve insanların baskısı altında ezilmekten sana sığınırım" şeklinde sık sık dua etmesi, Sahabe-i Kiram'ın dikkatini çekmiştir. Bir fırsatını bulup: "- Ya Resûlullah, sık sık borçtan Allah'a sığınıyorsun, sebebi nedir?" sualini tevcih ederler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "İnsan borçlandığında; söyleyince yalan söyler, söz verince yerine getiremez"(74) buyurmak suretiyle itidali aşmamalarını ve fazla borçlanmamalarını tavsiye etmiştir. Alacaklı olan mü'minin; borçlu olan kardeşine karşı, suhûlet ve yumuşaklık göstermesi, muhakkak ki büyük bir fazilettir. Ancak borçlunun da, ödeme imkânı varken ve ahid yapmışken (senetleşmişken) ödememesi haramdır.

1404-ÖLÇÜ VE TARTIDA HİLE YAPMAK BÜYÜK BİR CİNAYETTİR: Kur'an-ı Kerim'de: "Ölçekte ve tartıda hileye sapanların vay haline!.. Ki onlar, insanlardan ölçekle aldıkları zaman (haklarını) tastamam alanlar, onlara (insanlara) ölçekle yahud tartı ile verdikleri zaman ise eksiltenlerdir. Sahiden onlar (öldükten sonra) diriltileceklerini sanmıyorlar mı?"(75) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; bu Ayet-i Kerime'de geçen "Tatfif" kelimesini; "çok cüz'i bir hile yapmak" şeklinde izah etmişlerdir. İbn-i Abbas (ra) Medine'de böyle bir ahlakın yaygın olduğunu ve bu sûre ile mahiyetin vahametinin izah edildiğini zikretmektedir.(76) Resûl-i Ekrem (sav): "Geçmiş ümmetlerin helâkine sebeb olan günahlardan birisinin de; hileli ölçüp-tartmaları olduğunu" beyan buyurmuştur.(77) Ticaretle uğraşan mü'minlerin; ölçü ve tartı konusunda çok hassas olmaları farzdır.

1405-SATIŞI BOZMADA (İKALEDE) KOLAYLIK GÖSTERİLMELİDİR: Müşteri aldığı malı; herhangi bir sebeble iade etmek isteyebilir. Bu durumda karşımıza "İkale" kavramı çıkar. İkale'nin lûgat manası; düşürmek ve ortadan kaldırmaktır.(78) İslâmi ıstılâhta; alıcı ve satıcının karşılıklı rızası ile satışı kaldırmak, yani bozmaktır.(79) Hanefi fûkahası: "Satışı bozmak (ikale); hem tüccar için, hem müşteri için caizdir. Ancak ilk ödenen bedelin misliyle (aynısıyla) olması esastır. Eğer daha fazlası veya daha azı şart koşulursa, bu şart batıldır. Mal, ilk bedeline mukabil olmak üzere geri çevrilir. Semen'in (Malın bedelinin) helak olması; satışın bozulmasına engel teşkil etmez. İkale; bu durumda da, sahihtir. Fakat satılan mal helak olmuşsa, satışın bozulması (ikale) sahih olmaz"(80) hükmünde ittifak etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Satışı bozmak isteyen mü'mine kolaylık gösteren kimseyi, Allahû Teâla (cc), sürçüp, düşmekten muhafaza eder"(81) müjdesi sarihtir. Ticaretle uğraşan mü'minler; mümkün mertebe kardeşlerinin herhangi bir sebeble aldıkları malı iade etme arzularını geri çevirmemelidirler.

1406- "Alışverişte dikkat edilecek hususlar" başlığı altında; kısaca beyana çalıştığımız hükümlerle amel etmek güç değildir. Ancak "Dünyevi hırs" sebebiyle birçok kimse, dikkatsizlik göstermektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Tacirler (Ticaretle meşgul olanlar) kıyamet günü facirler (günahkârlar) olarak diriltirler; ancak Allahû Teâla (cc)'dan korkan, iyilik ve doğruluktan ayrılmayanlar müstesnadır"(82) buyurduğu bilinmektedir. Ticaretle uğraşan mü'minler; İslâmi hükümleri öğrenmek ve bildikleriyle amel etmek hususunda titiz olmak mecburiyetindedirler. Şimdi öncelikle ticaretle uğraşan kimseleri; daha sonra da bütün mü'minleri, yakından ilgilendiren "Riba" (Faiz) konusuna geçelim.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT