EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

TALAK MEVZUSU İLE İLGİLİ DİĞER MESELELER

1173- Talakla ilgili ilimler, nikâh akdi yapan erkekler üzerine "Farz-ı Ayn"dır. Dikkat edilirse talaka (Boşanmaya) niyet eden erkek; Hayız, iddet ve cim'a hususunda titiz olmak durumundadır. Kadın hayızdan kesilmiş veya henüz hayız kanı görmemişse durum ne olacaktır? Kur'an-ı Kerim'de: "Kadınlarınız içinden artık hayızdan kesilmiş olanlarla, henüz hayız görmemiş bulunanların (iddetleri) de, eğer şüphe ederseniz onların iddeti üç aydır. Hamile kadınların iddetleri ise, doğum ile birlikte sona erer. Kim Allah'tan korkarsa, Allahû Teâla kendine her işinde kolaylık verir. İşte bunlar Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkarsa (Allah) onun kusurlarını örter, onun mükâfatını büyütür."(209) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası: "Yaşının küçüklüğü veya ihtiyarlık sebebiyle hayız (adet) görmeyen kadını sünnet üzere boşamak şu şekilde olur; önce bir talak boşar, bunun üzerinden bir ay geçtikten sonra bir talak daha boşar, bir ay daha geçince bir talak daha boşar. Hamile olan kadının, cinsi temastan sonra boşanmsında bir mahzur yoktur."(210) hükmünde müttefiktir.

1174- Kendisiyle nikâh akdi yaptığı bir kadını, gerdeğe girmeden önce boşamak isteyen koca; ister hayızlı, ister temizlik döneminde boşayabilir.(211) Zira, cinsi münasebet (cima) bulunmadığı için; nesebin tesbiti ve rec'at sözkonusu değildir.

1175- TALAK'IN SAYISI: Kur'an-ı Kerim: "Talak (boşama) iki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salıvermektir. Onlara (Kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehri geri) almanız size helal olmaz."(212) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla ehliyet sahibi bir mü'min talak (boşama) hususunda titiz olmak ve şer'i hududlara riayet etmek borcundadır.(213) Malûm olduğu üzere talakın sayısı hür kadınlar hakkında üç, cariyeler hakkında ikidir!.. Şimdi üç talak bir anda verilebilir mi? sualine cevap arayalım.

1176- Hanefi fûkahası; "Boşamaya ehil olan koca; üç talakın bir anda vaki olmasına niyyet eder ve bir defada, üç (üç defa) boşarsa, üç talak vaki olur, gerisi lagvdır."(214) hükmünde müttefiktir. Meselâ bir kimse karısına hitaben: "Seni üçten, dokuza kadar boşadım, iddetini bekle" veya "Sen benden yüz talakla boş ol" derse yalnız üç talak tahakkuk eder. Ehl-i Sünnet'in müctehid imamları; bu hususta Sahabe-i Kiram'ın icmaının teşekkül ettiğini beyan etmişlerdir.(215) Hanefi fûkahası; üç talakın bir anda kullanılmasının bid'at olduğunu, bunu yapan mükellefin sünnete muhalafet ettiği için asi (günahkar olacağını, ancak sonuç itibariyle beynunet-i kübra (büyük ayrılığın) meydana geleceği hususunda müttefiktir.

1177- Kur'an-ı Kerim'de: "Yine erkek karısını (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir kimseye nikâhlanıp varıncaya kadar, ona (birinci kocasına) helal olmaz. Bununla beraber eğer bu (yeni) koca da onu boşar da, onlar (birinci koca ile zevce) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını (tatbik edeceklerini) zannederlerse (iddet bittikten sonra) tekrar birbirlerine dönmelerinde (Evlenmelerinde) her ikisi hakkında da vebal yoktur. Bunlar bilir, anlar bir kavm için Allah'ın açıkladığı sınırlardır."(216) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla talaka ehil olan koca; karısını üç defa boşarsa nikâh'ın helalliği kaybolur.(217) Tekrar evlenebilmeleri için; o kadının başka bir kimseyle evlenmesi şarttır. Peki bu evlenme, anlaşmalı şekilde yapılabilir mi? İbn-i Abbas (ra) bu durumu Resûl-i Ekrem (sav)'e sormuştur. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Hayır!.. Ancak isteyerek yapılacak nikâh helal kılar, anlaşmalı (hileli) nikâh değil, ayrıca Allah'ın kitabıyla alay da değil!.. İkinci kocanın, o kadının balcığından tatması (cinsi temas, cim'a etmeleri) da şarttır."(218) buyurmuştur. Hanefi fûkahası, Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allahû Teâla (cc) helal kılana ve kendisi için helal kılınana lanet etsin" Hadis-i Şerifini esas alarak: "Helal kılma şartıyla (anlaşmalı olarak) o kadınla evlendiği zaman nikâh mekruhtur. Eğer yeni koca; o kadınla cima ettikten sonra boşarsa, birinci kocaya helal olur. Aksi takdirde helal olmaz. Zira bu fiilde (birinci kocaya helal olabilmesi için anlaşmalı evlenmede) "Muvakkat nikâhın manası mevcuddur"(219) hükmünde müttefiktir. Esasen, Resûl-i Ekrem (sav)'in: "(Üç talakla boşanan) kadın; birinci kocasına, yeni kocasının balcığını tadıncaya kadar helal olmaz"(220) buyurduğu bilinmektedir. Sonuç olarak "Hulle"nin (Helal kılmanın) şartları şunlardır:

a) Üç talakla boşanan kadın iddet müddetini doldurmalıdır.
b) Bundan sonra başka bir erkekle; sahih bir nikâhla evlenmelidir ve aralarında cinsi temas (Cim'a) olmalıdır.
c) Ölüm veya meşru sebeblerle boşanma meydana gelmelidir. Hiçbir zaman üç talakla boşayan kimseye; bu kadın, yeniden helal olsun niyetiyle davranmamalıdır.
d) İkinci kocadan sonra da, iddetini tamamlamalıdır.
e) Kadın, birinci kocasıyla yeniden nikâh'a razı olmalıdır.

1178- İmam-ı Şafii (rha) nikâh kelimesinin, hem cinsi münasebete, hem de akid suretiyle meydana gelen evliliğe delâlet edebileceğini beyan ettikten sonra: "Kocası tarafından üç talakla boşanan ve sonra başka adamla evlenen bir kadına Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: "Sen onun, o da senin balını tadıncaya kadar ilk kocana dönmen helal olmaz." Yine Süfyan, İbn-i Şihab'tan, O da Urve'den, O da Hz. Aişe'den rivayet ettiğine göre; "Rifae'nin karısı, Resûl-i Ekrem (sav)'e gelip dedi ki: "- Ben Rifae'nin karısıydım. Sonra beni üç talakla kat'i olarak boşadı. Ben de Abdurrahman b. Zebir ile evlendim. Fakat onun erkekliği elbise saçağı gibidir." Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Galiba sen Rifae'ye dönmek istiyorsun!.. Hayır, sen onun, o da senin balını tadıncaya kadar bu helal olmaz" buyurdu. Sünnet kat'i olarak göstermektedir ki; ilk kocasından üç talakla boşanan bir kadın, ikinci koca ile nikâhlanıp, bu yeni kocası ile cim'ada (Cinsi münasebette) bulunmadıkça, birinci kocasına (Üç talakla boşayana) dönemez. Ancak nikâh ve cinsi münasebetten sonra (her hangi bir sebeble boşanırsa) ilk kocasına dönebilir"(221) hükmünü beyan etmektedir.

TALAK HUSUSUNDA KADINI MUHAYYER BIRAKMAK

1179- Kur'an-ı Kerim'de: "Ey peygamber zevcelerine de ki; "- Eğer siz dünya hayatını ve onun zinet ve ihtişamını arzu ediyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de, hepinizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı ve ahiret yurdunu diliyorsanız, şüphe yok ki, Allah içinizden güzel hareket edenler için büyük bir mükafat hazırlamıştır."(222) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayet-i kerime; Resûl-i Ekrem (sav)'in hanımlarını; boşanma veya aile hayatına devam hususunda muhayyer burakmıştır. Nitekim Hz. Aişe (r. anha) validemiz; "Resûl-i Ekrem (sav) bizi muhayyer bıraktı da, biz Allahû Teâla (cc) ve Resûlünü tercih ettik!.. Bu muhayyerlik bizim aleyhimize bir hüküm meydana getirmedi"(224) buyurmuştur. Hanefi fûkahası: "Talaka ehil olan koca, nikâhlı hanımına: "Sen talak hususunda yetkilisin ve muhayyersin. İstersen kendini boşa" derse, o meclis devam ettiği müddetçe kadının boşama (talak) hakkı vardır. Bu husus Sahabe-i Kiram'ın icmaı ile sabittir. Meclis dağıldığı an, bu muhayyerlik ortadan kalkar"(225) hükmünde müttefiktir. Nikâh akdi esnasında kadın erkeğe: "Bir talak hakkı elimde olmak üzere seninle evlendim" der, erkek de: "Bir talak hakkı elinde olmak üzere seni zevceliğe kabul ettim" cevabını verirse, bununla "Tevfiz" gerçekleşir!.. Bu tevfiz hakkı meclisle sınırlı değil, süreklidir!.. Ancak evliliğin devamı sırasında; erkeğin kadını talak hususunda muhayyer bırakması, meclisle sınırlıdır.

ŞARTA BAĞLI OLAN TALAK

1180- Bir şarta bağlı olarak yapılan boşamalarda; şart yerine geldiği zaman talak vaki olur. Meselâ: Talaka ehil olan koca, karısına: "- Eğer sen babanın evine benim iznim olmadan gidersen, boş ol" veya "Falan işi yaparsan, boşsun" derse, kadın babasının evine izinsiz gittiğinde veya "falan" işi yaptığında boş olur. Zira talakın (boşanmanın) bağlı olduğu şart tahakkuk etmiştir.(226) Şart lafızları; dilden dile farklılık arzeder.(227) Şartın geçerli olabilmesi için bazı mahiyetlerin bulunması gerekir. Bunlar;

a) Şartın gelecekte vuku bulması imkân dahilinde olmalıdır. Meselâ: "Eğer deve iğnenin deliğinden geçerse, sen boş ol" demek mümkün değildir. Çünkü koşulan şartın vukuu imkânsızdır.
b) Şart boşanma sırasında mevcut olmamalıdır.
c) Şarta bağlı talakın (boşamanın) yapıldığı sırada; kadının hakikaten ve hükmen karısı olması gerekir. Mesela; bir erkek, yabancı bir kadına: "Eğer baban bizim eve gelirse, sen boşsun" derse, bununla talak meydana gelmez.(228)

TALAK'TA (BOŞAMADA) ŞAHİD GEREKLİ MİDİR?

1181- Kur'an-ı Kerim'de: "Sonra (o kadınlar, boşadıklarınız) iddet müddetlerini doldurdukları zaman onları ya güzellikle tutun, yahud güzellikle kendilerinden ayrılın ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahid yapın. (Ey şahidler, siz de) Şahidliği Allah için eda edin. İşte bu (yok mu?) Allah'a ve ahiret gününe iman etmekle onlara onunla öğüt verilir. Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona bir kurtuluş yolu ihsan eder"(229) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası, "Talak ve Rec'at'ta iki adil şahidin bulundurulması müstehab olduğunu ve isbat kolaylığı sağlayacağını" beyan etmiştir.(230) Ancak şahid; talak'ın (boşamanın) şartı değildir. Şahidsiz olarak yapılan talak (boşama) muteberdir.

İLÂ'NIN MAHİYETİ

1182- Önce kelime üzerinde duralım. Lugat manası; mutlak yemindir. İslâm? ıstılahta; "Ehil olan kocanın, nikâhlısı olan kadınla cinsi temasta (Cim'a'da) bulunmayacağına dair Allahû Teâla (cc)'nın adını veya sıfatlarını veya oruç, hacc, namaz, talak vs... gibi hususları anarak yemin etmesine ilâ denir.(231)

1183- Kur'an-ı Kerim'de: "Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için, dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (O müddet içinde, zevcelerine) dönerlerse, şüphe yok ki Allah cidden yarlığayıcı, hakkı ile esirgeyicidir."(232) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in hanımlarına "ilâ" yaptığı bilinmektedir.(233) Dolayısıyla "İlâ"; kitap, sünnet ve sahabe-i kiram'ın icmaı ile sabittir. Hanefi fûkahası: "Bir koca, karısına hitaben: "Vallahi seninle cinsi temasta (Cim'ada) bulunmayacağım" veya "Vallahi sana dört ay yaklaşmayacağım, Cim'ada bulunmayacağım" derse, ilâ yapmış olur. Cariye için bu süre iki aydır. Şayed bu süre içerisinde cim'a yaparsa, yemin bozulup keffaret vermesi icab eder, ilâ'da düşer. Eğer karısına ilâ sebebiyle dört ay yaklaşmazsa, "Bain Talak" tahakkuk eder."(234) hükmünde müttefiktir. Ric'i talakla boşanan kadın üzerine yapılan ilâ sahih olur. Zira nikâh hükmen mevcuddur. Ancak "Talak-ı Bain"le boşanan kadın üzerine yapılan ilâ, muteber değildir. Çünkü ilâ için nikâhın hakikaten veya hükmen mevcut olması şarttır.(235)

1184- İlâ yapan koca; cim'a edemeyecek derecede hasta olursa veya kadın cim'a edilmeyecek derecede hasta veya engeli bulunursa (yani dört ay içinde meşru bir sebeble cim'a imkanı olmazsa) kocanın ilâ'dan rücû etmesi: "- Ben ilâ'dan vazgeçtim ve karıma rücû ettim" sözü ile tahakkuk eder. Yemin keffareti vermesi gerekir. İlâ müddeti içinde cim'a engelleri zail olursa, sözle yaptığı rücû batıl olur, cim'a etmesi zaruret haline gelir.(236) Feteva-ı Hindiyye'de: "İlâ'da kullanılan lafızlar iki çeşittir. Bunlar; a) Sarih lafız b) Kinayeli lafız'dır. "Cinsi temastan (Cim'adan) nefsini menettiği açıkça ifade eden lafızlara "Sarih Lafız" denir. Kinayeli lafız ise; kendisiyle sadece cim'a manası anlaşılmayan, başka manaya gelme ihtimali de bulunan lafızlardır. Bunlarda niyyet olmadığı müddetçe ilâ olmaz. Sarih lafızlarda niyyet şart değildir."(237) hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Merginani, cahiliyye döneminde ilâ'nın (yani karısıyla cinsi temas etmek üzere yemin'in) boşama manasına geldiğini, şer'i şerifin ilâ'ya müddet koyarak talakı (boşamayı) tehir ettiğini kaydetmektedir.(238) Sonuç olarak; kocanın yemin sebebiyle karısına dört ay yaklaşmaması talak hükmündedir. İmam-ı Şafii (rh.a) "Kadı'nın (Şer'i şerifle hükmeden hakimin), eşler arasını ayırması gerekir, ancak o zaman "Bain" talak olur"(239) hükmünü beyan etmiştir.

1185- Ehl-i Sünnet'in müçtehid imamları: "Cinsi ilişkiye engel teşkil eden her yemin ilâ'dır. Yeminden (İlâ'dan) geri dönme, bir özür bulamadığı takdirde, cinsi ilişkide bulunmakla gerçekleşmiş olur" hükmünde icma etmişlerdir.(240)

"HUL" NEDİR?

1186- Önce kelime üzerinde duralım. Lugatta mutlak surette izale etme, gidermek manasınadır.(241) İbn-i Abidin: "Hûl lugatta gidermektir!... Araplar "Hala'tün-na'le" derler. "Ayakkabımı çıkardım" manasına gelir. Kadın kocasına fidye vererek ayrılırsa buna "muhâlea" denir. İsmi hul'dür. Bu kelime elbiseyi çıkarmaktan istiare edilmiştir. Çünkü karı-kocadan her biri elbisesini çıkarmış gibi olur. Bunu bahır sahibi Misbah'tan nakletmiştir"(242) buyurmaktadır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Muhalea, nikâh akdini, hul'a mahsus sözlerle izale etmek, ortadan kaldırmaktır. Fethû'l Kadir'de de böyledir. Muhalea; alım-satım lafızlarıyla sahih olur. Bu manaya gelen Farsça (veya başka dilden) sözlerle de sahihtir. Zahiriyye'de de böyledir. Hul'un şartı, tıpkı talakın şartları gibidir. Hükmü ise; bain bir talakın vukû bulmasıdır. Tebyin'de de böyledir"(243) hükmü kayıtlıdır.

1187- Kur'an-ı Kerim'de: "Boşama iki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır. (Ey Kocalar) onlara (Karılarınıza) verdiğiniz bir şeyi (mehri geri) almanız size helal olmaz. Meğer ki, erkekle kadın, Allah'ın hududlarını ayakta tutamıyacaklarından korkmuş (ümidini kesmiş) olsunlar. Eğer bu suretle siz de onların (Karı ve kocanın) Allah'ın hududlarını hakkıyla muhafaza ve ifa edemeyeceklerinden korkarsanız, o halde (kadının) fidye vermesinde (Muhalea yapmasında) ikisi üzerine de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Onları (Çiğneyip) geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir"(244) hükmü beyan buyurulmuştur.

1188- İbn-i Abbas (ra)'den rivayet edildiğine göre; Sabit b. Kays'ın karısı, Resûl-i Ekrem (sav)'e gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü!.. Kocam Sabit b. Kays'ı, ahlâkı ve dini hususunda ayıplamıyorum. Fakat kendim mü'min olduktan sonra küfranı nimete (veya küfür derecesinde hata işlemekten) düşmekten korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "(Mehir olarak aldığın) Bahçeni geri verecek misin? sualini sordu. "Evet" cevabını alınca Resûl-i Ekrem (sav) Sabit b. Kays b. Şemmas'a "Bahçeyi kabul et ve onu bain talakla boşa"(245) buyurdu.

1189- Hanefi fûkahası: "Karı-koca arasında geçimsizlik devam eder ve Allahû Teâla (cc)'nın emirlerini yerine getirememekten korkarlarsa, kadının mal mukabilinde kocasından hul etmesinde (Muhaleâ yapmasında) vebal yoktur. Koca, mal karşılığında boşamayı kabul ederse, bain talak tahakkuk eder. Kadının bu malı vermesi şarttır. Geçimsizliğin sebebi kocanın tutumları ise, kadından boşanma bedeli olması mekruhtur. Geçimsizlik kadından geliyorsa, kocanın mehir olarak kadına verdiğinden fazlasını talep etmesi mekruhtur. Fakat böyle yaparsa (günah işlemiş olmakla beraber) kazaen sahihtir. Esas olan vermiş olduğu mehri, veya daha azını geri almasıdır"(246) hükmünde müttefiktir.

1190- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hull, bain bir talaktır"(247) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, koca, mahiyeti malum olan bir mal veya menfaat karşılığı karısını boşamaya razı olduğu an "Muhalea" gerçekleşmiş olur. Zira koca açısından bu yemin hükmündedir. Mal veya menfaate sahip olur-olmaz. "Talak-ı Bain" tahakkuk eder. Nikâhta mehir olabilen her şey; hul'de de bedel olabilir. Tek fark; mehrin miktarı on dirhemden az olamaz. Ancak hull, on dirhemden az olabilir.(248)

1191- Karşılıklı anlaşma yoluyla ayrılma (MÜBAREE) mümkündür. Yani, Allahû Teâla (cc)'nın hududlarına riayet edemeyeceklerini anlayan karı-koca; konuyu kendi aralarında müzakere ederek, herhangi bir mal karşılığı olmaksızın boşanabilirler. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) "Muhalea (Hull) ve Mubaree sonucunda; karı-kocadan her birinin diğeri üzerinde iddet nafakasından başka, nikâhla ilgili bütün haklarını düşürür" hükmünü beyan etmiştir. Sonuç olarak; aile hayatını İslâmi hududlar içerisinde devem ettirilebilirse mesele yoktur. İslâmi hududlara riayet edemedikleri kendilerince sabit olan karı-kocanın birbirine zulme sapmadan ayrılmaları esastır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de: "Hem kadınları boşadınız da, iddetlerini bitirdiler mi, artık onları ya (kendilerine recatla) iyilikle tutun ya iyilikle bırakın. Onları (kadınlarınızı) sırf zulmedebilmeniz için, zararlarına olarak tutmayın. Kim böyle yaparsa muhakkak kendisine yazık etmiş olur. Allah'ın ayetlerini oyuncak yerine koymayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini ve öğüt vermek için indirdiği kitabı ve hikmeti düşünün. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi hakkı ile bilendir."(249) hükmü beyan buyurulmuştur. Allahû Teâla (cc), birbirlerine zulmeden karı-kocadan intikamını alır. Dolayısıyla şer'i hududlara riayet hususunda titizlik şarttır.

ZIHAR'IN TARİFİ VE MAHİYETİ

1192- Dürri'l Muhtar'da: "Lugaten zıhar; "Zahera" fiilinin masdarıdır. Kocası karısına: " Sen bana annemin sırtı gibisin" dediği zaman, araplar "Zahera min imaretihi" derler. (Karısına sırtını döndü manasınadır) Şer'an bir Müslümanın karısını (Velev kitabiyye veya küçük, yahut deli olsun) yahud kadının bütününü ifadeye yarayan uzuvlarından birini veya cüz-ü şayı'ını kendine ebediyyen haram olan birine zevali mümkün olmayan bir vasıfla benzetmektir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken şunları zikretmektedir: "Bu, zıhar'ın lugat manalarından biridir. Çünkü "Zahera" fiili zahır'dan alınmıştır. Sırt sırta verdiği zaman araplar "zahertehû" derler. Bahır'da, Misbah'tan naklen şöyle denilmiştir: "Hassaten zahır kelimesiyle zikredilmesi sırt manasına gelen (Zahır) hayvanın binilecek yeri olduğu içindir. Cim'a halinde kadına binilir. Binaenaleyh anneye binmek, hayvana binmekten istiare edilmiştir. Sonra bir kimsenin karısına binmesi, yasak olan anneye binmeye benzetilmiştir. Burada latif bir istihare vardır. Sanki erkek karısına: "- Sana nikâh için binmek bana haramdır" demiş gibidir."(250) Sonuç olarak; zıhar "Zehare" fiilinin masdarıdır, sırt manasına gelir. İslâm? ıstılahta; "Talaka ehil kocanın, karısını kendisine gerek sıhrıyet, gerek neseb, gerek süt sebebiyle ebediyyen haram olan kadının bakılması haram olan bir uzvuna benzetmesine "Zıhar" denilmiştir.(251) Ayrıca zıhar; nikâhı baki olmakla beraber, karısıyla cim'a etmeyi kendisine haram kılmaktadır.

1193- Cahiliyye döneminde Araplar arasında yaygın adetlerden birisi de; bir erkek karısını boşamak istediği zaman ona: "Sen bana annemin sırtı gibisin" derdi. Bu sözle; boşanmanın tahakkuk ettiği örf halindeydi. Sahabe-i Kiram'dan Evs b. Samt (ra) eşi Havle binti Salebe (r. anha)'ye kızarak: "Sen bana annemin sırtı gibi ol" der ve evi terkeder!... Havle b. Salebe (r.anha), Resûl-i Ekrem (sav)'e defalarca müracaat ederek; "ihtiyarlığını, fakirliğini ve çocuklarına bakacak bir durumu olmadığını" beyanla, bir çare bulmasını istirham eder. Bu arada gece-gündüz Allahû Teâla (cc)'ya yalvarmayı da ihmal etmez. Daha sonra "Zıhar"la ilgili ayet-i kerime'ler nazil olur.(252) Şimdi bu ayet-i kerimeleri zikredelim.

1194- Kur'an-ı Kerim'de: "(Habibim) Zevci hakkında seninle direşip duran (Nihayet halinden) Allah'a da şikayet etmekte olan (kadın)'ın sözünü (umulduğu vech ile) Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı (zaten) işitiyordu. Çünkü Allah hakkı ile işitici, kemaliyle görücüdür. İçinizden "Zıhar" yapagelenlerin (karıları) onların anneleri değildir. Anneleri kendilerini doğuranlardan başkaları değildir. Şüphe yok ki onlar, herhalde çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Muhakkak Allah çok bağışlayıcı çok yarlığayıcıdır. Kadınlarından "Zıhar ile ayrılmak isteyib de, sonra dediklerini geri alacaklar (için) birbirleriyle temas etmezden önce, bir köle azad etmeleri (lazımdır). İşte size bununla öğüt veriliyor. Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır. Fakat kim (bunu, köleyi) bulamazsa, birbiriyle temas etmeden önce fasılasız iki ay oruç tutsun. Buna da güç yetiremezse altmış yoksulu doyursun. Bu (hafifletme) Allah'a ve Resûlüne iman (da sebat) etmekte olduğunuz içindir. Bu (hükümler) Allah'ın tayin ettiği hududlardır. (Bunları kabul etmeyen) Kâfirler için ise, elem verici bir azab vardır."(253) hükmü beyan buyurulmuştur.

1195- Zıhar'ın tahakkuku için bir takım şartlar vardır: Bunlar:

1) Zıhar'da bulunan koca; akıl-baliğ, uyanık ve mü'min olmalıdır. Küçük çocuğun, delinin, uyuyan kimsenin ve kâfirin zıharı muteber değildir.
2) Kendisine teşbihte bulunan kadın, zıhar yapan erkeğe, neseb, süt veya sıhriyyet sebebiyle nikâhı ebediyyen haram olmalıdır. Binaenaleyh; teyzeye, kız kardeşe, süt kız kardeşe ve kayınvalideye teşebih ile zıhar sabit olur!.. Baldıza teşbih ile sabit olmaz. Zira baldızla evlenmek ebediyyen değil, muvakketen haramdır.
3) Kendisine teşbih edilen kimse, kadın olmalıdır. Dolayısıyla bir kimse karısına "Sen bana babamın, erkek kardeşini veya kayınpederimin sırtı gibi ol" dese, zıhar olmaz.
4) Kendisine zıhar yapılan uzuv, müzahir (Zıhar yapan kimse) için, bakılması haram olan bir uzuv olmalıdır. Binaenaleyh koca karısına: "Sen bana annemin eli gibi ol" dese, bununla zıhar olmaz.
5) Kensiyle zıhar yapılan söz; sarih bir tabir ise niyete muhtaç olmaz. Ancak kinayeli bir söz ise, niyyet şarttır.(254)

1196- Molla Hüsrev: "Zıhar'ın hükmü; kocanın nikâhlı karısıyla cim'a etmesinin, dokunmasının ve öpmesinin, keffaret verinceye kadar haram olmasıdır. Çünkü, Allahû Teâla (cc): "Kadınlarından zıhar ile ayrılmak isteyip de, sonra söylediklerini geri alacaklar (için) birbirleriyle temas etmezden önce, bir köle azad etmeleri (lazımdır)" buyurmuştur. Keffaretin vacip olmasının sebebi, zıhar yapmak ve daha sonra ondan geri dönmektir. Zira, keffaret; ibadet ile ukubat arasında döner"(255) hükmünü zikretmektedir. Sonuç olarak "Zıhar"da; nikâh ortadan kalkmaz. Ancak keffaret verinceye kadar karısıyla cinsi temasta (Cim'ada) bulunması haramdır.(256) Cinsi temas, kucaklaşmak ve öpüşmek gibi fiilleri yapmadıkları süre içerisinde aynı evde bulunmalarında (Haremlik- selamlık açısından) hiçbir mahzur yoktur. Zira aralarında nikâh mevcuttur. Erkek, cinsi teması ve ona yol açan hususları kendi kendisine haram etmiştir. Zıhar'dan vazgeçmek isteyen kimse (Müzahir); azad etmek için köle bulamazsa hiç ara vermeden iki ay oruç tutar. Eğer sıhhi durumu buna müsait değilse, altmış miskini doyurur. Müzahir (Zıhar yapan kimsenin) bu tertibe riayet etmesi zaruridir.(257)

1197- Müzahir (Zıhar yapan kimse) art-arda iki ay oruç tutmaya karar verirse; içinde Ramazan ayı ve oruc'un yasak edildiği (Ramazan ve Kurban Bayramı günleri) günler bulunmayan iki ay art-arda oruç tutar. İki ay fasılasız oruç tutmak, nass'la sabit olduğu için, bir gün dahi orucu terkederse, tekrar başlar!.. Velev ki bu terk hastalık ve yolculuk gibi özür ile veya zıhar yaptığı karısı ile iki ay içinde geceleyin kasden, yahut gündüz unutarak münasebette bulunsun. Bu hallerde dahi oruca (İki ay fasılasız tutmak niyetiyle) tekrar başlar.(258) Eğer sıhhi durumu oruç tutmaya müsait değilse, altmış yoksulun hepsine birer fitre miktarı yiyecek veya onun kıymetini verir.(259) Bunun dışında; bir yoksulu altmış gün doyurursa bu da caizdir. Fakat altmış günlük yiyeceğini o yoksula bir günde verirse, yalnız o günün nafakası yerine geçer.(260)

1198- Şimdi bir mükellef "Zıhar" yapıp; yani karısına: "- Sen bana annemin sırtı gibi ol" deyip, cinsi temastan (Cim'adan) yıllarca uzak durabilir mi? sualine cevap arayalım. Nikâh bahsinde de izah ettiğimiz gibi; kadının da cim'a hususunda hakkı vardır. Dolayısıyla kocasından bunu taleb edebilir? Fakat "Zıhar" sebebiyle, kocasının kendisine yaklaşmasına mani olmak zorundadır. Hanefi fûkahası; "Kadı (Şer'i şerifle hükmeden hakim); zıhar yapan kimseyi (Müzahiri) zevcesinin menfaatini esas alarak keffarete zorlar, bu hususta yetkilidir"(261) hükmünde ittifak etmiştir. Şayet zıhar yapan koca (Müzahir) keffaret vermeden önce karısı ile cinsi münasebette bulunursa, Allahû Teâla (cc)'ya istiğfar eder ve keffaret verir.(262) Said b. Cübeyr (ra) "İki kere keffaret gerekir" demiştir.

1199- Feteva-ı Hindiyye'de: "Keffaret bedelini; zekât malının verilmesi caiz olmayan kimselere vermek mümkün değildir. Yalnız bundan zimmet ehlinin fakirleri müstesnadır. Bu imameyn'in kavlidir. Essah olan mü'min fakirlerin buna daha çok müstehak olduğudur. Harb ehlinin (Harbi'lerin) fakirlerine, her ne kadar "Darû'l İslâm'da" ikamet etseler ve güvencemiz altında olsalar dahi verilemez. Mebsut şerhinde de böyle zikredilmiştir. Bir kimse; gerekli araştırmayı yaptıktan sonra keffaret bedelini bir şahsa verse ve sonradan onun ehil olmadığı anlaşılsa İmam Ebû Hanife (rh.a) ile İmam-ı Muhammed (rh.a)'ye göre bu caizdir. Bahru'r Raif'te de böyledir. Bir kimse, zıhar keffareti için, bir başkasını yemek yedirmekle görevlendirse, o da öyle yapsa caizdir."(263) hükmü kayıtlıdır.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT