EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

KAZÂ KARŞISINDA İNSANLARIN DURUMU - KİMLER KADI OLABİLİR?
KADI TAYİNİNİ - KADI'LARIN GÖREVİ

KAZÂ (KADI'LIK) KARŞISINDA İNSANLARIN DURUMU

1819- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İdâresi altında bulunan müslümanlardan; daha ehliyetlisi bulunduğu halde, bir başkasına vazife veren hakikaten Allah'a, O'nun Resûlüne ve İslâm Milletine ihânet (hâinlik) etmiş olur"(88) buyurduğu bilinmektedir. İslâm uleması: "Müslümanların en kuvvetlisi, en bilgilisi, en sabırlısı ve en muttakisi kadılık görevine getirilmelidir" hükmünde ittifak etmiştir. Elbette bu göreve de insanlar tâlip olacaktır. Hanefi Fûkahası: "Kadılık görevi bakımından insanları beş kısımda mütâlâa etmek mümkündür.

Birincisi: Bir kimsenin; Kazâ'ya (Kadılığa) kendisinden daha ehil birisi bulunmadığı zaman, onun kazâ (Kadılık) vazifesini ifâ etmesi farzdır.
İkincisi: Kazâ'ya (Kadılığa) ehil bir-çok kimse bulunduğu halde, bunlardan birisinin bu göreve daha ehil olması halinde, kadılığı o şahsın ifâ etmesi müstehabtır.

Üçüncüsü: İslâm cemaatinde; liyâkat ve selâhiyet bakımından kendisine müsâvi kişilerin bulunması halinde kadılık görevini alıp-almamak hususunda muhayyerdir. Dilerse kabul eder, dilemezse kabul etmez.
Dördüncüsü: Bir kimsenin kadılığa ehil olduğu halde, cemaatte kendisinden daha ehil ve muttaki kimseler bulunursa, bu kimsenin kazâ makamını işgal etmesi mekruhtur.
Beşincisi: Kendi nefsinin âcizliğini, insafının azlığını ve hevâsına uyduğunu, (bu durumunu başkalarının bilmediğini) bilen bir kimsenin kazâ makamına gelmesi (Kadı'lık yapması) haramdır"(89) hükmünde ittifak etmiştir. Dikkat edilirse burada; kazâ görevini düşünen insanlara, bazı ölçüler hatırlatılmıştır.

1820- Kazâ (Kadılık) makamını talep eden kimsenin; nefsine fazla itimad ettiği gizlenemez. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim kadılığı (Kendi isteğiyle) üzerine alırsa, sanki o bıçaksız boğazlanmış gibi olur"(90) Hadis-i Şerifi, meselenin hassâsiyetini kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla Kazâ makamını ihtirasla taleb etmek câiz değildir. Ancak mü'minlerin velâyetine hâiz Ulû'lemr; zorla bu makama getirse (yani ısrar ederse) kabul etmekte bir beis yoktur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim kazâ makamını (kadılığı) taleb ederse; onun ameli kendi nefsine ısmarlanır. (Nefsiyle baş-başa kalır) Kim kazâ makamına (Kadılığa) icbâr olunursa, ona doğruyu ilhâm eden (yardımcı olan) bir melek iner"(91) buyurduğu bilinmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Âlimlerin cumhuru, şunun üzerinde ittifak etmiştir. Kazâ (Kadılık) makamını kabul etmek ruhsat, ondan kaçınmak ise azimettir. Tatarhaniyye'de de böyledir. Kadılık; lisan ile taleb edilemediği gibi, kalben de taleb edilemez. Ancak o makama kendisinden daha liyâkatlı bir kimse yoksa, o zaman müslümanların hukukunu korumak için farz olur. Bir beldede kazâ makamını (Kadılık görevini) hakkı ile temsil edecek, selâhiyet sahibi bir-çok kimse bulunursa, bunlardan herhangi birisinin kadı olmaktan kaçınması günah olmaz. Muhıyt'te de böyledir. Şayed liyâkat sahibi olan müslümanların hepsi bu görevden kaçınır; bu sebeble cahil birisi kadı olursa, tamamı günaha ortak olur. İnaye'de de böyledir"(92) hükmü kayıtlıdır.

1821- Allahû Teâla (cc)'ya, O'nun Resûlûne (sav) ve İslâm Milletine ihânet etmemek için; emânetlerin, ehliyet ve liyâkat sahibi kimselere teslim edilmesi şarttır. Şimdi kazâ makamına (Kadılık görevine) getirilecek kimselerde bulunması gereken özellikler üzerinde duralım.

KİMLER KADI (HAKİM) OLABİLİR?

1822 Dürri'l Muhtar'da "Şehâdete ehil olmada aranan şartlar ne ise; hâkim (Kadı) olmada da aranan şartlar aynıdır. Çünkü her ikisi de velâyet babındadır. Ancak şehâdet kadı ve hakimlikten daha kuvvetlidir. Zirâ şehâdet hâkimi ilzam eder. Hâkimin hükmü ise ancak hasmı ilzâm eder. Bunun için kazâ ile ilgili hükümlerden kaynaklanır."(93) hükmü kayıtlıdır. Şimdi bu şartları izaha gayret edelim.

1823- MÜSLÜMAN OLMAK: Kazâ makamına (Kadı'lık görevine) tâyin için aranan ilk şart İslâm'dır.(94) İmam-ı Azam'a (rh.a) göre; kafirlerin, müslümanların dâvalarına bakmak üzere tâyin edilmeleri kat'iyyen mümkün değildir. Ancak zimmet ehline; anlaşma şartlarına göre, kendi dinlerinden hakem tâyin edilebilir.

1924- AKIL-BALİĞ OLMAK: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Üç kişi muâheze olunmaz; uyanmadıkça uyuyan, buluğa ermedikçe çocuk, akıllanmadıkça deli"(95) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla buluğa erinceye kadar çocuklar; yaptıkları işten mes'ul değildirler. Ancak kadı'nın (hakim'in) yaşlı olması şart değildir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Attab b. Esed'i Mekke'ye tâyin ettiğinde, bu sahabe'nin 18 veya 21 yaşında olduğu rivâyet edilir. Hz. Ömer (ra)in hilâfeti döneminde Şam'da genç bir kadı görev yapmıştır. Halk kadı'nın çok genç olmasından rahatsızlık duyduğunu Hz. Ömer (ra)'e ihsas ettirir. Hz. Ömer; genç kadıyı yanına çağırır ve muhâkeme ûsûlünü sorar. Aldığı cevap karşısında; memnuniyetini izhar eder ve görevine devam etmesini ister.(96) Esas olan Kadı'nın yaşı değil; zeki, anlayışlı, sabırlı ve fakih olmasıdır.

1825- HÜRRİYET: Kazâ makamına (kadılık görevi) tâyin edilecek kimsenin, hür olması şarttır. Kölelik; ehliyet ârızasına dayanır. Bu sebeple köleler kadı olamazlar.(97)

1826- GÖZ, DİL, KULAK GİBİ DUYU ORGANLARININ SIHHATLİ OLMASI: Kazâi faaliyetleri yürütebilmek için; göz, dil ve kulak gibi duyu organlarının sıhhatli olması esastır. Sağır; tarafları dinleyebilme şansına sahip değildir. Dilsizlik hâli; sual sormaya manidir. Gözlerinin görmemesi ise; şehâdete mânidir. Bütün bunlar hükmün sıhhatine tesir eden âmillerdir. Bu sebeble âmâ, ahras (dilsiz) ve atraş (kulakları duymayan) kazâ makamına tâyin edilemez.(98)

1827- HADD-İ KAZF TATBİK EDİLMEMİŞ OLMAK: Ukûbatlar bahsinde Hadd-i Kazf'ın mâhiyeti üzerinde durmuştuk.(99) Doğru sözlü, emâneti yerine getiren, haramlardan kaçınan, rızâ ve gadab hallerinde itidalini koruyan kimselerin kazâ makamına getirilmesi gereklidir. Hanefi fûkahası: "İffetli bir kadına zinâ iftirasında bulunup, kendisine "Hadd-i Kazf" tatbik edilen kimsenin kaza makamına getirilmesinin caiz olmadığı" hususunda müttefiktir.(100) İmamı Şafii (rha) indinde; âdil olmayan kimsenin kazâ makamına getirilmesi câiz değildir. Dürri'l Muhtar'da: "Hakim (Kadı) olan kişinin güvenilir, iffetli, akıl ve düşüncesine güvenilir, salah ve takvasına itimad edilir, anlayış kaabiliyeti olan, sünnet ve Hz. Peygamber (sav)'den vârid olan eserler hakkında bilgisi olan, fıkhı bütün yönleriyle bilen bir kişi olması gerekir. Müctehid olması tercih sebebidir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni izah ederken: "Kadı'nın aşağıdaki sıfatlarla muttasıf olması şarttır. Kadı şiddete kaçmadan otoriter, zaafa düşmeden yumuşak olmalıdır. Çünkü hükmetmek müslümanlar için önemli bir olaydır. Daha çok bilen, daha kudretli olan, daha heybetli ve insanlar arasında daha çok maruf olan, insanların ona olan davranışlarına karşı daha sabırlı olan, kadı olmaya daha layıktır."(101)

1828- İLİM: Kazâ Makamına (Kadılık görevine) tâyin olacak kimsenin; fıkıh ilmine sâhip olması gerekir. Ancak sahih olan kavle göre; müctehid olmak tercih sebebidir. Kadı'lığın şartı değildir.(102) İmam-ı Şafii (rha) indinde; Kazâ makamı (Kadılık görevi) kudrete dayanan bir hadisedir. İlim olmadan gerekli kudretin varlığından söz edilemez.(103) Bu sebeble ilim; kadılığa tâyin için aranacak şartlara dahildir. Feteva-ı Hindiyye de: "Sahih olan kavle göre müctehid olmak, kadılığın şartı değil, tercih sebebidir. Hidaye'de de böyledir. Hatta bir başkasının fetvâsıyla hüküm veren mukallidin kadı tâyin edilmesi câizdir. Mültekid'de de böyledir. Bununla beraber câhil olan kimsenin kadı tayin edilmesi münâsip değildir"(104) hükmü kayıtlıdır. Şurası muhakkaktır ki, kazâ sisteminin sıhhati için ilim şarttır.

KADI TAYİNİNİN HÜKMÜ

1829- Hz. Ömer (ra)'in Ebû Musa El Eş'ari'ye yazdığı mektupta: "Kazâ şüphesiz ki muhkem bir farz ve takip edilen bir sünnettir"(105) hükmü yer almaktadır. Hanefi fûkahası kadı tâyin edilmesinin farz olduğunda ittifak etmiştir.(106) Muhakkak ki kadı tayin etmek; müslümanların en mühim işlerinden birisidir.

1830- Resûl-i Ekrem (sav)'in fethedilen beldelere Vâli ve Kadı tayin ettiğini daha önce zikretmiştik!..(107) Hanefi fûkahası; kazâ makamına (Kadılık görevine) herhangi bir kimseyi tayin etmek "Ulû'lemr'e" âit bir yetkidir" hükmünde müttefiktir.(108) Esasen insanların hallerine (yakından) vâkıf olan ve mes'ûliyeti yüklenen kendisinden kadı olmasını taleb eder. O (Abdullah b. Vehb) bu teklifi kabul etmez ve cinnet getirmiş gibi yaparak yanına gelen kimselerin yüzünü tırmalar ve elbiselerini yırtar. Dostlarından kûfe'li bir zat gelir ve kendisine: "Yâ Abdullah!.. Sen kazâ makamını kabul edip, Adâletle hükmetseydin daha hayırlı olurdun" deyince Abdullah b. Vehb (ra) ona: "-Senin aklın bu kadar mı? Sen Allah'ın Resûlü'nün "-Hâkimler hükümdarlarla, alimler ise peygamberlerle haşrolacaklardır" buyurduğunu duymadın mı?(109) cevabını verir. Dikkat edilirse; kazâ makamına (Kadılık görevine) getirilen kimsenin icraatinden Ulû'lemr'de (bir dereceye kadar) mesûldür. Hz. Ömer (ra) Şam vilâyetinde görev yapan Vâli Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrah'a kadı tâyin etme yetkisi vermiştir. Ayrıca Muaz b. Cebel (ra)'e, kadı tâyin etme yetkisi verirken: "Takvâ sâhibi; sâlih kimseler arasından, âlim olanları kadı tayin et!.." diyerek tavsiyede bulunmuştur. Sonuç olarak; bir kimseyi, Kazâ makamına (kadılığa) ya "Ulû'lemr" bizzat tâyin eder veya yetki verdiği kimse tarafından tâyin olunur.

KADI'LARIN GÖREVİ

1831- Resûl-i Ekrem (sav) ve Hülâfa-i Raşidiyn döneminde tayin edilen kadıların; kazâ görevleri dışında İslâmı tebliğ etmek, fetvâ vermek ve emniyeti sağlamak gibi vazifeleri de yerine getirdikleri, mûteber kaynaklarda zikredilmiştir. Meselâ: Ebû Hureyre (ra) Bahreyn'de kadılık vazifesiyle birlikte emniyet (Ehdas, şurta) görevini de yürütmüştür. İmam-ı Serahsi; fetvâ veren kimselerin büyük çoğunluğunu kadıların teşkil ettiğini, bu sebeble kadılara "Müfti" de denildiğini kaydeder.(111) Esasen (Emeviler devrinde) Ömer b. Abdülaziz'in (rha) hilâfeti döneminde "Müfti" tayinine başlanılmıştır. Daha önce ayrıca müftilik diye bir vazife sözkonusu değildir. Resûl-i Ekrem (sav) döneminden, o tarihlere kadar kadı'lar; aslî görevlerinin yanında müftilik ve vaizlik gibi vazifeleri de yerine getirmişlerdir. İslâm fıkhının tatbikatı esas alındığı zaman kazâ makamına (Kadılık görevine) tâyin edilen kimsenin aslî görevleri şu şekilde sıralanabilir.

Birincisi: Kur'ân, Sünnet ve İslâm fıkhının diğer kaynaklarını kânun olarak uygulamak zorundadır. Kat'iyyen hevâ ve hevesine tâbi olamaz.
İkincisi: Yetimlerin, mecnunların, küçüklerin, mahcur ve sefihlerin mallarını korumak (Kayyımlık).
Üçüncüsü: Velîleri bulunmayan yetim kızları ve erkekleri, kefâet hükümlerine riâyet ederek evlendirmek, onların ihtiyaçlarını karşılamak.
Dördüncüsü: Vakıfların işlerini tâkip etmek.
Beşincisi: Vasiyetleri yerine getirmek.
Altıncısı: Sünnete uygun şekilde her türlü ihtilâfı çözmek, davalara bakmak ve hak sahiplerine haklarını vermek. Kısaca had cezalarının dışındaki İslâmi hükümleri de icrâ etmek.
Yedincisi: Nafaka işlerini, şer'i hududlara göre çözüme kavuşturmak!.. Boşanma sonucu meydana gelen boşlukta; çocukların telef olmaması için, "Hıdâne" vazifesini anne veya babadan birine vermek.

1832- Kaza makamına (Kadılık Görevine) getirilen kimse hüküm verirken; herhangi bir müdahale olsa bile, Kur'ân ve sünnet'in hükümlerine kat'i olarak uymak zorundadır.(112) Kadı'nın Kur'an, sünnet ve icmâ'ya aykırı olarak verdiği hüküm derhal bozulur.(113) Fetevâ-ı Hindiyye'de "Kadı için esas olan; Allahû Teâla (cc)'nın kitabında bulunanla hükmetmektir. Bu sebeble Kur'ân'da bulunan nâsih ve mensûh olan ayetleri iyi bilmesi gerekir. Nasih olan Âyet-i Kerîmelerin; muhkemini, müteşâbihini ve kıraat sebebiyle te'vilinde olan ihtilâfları kavraması şarttır. Eğer vereceği hükmü Allahû Teâla (cc)'nın kitabında bulamazsa; Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetiyle hükmetmesi gerekir. Bu sebeble; sünnet'in de nasih ve mensûhunu iyi bilmesi icabeder. Hadislerde ihtilâfa düşerse en sağlamını (Mütevâtir veya meşhuru) alır ve onunla ictihad eder. Kadı'nın hadis-i şeriflerin mütevâtir ve meşhur olanları bilmesi, haber-i vâhid'i tanıması gerekir. Bunun dışında râvilerin mertebelerini dikkate alması; adil ve âlim olanları, dört halife ve dört Abdullah'tan gelenleri ve diğerlerini bilmesi lâzımdır. Eğer bir hâdise zuhûr eder; onun hakkında Kur'ân ve Sünnette hiçbir şey bulamaz ise; kadı, Sahabe-i Kiram'ın üzerinde icma ettikleri görüşe göre hükmeder. Çünkü Sahabe-i Kiram'ın icmâ'ı ile amel etmek vâciptir. Şayet o meselede Sahabe-i Kiram ihtilâf etmişse durum şudur: Eğer kadı ictihad ehli ise; bu sahabelerden bazılarının kavlini tercih eder, Müctehid değilse onlara muhalif olarak hükmedemez. Çünkü her ne kadar sahabe İhtilâf etmişse de; hiç birisi bâtıl ile ictihad etmemiştir. Hassaf: "Gerçekten sahabilerin ihtilâfı, ictihad için birer delildir" buyurmuştur. Sahabelerin üzerinde icmâ eylediği bir hükme; tabiûndan birisi muhalefet ederse, onun muhâlefetine itibar olunmaz. Bu durumda kadı; sahabe'nin icmai'nın hilâfına hüküm verirse, o hüküm batıldır, geçersizdir. Sahabi devrine yetişmiş fetvâ hususunda onlarla karşılaşmış (Kadı Sureyh ve Şa'bi gibi) alimlerin muhâlefeti de, icmâyı bozmaz. Eğer hüküm Ebû Hanife (rha) gibi, tabiûndan bazısından gelir ve o hususta başka da nakil bulunmazsa, bunda iki rivâyet vardır. Bu birisinde İmam-ı Azam Ebû Hanife "-Ben onları (Tabiûnu) taklid etmem" buyurmuştur. Zahiru'l mezheb'de budur. Nevâdir'in rivâyetinde ise; "-O kimse, Sahabe-i Kiram zamanında fetva vermiş ve ictihad'da bulunmuşsa (Kadı Şureyh, Meşruk b. Ecdâ ve bunun gibi) o zaman ben onları taklid ederim" buyurmuştur. Eğer kadı ictihad ehli değilse; kendisinden istenilen hükmü bir müctehid'den alır, ilimsiz hüküm vermez, sormaktan da utanmaz"(114) hükmü kayıtlıdır.

1833- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İctihadı ile hükmeden kadı isâbet ederse iki ecir vardır. İctihadı ile hükmedib hata ederse bir ecir (sevab) alır"(115) buyurduğu bilinmektedir. Diğer bir rivâyette; "İctihad eder ve isâbet edersen on sevab mükâfat alırsın. Bütün gayretine rağmen hata edersen bir sevap alırsın"(116) buyurduğu beyan edilmiştir. Şüphesiz ki bu; ictihad yapabilme kudretinde olan kadı (Hâkim) ile ilgili bir hadisedir. Bir kimsenin "müctehid" olabilmesi için; bir-çok vasfı elde etmesi gerekir. Bu konu üzerinde daha önce durmuştuk!..(117)

KADI MAAŞINI NEREDEN ALIR?

1834- Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrah (ra) Halife Hz. Ömer (ra)'e hitaben: "-Vâli ve Haraç Âmili tâyin etmek sûretiyle Resûlullah (sav)'ın Ashabını kirlettin" demiştir. Hz. Ömer (ra): "-Ey Ebû Ubeyde!.. Eğer ben İslam'ın selâmeti için dindar kimselerden istifade etmezsem, dinimi kiminle yaşatır, Allah emirlerini tatbik ederken kime dayanırım?" diye sorar. Bunun üzerine Ebû Ubeyde: "-O halde İstihdam ettiklerini, fazla ücret vermek sûretiyle zengin et ki, onları hıyânetten korumuş olasın" teklifinde bulunur. Hz. Ömer (ra) bu teklife: "-Onlardan birini vazifeye tâyin ettiğim vakit; bir daha muhtaç olmayacakları kadar ücret veriyorum"(118) diyerek, hıyânetten korunduğunu beyan eder. Mü'minlerin işlerini gören kimselerin; belirli bir ücret almaları ve bütün mesâilerini (gayretlerini) sarfetmeleri esastır. Hz. Ebû Bekir(ra), Hz. Ömer (ra) ve Hz. Ali (ra); "Beytülmal"den kendilerine ve âile efradına yetecek kadar maaş almışlardır.(119) Hz. Osman (ra) ise; zengin olduğu için (Hilâfeti döneminde) beytülmal'den herhangi bir ücret almamıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in; Hicri 8.nci yılda, Hz. Attab b. Esed'i Mekke'de görevlendirdiği zaman, her yıl için dörtyüz dirhem maaş bağladığı bilinmektedir.(120) Hz. Ömer (ra)'in hilâfeti döneminde Kûfe Kadısı Şureyh her ay 100 dirhem maaş alıyordu. Hz. Ali (ra) hayat şartlarını dikkate alarak Kadı Şureyh'in aylığını 500 dirheme Çıkarmıştır.(121) İmam-ı Serahsi: Resûl-i Ekrem (sav)'in döneminde bir koyunun bedelinin beş dirhem olduğunu kaydetmektedir.(122) Dikkat edilirse Resûl-i Ekrem (sav) ve Hülefa-i Râşidiyn döneminde görev yapan memurlara, oldukça yüksek maaş bağlanmıştır. Hz. Ömer (ra)'in: "-Bir daha muhtaç olmayacakları kadar ücret veriyorum" demesinin sebebi de budur. Esasen "Nasıl geçineceğini" düşünen bir memur; başta rüşvet ve zimmet olmak üzere, bir-çok hileli yola başvurabilir.

1835- Feteva-ı Hindiyye'de: "Eğer Kadı (Hâkim) ihtiyaç sahibi ise; evlâ olan onun rızkını "Beytülmal"den almasıdır. Bu kadı üzerine vecibedir. Ancak zengin ise; bu hususta muhtelif rivâyetler vardır. Essah olan zengin durumda olan Kadı'nın (Hâkim'in) "Beytülmal"den bir-şey almamasıdır. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir. Kadı; maaşını yalnız görev yaptığı beldenin bütçesinden alır, başka yerden alamaz. Çünkü o belde halkının işlerini yapmaktadır. Bu sebeble maaşını da oradan almak durumundadır. İnaye'de de böyledir"(123) hükmü kayıtlıdır. Beytülmal'in bir-çok gelirleri vardır. Daha önce Vâli, Kadı, Müftü ve diğer memurlara hangi bölümden maaş ödendiği üzerinde durmuştuk.(124)

1836- Kur'ân-ı Kerîm'de "Aranızda (birbirinizin) mallarınızı haksız sebeblerle yemeyin ve kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını günah(ı mûcip oylar)la yemeniz için, o malları hüküm sâhiplerine (Kadılara, vâlilere vs..) aktarmayınız"(125) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Kurtubi: "Haksız olduğunu bildiği halde; hüküm sahiplerine rüşvet vermek suretiyle, başkasının mallarına tecevüzün bu âyetle haram kılındığını" zikretmektedir.(126) Esasen Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allah'ın lâneti rüşvet alan ve veren üzerine olsun"(127) buyurduğu bilinmektedir. Diğer bir riveyette, her kişinin de azabı tadacağı hatırlatılmıştır. İbn-i Abidin; rüşvet'in mahiyeti ve çeşitleri konusunda şunları kaydeder: "Rüşvet kelimesi; "Rüşvet" veya "Raşvet" şeklinde söylenebilir. Misbah isimli lûgat kitabında rüşvet şeklinde zaptedilmiş ve "Kişinin hâkime veya başkasına lehinde hüküm vermek için veya isteğine ulaşabilmek için vermiş olduğu şey" diye târif edilmiştir. Fetih'de rüşvetin dört bölümde inceleneceğine yer verilmiş, dört kısım olduğu da söylenmiştir:

Birincisi: Alana ve verene haram olan rüşvettir. Oda Vâlilik, Emirlik, Hâkimlik (görevi) almak için verilen rüşvettir.
İkincisi: Bir kimsenin lehine hüküm vermek için hâkimin (Kadı'nın Rüşvet almasıdır. Onun hükmüde aynıdır, yâni haramdır. Velev ki verdiği hüküm doğru da olsa!.. Çünkü doğruyu bulup-çıkartmak, o istikâmette hüküm vermek onun (Hâkim'in, Kadı'nın) görevidir. Görevine karşılık rüşvet alması kesinlikle haramdır.
Üçüncüsü: Daha üst kademede işini görmek üzere birinden bir mal alması veya ona bir menfaat sağlaması için rüşvet alması, yüksek kademedeki memurların (Âmirlerinin) verebilecekleri zararı bertaraf etmesi için, ona mal-para vermesidir. Bu da ancak alan kişi için haramdır.
Dördüncüsü: Parayı verdiği kişinin zulmünden veya onun vereceği kötülükten korktuğu için, kendisine bir miktar para veya mal vermesidir. Bu durumda; yalnız kendi nefsi ve aile efradı için korkmak şart değildir. Malı için korkmasında da durum yine aynıdır. Bu durumda verilen; veren kişi için (Zarûret olduğu için) helâl, alan kişi için haramdır. Çünkü herhangi bir müslümana karşı meydana gelebilecek zararı önlemek vâciptir. Buna karşı mal almak ise caiz değildir"(128)

İslâm uleması kadı'nın (Hâkim'in) rüşvet almasının küfre yakın büyük bir günah olduğu hususunda müttefiktir. Rüşvet vererek; kazâ makamına (Kadılık görevine) tayin olan kimsenin hükmü bâtıldır, geçersizdir.(129) Âdil olarak göreve başlayıp; rüşvet almasıyla veya diğer sebeblerle (Zinâ etmek, içki içmek vs..) faasık durumuna düşerse, görevden azledilmesi gerekir. Ulû'lemr'in onu görevden alması vâciptir.(130)

1837- Mü'minlerin; birbirine olan sevgilerinin artması ve dostluklarının pekişmesi için, hediyeleşmeleri her iki taraf için de (veren ve alan) helâldır. Ancak haksız olduğu bir konuda kendisine yardımcı olması için verilen hediye (her iki taraf için de) haramdır. Hanefi fûkahası "Kadı'nın hediye alıp-alamayacağı" konusunda titizlikle durmuştur.(131) Feteva-ı Hindiyye'de: "Hediye şartsız olarak verilen maldır. Rüşvet ise belirli şartla verilir. Hızanetü'l Müftin'de de böyledir. Hâkim (Kadı) yakın akrabası dışında; hiç kimseden hediye kabul edemez. Dâvası olmayan kimselerin hediyesine gelince; burada iki durum sözkonusudur. Ya önceleri akrabalık veya dostluk sebebiyle aralarında hediye alıp-verme adeti vardır veya böyle bir adetleri yoktur. Eğer böyle bir adetleri mevcut değilse kadı kat'iyyen hediye alamaz. Âlimlerden bazıları (almaya mecbur kalırsa) aldığı hediyeyi "Beytü'lmal'e" koyabilir derken, bazıları da sâhibine iâde eder demişlerdir"(132) hükmü kayıtlıdır. İbn-i Hümam "davası olmasa bile (hiç kimseden) hediye alamayacağı" üzerinde durur. Zirâ dâva; zamana dayanan bir hâdisedir. Hediye verdiği zaman bir davası olmayabilir (daha sonra dâva konusu ortaya çıkarsa) kadı töhmet altında kalır. Kadı'nın hastaları ziyâret etmesi ve mü'minlerin cenâzelerine katılmasında bir beis yoktur.(133)

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT