EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

KADI'LARIN TARAFSIZLIĞI - MUHÂKEME USÛLÜ - DAVA'NIN TÂRİF

KADI'LARIN TARAFSIZLIĞI
(KADI KİMLERİN DAVASINA BAKAMAZ?)

1838- Kadı (Hâkim); şahsî hislerinin tesiriyle, kendilerine karşı tarafsız davranması şüpheli sayılan şahısların davalarının mahkemeye getirilmesi halinde derhal "Görevsizlik" kararı alır ve davaya başkasının bakmasını sağlar. Esasen Kadı; bu gibi durumlarda kendisi görevsizlik kararı vermese bile; taraflardan biri hâkimi (Kadı'yı) reddedebilir. Kadı; kendisini ilgilendiren konularda hüküm veremediği gibi, Usûl (Anne, Baba, Dede, Nene, vs..) ve Furû (oğlu, kızı, torunları vs..) hakkında da hüküm veremez. Zirâ hislerinin etkisi altında kalabilir. Karısının, iş ve mülk ortağının taraf olduğu davalara da bakamaz. Dolayısıyla (âdil bile olsa) haklarında şâhitlik yapamayacağı (şâhitliğinin kabul edilmeyeceği) şâhısların davalarına bakamaz.(134) Ulu'lemr dahi; bizzat kendisi ile ilgili bir davada hâkimlik (Kadı'lık) yapamaz. Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra) ve Hz. Ali (ra) gibi, mü'minlerin örnek alacağı kimseler kendilerini ilgilendiren davalarda, kadı huzuruna çıkmışlardır.(135) Bilindiği gibi; mutlak müctehid durumunda oldukları hususunda icmâ vardır. Töhmet altında kalmamak için; kadı huzuruna çıkmışlardır.

MUHÂKEME USÛLÜ
(NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?)

1839- Ulû'lemr'in vazifesi; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerin hakkı ile tatbik edilmesini sağlamaktır. Konunun daha iyi kavranması için Hz. Ömer (ra)'in, Ebû'l Musa El Eş'ari (ra)'ye yazdığı mektubu gündeme getirelim. İmam-ı Serahsi bu mektubu "Kazâi Talimatnâme ve Hüküm Vermenin Esasları" olarak değerlendirmiştir.(136) İmam-ı Kasani aynı mektubu "Siyasi Talimatnâme"(137) olarak kabul eder. Mektub "Besmele, hamdele ve salvele'den sonra şu hükümleri içine alır: "Şüphesiz kazâ muhkem bir farz ve takip edilen bir sünnettir. Sana dava olarak getirilen hususları inceden inceye düşün!.. Senin nezdinde hak ortaya çıkınca derhal hükmünü ver ve icrâ et!.. Zirâ icra edilmeyen bir hakkın hiçbir kıymeti ve fâidesi yoktur. Davacı ve davalıya; duruşma yerlerinin seçiminde ve duruşma anında eşit muâmele et ki; zengin (şerefli, soylu) olanlar kendilerinden yana hüküm vereceğin hissine kapılmasınlar. Zayıf (kimsesiz, güçsüz) olanlar da; zulme uğrayacaklarını zannetmesinler, içlerinden böyle bir duygu geçmesin!.. Davasını beyyine ile ispat etmek dava açana; yemin ise iddiayı reddedene düşer. İnsanlar arasında helâlı haram, haramı helâl etmemek (Bu hududlara tecavüz etmemek) şartı ile sulh caizdir. Bir gün davayı hükme bağladıktan sonra; ertesi gün verdiğin hükmün doğru olmadığını anlar ve hakiki bir hal çaresi bulursan, hakka dönmekten seni hiçbir engel alıkoymasın!.. Zirâ hak olan birşeyi, hiçbir engel bâtıl kılamaz. Şu hususu da kat'i olarak bil ki; hakka dönmek, hatâlı yolda devam etmekten çok daha hayırlıdır. Sana dava olarak getirilen meselelerin hükmünü Kur'ân ve Sünnet'te bulamaz, kalbine şek ve şüphe taarruz ederse, çok dikkatli olarak uzun süre düşün. (Bütün gayretini sarfet)!.. O hadise ve davaların benzerini araştır, illetleri iyi kavra!.. Sonra bu hususta kıyas yoluyla ictihad et!.. Sana göre Allahû Teâla (cc)'ya karşı daha sevimli ve hakka daha yakın, daha uygun düşecek hükmü ver!.. Hakkını iddia eden bir kimseye; davasını isbat edebilecek münâsib bir zaman tanı. Eğer beyyine getirirse o şahıs hakkını alır. Ancak münâsib gördüğün zaman içerisinde beyyinesini (Delillerini) getirmeyen veya getiremeyenin aleyhine hüküm ver!.. Mü'minler âdildirler. Onlardan biri diğerinin lehinde ve aleyhinde şâhidlik edebilir. Ancak yalancı şâhidlikte meşhur olan veya hakkında "Hadd-i Kazf" (İftira cezası) tatbik edilmiş bulunan veya akrabalık bağı olan kimseler müstesnâdır. (Yani bunlar şâhidlik yapamaz). Gerçekten Allahû Teâla (cc) gizli olan şeyleri hakkı ile bilir ve sizden beyyineler vâsıtasıyla haddleri uzaklaştırır. Sizlerden (deliller ve yeminler vasıtasıyla) cezâları kaldırır. (Yani siz; "zâhiri hakkı" deliller ve yeminler vasıtasıyla ortaya çıkarırsınız, Allah ise hepsini bilir) Muhâkeme ve murâfaa esnasında; insanlara gazab etmekten, hiddet göstermekten, bağırıp-çağırmaktan, işlerin çokluğunu bahâne edip sıkıntı belirtmekten ve ekşi suratlı olmaktan kati olarak sakın!.. Çünkü Allahû Teâla (cc) kazâ işleri sebebiyle, bu işle hakkı ile meşgul olanlara mükafatlarını verir. Âhiret gününde onun ameli güzel olur. Allahû Teâla (cc) yaptığı işlerde kendi rızâsından ayrılmayan kadı'yı (Hâkimi); insanlar ile arasında meydana gelebilecek tehlikelerden muhafaza eder. Yaptığı işlere riyâ karıştıran ve hüsn-i niyyeti ihlâl eden Kadı'yı; Allahû Teâla (cc) insanlar içerisinde rezil ve rüsvay eder. Çünkü Allah; ancak samimi ve hâlis bir niyyet ile yapılan amelleri kabul eder. Allahû Teâla (cc)'nın sana bu dünyada rızık olarak verdiği ve rahmet hazinelerinden sana ihsan ettiği nimetlerde; Allah yanında sana mükâfat olarak ne gibi bir şey düşünürsün. Vesselâm!." İmam-ı Yusuf (rha) "Kitabû'l Haraç" isimli eserinde; Hz. Ömer (ra)'in Vâli ve Kadı'larını sürekli ikâz ettiğini, zaman zaman mutemed kimseleri göndererek kontrol ettiğini zikreder. İmam-ı Serahsi; Hz. Ömer (ra)'in kazâ faaliyetleriyle ilgili olarak Şam Vâlisine yazdığı mektuba da yer vermiştir.(138) Şimdi "Dava açma" safhasından başlayarak; muhâkeme ve murâfaa usûlünü izah edelim.

DAVA'NIN TÂRİF VE MÂHİYETİ

1840- Önce "Dava" kelimesi üzerinde duralım. Arapça bir kelime olup; "Duâ, talep, niyaz, temenni, nidâ ve rağbet gibi manalara gelir. Bir kimsenin; ihtilaf halinde, bir şeyi kendine izâfe ederek "Bu mal benimdir" demesi, tâlep açısından bir dava'dır. İslâmi ıstılahta; "Bir kimsenin; Kadı'nın (hâkimin) huzurunda, bir hakkı başkasından talep etmesine dava denilir"(139) târifi esas alınmıştır. Hakkı ihlâl edilen ferd; bir davâ dilekçesiyle Kadıya mürâcaat ederek, hakkının tesbit edilmesi ve geri verilmesini talep edebilir. Burada "Talep edebilir" demesinin sebebi; hukuk davalarında hakkı ihlâl edilen ferdin, dava açmaya zorlanamâyacağını ifâde içindir.(140) Dava dilekçesinde; dava edilen şeyin kıymet ve vasfı belirtilir, eğer gayr-i menkûl ise hududları zikredilir ve davalının ikâmetiyle birlikte açık adresi yer alır.(141) Kadı; şekil yönünden eksik olanı işleme koymaz, ıslâh edilmesini talep eder.

1841- DAVA'NIN SIHHATININ ŞARTLARI: Dava'nın sahih olabilmesi için bazı şartların bulunması gerekir.

Birincisi: Davâ edenin (Müddei) ve dava edilenin (müddei aleyh) akıllı olması gerekir. Delinin, mecnunun ve aklı ermeyen çocuğun davası sahih değildir. Bunların delilleri de dikkate alınmaz.
İkincisi: Dava edilen kimsenin huzurda olması lâzımdır. Kendisinden hak talebinde bulunulan kimse duruşmada hazır olmadığı müddetçe; dava açanın iddiası ve beyyinesi dinlenemez. Zira Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Ali (ra)'yi Yemen'e Kadı olarak gönderirken: "İki taraf senin karşında yerini alınca; her iki tarafı da iyice dinlemedikçe, aralarında hüküm verme"(142) tavsiyesinde bulunmuştur. Hz. Ömer b. Abdülaziz (rha) bir kadı'ya davasının mücerred iddiasına dayanana hüküm vermemesini tavsiye ederken: "Sana gözünün çıkartıldığı iddiasıyla gelen davacı hakkında "-Ona işkence edilerek göz çıkarılmış" diye hüküm verme. Belki diğer şahsın iki gözü birden çıkarılmıştır" diyerek, gâib hakkında hüküm verilmemesini belirtmiştir. Hanefi fûkahası; gâib hakkında hüküm verilemeyeceğini esas almıştır.(143) İmam-ı Şafii (rha) bu hususta muhâliftir.
Üçüncüsü; İddia edilen hususun belirli olmasıdır. Bir kimse; herhangi bir hak hususunda ben fulânın vekiliyim dese, davacı da bunu red etse, dava dinlenemez.
Dördüncüsü: Dava'nın; kadı tarafından, dava meclisinde (mahkemede) hükme bağlanmasıdır. Mahkeme hâricinde verilen hüküm geçerli değildir. Zira bunda davalıya karşı haksızlık sözkonusudur.
Beşincisi: Davacının özürü yoksa, davasını bizzat kendisinin anlatmasıdır. Ancak davalı râzı olursa, onun adına bir başkası vekâleten konuşabilir. İmameyn'e göre rızâsı olmasa da vekil tutması sahihtir.
Altıncısı: Dava'da tenâkuz olmamalıdır. Ancak "Neseb'in ve Hürriyet'in tesbiti konusundaki davalar" müstesnâdır. Meselâ: Bir adam önce "Kendi mülkü" olduğunu iddia eder, sonra da "Sattığını" söylerse ve satma işleminin sonradan değil, önceden olduğunu beyan ederse bu bir tenâkuzdur. Bahru'r Raik'te de böyledir.
Yedincisi: Davacının, davasının (Dava ettiği konunun) sükût bulma ihtimâli olmalıdır. Bir kimse hakkında davacı: "-Bu benim oğlumdur, bunun bir benzeri daha doğrulmadı" derse, davası dinlenilemez. Bedai'de de böyledir.(144)

1842- İslâm fıkhında; kamu adına dava açacak "Savcılık Makamı" yoktur. Zira herhangi bir suçta; ya Allahû Teâla (cc)'nın hukuku ihmal edilmiştir veya kul hukuku sözkonusudur. Bazı suçlarda ise; hem Allahû Teâla (cc)'nın hukuku, hem kul hukuku bir arada bulunur. Meselâ; Hadd-i Kazf gibi!.. Dolayısıyla "Kamû Hakkı" diye ayrı bir hak sözkonusu değildir. Hz. Osman (ra)' Kûfe Vâlisi Velid b. Ukbe'nin şarab içtiği ihbar edilmiş; bunun üzerine Halife (Hz. Osman) hâdise ile ilgili olarak gerekli soruşturma ve tahkikatı yaptırmıştır.(145) Bunun gibi bir-çok misâli zikretmek mümkündür. Allahû Teâla (cc)'nın hukukunun çiğnendiği durumlarda; her müslüman'ın, Kadı'ya mürâcaat etme hakkı vardır!.. Mürâcaat eden şahıs, dava açmış sayılır. Ayrıca kamu adına dava açacak "Savcı'ya" ihtiyaç yoktur.

1843- DAVA'NIN HÜKMÜ: Davalının; davacıya karşı "Kabul" veya "Red" etme hakkına sahip olması, dava'nın hükmüdür. Eğer davalı (Davacının hakkını) ikrar ederse, iddiâ olunan (hak) sâbit olur. Şâyed inkâr ederse Kadı; davacıya hitaben; "-Beyyinen (Delilin) var mıdır? diye sorar. Eğer o: "-Hayır, delilim yok" derse, bu defa "-Yemin eder misin?" sualini sorar. Bu sual karşısında davacı susar, "Evet" veya "Hayır" demezse, Kadı (Hâkim) onun davasını inkâr ettiğini kabul eder. Şâyed beyyinesi (Delili) varsa, davası dinlenir. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir."(146) daha sonra Beyyine (Delil'den) kasdın neler olduğu izah edeceğiz.

DAVALARA NEREDE BAKILIR?

1844- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mescidler ancak Allahû Teâla (cc)'nın zikredilmesi ve hüküm vermek için binâ edilmişlerdir" Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Resûl-i Ekrem (sav) davalara; mescid'de, herkese açık olarak bakıyordu. Hülefâ-i Râşidiyn döneminde de; mescidler, bu gâye ile kullanılmıştır."(147) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Şafi (rha) "Kazâ için mescidde oturum yapmak mekruh olur. Zira müşriklerin necis olduğu nassla sâbittir. Eğer muhakeme için mescidde oturum yapılırsa, girmelerine mâni olunamaz. Ayrıca hayız hâlindeki kadınların mescide girmeleri de nâssla yasaklanmıştır"(148) hükmünü beyan etmiştir. İmam-ı Şafi (rha)'nin bu kavline, Hanefi fûkahası şu şekilde cevap vermiştir: "Müşriklerin necis olması; kalbi ile alakalı bir hâdisedir. (İtikâden necistir). Zâhiren (vücût olarak) necis değildir. Dolayısıyla kazâ (mahkeme) için mescide girmekten menedilmez. Kaldı ki; kazâ, bir açıdan (Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmek noktasından) ibadet hükmündedir. Mescidde ikâme olunması câizdir. Hayız halindeki kadının durumuna gelince; durumu haber verir, kazâ makamındaki kimse ve yardımcıları dışarı çıkarlar. Cum'a camisi; kazâ için daha elverişlidir. Çünkü kadı'nın (hâkim'in) fıkıh erbâbı âlimlerden faydalanması daha kolay olur."(149)

1845- Feteva-ı Hindiyye'de: "Kadı'nın (Hâkimin) bulunduğu yerde veya sevdiği bir mahalde hüküm vermesinde bir sakınca yoktur. Zira hüküm vermek için bir yer (hassaten) tahsis edilmemiştir. Tatarhaniye'de de böyledir. Hâkimin evi şehrin ortasında ise evinde oturup hüküm vermesinde, bize göre (Hanefilere) bir sakınca yoktur. Bezzaziye'de de böyledir. Haniye'de şöyle beyan edilmiştir: "Hakim evinde veya mescidde oturduğunda, izdihamdan dolayı bir yardımcı (Odacı, mübâşir) alır. Bu kapıcı içeri girmeleri için hiç kimseden bir ücret alamaz. Tatarhaniye'de de böyledir. Hâkim (Kadı) mescidde hüküm verebilir. Fakat mescidde hadd ve ta'zir cezalarını tatbik edemez. Nehrû'l Faik'te de böyledir. Kadı (hâkim) yol dar olmadığı takdirde (gelip-geçene zarar vermezse) orada oturup hüküm vermesinde bir sakınca yoktur. Tebyin'de de böyledir"(150) hükmü kayıtlıdır. Dikkat edilirse Hanefi fûkahası: dava'ya nerede bakılacağına değil, mâhiyetine önem vermiştir. Eğer "Ulû'lemr"; bir adliye binâsı yaptırırsa, bütün kazâ işleri orada ifâ edilebilir.

DAVALARA NE ZAMAN BAKILMALIDIR?

1846- Resûl-i Ekrem (sav) ve Hülefâ-i Râşidiyn döneminde; davalara bakmak üzere hususi bir gün tayin edilmemiştir. Mesâi saati kavramı da yoktur. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmek bir ibâdet kabul edilmiş; dava konusu ortaya çıkınca derhal (Nerede olursa olsun) duruşma yapılmıştır. İlk defa Emeviler döneminde; kazâ işleri için belirli günler tesbit olunmuştur. Genellikle Cum'a günleri; kazâ işlerine bakılmamış, ibâdet saatlerinde de, tâtil edilmiştir. İmam-ı Hassaf'ın zamanında Pazartesi günleri, İmam-ı Azam'ın zamanında Cumartesi, bazılarının zamanında da Çarşamba günleri tâtil yapılmıştır. İmam-ı Serahsi: "Kadı yoruluncaya kadar kazâ işlerini yürütür. Güneş doğduktan sonra öğleye kadar çalışması uygundur. Bununla beraber kazâ işleri fazla ise; davaların bakılmasını günlere taksim eder ve kendi durumuna göre bakar, dosyaları inceler"(151) diyerek, geniş bir bakış açısı getirmiştir. İbn-i Hümam kadı'nın (hâkimin) fazla yorulmamasını, vereceği hükmün sıhhati açısından uygun bulmuş ve sâdece gündüzleri kazâ işlerine bakmasının gerektiğine dikkati çekmiştir.(152) İmam-ı Kasani'de; güneş doğduktan sonra başlayıp, batması ile birlikte bırakmasının uygun olacağını esas almıştır.(153) Feteva-ı Hindiyye'de: "Kazâ işleriyle uğraşan kimsenin; kadınlara ait davalar için ayrı bir gün tahsis etmesinin güzel olacağını" kaydetmiştir.(154) sonuç olarak; dava'nın günü ve saatini kadı kendisi tâyin eder. Bazı müsteşrikler; İslâm toplumunda Ramazan aylarında, kazâa işlerine bakılmadığı iddiasını ortaya atmışlar ve bunun "Âdli tâtil" sayılabileceği tezini savunmuşlardır. Ancak bu hususta ciddi bir delil bulmak zordur. Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetinde ve Hülefa-i Râşidiyn'in tatbikatında böyle bir hâdise sözkonusu değildir. Aksine Hz. Ömer (ra)'in Ebû Musa El Eş'ari'ye yazdığı mektupta ve tatbikatta; hak sahibine hakkının (Mümkün olan en kısa zamanda) verilmesi esas alınmıştır. Adâleti geciktirmek; hak sâhibi açısından bir zulümdür.

KADI'NIN DURUŞMA ESNASINDAKİ TUTUMU NASIL OLMALIDIR?

1847- İslâm ûleması; kazâ işleriyle meşgul olan kimsenin, duruşma esnasındaki tutumu üzerinde hassâsiyetle durmuştur. Bütün fıkıh kitaplarında "Edebü'l Kadı"nın; ayrı bir kısım olarak ele alınması bunun en güzel delilidir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Eğer sizden biriniz kazâ işine (Kadılık vazifesine) mübtelâ olursa; hasımlar (Davacı ve davalı) arasında, mecliste yer göstermek, işâret etmek ve bakmak hususunda eşit davransın"(155) buyurduğu bilinmektedir. Esâsen hâkim (Kadı) taraflar arasında Adâletle hükmetmeye memur edilmiştir. Duruşma esnasında; herhangi bir tarafa meylederse, vereceği hüküm sui-zanna sebeb olabilir. Hanefi Fûkahası: "Duruşma esnasında hakim (Kadı); taraflardan yalnız birisini eve kabul etmek ve hüküm meclisinden birisiyle halvet veyahut ikisinden birisine eliyle, gözüyle veya başıyla işârette bulunmak, gizlice (Fısıltı şeklinde) konuşmak, yâhud diğerinin bilmediği lisan ile söz söylemek gibi töhmet ve sui-zanna sebeb olabilecek hal ve hareketlerde bulunamaz. Hâkim; taraflar arasında şer'i şerife göre hükmetmeye memurdur. Dolayısıyla tarafeynden (Davalı ve davacı) birisi her ne kadar eşraftan ve diğeri avamdan birisi olsa bile; muhâkeme esnasında (oturtmak, kendilerine bakmak ve söz söylemek gibi) muhâkemeye müteallik muamelede tamâmiyle Adâlet ve müsavata (Eşitliğe) riâyet etmek mecburiyetindedir"(156) hükmünde ittifak etmiştir. Dikkat edilirse fukaha; muhakeme ile ilgili olarak akla gelebilecek her türlü hususun üzerinde hassâsiyetle durmuştur.

1848- Resul-i Ekrem (sav)'in duruşma esnasında tarafları (Davacı ve davalı) oturtuyordu.(157) Oturtma şeklinde dahi; müsavata riâyet etmesi ve bunu emretmesi önemli bir hadisedir. Halbuki câhiliyye döneminde araplar arasında; sosyal sınıflar teşekkül etmiş ve belli bir gelenek ortaya çıkmıştır. Nitekim Ebû Cehil'in (Bedir Savaşında) ölüm anında dâhi bu geleneğe sâdık kaldığı bilimektedir.(158) Hâkim (Kadı) Murâfaa yapmadan önce; gerekli her türlü tedbiri (Hukukî, idarî, inzibatî vs..) almak zorundadır. Fetava-ı Hindiyye'de: "Hakimin (Kadı) duruşma yapacağı mescide girdiği zaman; önce iki rek'at veya dört rek'at namaz kılması münâsibtir. Dört rek'at kılması daha efdaldir. Sonra Allahû Teâla (cc)'ya "muvaffak kılması, günahlardan ve zulmetmekten muhâfaza buyurması, isâbetli hüküm vermesine yardımcı olması" için duâda bulunur. Sonra da hüküm vermek için oturur. Şayed fıkıh ve kerâmet ehli ile birlikte olmak isterse, onlara yakın bir yere oturur. Kezâ emânet sâhibleri de (Ulemâ) Kadı'ya yakın bir yere ilişirler. Şâyed hâkim (Kadı) hüküm vermeye ehliyetli müctehid bir kimse ise, yalnız başına oturmasında da bir sakınca yoktur. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir. Eğer kadı (hâkim) ammi ise (başkalarının ictihadlarıyla hükmediyorsa) alimlerle birlikte oturması müstehabtır. Nehrü'l Faik'te de böyledir. Hakim, tarafların yanında istişârede bulunmaz. Bezzaziye'de de böyledir. Zabıt kâtibi kadı'nın (Hâkimin) önüne oturur. Bu sûrette Hakim; onun ne yazdığını görür (rüşvet sebebiyle kâtibin) aldatılmasını engeller ve şâhidin sözlerini fazla veya noksan yazmamasını kontrol eder. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir."(159) hükmü kayıtlıdır.

1849- Şekil yönünden dava dilekçesi kabul edilince; Hâkim (Kadı) tarafları birlikte ve aleni olarak muhâkeme eder.(160) Mü'minlerden bir zümrenin dinleyip-dinlememesi hususu Kadı'nın (hâkimin) ictihadına bırakılmıştır. Davanın mâhiyetine göre karar verir. Müracaat sırasına göre; davalara bakılmasında herhangi bir mahzur yoktur.(161) Mâhiyet İtibâriyle acele görülmesi gereken davaların öne alınması mümkündür.(162)

1850- Duruşma başladıktan sonra: Davacı'nın dilekçesi aleni ve yüksek sesle okunur. Davalıya; bu dilekçede beyan olunan hususta bir-şey söyleyip-söylemeyeceği sorulur. Davalı; dava edilen şeyi davacının lehine ikrar ve itiraf ederse dava (Davacının lehine) sonuçlanır.(163) Davalı inkâr ederse; davacıdan delil istenir.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT