EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

ÂMİL'İN VASIFLARI - ZEKÂT ve VERGİ - KİMLERE VERİLİR? - MÜELLİFE-İ KULÛB
ZEKAT VERMENİN CÂİZ OLMADIĞI YERLER

ÂMİL'DE (ZEKÂT MEMURUNDA) ARANAN VASIFLAR

873- İmam-ı Serahsi (rh.a) zekâtın farziyetini izah ederken "Allahû Teâla (cc): "Onların (Mü'minlerin) mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini (günahlarından) temizlemiş, bununla onların (hasenatını) bereketlendirmiş olasın" (Et Tevbe Sûresi: 103) hükmünü beyan etmektedir. Ayrıca bu konuda sünnet de sabit olmuştur"(38) buyurmaktadır. Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Muaz b. Cebel'i (ra) Yemen'e gönderirken: "Ey Muaz!.. Sen zekâtı müslümanların zenginlerinden al ve onların (Müslümanların) fakirlerine ver"(39) buyurduğu da bilinmektedir. Hanefi fûkahası nası şer'i delilleri esas alarak; "Zekât toplama hakkı "Ulû'lemr'e" aittir. Öyle ise bu hakkı; hiç kimsenin, iptal etmeye yetkisi yoktur"(40) hükmünde ittifak etmiştir. Esasen Resûl-i Ekrem (sav), Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) dönemlerinde; hem zahirî hem de batınî malların zekâtları, "Âmiller" kanalı ile toplanılmıştır. Hz. Osman (ra); bâtınî malların (Gizlenebilen, para, altın, gümüş vs.) zekâtını sahipleri tarafından ödenmesi hususundaki kararını halka şu hutbesiyle açıklıyor; Saib b. Yezid (ra) diyor ki; Osman b. Affan (ra)'ın minbere çıkarak şöyle dediğini duydum: "ĞBu ay, zekât verme ayıdır. Kimin üzerinde zekât borcu varsa, borcunu ödesin". Bu şekilde batınî malların zekâtını sahiplerinin emrine bırakmış, ondan sonra da bu durum devam etmiştir.(41) Resûl-i Ekrem (sav)'in âmilleri şunlardır: Hz. Ömer, Hz. Abdullah İbn-i Mesûd, Hz. Muaz b. Cebel, Hz. Ebû Cehm b. Huzeyfe, Hz. Ukbe b. Amir, Hz. Kays b. Sabit, Hz. Ukbe b. Samit, Hz. Bureyde b. Husayb, Hz. Ubhad b. Beşr El Eşheli, Hz. Rafii b. Mekis, Hz. Büsr b. Süfyan El Ka'bi, Hz. Muhacir b. Ebi Ümeyye, Hz. Ziyad b. Lebid, Hz. Malik b. Nüveyre, Hz. Zeberkan b. Bedr, Hz. Kays b. Âsım ve Hz. A'lâ b. Hadremi!..

874- Hz. Enes b. Malik (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Beni Temim kabilesinden bir adam Resûl-i Ekrem (sav)'e gelerek: "ĞYa Resûlullah!.. Zekâtı senin gönderdiğin memura verdiğim zaman, Allah'a ve Resûlüne karşı mes'uliyetten kurtulur muyum?" diye sordu. Resûl-i Ekrem (sav): "ĞEvet, zekâtı benim gönderdiğim memura ödediğin zaman kurtulur, beraat edersin. Ödediğin zekâtın mükafatı sana, (Eğer değiştirirse) günahı da, değiştirene aittir"(42) Cevabını verdi. Feteva-ı Hindiyye'de:"Âmil, açık olan malların zekâtını aldığı gibi, tüccarın yanında bulunan gizli malların da zekâtlarını alır. Kafi'de de böyledir. Âmil'in; hür, mü'min olması ve haşimi olmaması şarttır. Gaye'den naklen Bahru'r Raik'te de böyledir"(43) hükmü kayıtlıdır. Darû'l İslâm'da; bir mükellef "Âmil'i" beklemeden zahiri mallarının zekâtını vermiş olsa; "Ben zekâtımı şehirdeki fakirlere verdim" diye yemin etse dahi, tekrar zekât alınır. Birinci vermiş olduğu "Sadaka" olur; ikinci verdiği (Âmil'e ödediği) Zekâttır"(44) Ancak batınî (görünürde olmayan, para, altın ve gümüş vs. gibi) mallarda, mükellefin sözü tasdik edilir.

875- Âmil; aynı zamanda gayr-i müslimlerden (Zimmilerden) "Cizye'yi" de, tahsil etme durumundadır.(45) Mü'minlerin Ulû'lemr'ine karşı ayaklanan âsî ve bağyi'ler bir memur tayin ederek; müslümanlardan zekât toplamış olsalar, "Ulû'lemr" onlardan ikinci defa zekât alır.(46) Zira âsî ve Bağyi'lerin, zekât toplama hakları yoktur, bu "Velâyet'le" ilgili bir husustur. Müslümanların; "Ulû'lemr'e" karşı ayaklanan asi ve bağyilere "Zekât"larını vermiş olmaları, kendi kusurlarıdır. Ancak asi ve bağyilerin; çok güçlü olma durumlarında hüküm değişir.(47)

876- Ulû'lemr'in görevlendirdiği kimse (Âmil veya Âşir) "Harbi'lerle" de muhatabtır. Darû'l Harb'te ikamet eden müslümanlardan; ne kadar vergi alınıyorsa, Darû'l İslâm'a ticaret niyetiyle gelen Harbi'den de o kadar alınır.(48) Sözleri tasdik edilebilecek hallerde, mü'minlerle, zimmiler arasında fark yoktur. Ancak Harbi'nin hiçbir sözüne güvenilemez. Darû'l İslâm'da ikamet eden gayr-i müslimler (Zimmiler), İslâm fıkhına tabi oldukları için, Harbilerden üstündürler.

ZEKÂT" VE "VERGİ" ARASINDAKİ FARK

877- Şurası muhakkaktır ki; "Zekât" ile "Vergi" arasında, teşri kaynağı, gaye, miktar ve harcanacağı yerler noktasından izahı mümkün olmayan farklar vardır. Zekât; Allahû Teâla (cc)'nın koyduğu bir ibadettir. Hangi maldan, hangi süre içerisinde, ne kadar ve kimlere verileceği Resûl-i Ekrem (sav) tarafından izah buyurulmuştur!.. Bu şer'i hududlara hiç kimsenin tecavüz etmesi veya onu değiştirmesi mümkün değildir. "Vergi" ise; insanların ihtiyaçlar sebebiyle, kendi akıllarına göre tayin ettikleri ve ibadet olma özelliği bulunmayan iktisâdî bir olaydır. Darû'l İslâm' da dahi; Beytülmal'de "Zekât" bölümü, diğerlerinden ayrı mütalâa edilir. Zira masraf yerleri birbirinden farklıdır.

878- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ölüm tehlikesi olmadığı süre içerisinde, mü'min için kendisini zelil etmek yoktur. Ancak ölüm tehlikesi anında, bu tehlikeyi hangi yolla defetmek mümkün olursa, o vâcibtir"(49) buyurduğu bilinmektedir. Bir İslâm beldesi istilâya uğrarsa; mü'minler malları ve canlarıyla cihad ederler. "Esâret" hayatı başlarsa, kendi içlerinden seçtikleri emir, müstevlilerle olan ilişkilerde maslahat tayin edebilir. Dolayısıyla mü'minlerin; müstevli kâfirlere karşı sevgi ve muhabbet beslemeleri düşünülemez. Onlara gönül rızasıyla vergi de ödemezler.

879- Hanefi fûkahası; "Darû'l İslâm'da zalim bir yönetimin koyduğu haksız vergilerin ödenip-ödenmeyeceği konusunda" ihtilâf etmiştir. Dürri'l Muhtar'da "Haksız yere alınan vergiyi ve zulmü kendisinden defetmek evlâdır. Meğer ki bu kimsenin hissesini, diğerleri üzerine almış olsunlar" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken; ihtilâfları kaydettikten sonra: "Ben derim ki, bu cevap söz götürür. Zira alması haram olan şeyin, vermesi de haramdır. Nitekim Eşbah'ta beyan edilmiştir. Bundan yalnız zaruret müstesnadır. Şayet zâlim ne sûrette olursa olsun, o malı alacaksa, kendi payına düşeni vermekten aciz olan kimse, verdiğinden dolayı günahkâr olmaz. Kâdir olan kimse bunun gibi değildir. O, alması haram olan şeyi vermekle, zulme kendi arzusuyla yardımcı olmuş olur"(50) buyurmaktadır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Zamanımızın zâlim yönetimlerinin (Devletleri'nin) zekât, öşür, haraç, vergi ve benzerlerini almaları halinde, essah olan bu borçların sakıt olduğudur. Ancak bunları verdikleri mükelleflerin niyyet etmeleri gerekir. Tatarhaniye'de de böyledir"(51) hükmü kayıtlıdır. Meselenin özü şudur: "Müslümanlar, içinde yaşadıkları siyasi coğrafya'da Cum'a ve Bayram Namazlarını edâ edebiliyorlarsa iki hal sözkonusudur.

Birincisi: Onlar İslâm ahkâmı ile hükmeden adil bir yönetim içindedirler. Bu durumda zekâtlarını ve vergilerini gönül huzuruyla "Âmil'lere" teslim edebilir.

İkincisi: Câir bir yönetimle karşı-karşıyadırlar. Ancak Cum'a ve Bayram Namazlarını edâ ederek, orada hâkimiyetlerinin varlığını ilân etmişlerdir. Bu durumda cair yönetimin (Zalimlerin) âmillerine; zekât ve öşürlerini teslim ederken niyyet ederler ve bu borç sakıt olur. ancak âdil veya câir bir imamın (Ulû'lemr'in) yönetimi altında olmayan beldelerde, mü'minler küfür ahkâmına muhatab oldukları için "Esir" hükmündedirler. Küfür ahkâmı ile hükmeden yönetimlerin memurlarına; zekât ve öşürlerini kat'iyyen veremezler. Verseler de sahih olmaz. Esâsen o beldelerdeki müslümanlar, acil ihtiyaçlarının dışındaki bütün varlıklarını, cihad için harcamak mecburiyetindedirler.

ZEKÂT KİMLERE VERİLİR?

880 Kur'an-ı Kerim'de: "Sadakalar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, (Sadakaların) üzerine me'mur olanlara, (Âmil'lere), kalbleri ısındırılmak istenenlere (Müellefe'ye), kölelere, gârimine (borçlulara), Allah yolunda (harcamaya) ve yolculara mahsustur. Allah hakkı ile bilendir. Tam bir hüküm ve hikmet sahibidir"(52) hükmü beyan buyurulmuştur.

881 FAKİRLER: Nisab miktarından az malı olan kimseye fakir denir.(53) Ayrıca nisab miktarına ulaşmış malı olmasına rağmen, nâmi (Üreyici) olmayan mala sahib olan kimseye de, fakir denilmiştir. Zira bunların da, ihtiyaç hâli devam eder. Zekâtı, fakir olan ilim ehline vermek, fakir olan cahile vermekten daha efdaldir. Zahidi'de de böyledir.(54)

882- MİSKİNLER:
Hiçbir şeyi bulunmayıp, dilenerek hayatını idâme ettiren kimselere "Miskin" denir.(55) Molla Hüsrev: "İçinde bulunduğu gün için yiyeceği olan kimsenin dilenmesi helâl değildir"(56) buyurmaktadır. Dolayısıyla "Fakir" ile "Miskin" arasındaki en önemli fark buradadır. Fakir'in; nisab miktarına ulaşmamakla birlikte malı mevcuddur ve dilenmesi helâl değildir. Miskin'in ise; hiçbir şeyi bulunmayıp, dilenmesi helâldır.

883- "ÂMİL'LER" (ZEKÂT MEMURLARI):
Âmil; "Ulû'lemr'in, zahiri malların zekât ve öşürünü toplamak üzere tayin edib, memur eylediği kimselerdir. Kâfi'de de böyledir.(57) Bir mükellef, kendi malının zekâtını bizzat kendisi "Ulû'lemr'e" verirse, âmil bu zekât'tan hisse almaya hak kazanamaz. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir. Amil, zengin dahi olsa sırf zekât işi ile meşgul olduğu için oradan geçimini temin edebilir.(58)

884- BORÇLULAR (GÂRİM):
Borcu olup, nisab miktarı mala sahip olmayan veya insanlarda alacağı olup da, alması mümkün olmayan kimselere de zekât verilir.(59) Bazı ulemâ gârim zümresine, herhangi bir felâkete (Yangın, kaza vs.) uğramış mü'minleri de, dahil etmiştir.

885- MÜKÂTEB KÖLELER VE CÂRİYELER:
Bir bedel mukâbilinde azad edilmek üzere efendisi ile mukâvele yapmış bulunan köle ve câriyeye "Mükâteb" denir. Onları kölelikten ve cariyelikten kurtarıb, hürriyetlerine kavuşturmak için zekât verilir.(60) Ancak Hâşimi'lerin mükâteblerine zekât vermek caiz olmaz. Çünkü kölenin mülkü de efendisine aittir. Halbuki Hâşimi'lere zekât haramdır.(61)

886- ALLAH YOLUNDA CİHAD EDENLER:
Ebû Yusuf (rh.a)'a göre; fakirlikleri dolayısıyla cihada katılamayan gazilere (Mücahidlere) zekât verilir. İmam-ı Muhammed (rh.a) "Allah yolunda olanlardan" murad, hacc yolunda (Malını ve vâsıtasını kaybetmiş) fakir kimselerdir.(62) Sahih olan İmam-ı Yusuf (rh.a)'un kavlidir.(63) İbn-i Abidin: "Ben derim ki; Onu ben de Cemiû'l Feteva'da gördüm. İbaresi şudur: "Mebsut'ta beyan edildiğine göre, nisaba malik olan kimseye zekât vermek caiz değildir. Ancak İlim öğrenene, gaziye ve hacc kafilesinden ayrılmış olan kimseye verilebilir. Çünkü Peygamber (sav): "İlim öğrenene zekât vermek caizdir. Velev ki kırk yıllık nafakası olsun" buyurmuştur. İlimden murad şer'î ilimdir. Kendini öğrenmeye ve öğretmeye vermek şartı ile sözünden murad, bundan başkası ile ilişkisi olmamaktır"(64) hükmünü zikreder. Bahsin devamında da; öğrencinin fakir olmasına dikkat edilmesini hâssaten tasrih etmiştir.

887- YOLCU (İBN-İ SEBİL):
Yolcudan maksad; malı memleketinde kalıp, elinde birşey bulunmayan garib kimsedir. Molla Hüsrev: "İbn-i Sebil diye isimlendirmenin sebebi, yolculuk (Sefer) ona gerekli olduğu içindir. Her ne kadar; aslî vatanında malı mevcud ise de, sefer halinde ona uluşmaya kâadir olmadığından, ihtiyacı kadar alması caizdir. İhtiyacından fazlasını alması ise helâl olmaz"(65) buyurmaktadır. Memleketinde malı olan yolcunun, zekât yerine borç alması daha efdaldir.(66)

MÜELLİFE-İ KULÛB MESELESİ

888- Önce müellife (kalbleri te'lif edilecek, ısındırılacak) kimdir? sualine cevab arayalım. İmam-ı Kasani: "Müellife-i Kulûb, Kureyş'in reislerinden ve arapların önde gelen kimseleridir ki, Ebû Süfyan b. Harb, Safvan b. Ümeyye, Uyeyne İbn-i Hısn-i Firazi, Ekra b. Habis, Abbas İbn-i Mirdat, Malik İbn-i Avf onlardandır. Bunlar kendi kavimleri (kabileleri) arasında nüfûz, kuvvet, şeref ve çok bağlıları bulunan şahıslardı. Bazıları hakikaten mü'min olmuşlardı, bazıları zâhiren müslüman, gerçekte münâfıklar zümresindendi, üçüncü bir kısmı da kâfirdiler."(67) hükmünü beyanla, müellife'nin tek bir akaidle açıklanamıyacağını kaydediyor. Hz. Ebû Bekir (ra)'in hilâfeti döneminde Ekra b. Habis ile Uyeyne b. Hısn-i Firazi, çevrelerinde bulunan arazilerin "Müellife-i Kulûb" hakkı olarak kendilerine verilmesini taleb ettiler. Hz. Ömer (ra) kadı'lık görevini yürütüyordu. Kendilerine; "bunun mümkün olmadığını, Allahû Teâla (cc)'nın İslâm'ı aziz kâldığını ve kendilerine muhtaç olmadıklarını" beyanla, "Müellife-i Kulûb" hissesinin kaldırıldığını ilân etti.(68) Fûkaha; bu hususta sahâbe-i kiram'ın icma'sının tahakkuk ettiğini zikretmektedir.(69) İbn-i Nüceym bu icma'nın; mü'minlerle-kâfirler arasında dostluğun kesildiğini beyan eden Âyet-i Kerimelere dayandığını, farz ve vacib olan hiçbir sadakanın kâfire verilmeyeceğini beyan etmektedir.(70) İmam-ı Merginani: "Zekâtın verileceği yerler sekiz sınıftır. Müellife-i Kulûb ise düşmüştür. Çünkü Allahû Teâla (cc) İslâm'ı aziz kıldı, onlara (Müellife-i Kulûb'a) muhtaç etmedi. İşte icma bunun üzerine mün'akid oldu"(71) hükmünü zikreder. Dolayısıyla; "Müellife-i Kulûb'a", sırf bu noktaları esas alınarak zekât verilmez. İbn-i Abidin: "Müellife-i Kulûb'un müslüman fakirlerine, fakirlik vasfından dolayı zekât verilir, müellife'den olmasına bakılarak verilmez"(72) hükmünü beyan eder.

889- Zekât; mahiyetini beyan ettiğimiz yedi sınıfın bütün ferdlerine veya bazısına temlik yoluyla (Milk edindirmek, vermek sûretiyle) edâ edilir.(73) İmam-ı Şafii (rh.a) "Her sınıftan en az üç kişiye verilmek sûretiyle edâ edileceğini" esas almıştır.(74) Dürri'l Muhtar'da: "Zekât veren kimse, bu sınıfların hepsine veya bazısına -velev ki herhangi sınıftan bir kişiye olsun- verebilir. Çünkü cins bildiren "Elif lâm", topluluğu iptal eder. Şafii her sınıftan üç kişiye verilmesini şart koşmuştur" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken "Cins bildiren" "Elif, lâm" topluluğu iptal eder" hükmünü şu şekilde izah ediyor: "Cins bildiren "Elif lâm"dan murad; ayetteki "lilfûkarai" kelimesinin başındaki harf-i tariftir. Bu harf-i tarif cinse, yani hakikate delâlet eder. Halebi diyor ki, "Bu yedi sınıf zekât ehlinden sadece bir kişiye vermenin caiz olduğunu ta'lildir. Yalnız bir sınıfa vermenin caiz olmasına gelince, onun illeti şudur: Ayetten murad, kendilerine zekât vermek caiz olan sınıfları beyan etmektir, yoksa onlara vermeyi tayin etmek değildir.""(75) Firaset sahibi her mü'min kabul eder ki; gününüzde "Ulû'lemr" ve onun zekât toplamakla görevlendirdiği "Âmil" yoktur. Ayrıca Allah (cc) yolunda silâhlı mücadele veren fakir mücahidlerin sayısı da oldukça azdır. "Mükâteb köle'nin de" bulunmadığı dikkate alınırsa, geriye: Fakir, miskin, yolcu ve borçlu kalır!..

890- Zekât verilen mal, nisab miktarına ulaşmıyorsa, bunu tek bir kişiye vermek daha efdaldir. Zahidi 'de de böyledir.(76) Ancak nisab miktarını aşarsa, bir kişiye vermek mekrûh olur. Zira bu fiilde, karşıdakini "Zengin" duruma getirmek vardır. Bu gibi hallerde; birkaç fakir arasında taksim edilir.

ZEKÂT VERMENİN CÂİZ OLMADIĞI YERLER

891- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Zengin olan bir kimseye zekât malı helâl olmaz"(77) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası, bu hadis-i şerifi esas alarak: "Zekât'ın, zengin olan kimseye verilmesi caiz değildir. Ayrıca zengin olan mü'minin; kölesine ve akıl-baliğ olmamış çocuğuna da zekât verilmez. Çünkü kölenin malı efendisinin olduğu gibi, bülûğa ermemiş çocuğun da nafakası babasına aittir. Zengin olan kimsenin karısına da, nafaka ve menfaat yönünden şüphe bulunduğu için vermemek esastır"(78) hükmünde ittifak etmiştir. Ancak köle "Mükateb" duruma geçer ve çocuk da bülûğa ererse; zekât vermekte beis yoktur. Ayrıca zengin olan kimsenin; karısı çok fakirse ve mal ayrılığına riayet olunuyorsa zekât verilebilir.

892- Menfaatleri müşterek olduğu için, zengin bir kocanın, fakir olan karısına zekât vermesi mümkün değildir. Aynı şekilde zengin olan kadın da, fakir olan kocasına zekât veremez.(79)

893- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ey Haşimoğulları!.. Şüphesiz Allahû Teâla (cc) insanların mallarının kirlerini ve pisliklerini size haram kıldı."(80) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Haşimoğullarına ve onların mükâteb kölelerine zekât vermek caiz değildir"(81) hükmünde ittifak etmiştir. "Haşimoğulları"ndan murad; Resûl-i Ekrem (sav)'in amcası Hz. Abbas (ra)'ın evlâd ve ahfadıyla, diğer amcası Ebû Talib'in oğulları, Hz. Ali (ra)'nin, Hz. Cafer (ra)'in ve Hz. Akil (ra)'in evlâd ve ahfadı, bir de Abdulmüttalib b. Hars'ın evlâd ve ahfadıdır.(82) "Beni Haşim"den, bu sayılanların dışında kalanlara zekât vermek caiz olur. Meselâ: Ebû Leheb'in zürriyetinden gelenler gibi!.. Çünkü onlar Resûl-i Ekrem (sav)'e yardım etmediler. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Zekât, Nezir, Öşür ve Keffâret gibi verilmesi icabeden sadakalar, Beni Haşim'e verilmez. Ancak bunlara nafile sadakaları vermek caizdir. Kafi'de de böyledir. Beni Haşim'in kölelerine de zekât verilemez. Kenz Şerhi Ayn'de de böyledir. Beni Haşim'den; fakir olanlara madenlerin ve definelerin beşte birini vermek caizdir. Cevheretü'n Neyyire'de de böyledir.(83) Resûl-i Ekrem (sav): "Ey Beni Haşim, Allahû Teâla (cc) bunun (Zekât'ın) yerine size humus'un humusunu (Ganimet'lerin beşte birinden) bedel kıldı"(84) hükmünü beyan etmiştir. Dolayısıyla Haşim oğullarına, kazancının en temizi ve en efdali olan ganimetten payları verilir. Bilindiği gibi, ganimetler önce humus'a (beş'e) bölünür, bunun biri Allahû Teâla (cc) ve Resûlü (sav)'ne aittir. İşte bu beşte birin beşte biri, "Beni Haşim'in" payıdır.

894- Bilindiği gibi zekâtın edâ edilebilmesi için temlik (Milk edindirmek) şarttır. Bu genel kaideyi esas alan Hanefi fûkahası: "Zekât parası ile mescid yaptırmak, yolları tamir ettirmek, su kanalları açmak, müsafirhane ve hastahaneler inşaa ettirmek caiz olmadığı gibi, bir ölüye kefen almak veya borcunu ödemek de caiz değildir"(85) hükmünde ittifak etmiştir. Çünkü bu fiillerde temlik (Milk edindirmek) yoktur. Yine "Demokratik-Laik bir devlet'te", meclislerin çıkardığı kanunlarla teşekkül eden; siyasi partiler, Çocuk Esirgeme Kurumu, Kızılay ve bunun gibi derneklere "Zekât" verilemez. Çünkü bunlar hükmi birer şahsiyet kabul edilir. Bizzat ferd hükmünde değildir. Hiçbir hükmî şahsiyet; açlık tehlikesi geçirmez, çünkü canlı değildir. Ayrıca Laik devlet; "Din ile Devlet işlerinin ayrılığı" ilkesine dayanır. Bu hükmî şahsiyetler ise; İslâm'ın değil, devletin hükümlerine göre vücût bulmuşlardır.

895- Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Muaz (ra)'a hitâben: "ĞEy Muaz!.. Sen ehl-i kitab bir kavmin yanına gidiyorsun. Onları "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Resûlü olduğuma" şehadete davet et!.. Eğer senin bu davetini kabul ederlerse, kendilerine tebliğ et ki, Allah (cc) onlara her gün ve her gecede beş vakit namazı farz kılmıştır. Bu hususta da sana itaat ederlerse, onlara bildir ki, Allahû Teâla (cc) kendilerine zekâtı farz kılmıştır. Bu onların zenginlerinden alınacak, fakirlerine verilecektir."(86) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası bu hadis-i şerifteki: "Bu onların (Müslümanların) zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecektir" hükmünü esas alarak, "Zekâtın hiçbir zimmi (Zimmet akdi imzalamış gayr-i müslim) ve Harbi'ye, yani küfür ehlinden hiç kimseye verilemiyeceği" hususunda ittifak etmiştir.(87) "Peki diğer sadakalarda durum nedir?" sualine cevap arıyalım. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Din ehline sadaka veriniz"(88) Hadis-i Şerifini esas alan İmam-ı Azam ve İmam-ı Muhammed (rh.a), nafile olan sadakaların zimmet ehline verilebileceğini beyan etmişlerdir. İmam-ı Şafii ve İmam-ı Yusuf (rh.a) ise, Hz. Muaz (ra)'a hitaben Resûl-i Ekrem (sav)'in emrinin, diğerlerini neshettiğini esas alarak; farz veya nafile hiçbir sadakanın küfür ehline verilemeyeceğine kail olmuşlardır.(89) Sonuç olarak; farz olan zekâtın kâfire verilemeyeceği hususunda tam bir ittifak vardır. Nafile olan sadaka hususunda ise iki ayrı ictihadla karşı karşıyayız. Ancak günümüzde Ulû'lemr ile zimmet akdi yapmış; herhangi bir gayr-i müslimden söz edemeyeceğimiz için, farz veya nafile hiçbir sadakanın küfür ehline verilmemesi esastır. Darû'l İslâm'da; Nafile sadakada, durum değişir.

896- Zekât vermekle mükellef olan mü'min zekâtını; babasına, dedesine ve bunun gibi ne kadar yukarı çıkarsa çıksın "Usûlüne", oğluna, torununa ve bunun gibi ne kadar aşağı inerse insin "Furû'una" veremez. Çünkü usûl ve fürûu arasında milk menfaatleri iç-içedir. O halde bütün şartlarıyla temlik (Milk edindirme) gerçekleşemez.(90) Aynı şekilde kölesine, ümmü veledine ve bir kısmını azad ettiği mükâtebine de zekât veremez. Çünkü menfaat ve milk şüphesi sözkonusudur. Zekâtı bunların dışındaki kimselere vermek mecburiyetindedir. Ancak nafakası ile mükellef olmadığı fakir akrabalarına vermesi müstehabdır.(91) Bir kimse, zekâtına mahsuben bir fakiri evinde oturtsa veya yemek yedirmiş olsa, temlik (Milk edindirme) gerçekleşmediği için zekât yerine caiz olmaz.

897- Mükellefin zekâtı edâ etmeden önce; zekât vermeyi düşündüğü kimsenin halini araştırması caizdir. Durumu şüpheli olan bir kimseye gerekli tahkikat yapmadan (Araştırıp-soruşturmadan) zekâtını veren mükellef, eğer o kimse Haşimi çıkarsa veya zengin olduğu anlaşılırsa, vermiş olduğu zekât fesada uğrar. Ancak gerekli tahkikatı yaptıktan sonra (yâni araştırıp-soruşturduktan sonra) zekâtını verir, vermiş olduğu kimse zengin veya Haşimi çıkarsa, zekâtı sahih olur. Tekrar vermesi gerekmez.(92) Çünkü bu tıpkı, sahrada kıble yönünü bilmeyen, musallinin durumu gibidir. Gerekli alâmetlere baktıktan sonra, musalli "Kıble istikametin de" isabet edemese dahi, namazı sahih olur. Zekâtta da, gerekli araştırma yapıldığı zaman; isabet edilemese dahi, zekât sahih olur. Ancak araştırma yapılmadığı zaman, sahih olmaz.

898- Zekâtını verip-vermediği hususunda şüpheye düşen mükellefin zekâtını yeniden vermesi gerekir.(93) Nisab miktarı mala sahip olup, bunun üzerinden bir yıl geçtikten sonra, zekâtını edâ etmeyen mükellef, malı helâk olsa dahi o malın zekâtını ödemek zorundadır. Bir kimse bir ticaret malını, başka bir ticaret malıyla değiştirse, mal helâk olmuş sayılmaz. Değişen malın aynı cinsten veya ayrı cinsten olması müsavidir. Bu hususta ihtilâf yoktur.(94)

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT