EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

HANGİ MALLAR ZEKÂTA TABİDİR? - OTLAK HAYVANLARININ - ALTIN ve GÜMÜŞ'ÜN
TİCARET MALLARININ - MADENLERİN ZEKÂTI - ÖŞÜR

HANGİ MALLAR ZEKÂTA TABİDİR?

899- Önce "Mal" ve Milkiyet" kavramları üzerinde duralım. Kur'an-ı Kerim'de "Yeryüzünde neler varsa hepsini sizin için yarattı"(95) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayet-i Kerime'yi esas alan İslâm ûleması: "İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak için Allahû Teâla (cc) tarafından yaratılmış ve istenildiği zaman elde edilib kullanılabilen insandan maada (gayri) şeylere mal denir"(96) tarifini esas almıştır. İmam-ı Şafii (rh.a) haramı ihtiyaç olarak kabul etmediği için "İhtiyaçlarımızı karşılayan şeylere mal denir" tâbirini benimsemiştir.(97) Dikkat edilirse; her iki tarifte de ortak nokta; insanların ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. "Mülkiyet" ve "Milkiyet" kavramlarına gelince!.. Arapçada (M-L-K) kökünden gelen bu kelime hem "Mülk", hem de "Milk" olarak okunmaktadır. Mülk; daha ziyade siyasi iktidar ve hüküm koyma manasına kullanılmıştır.(98) "Lehû'l Mülk" (Mülk O'nundur, Allah'ındır) denildiği zaman, bununla hüküm koyma hakkı kasdedilir. Kur'an-ı Kerim'de "Hz. Dâvud (as)'un kıssası" beyan buyurulurken: "Onun mülkünü de kuvvetlendirdik. Ona hikmet ve fasl-ı hitab verdik"(99) buyurulmuştur. Müfessirler; bu Ayet-i Kerimedeki "Mülk'ten" kasdın; siyasi güç, zafer ve büyük ordular olduğunu kaydetmektedirler.(100) Esâsen "Mülkün Allahû Teâla (cc)'ya ait olduğunu" beyan buyuran bütün Ayet-i kerimelerde, hüküm koyma hakkı üzerinde de durulmuştur, "Milk" kelimesi ise; daha ziyade mala sahip olma manasına kullanılmıştır. Ancak Türkçe'de "Mülkiyet" kelimesinin yerine saltanat kullanıldığı için, fazla yaygınlaşmamıştır. Osmanlı döneminde sultanlara "Allah (cc) mülkünüzü daim kılsın" şeklinde dua etmek âdet haline dönüşmüştür. Günümüzde siyasi iktidar manasında kullanılan "Mülkiyet" ile, mala sahip olma manasındaki "Milkiyet" kavramları içiçe girmiştir. Genellikle de "Mülkiyet" şeklinde kullanılmaktadır. Şimdi "Milkiyet nedir?" sualine cevap arayalım. İmam-ı Kasani: "Milkiyet; tasarrufa konu olabilen mal-ı mütekavvim üzerinde, tasarrufta bulunabilmek için Şâri'in (Allahû Teâla (cc) ve Resûlünün) bahşetmiş olduğu yetki ve iktidardır"(101) tarifini yapıyor. İşte zekâta tâbi olan mallar, bu tarifin mahiyeti içerisindedir.

SAİME'LERİN (OTLAK HAYVANLARININ) ZEKÂTI

900- Önce "Saime" kelimesi üzerinde duralım: Kırlarda ve otlaklarda güdülen, nesillerinin çoğalması, süt ve yağlarının artması ve ticâri gayelerle beslenilen hayvanlara "Saime" denir.(102) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kendisine yük yüklenen ve çalıştırılan hayvanlarla, çift süren sığırlarda zekât yoktur"(103) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; kırlarda otlatılmayan ve ticâret niyetiyle beslenmeyen hayvanlardan zekât alınmayacağı" hususunda ittifak etmiştir. Yâni yük taşımak ve binmek için beslenen veya çift sürmek için bulundurulan hayvanlara zekât düşmez. Ayrıca senenin bazı aylarında kırlarda otlatılan, bazı aylarında evlerde beslenilen hayvanlar, şayet senenin yarısından fazla kırlada otlatılırsa "Saime" hükmüne dahil olur. Senenin yarısında veya daha az kırlarda otlatılan, geri kalan sürede evlerde yemle beslenen hayvanlar saime hükmüne dahil değildir. Onlara zekât farz olmaz.(104) Şimdi "Saime" hükmünde olan hayvanlarda, nisab ve zekât miktarını izaha gayret edelim.

901 KOYUN VE KEÇİLERİN (DAVARLARIN) ZEKÂTI:
Saime olan koyun ve keçilerde, nisab miktarı 40'dır. Bu miktardan aşağıda olanlar için zekât gerekmez. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Her kırk davarda (Şat'da), bir davar (Şat) zekât vardır"(105) buyurmuştur. Kırk adet saime koyun ve keçinin üzerinden bir yıl geçerse; zekât olarak bir koyun verilir. 120'ye kadar, zekât miktarı aynıdır.(106) Koyun miktarı 121 olunca; iki koyun zekât olarak verilir, 200'e kadar zekât miktarı aynıdır. 201 koyundan, 400 koyuna kadar zekât miktarı, üç koyundur. Koyunların sayısı 400'e ulaşınca; zekât olarak dört koyun verilir. Bu rakamdan sonra (Yani 400'den sonra) her 100 koyun için, bir koyun daha verilir. Bu hususta icma tahakkuk etmiştir.(107)

902- Hz. Ali (ra)'den mevkûf ve merfû olarak rivâyet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "Zekâtta ancak "senî'" ve daha yukarı yaştakiler alınır"(108) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) ve İmam-ı Muhammed (rh.a)'in kavillerine göre; koyunlardan zekâtın farz olması için, bunların en az bir yaşında olmaları gerekir.(109) Âmil, zekât alırken koyunların en iyisini seçmediği gibi, en cılızını almaz. Orta hallilerinden alır. Zîrâ Resûl-i Ekrem (sav): "İnsanların mallarının en üstün vasıftakilerin (Hazeratını) almayınız. Onların mallarının orta hallilerini (vasat) alınız"(110) buyurmuştur. Dikkat edilecek husus, zekât olarak alınan ganem'in (Koyun ve keçi'nin) kurban edilebilecek vasıfta olmasıdır. Resûl-i Ekrem (sav) döneminde bir koyunun bedeli, beş dirhem gümüştür.(111)

903- SIĞIR VE CAMÛS'UN (BAKAR'IN) ZEKÂTI:
Saime olan sığır ve camûs'un nisabı 30'dur. Yani 30'dan az olan sığırlar için zekât gerekmez. Nisaba ulaştığı zaman, zekât olarak iki yaşına girmiş erkek veya dişi buzağı (tebi veya tebie) verilir. Sığırların Sayısı 40'a varıncaya kadar, ilave birşey vermek gerekmez. Sığırların sayısı kırka ulaşınca, zekât olarak üç yaşına girmiş erkek veya dişi (müsin veya müsinne) daha verilir.(112) Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Her otuz sığırda bir tebi veya tebie, her kırk sığırda da bir müsin veya müsinne zekât vardır"(113) buyurmuştur. Sığır sayısı 60'a varınca, zekât olarak iki yaşına girmiş erkek veya dişi;,iki buzağı verilir. Sığırların zekâtının hesablanmasında, 60'dan sonra "Otuz" veya "Kırk" sayılarına itibar edilir. Yani 60'dan sonra her otuz sığır için; iki yaşına girmiş bir buzağı veya her kırk sığır için, üç yaşına girmiş bir dana hesabı ile zekât ödenir. Tahavi şerhinde de böyledir.(114) Zekât hususunda manda (Camûs) sığır gibidir. Bunlar karışık bulunduğu zaman sayı olarak birbirlerine ilâve edilir. Esâsen Arapça'da "Bakar" kelimesi, hem sığırı, hem de manda'yı (Camûs'u) içine alır. Mükellef sığır ve mandadan hangisi çoksa, ondan zekâtı öder.(115)

904-DEVELERİN ZEKÂTI:
Beş adetten daha az olan Saime develer için zekât yoktur. Beş deveden sonra, bir yaşını bitirmiş bir koyun zekât olarak verilir. Esasen 25 deveden az olan develer için, her beş devede bir koyun zekât verilir. Deve adedi 25'e varınca, zekât olarak iki yaşına basmış dişi bir deve verilir, deve adedi 35'e varıncaya kadar durum böyledir.(116) Deve sayısı 36'ya varınca, zekât olarak üç yaşına girmiş dişi bir deve verilir, deve sayısı 45'e varıncaya kadar durum böyledir. Deve sayısı 46'ya varınca zekât olarak dört yaşına girmiş bir dişi deve verilir. Altmış deveye kadar durum yine aynıdır. Deve sayısı 61'e varınca beş yaşına basmış dişi bir deve verilir, 75 deveye kadar durum aynıdır. Deve sayısı 76'ya varınca, üç yaşına basmış iki adet dişi deve verilir. Deve sayısı 90 oluncaya kadar durum aynıdır. Deve sayısı 91 olunca, dört yaşına girmiş iki adet dişi deve verilir. Deve sayısı 120'ye varıncaya kadar durum böyledir.(117)

905- İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) ile İmam-ı Muhammed (rh.a)'in kavillerine göre: "Saime olan develerden, zekât olarak verileceklerin en az iki yaşına basmış olmaları gerekir. Develerin sayısı tesbit edilirken; küçük ve kör olan develer de hesaba alınır. Ancak bunlar zekât olarak verilmezler. Amil; durumu itibariyle vasat'ın altında olan bir deveyi zekât olarak almaz!. Ya verilmesi gerekenin aynısını ister veya onun kıymetini taleb eder."(118)

906-DİĞER HAYVANLARIN DURUMU:
İmam-ı Merginani: "Senenin ekseri günlerini kırlarda otlayarak geçiren atlar (yani saime atlar) ister erkek, ister dişi olsun sahibi muhayyerdir. Dilerse her at için bir dinar verir, dilerse onun kıymetini tesbit eder ve her ikiyüz dirhem gümüş için beş dirhem verir. Bu İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a)'nin kavlidir, aynı zamanda İmam-ı Züfer (rh.a)'in kavlidir. İmam-ı Muhammed (rh.a) ve İmam-ı Yusuf (rh.a) ise Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir müslümanın; ne kölesi, ne de atı için üzerine sadaka yoktur" kavlini esas alarak, demişlerdir ki, atlarda zekât yoktur. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) ise, Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her saime olan at için, bir dinar veya on dirhem zekât vardır" kavlini esas almıştır. İmam-ı Muhammed (rh.a) ile İmam-ı Yusuf (rh.a)'un rivayet ettikleri hadisin te'vili, Hz. Zeyd b. Sabit (ra)'den rivayete göre mücahid'in (Gâzi'nin) atıdır. Atların dinar ile kıymetini takdir hususundaki muhayyerlik ise Hz. Ömer (ra)'den rivayet olunmuştur(119) hükmünü zikreder. Feteva-ı Hindiyye'de; atlar hususunda zekâtın olmadığı "Fetvâ" olan görüş şeklinde beyan edilmiştir. Ancak hemen devamında da: "Ticaret için olan atlar, zekâta tabidirler. Kafi'de de böyledir. Bunların hükmü, diğer ticaret eşyasının hükmü gibidir. Eğer bunların değeri nisab miktarına ulaşırsa; ister saime olsun, ister yemle evde beslensin zekâta tabi olurlar. Muzmarat'ta da böyledir"(120) denilmektedir. Dolayısıyla ticaret için beslenen atlar, zekâta tabidir. Ancak binmek, yük taşımak ve bunun gibi sebeblerle evde beslenen atlar için zekât yoktur.

907- Yük taşımakta kullanılan katır ve eşekler için, zekât yoktur. Bu hususta Resûl-i Ekrem (sav)'e sual sorulmuş ve Resûl-i Ekrem (sav) de: "Onlar hakkında bana herhangi bir vahiy gelmedi"(121) hükmünü beyan buyurmuştur. Ancak bunlar da ticari niyetle beslenirse zekâta tabi olur.(122)

908- Molla Hüsrev: "Zekât ibadetindeki nisablar, Resûl-i Ekrem (sav)'den işitilerek sabit olur, kıyas yoluyla sabit olmaz"(123) buyurmaktadır. İmam-ı Merginani: "Zekât, ihsan olunan mal nimetine şükür için farz kılınmıştır. Nisab'ın başlangıçta şart kılınması, zenginliğin tahakkuku içindir"(124) hükmünü zikreder. Dolayısıyla mü'minler, nisab miktarı mala sahib oldukları zaman, dünyevi endişelere kapılıp (ve başkaları ile kendi halini kıyaslayarak) hile yoluna sapmamalıdırlar. Çünkü Allahû Teâla (cc) kalblerde gizlenenleri de hakkı ile bilir.

ALTIN VE GÜMÜŞ'ÜN ZEKÂTI

909- Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Muaz (ra)'a hitâben: "Her iki yüz dirhem gümüşten beş dirhem ve her yirmi miskal altından yarım miskal zekât al"(125) emrini verdiği bilinmektedir. Hanefi fûkahası bu Hadis-i Şerifi esas alarak, "Her iki yüz dirhem gümüş için beş dirhem zekât vermek farzdır. Aynı şekilde her yirmi miskal altın için de, yarım miskal zekât gerekir. Bunların sikkeli olup-olmaması, ticari niyetle veya zînet kasdıyla bulundurulup - bulundurulmaması durumu değiştirmez. Her halûkârda zekâtlarını vermek farzdır"(126) hükmünde ittifak etmiştir. Bir miskal 4,8 gram olduğuna göre, yirmi miskal altın 96 gram eder. Yine bir dirhem 3,2 gram olduğuna göre 200 dirhem gümüş 640 gram ağırlığındadır. Dolayısıyla bu nisaba malik olan mükellef, üzerinden bir yıl geçince zekâtını vermek durumundadır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mallarınızın kırkta birini (Rub'u öşrünü) getiriniz" emrini verdiği bilinmektedir. Dolayısıyla mükellef, nisab miktarından fazla olan altın ve gümüşünün üzerinden bir yıl geçer-geçmez derhal zekâtını edâ etmek durumundadır. Çünkü bu bir ibadettir.

910- İmam-ı Şafii (rh.a) "kadınların zinet eşyalarının ve erkeğin gümüş yüzüğünün zekâta tabi olmadığını" beyan etmiştir. Esas aldığı husus, bunların kullanılmalarının mübah olduğu ve günlük elbiseye benzediğidir. Hanefi fûkahası Resûl-i Ekrem (sav)'den rivayet edilen şu Hadis-i Şerifi esas almıştır: Resûlullah (sav) kollarında altından bilezikleri olan iki kadına: "ĞBileziklerinizin zekâtını veriyor musunuz? diye sordu. O iki kadın da: "ĞVermiyoruz" diye cevab verdiler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "İkiniz de o bileziklerinizin zekâtını veriniz"(127) buyurdular. Dolayısıyle kadınların zinet eşyası olarak kullandıkları altın ve gümüşlerin de zekâtı vardır.

911- Altın ve gümüşün zekâtları, itibarî kıymetlerine göre değil, vezinlerine (ağırlıklarına) göre verilir. Bu İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) ve İmam-ı Yusuf (rh.a)'un kavlidir. Ancak mükellef malın zekâtını, kendi cinsinden değil de, başka birşeyle (meselâ para ile) verecek olursa, bu durumda kıymetine itibar edilir.(128) Nisabı tesbit noktasında da; kıymetleri değil, ağırlıkları esastır. Bu hususta icma vardır. Dirhemlerde (Madeni paralarda) gümüş miktarı katkı maddelerinden fazla ise, gümüş hükmündedir. Altında da durum aynıdır. Katkı maddeleri altın ve gümüşten fazla ise bunlar ticaret malı hükmündedir.(129) Ticâret mallarının kıymeti, altın ve gümüş üzerine ilâve edilir. Altın ve gümüşten yapılmış, tabak, kaşık, çatal ve bunun gibi ev eşyaları da zekâta tabidir.(130) Çünkü bu iki maden, hılki olarak nâmî (üreyici, değeri artıcı) hükmündedir. Üzerinden bir yıl geçince, zekâtları edâ edilir.

TİCARET MALLARININ ZEKÂTI

912- Altın, gümüş ve saime'lerin (otlak hayvanlarının) dışında kalan ticaret mallarına "Uruz" denir. Cinsi ne olursa olsun, ticaret mallarına, nisaba ulaştığı takdirde zekât farzdır.(131) Bir kimse ticaret mallarının zekâtını dilerse "Gümüş" nisabını, dilerse "Altın" nisabını esas alarak, edâ eder. Ancak ticaret malları bunlardan birisinin nisabına ulaşmazsa; hangisinin nisabına ulaşıyorsa, ona göre vermesi icab eder. Bahrû'r Raik'te de böyledir.(132) Diyelim ki, ticaret malı, altının nisabına ulaşmıyor, ancak gümüşün nisabı sene başında mevcud!.. Bu durumda sene sonunda, gümüş nisabına göre zekât verir. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Ticaret mallarının (Uruz'un) kıymeti tayin edilir ve her ikiyüz dirhem (gümüş para) mukabilinde beş dirhem edâ edilir"(133) buyurmuştur. Cinsleri ayrı bile olsa, ticaret malları birbirinin üzerine ilâve edilerek hesaplanır. Yakût, inci ve cevahir gibi kıymetli madenler, sırf süs eşyası olarak kullanılıyorsa, zekâta tabi değildir. Ancak ticari maksadla bulunduruluyorsa, zekâtlarının verilmesi esastır. Bu husus mükellefin niyetiyle ilgilidir. Ticari maksadla (tasarruf etmek veya alıp - satarak kazanmak niyetiyle) bulundurulan otomobillerin zekâtlarının verilmesi şarttır.

913- Nisab, senenin başında ve sonunda tam olduğu zaman, sene içirisinde eksilmesi zekâta mani olmaz. Zira sene içerisinde, onun (Nisabın) tam olup-olmadığını hesap etmek oldukça güçtür. Senenin başında nisabın aranması, zenginliğin tahakkuku, sene sonunda aranması ise, vücûbu için zaruridir.(134)

MADENLERİN VE DEFİNELERİN (RİKAZ'IN) ZEKÂTI

914- Önce "Rikaz" kelimesi üzerinde duralım. Bu kelime "Rekiz"den alınmadır, türemiş değildir. Yerin altında gömülü olan, maden ve definelerin tamamını içine alan bir ıstılâhtır. "Maden" kelimesi "adn"dan alınmadır. "Adn", bir yerde oturmak, karar kılmak manasınadır. Allahû Teâla (cc)'nın arzı yarattığı zaman, onun terkibine kattığı cüzler manasına meşhur olmuştur. "Mâden" denince akla bu gelir.(135) Molla Hüsrev: "İster Allahû Teâla (cc)'nın yaratması sonucu tabii olarak bulunsun, isterse insan tarafından gömülmüş olsun, mutlaka yer altında bulunan mala "Rikaz" denir. Mâden ise, Allahû Teâla (cc)'nın yer altında yarattığıdır. "Kenz"e gelince, o toprak altına gömülmüş definedir"(136) hükmünü beyan etmektedir. Mâden ocaklarından çıkarılanlar mahiyet itibariyle üç çeşittir. Birincisi: Ateşte eriyen madenler. Meselâ: Altın, gümüş, demir, Bakır ve kalay gibi!.. İkincisi: Akıcı olan madenler. Meselâ: Petrol, zift ve sudan elde edilen tuz gibi!.. Üçüncüsü: Akıcı olmayan ve ateşte erimeyen madenler. Meselâ: Alçı, kireç, cevahir ve yakût taşları gibi.(137)

915- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Rikaz'da (Maden ve definelerde) beşte bir (humus) vardır"(138) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; "Rikazı çıkaran kimsenin, hür, köle, zimmi, çocuk veya kadın olması müsavidir. Beşte bir'den geriye kalan (beşte dördü) kendisine aittir"(139) hükmünde ittifak etmiştir. Ancak harbi, rikazı, Ulû'lemr ile herhangi bir anlaşma yapmadan çıkarırsa, kendisine hiçbir şey verilmez, tamamına el konulur. Ancak "Ulû'lemr"le anlaşma sonucu çıkarırsa, anlaşma şartlarına riayet edilir. Zira ahidlerde vefalı olmak vacibtir.

916- Kenz'de (Definelerde) durum farklıdır. Üzerinde Kelime-i Şehadet gibi, İslâmî bir alâmet bulunan kenz'de (Definede) "Bulunmuş mal" (Lukata) hükmü geçerlidir. Zira o mü'minlere aittir. Üzerinde put (resim ve heykel) gibi, küfür alâmeti bulunan define'de (Kenz'de) ise, beşte biri alınır!.. Geriye kalanın hükmü ise, eğer o beldeyi silâhla fetheden mücahidler hayatta ise onlara aittir. Değilse bulana verilir.(140) Serahsi'nin muhıyt'inde de böyledir. Bulunan eşyaların üzerinde, işaret kesin olarak belli olmazsa, zahiri mezhebe göre cahiliyye'ye ait kabul edilir. Kafi'de de böyledir.

917- Bir mü'min; Darû'l Harb'e girip, Darû'l Harb'in sahrasında bir define veya altın ve gümüş madeni gibi; bir maden bulsa, o define veya maden kendisine aittir. O mü'minden, ister emanla, ister gizlice girmiş olsun beşte bir alınmaz. Zira eline mübah olan bir malı geçirmiştir. Beşte birin (Humusun) vacib olmamasının sebebi, o mü'min malı, harbi'lerden sessizce ele geçirmiştir.(141) Bu hususta takip, edilecek yol, bu gibi şeyleri fakirlere sadaka olarak dağıtmaktır. Bahrû'r Raik'te de böyledir. Bu müslüman Darû'l Harb'e, emansız girmiş ise beşte bir vermeden, tamamı kendisinin olur. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.(142) Meselenin özü şudur: Darû'l Harb'e emanla giren bir mü'min ahid yapmıştır. Her ne kadar, ele geçirdiği rikaz kendisine ait ise de, ahde vefa çiğnenmiş olur. Bu durumda, ele geçirilen rikazın tamamının fakirlere tasadduk edilmesi münasibtir. Ancak Darû'l Harb'e "Emansız" girdiği zaman, harhangi bir ahid sözkonusu değildir. Dolayısıyla bulduğu rikaz "Ganimet" hükmünde olur. Bir İslâm beldesi istilâya uğrarsa; orda bulunan mü'minler esir hükmüne geçerler. Dolayısıyla küfür ahkâmı ile hükmeden siyasi güçlere karşı mücadele etmeleri esastır. Bu gibi durumlarda ele geçirilen "Rikaz", mü'minlerin kendi içlerinden seçtikleri harp emirine teslim edilir. O belde Darû'l İslâm haline gelinceye kadar, gücü yeten bütün mü'minler cihada devam eder. Çünkü Darû'l Harb'te, "Ganimet'lerin" taksimi sözkonusu olamaz.

ZİRAİ MAHSÛLLERİN VE MEYVALARIN ZEKÂTI (ÖŞÜR)

918- İmam-ı Kasani "Öşür'ün" (Zirai mahsûllerin ve meyvaların zekâtının) kitap, sünnet ve icma ile sabit olduğunu beyan ettikten sonra: "Bu hususta Allahû Teâla (cc)'nın şu kavli vardır: "Ey iman edenler!.. (Hak yolunda) infakı, kazandıklarınızın en temizlerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan yapınız" (El Bakara Sûresi: 267) Resûl-i Ekrem (sav)'de: "Yağmur ve akar sularla (külfetsiz) olarak sulanan yerlerin mahsûlünden onda bir (Öşür), diğerlerine (Dolap ve kovalarla sulananlarda) yarım öşür (yirmi'de bir ) vardır" buyurmuştur. Sahebe-i Kiram'da "Öşür" hususunda icma etmiştir"(143) hükmünü beyan eder. İbn-i Abidin: "Öşür 1/10 (Onda bir) demektir. Burada ondan murad öşre nisbet edilen şeylerdir. Tâ ki ünvan, öşrün yarısına ve iki katına da şamil olsun. Hamevi. Musannıfın öşrü zekât bahsinde zikretmesi, o da zekâttan sayıldığı içindir. Fetih sahibi diyor ki; "Öşre zekât denilmesi, imameyn'in kavline göredir, diyenler vardır. Çünkü onlar nisabı ve mahsûlün devamını şart koşmuşlardır. İmam-ı Azam'ın kavli bunun hilafınadır. Ama bu sözün bir kıymeti yoktur. Zira öşürün zekât olduğunda şüphe yoktur. Hatta o da, zekâtın verildiği yerlere verilir"(144) diyerek, konunun zekâtla olan ilişkisini zikrediyor. Evet!.. Öşür, zirai mahsullerin ve meyvaların zekâtıdır ve kat'iyyen terkedilmeyecek bir ibâdettir.

919- Herhangi bir topraktan; zirai faaliyetler sonucunda elde edilen mahsûlden ya "Öşür" alınır veya "Haraç" taleb edilir. Hanefi fûkahası: "Bir müslümanın arazisinde öşür ve haraç birleştirilmez" Hadis-i Şerif'ini esas alarak, her ikisinin de aynı anda terkedilemeyeceğine kail olmuştur. İbn-i Hümam: "Öşür toprak sahibinin müslüman olmasına, haraç ise gayr-i müslim (zimmi) olmasına dayanır. Bu bakımdan, toprak sahibinin aynı anda hem müslüman, hem de gayr-i müslim olması imkansız olduğu için, her ikisi birleşemez. Bu mümkün değildir"(145) hükmünü beyan eder. İmam-ı Merginani: "Bizim için (Hanefi fûkahası) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir müslümanın arazisinde öşür ve haraç birleştirilmez" kavli vardır. Ayrıca âdil ve zâlim halifelerden hiçbirisi, her ikisini bir toprakta birleştirmedi. Onların icmaı hüccet olmaya kafidir. Kaldı ki "Haraç"; kahren ve cihad sonucunda fethedilen arazilerin sahiblerinden alınır. Öşür ise, gönül rızasıyla İslâm'a teslim olan kimselerden taleb edilir"(146) buyurmaktadır. İbn-i Abidin'de: "Küfür ibadete zıt olduğundan" sözü, haraç almanın illetidir.Yâni sadece haraç vacip olur, öşür lazım gelmemesi, öşürde ibadet manası olduğundandır. Küfür ibadete zıttır"(147) hükmü kayıtlıdır. Meselenin özü şudur: Bir toprak, ya "Öşre" tabidir, ya da "Haraç'a". Birisi ibadettir, diğeri ise ceza!.. Ziraatle meşgul olan mü'minler bunu iyi düşünmelidirler.

920- Hanefi fûkahası: "Zirai mahsullerden ve meyvelerden zekât vermek farzdır. Bunun farz olmasının sebebi; arazinin verimli olması ve haraç arazisi olmamasıdır. Yerin hakikaten ve takdiren verimli olması öşür almanın sebebidir. Öşür'ün vücûbunun şartı ikidir: Birincisi: Ehliyet sahibi olmak (yani müslüman olmak) bu şartta herhangi bir ihtilaf yoktur. İkincisi: Öşrün farz olduğunu bilmek!.. Akıl ve bülûğ öşrün vücûbunun şartlarından değildir. Hatta öşür çocukların ve delilerin topraklarından da alınır. Zira o arazide de rızık olma manası vardır. Bu sebebledir ki öşürü Ulû'lemr'in cebren (zorla) alması caizdir. Bu şekilde alınırsa öşür borcu sakıt olur, fakat mükellef sevab alamaz. Keza üzerinde öşür borcu mevcud iken ölen kimsenin terekesinden bu borç alınır"(148) hükmünde müttefiktir. İmam-ı Azam (rha) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Arzın (toprağın) içinden çıkan şeyde öşür vardır"(149) Hadis-i Şerifini esas alarak: "Topraktan çıkan az veya çok şeyde öşür vardır. İster yağmur ve akarsu ile sulansın, ister başka yolla sulansın durum değişmez. Ancak odun, kamış ve kuru ot öşüre tâbi değildir" hükmünü beyan eder. Esasen: "Yağmur suyu veya dere suyu ile (külfetsiz olarak) sulanan topraklarda, nisab şartı aranmaksızın öşür vacip olur"(150) hükmünde ittifak edilmiştir.

921- İmam-ı Muhammed (rha) ile İmam-ı Yusuf (rha) Resûl-i Ekrem (sav)'in "Beş vesk'ten daha azında sadaka yoktur"(151) Hadis-i Şerifini esas alarak; zenginliğin tahakkuku için asgari beş vesk'i nisab olarak şart görmüşlerdir. İmam-ı Merginani, bu hususu beyan ettikten sonra: "İmameynin esas aldıkları Hadis-i Şerif'in tevili, ticaret malının zekâtıdır. Çünkü onlar; veskleri esas alarak alışverişle meşgul oluyorlardı. Bir veskin itibari değeri kırk dirhemdir. Kaldı ki rivayet edilen haberde mâlike itibar yoktur. Bu durumda sıfatına nasıl itibar edebiliriz. Bu sıfat ise zenginliktir. Esasen öşürde; üzerinden bir yıl geçmesi (Havelanü'l havl) şartı da aranmaz. Zira havelan-ı havl; nemalandırmak içindir. Halbuki toprak mahsullerinin hepsi nema'dır" hükmünü beyan eder.

922- Toprağın öşürünü vaktinden önce vermek caiz değildir. Çünkü olgunlaşmadan önce herhangi bir afete uğrarsa, öşür sakıt olur. Ulû'lemr'in öşür almaya hak kazanmasının zamanı, mahsulün çıkıp olgunlaştığı ve meyvelerin yetiştiği zamandır. Bahrû'r Raik'te de böyledir.(152) İmam-ı Muhammed (rha)'in kavline göre ise; anbara girdiği zaman itibar olunur. Buradaki ihtilafın faydası, mahsul yok olduğunda tazminatın ve öşürün lazım olmaması noktasında görülür. Zeylâi (rha) de bu şekilde beyan etmiştir.(153)

923- Eğer bir toprak, hem akarsu, hem de dolap suyu ile (sondaj, kova vs. (sulanıyorsa, muteber olan senenin çoğundaki durumdur. Nitekim Saime hayvanların (otlak hayvanlarının) durumunda da böyledir. Eğer senenin çoğunda külfetle sulanıyorsa (sondaj, su dolabı, kova vs...) yarım öşür (yirmi de bir) alınır.(154)

924- Öşürü verilmesi gereken mahsûlden, öşürü verilinceye kadar yenilemez. Zahiriyye'de de böyledir. Ancak öşür miktarı ayrıldıktan sonra yemek helâl olur. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha): "Bir kimse öşürü verilmemiş maldan yediğini ve yediğinin öşürünü borçlanmış olur" buyurmuştur. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir.(155) Ziraatle meşgul olan mü'minler; bu konuda, çok hassas olmak zorundadırlar.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT