RİBAT DERGİSİNDEN İKTİBAS

Haber Habir Olan Allah'tan Kaynaklanırsa Kutsaldır.

Yrd. Doç. Dr. Ali Akpınar
Sayı: 185 / Mayıs 1998

Kur'an-ı Kerim'de haberin karşılığı olarak "nebe"' kelimesi kullanılır. Yetmiş sekizinci Kur'an suresinin adı olan Nebe', faydalı büyük haber demektir. Bir haberin, nebe' olabilmesi için haberin fayda vermesi, önemli ve büyük bir haber olması, bilgi edinmeye sebep olması ve yalan olmaması şarttır. Peygambere de, Allah ile akıl sahibi kullar arasında, onların dünya ve ahiret işlerini düzene koymak için elçilik ettiği ve Allah'tan gerçek haberler getirdiği için haberci anlamına "Nebi" denmiştir. (1)
Yüce Allah şöyle buyurur: "Birbirlerine neyi soruyorlar? Hakkında ayrılığa düştükleri büyük haberi mi?" (2) "De ki: Bu büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz." (3)
Ayetlerdeki "büyük haber" in, Kur'an-ı Kerim, kıyamet ve peygamberlik olabileceği söylenmiştir. (4) Her üç mananın anlaşılmasına bir engel yoktur. Gerçekten de Kur'an-ı Kerim, Habir olan Yüce Allah'tan gelen ve kullar için en önemli haberleri içeren en büyük haberdir. Kur'an'ın üzerinde önemle durduğu haberlerin başında kıyamet haberi gelir. Gerçekten de kıyamet, insanlığın hayatında bir dönüm noktası oluşturan, tarih boyunca pek çok insanın şüpheye düştüğü, ama sonuç itibariyle tüm insanları ilgilendiren çok önemli bir olay ve haberdir. Peygamberler de aynı şekilde, hem ilahi kitapları ve dolayısıyla kıyamet haberini insanlara ulaştıran en önemli habercilerdir.

Kur'an'a göre insanların gündemlerini oluşturması gereken en önemli ve en büyük haber, içerisinde hiç yalanı olmayan en doğru ve en faydalı haberlerdir. Bu haberler de. doğrudan başka bir şey söylemeyen Allah kaynaklı ve insanların en doğrusu olan Peygamberlerin insanlara ulaştırdığı ilahi mesajlardır. Bu mesajlar, kıyamet olayına endeksli olan haberlerdir. Zaten kıyamet-ahiret hesaba katılmadan yapılan haberlerin yalandan uzak olması ve insanlığa fayda getirmesi düşünülemez.

Kur'an'a göre, tarih boyunca insanlığın gündemini doğru haberciler olan peygamberler oluşturmuştur. Şimdi şu ayetleri okuyalım:
"Onlara Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku..." (5)
"Onlara Nuh'un haberini oku..." (6)
"Onlara İbrahim'in haberini oku..." (7)
"Andolsun ki sana. peygamberlerin haberlerinden geldi..." (8)
"Ta Sin Mim. Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir. İman eden bir topluma fayda vermek için Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana gerçek olarak okuyoruz." (9)
"Bunlar, Bizim sana vahyettiğimiz gayp haberleridir." (10)
"Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz..." (11)
Demek ki, haber doğru olmalı, insanlığın yararına olmalı. İnsanlığın hem dünya hem de ahiret işlerini düzene koymalı, habere yalan karışmamalı. İnsanlığın zararına olmamalı. Sansasyona, fitneye sebep olmamalı. Ahlaksızlığı, bozgunculuğu yayıcı özellikte olmamalı. İbret ve ders dolu olmalı.

Kur'an. insanlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayanları dünya ve ahirette çetin bir azapla tehdit etmiştir. (12) Aynı şekilde insanları Allah yolundan saptırmak için gayesiz-boş laf (lehve'l-hadis) tüccarlığı yapanlar rezil edici-alçaltıcı bir azapla tehdit edilmiştir. (13) Buna karşılık Kur'an. sözlerin en güzeli (Ahsene'l-hadis) olarak nitelenerek insanlık ona uymaya çağrılmıştır. (14) Öte yandan Süleyman Peygamber'e, Sebe' yurdundan haber getiren Hüdhüd kuşunun çok doğru bir haber getirişine dikkat çekilmiştir. (15) Bununla kuştan daha değerli olan insan habercileri doğru habere yönlendirilmiştir. Ne ki, bu gün yeryüzü bir Hüdhüd kuşu kadar bile olamayan yalancı muhbirlerle dopdolu olmuş- Kur'an'ın öngördüğü doğru haberciliğin gerçekleşmesi ise, Habîr olan Allah'ın ölçülerine kulak vermekle mümkündür. Yüce Allah'ın bir adı da Habîr'dir. Habîr, bir şeyin iç yüzünü ve mahiyetini bilen demektir. (16) Kur'an-ı Kerim'de Rabbimizin Habîr ismi, pek çok ayette Hakîm (17), Latîf (18), Alîm (19) ve Basîr (20) kelimeleriyle birlikte geçmektedir. Buradan Habîr olan Yüce Allah'ın razı olduğu doğru bir haber için Hakîm, Latif, Alîm ve Basîr olmanın gereği çıkarılabilir.

Hakîm, kendisini gerçek dışı bilgilerden ve nefsani arzulardan alıkoyan, düşünce istikametine ve davranış selametine sahip olan hüküm ve hikmet sahibi kimse demektir. (21) Alîm, hakkıyla bilen; Basîr sezen, gözüyle gören, kesin delil sayesinde gerçeği idrak eden, ibret gözüyle bakan (22); Latîf ise, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan (23) demektir. Aslında bu özellikler, Kur'an'ın hedeflediği doğru haber ve habercinin özelliklerine dair ipuçlarıdır. Zira yüce Rabbimiz, pek çok sıfatının tezahürlerini kullarında görmeyi dilemektedir. Sözgelimi doğru, ibretli, faydalı, önemli haberlerin kaynağı olan Allah, kullarından da bu özelliklere sahip olmayı istemekte ve ancak ondan razı olmaktadır. Aynı şekilde nefsani arzu ve gerçek dışı bilgilerden uzak olarak hikmet sahibi Hakîm Allah, kullarına hikmeti bahşetmiş ve onlardan hikmetli işler istemiştir. Tıpkı onlara ilim öğretip ilim üzere olmalarını istediği, basiret nuruyla eşyaya ve olaylara bakarak onların arka planını sezip görmelerini istediği gibi.

PİŞMAN OLMAMAK İÇİN HABER VE HABERCİ TAHKİK EDİLMELİDİR
Hz.Peygamber, ashabdan Velid b.Ukbe b. Ebi Muayt'ı Mustalikoğulları'na zekat tahsildarı olarak gönderir. Velid, onlardan korktuğu için yanlarına varmadan geri döner ve Peygamberimize, onların zekat vermekten kaçındıklarını kendisini öldürmeye kalkıştıklarını söyler. Bu haber üzerine Hz.Peygamber, onları cezalandırmak için bir ordu hazırlar. Tam bu sırada Mustalikoğulları reisi Haris b.Dırar, bir heyetle Peygamberimize gelir ve "Biz iman üzereyiz, zekat vermeye de hazırız." diyerek gelen haberlerin doğru olmadığını söyler. İşte savaşın eşiğine gelindiği bu olay hakkında şu ayet indi: (24)
"Ey iman edenler! Eğer size bir fasık, bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de, sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (25)

Ayette, yalan haber fısk sebebi sayılmıştır. Yalan haberi getiren kişi müslüman olduğu halde "fasık" olarak isimlendirilerek olayın vahametine dikkat çekilmiştir. Ayete göre, haberi getiren kimse mü'min olsa bile, haberin doğruluğu araştırılmadan, habere göre işlem yapılmamalıdır. Müslüman bir kişinin getirdiği habere karşı müslümamın tavrı bu olursa, müslüman olmayan haber kaynaklarının haberleri karşısında ne kadar titiz olunması gereği kendiliğinden anlaşılır.

Ayette haberci durumunda olan "fasık" ile, haber anlamına gelen "nebe" kelimeleri nekre (belirsiz isim) olarak gelmiştir. Bu, her haberciyi ve her haberin araştırılmasının gereğine dikkat çekmek içindir. Yani, herhangi bir fasık haberci, herhangi bir haberle size gelirse onların doğruluğunu iyice araştırın demektir. Haber karşılığı olarak, önemli haber anlamına nebe' kelimesinin özellikle seçilmesi de, müslümanları ve insanları yakinen ilgilendiren mühim haberlerin tahkik edilmesinin gereğini vurgulamak içindir.

Toplumda söz sahibi bilmem kaçıncı kuvvet olarak kabul edilen haber ve habercilik (medya) bugün adeta fısk ve fuhuş kaynağı ve odağı haline gelmiştir. Bunun temel sebebi ise, habercilerin Habîr olan Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmamaları, haberciliğin çıkar sağlama aracı haline getirilmesidir. Büyük haber kıyamet-ahiret hesaba katılmadan yapılan her haber, ne sahibine, ne de başkalarına bir fayda sağlamayacaktır. Şu halde dünya ve ahiret saadetini arzulayan her toplum, en büyük haber Kur'an ölçülerini esas alan, en büyük haberci Peygamberin izinde yürüyen muhabirleri yetiştirmek zorundadır.

Öte yandan ömür boyu sayısız alıcılarıyla, çok sayıda haber merkezinin etki alanı içerisinde bulunan her mükellef müslüman kendi kendine "Büyük haberden ne haber?" sorusunu sorarak, o büyük haber için hazırlanmalıdır. Unutulmasın ki "Büyük haber, Habîr olan Allah kelamı Kur'an'dır, Kıyamettir." Bizler kendimizi o büyük haberle donatmadığımız, haber kanallarımızı o büyük habere kanalize etmediğimiz sürece; o büyük haberden kopuk haber kaynak ve kanallarına kızmaya hakkımız olmayacaktır. Önemli olan lehve'l-hadis vericilerine alternatif olarak ahsene'l-hadis vericilerini geliştirmektir. Elbette Allah, kullarının tüm yaptıklarından haberdardır.

Kaynaklar:
1- Ragıb el-Isfehani,el-Müfredat, s.733.
2- Nebe' 1-3.
3- Şad 67-68.
4- Konyalı M.Vehbi, Hülasatu'l-Beyan, XV, 6310-63
5- Maide 27.
6- Yunus 71.
7- Şuara 69.
8- En'am 34.
9- Kasas 1-3.
10- Ali-İmran 44
11- Hud 49.; Yusuf 102.; Taha 99., Hud 120.
12- "İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz." Nur 19.
13- "İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ümi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. îşte onlara rusvay edici bir azap vardır." Lokman 6.
14- "Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi..." Zümer 23. / "Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele." Zümer 17-18.
15- Bkz. Neml 22.
16- Topaloğlu Bekir, DÎA, XIV, 378.
17- Bkz. Hud 1; En'am 18,73; Sebe' 1.
18- Bkz. Hac 63; Lokman 16; Ahzab 34; En'am 103; Mülk 14.
19- Bkz. Lokman 34; Hucurat 13; Tahrim 3; Nisa 35.
20- Bkz. Şura 27; İsra 17, 30,96.
21- Topaloğlu Bekir, DİA, XV
22- Topaloğlu Bekir, DİA, V, 102.
23- Ragıp el-Isfehani, age, 679-680.
24- Mevdudi, Tefhim, V, 431-439.
25-49 Hucurat 6.

Güçlü Müslüman Zayıf Müslümandan Daha Hayırlıdır

Yrd. Doç. Dr. Ali Akpınar
Sayı: 187 / Temmuz 1998

Yüce Rabb'imiz şöyle buyuruyor:
"Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarf ettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir." (1)

Ayeti daha iyi anlayabilmemiz için önce ayetin indiği döneme gidelim, sonra da ayetin mesajlarını günümüze taşımaya çalışalım. Çünkü Kur'an ayetlerini doğru bir biçimde anlamak ve onlardan layıkı ile yararlanabilmek için bu gitme ve gelme işini iyi yapmak zorundayız.
Hicretin ikinci yılında Medine'deyiz. Müslümanlar, müşriklere karşı Bedir'de büyük bir zafer kazanmışlar. Peygamber kumandasında üç yüz on üç kişilik, hazırlıksız bir orduyla; bin kişilik hazırlıklı bir orduya karşı durabilmişler ve Allah'ın yardımıyla onları mağlup etmişler. İşte yukarıdaki ayetin de içerisinde bulunduğu Enfal Suresi böyle bir ortamda inmiştir.
Bu kısa girişten sonra ayeti cümle cümle anlamaya çalışalım:
"Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atlan hazırlayın." 'Kuvvet' kavramı Kur'an-ı Kerim'de yirmi sekiz yerde geçer. Bunların bir çoğunda kuvvetin tamamen Yüce Allah'a ait olduğu özellikle vurgulanır. Bu ayetlere göre, kuvvet tamamıyla Allah'ındır. Allah'ın kuvvetinin ötesinde başka kuvvet yoktur. Şüphesiz ki Allah güçlüdür, kuvvet kaynağıdır, izzet sahibidir, sağlam bir güç-kuvvet sahibidir. (2) Kuvvet, Zül-Kuvveti'1-Metin olan Allah'ın sıfatıyla vasıflanmak demektir. Yaratıkların kuvvetlerinin nitelik ve nicelik yönünden bir sınırı vardır. Allah'ın kuvveti ise her bakımdan sınırsız ve erişilmezdir. Dolayısıyla kullar Yüce Yaratıcının bu erişilmez gücünden hak etmeye çalışmalıdırlar. O'nun kuvvetini hak etmek ise, O'nunla birlikte olmak, O'na kul olmak, O'nun yolunda olmakla mümkündür. Kulun yaratıcısı ile arasının açık olması demek,onun kuvvet kaynağına sırt çevirmesi demektir.
Ayetteki emir, çoğul kalıbında, gelmiştir. Dolayısıyla bu emri yerine getirmekle tüm ümmet sorumludur. Bu konuda tüm Müslümanlar, sahip oldukları enerji ve kaynaklarını bir araya getirmek ve birbirleriyle yardımlaşmakla yükümlü tutulmuşlardır. Hazırlıklı olmamız bizden istendiğine göre, hazırlıklı olmamız bizim Allah'a güvenmemize engel değildir. Yoksa biz Allah'a güveniyoruz diye miskin miskin oturamayız. Aksine yapmamız gereken tüm hazırlıkları yaptıktan sonra Allah'a güvenmeliyiz.

Kuvvet hazırlamakta sınır yoktur. İslam toplumu gücünün yettiği kadar kuvvet hazırlayacaktır. Buna göre müslüman sahip oldukları ile yetinmemeli, geldiği noktadan çok daha ilerisini görüp ona hazırlanmalıdır. Müslümanlar gücü zulüm ve haksızlık yapmak için değil, haksızlıkları önlemek ve hakkı yaygınlaştırmak için elinde tutacaktır. Ayette de onlar için, onların yararına kuvvet hazırlayın buyrularak buna işaret edilmiştir. Bu yüzden Müslümanların güçlü olmaları, tüm insanlığın yararına ve hayrına olacağından güçlü olmanın üst sınırı yoktur.
Ayette kuvvet kelimesi, nekre (belirsiz bir isim) olarak geçmektedir. Bunun anlamı, her alanda her çeşit kuvvetten hazırlayın, demektir. Bu ifade ilmi, imani, ahlaki, ameli, siyasi, askeri, iktisadi, maddi, manevi her çeşit kuvveti içerisine alır. Bu nedenle Müslümanlar her alanda güçlü olmak için gayret etmelidirler. Tıpkı Peygamber (sav) gibi onlar, meşru olan her alanda çok kalemli olarak çalışmalıdırlar. Bir alana sıkışıp kalmamalı, sürekli yeni alternatifler geliştirmelidirler.

Ayette geçen 'savaş atları' ifadesi kuvvet için bir örneklemedir. Ayeti açıklarken Peygamberimizin (sav) "Dikkat edin kuvvet atmaktır." (3) buyurması da aynı şekildedir. Yoksa hazırlanması istenen kuvvet, bunlarla sınırlı değildir. Ayetin indiği dönemin önde gelen kuvvet araçları bunlar olduğu için, bunlar özellikle zikredilmiştir. Şu kadar var ki, bu örnekleme ile, Müslümanlar özellikle maddi kuvvet hazırlığı yapmaya çağrılmışlardır. Bedir savaşındaki gibi özellikle maddi yönden hazırlıksız olmamaları istenmiştir.

Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet hazırlayın. Hazırlığımız düşmana korku verecek, onu zulmetmekten, Müslümanlara saldırmaktan caydırıcı boyutta olmalıdır. Güçlü olmanın temel hedefi barışı sağlamaktır. Nitekim bir sonraki ayette şöyle buyrularak bu açıklanmıştır: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir." Ama, silahlı barış, silahsız barıştan daha etkindir. Müslümanların düşman karşısında güçlü olmaları, onları savaştan caydırır, Müslümanlara ilgi duyup iman etmelerine sebep olabilir, kendi aralarında yardımlaşıp Müslümanlara saldırmaya cesaret ümitleri kırılır.

Ayette önce Allah'ın düşmanı, ardından bizim düşmanlarımız, üçüncü olarak da bizim bilmediğimiz düşmanlar anılmıştır. Aslında Allah'ın düşmanı bizim de düşmanımızdır. Ama müslümanları hazırlığa teşvik ve tahrik için bir kez daha ayrıyeten zikredilmiştir. Allah'ın düşmanlarının Allah'a bir zararları dokunamaz, ama onların zararı öncelikle size dokunur. O halde Allah'ın düşmanlarını kendi düşmanlarınız bilin ve onlara karşı hazırlıklı olun, demektir. Allah'ın bilip bizim bilmediğimiz düşmanlar ise münafıklardır. (4) Dış görünüşlerine bakıp bizim müslüman sandığımız bu insanlar, Müslümanların gücü karşısında, onların yenilip zelil olma, bela ve musibetlere duçar olma emellerini kaybederler; nifaklarını terk edip gerçek Müslümanlığa dönebilirler. Aynı şekilde Müslümanların güçlü olduklarını inkarcılara bildirdikleri zaman, onların saldırı cesaretleri de kırılmış olur. Bir de, biz düşmanlarımızı ve düşmanlıklarını net olarak ayırt edemeyebiliriz. İstihbaratımız bu konuda yanılabilir. Bunun için en güzeli hazırlıklı olmamızdır. Düşmanın zayıf ve güçsüz olması da bizi kuvvet hazırlamaktan alıkoymamalıdır.

"Allah yolunda sarf ettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir." Her şeyden önce Allah yolunda yapılan hiçbir harcama küçük görülmemelidir. Çünkü ayetteki 'şey' kelimesi, tüm harcamaları içine alır. Tıpkı 'kuvvet' kelimesi gibi, her türlü çalışmaya, gayret ve çabaya şamildir. Yapılan bu harcamalar ne dünyada ne de ahirette boşa gitmeyecektir. Kalıcı olan Allah yolunda yapılan harcamalardır. Çalışmaları ve harcamaları fanilikten kurtaran şey, Allah yolunda olmalarıdır. Emirleri doğrultusunda hareket eden kullarına, Allah'ın dünya ve ahirette vereceği mükafatların nitelik ve niceliğini bizim belirlememiz mümkün değildir.

Yazımızı çağdaş ve çilekeş müfessirlerimizden Zeynep el-Gazali'nin bu ayeti açıklarken söyledikleriyle bitirelim:
"Ey Muhammed. ümmetinle birlikte onlara karşı, onların size saldırmaya yeltelenemeyecekleri şekilde savaş hazırlığı yap. Ordunu hazırla. Silah, asker ve hayatın her alanında üstün gelmeye ve öne geçmeye sebep olacak her türlü hazırlıklardan yapabileceğin en iyisini ve en güçlüsünü yap."
Bugün bizlerin görevi, çağdaş ilim ve tekniğin öngördüğü her türlü nükleer ve atom enerjilerine sahip olmamızdır. Güdümlü füzelerden, atom bombalarından, uydu istasyonlarından çağdaş savaş tekniğinin öngördüğü her türlü silaha sahip olarak, onları kendimiz üreterek ümmeti, Allah'ın istediği şekilde korumalıyız.

Şunu iyi biliniz ki ey Müslümanlar, Allah yolunda savaş uğruna harcadığınız her bir şeyin karşılığı fazlasıyla size geri verilecektir. Zillet ve uyuşukluktan kurtularak Allah-u Teala'nın istediği İslam toplumunu oluşturabilmemiz için, çağımızın gerektirdiği şekilde savaş hazırlıklarını yapmamız bugün bize düşen asli bir görevdir. İşte biz bu yükümlülüğümüzü yerine getirdiğimiz takdirde kendi ayaklarımızın üzerinde durarak yeniden yeryüzünün efendiliğini ve egemenliğini kazanmış olacağız. İşte o zaman insanlık, yeniden gerçek değerini kazanacak, dünya barış ve huzura erecek, Allah'ın emrine karşı duran zalim insan azmanlarını durdurmuş olacağız.
İşte yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu kazanma niyetiyle, gereken savaş hazırlıklarını yaptığımız zaman Allah-u Teala, İslam düşmanlarının kalplerine korku salacaktır." (5)

Kaynaklar:
1- Enfal 60.
2- Bkz. 2 Bakara 165; 8 Enfal 52; 11 Yunus 66; 18 Kehf 39; 22 Hac 40, 74, 41; 41 Fussilet 15; 51 Zariyat 58.
3- Müslim, imaret 167; Ebu Davud, Cihad 23; Tirmizi, Tefsir 8/5; İbn Mace, Cihad 19; Darimi, Cihad 14; Ahmed, IV, 157.
4- Bu bilinmez düşmanların, müslüman olmayan cinler olduğu da söylenmiştir. Bkz. Razi, Tefsir, XV, 186.
5- Zeynep el-Gazali, Tefsir, I, 545.

Asimile Olmayın Yani Ölmeyin

Ali Esen

Asimilasyon: "Bir şeyi değiştirerek kendine benzetme, yahut bir şeyin değişerek başka bir şeye benzemesidir. Fransızca sözlük anlamı bu olan kelimenin ıstılahi anlamı ise genellikle azınlıkta olan bir grubun kendinden farklı hakim bir kültür tarafından özümlenmesi ve kendisine benzetilmesidir. Başka bir açıdan bakıldığında ise bir grup veya azınlığın başka bir kültür içinde kendini eritmesi ve ona benzemesidir. Kelimenin biyoloji, fizyoloji, botanik, jeoloji, etnoloji, sosyoloji, psikoloji ve felsefede çok geniş kullanım alanı vardır." (Sos. Bil. Ans.)

Bir devr-i sapık yaşıyoruz. Sanki bir devr-i sapık. Tarih tekerrür derler ya, yalan değil gerçektir, ben de gördüm tozunu. Ama ne toz. Toz duman içinde kaldık adeta. Kurtların sevdiği hava. Sağım deniz solum domuz demiş adam, nasıl geleyim. "Çok dertlere dayandın buna da dayan yürek" "Bu da gelir bu da geçer ağlama" diyen usanmaz ozanlarımız demek neler neler gördüler ki bize dizi dizi dizeler dizdiler, diz gelerek zalimi dize getirdiler. (Elbette fildişi kulelerde, sırça saraylarda son derece debdebe içinde de böyle bir üretim olmazdı.) Günümüzde de ekrana veya medyaya yansıyan ahbar-ı habise dünya alem bilir ki Aysberg'in su üstü kısmıdır.

Mesela genç Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirmiş. Bir yıldır o imtihan senin bu imtihan benim girip girip çıkıyor, iş imtihanlarına. Yazılılar tamam. Gel bakalım mülakat'a. Sorular geliyor sıkı durun. Kız arkadaşın var mı? içki içer misin? Namaz kılar mısın? Atatürk hakkında ne düşünüyorsun? Kumar oyunlarından hangilerini biliyorsun? v.s v.s. Daha sonra ders çalışır gibi kumar oyunlarını öğrenmeye çalıştığını öğrendiğim sınavzade genç bu sorulara her ne kadar olumlu ve de ılımlı cevaplar verse de -sarı saçlı zenci misali- iş sınavında sınıfta kalır. Ve bundan böyle sürekli teyakkuz halindedir. Zira ani baskınlarla evi kontrol edilebilirmiş. Onun için evin dekorasyonu değişmiş. Bir köşesi Atatürk'e, vitrin ve buzdolabı her cinsten içkilere, oyun kağıtları ve zarları bilmem nereye, oğlanın gönlü de kim bilir kimlere ayrılmış.

Sebep: Vaktiyle bu çocuk, bir kaç gece Kur'an kursunda yatmış, ondan sonra da Îmam- Hatib'in önünden şöyle bir geçmiş. Yetmez mi bu suç (!) Ankara'dan Türkiye'ye yayılan bu tür kokulardan başka bir yansımayı da dillendirip geçelim. Çünkü hepsini yazmaya ne kalem dayanır ne de mürekkep, ne de merkep. Bir kaç emirber İmam-Hatip Lisesi'ne gelir. Ama orada emirber değil kraldırlar. Hem de tüm tarihsel dalkavuklar gibi kraldan kralcı. Örtülü bayan öğretmen ve personelin başları açtırılır. Okulu kaplayan tüm dehşet ve şiddet havasının içinde müdür odasında işgal kuvvetleri komutanı edası içinde tek tek kız öğrenciler çağrılıp sorguya çekilirler. (Elbet bir gün onları ve efendilerini de sorguya çeken hiç sevmedikleri bir MOLLA Kasım gelir.)

Kız öğrenciler tembih üzere konuşurlar:
Soru: Neden başınızı örtüyorsunuz?
Cevap: Örtünmek Allah'ın emridir.
Soru: Derslerde de örtüyor musunuz?
Cevap: Hayır derslerde açıyoruz.
Soru: Bayan öğretmenler de açıyorlar mı?
Cevap: Evet onlar da açıyorlar.

Halbuki yalan, derslerde de açmıyorlardı. Ama bir erkek öğretmenleri gerçek bir direnişin Donkişotluk olacağını onlara öğütlemişti. İmdi, bir üniversiteden bir de orta öğretimden örnek aldık ama bunlar da aksi gibi eksi örnekler. Güzel yanı olan örnekler yok muydu? Fevkalbeşeri bile var. Olmaz olur mu. Müslüman olsun da, çamurdan olsun. Ama onlar bizim derdimiz değil.Bizi dilhûn eden derdimiz, Akif'in "ALÇAK BİR ÖLÜM" olduğunu üstüne basa basa ifade ettiği "Âtiyi karanlık görerek azmi bırakanlar" dır. Cennetin öyle ucuz bir şey olduğunu sananlardır. Zor zamanda konuşmak yerine, tiner yemiş yağlı boya gibi su koy-verip, ölüme denk asimile olanlardır. Karşısına bir ceberrut dikilince, üzerinden kamyon geçmiş teneke gibi yamuk yamuk yamulanlardır. Hıyn-ı hacette zalime zulmünü haykırarak en büyük cihadı yapacağı yerde "Bu bir Donkişotluk olur." deyip doğru yaptığı şeyi eğriye çevirerek yalan söyleyenlerdir.

Yukarıda san saçlı bir zenciden söz ettim. Geçen yıl bir dergide bir kardeşimiz yazmıştı. Okumayanlar olabilir özü şöyleydi: Vaktiyle Amerika'da bir seçim yaşanmaktadır.
Sarı saçları olan bir zenci (belki de takma) oy kullanmak ister. Derler ki çok zengin olman gerekli. Zenci çiftliklerinin tapusunu ibraz eder. Derler ki üstelik de üniversite mezunu olman lazım. Zenci diplomasını gösterir. Derler ki ama o da yetmez Çince bilmen de lazım. Pekin'de yaptığı doktora tezini gösterir. Peki oku bakalım diyerek eline bir kağıt tutuştururlar. Zenci okur: "Zencilere oy hakkı yoktur?"

İşte ey müslüman, onlara her istediklerinde bir taviz verir gibi kolumuzu versek, bacağımızı versek, beyinlerimizi ipotek etsek de sonunda mutlaka o zenciye verdikleri gibi elimize Çince bir pankart tutuşturacaklar. Aslında bu yollu haberlerin en güzelini bize Kur'an "Hatta tette-bia milletehum" (Bakara: 120) ile vermiştir ama, bunlar da garnitür olsun işte.

Sanki Kur'an'ı unutmuşuz.
"Sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi zannettiniz?." (Bakara: 214)
"Gevşemeyin, üzülmeyin; inanıyorsanız mutlaka en üstün sizsiniz." (Al-i İmran:139)
"Mutlaka Hizbullah galip gelecektir." (Maide: 56)
"Üzülme Allah (c.c.) bizimle beraberdir." (Tevbe:40)

Bir de her şey kitaptan okunarak öğrenilmiyor. Bir de her şey anlatılamıyor. Bir de her şey yazılamıyor. Olay denen hadise var, "Nebe'ü-azim" var. İşi yaşamak var, işin içinde olmak var. Şu anda bile bu öğretim usulünü anlatmakta acizlik var. Şair demiş ki "Savaşın bizi karlı dağlara götürdüğü gün kızıllığında ısındık. / Dağlardan çöllere düşürdüğü gün gölgene sığındık." Tabii o bayrağı kastediyor ve mübalağa sanatı yapıyor. Biz mübalağa etmemek için ÎSLAM diyoruz. İslam bizi gereği kadar ısıtır, gereği kadar soğutur.

Evirir çevirir, hayatımıza yön verir. Bizi adam eder. İnsanı sultan eder. Bakmayın siz Mesut Yılmaz'ın, yani Türkiye'nin şu anki baş yönetmeninin bir "politikanın nabzı programında "Gerçek mütedeyyin müslümanlar sosyal hayatta dinin belirleyici olmasına asla razı olmazlar, buna müsaade etmezler." demesine. Zaten o böyle bir düşünce yapısına sahip olmasa derhal bir istatistik yaptırır: Şu ülkenin şikayetçi olduğu insanlar içinde gerçek dindarların oranı yüzde kaçtır. Trafik canavarları, çeteler, hırsızlar, adam öldürenler vs. yüzde kaçtır. Sonucu bildikleri için bu istatistiği yaptırmaya korkarlar bile. Ruşen Çakır bile "Kur'an yönetmek ister." (Ayet ve slogan) derken, varın düşünün, idaremiz hangi mantığa emanet. Ve ondan sonra umutsuzluğa düşün veya düşmeyin.


İşte Medeni Denen Amerika

Veyis ERSÖZ
Sayı: 187 - Temmuz 1998

ABD'yi; dünya ülkeleri iki özelliğiyle tanır. Bu özelliklerden biri maddi sahada süper güç olması, ikincisi ise hür ve medeni olması. Sizlere bugün her fırsatta medeni" diye lanse edilen ABD'den bir nebze bahsetmek istiyorum. Çağdaşlık adına ve medenilik adına yaşanan çağdışılık ile gayri ahlaki ve gayri medeni icraatlardan bir-kaç örnek vereceğim.

Adı geçen -sözde- medeni bir ülke hakkında elde edilen bazı istatistiki bilgilere ve resmi verilere dayalı örneklere göre; ABD'de bir günde 9077 çocuk dünyaya geliyor. Doğan bu çocuklardan 1282'sinin babası belli değil. Yani doğan her yedi çocuktan birinin babasının kim olduğu bilinmiyor. Daha açık ve net bir ifadeyle dünyaya gelen medeni (!) Amerikalı' ların %15' inden fazlası nesebi "gayri sahih" tir. Bu durum ABD'de soy, sop ve nesebin ne kadar karışık ve bozuk olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Yine bu ileri, bu çağdaş ve medeni ülkede bir günde -ortalama olarak- 69 kişi çeşitli şekillerde intihar etmekte, yani kendi eliyle kendi canına kıymaktadır. Her yirmi dakikada bir kişi öldürülmek suretiyle adeta bir dünya rekoru kırılmaktadır. İnsan ister istemez "medeniyet bunun neresinde?" diye bir soru sormak gereğini ve ihtiyacını duyuyor.

Ve devam ediyoruz, medeni olan Amerika'daki densizliklere ve çılgınlıklara: "Her 20 dakikada bir kişinin kanına giriliyor. Her 8 dakikada bir kişiye tecavüz ediliyor. Her 66 saniyede bir soygun hadisesi yaşanıyor. Her 10 saniyede bir eve hırsız giriyor. Her 30 saniyede bir araba soyuluyor." Adam öldürmek, intihar etmek, gayri meşru bir yaşantı sergilemek, tecavüzü sanat ve alışkanlık haline getirmek, hırsızlık yapmak, araba kundaklamak, çok yönlü soygunlar gerçekleştirmek ile ilgili yukarıya almış olduğumuz bu rakamsal bilgiler; Leo Buscaglia' nın "İpin Ucu" adlı kitabından alınmıştır.

Aşağı yukarı Batı ülkelerinde de durum buna yakın tahmin edilmektedir.
Bizim; Batı ve Amerika hayranları bu istatistiki gerçekleri okuyup öğrenince: "Hala o hayranlıklarını sürdürecekler mi acaba?" diye merak ediyoruz doğrusu. Kıtalin, hırsızlığın, soygunun, intiharın, tecavüzün, zinanın haddi-hesabı olmadığı, mal, can ve ırz-namus güvenliğinin bulunmadığı bir ülkeyi örnek almak, onları ilerici, çağdaş ve medeni kabul etmek mümkün olabilir mi dersiniz?
Ortada böylesine bir vahşetin, böylesine korkunç cinayetlerin işlenmiş olduğu ülkeleri örnek almak ve onları çağdaş Kabul etmek ciddi bir yanılgı olur.

Başkalarının malında ve canında gözü olmayan ve ilahi ölçülere riayet hususunda gerekli ilgi ve hassasiyeti gösteren müslümanlara gerici, mürteci ve irticacı demek suretiyle onları küçük düşürmeye çalışan zihniyet sahiplerinin artık "tıraşları gözlerinin önüne inmiş" ve "ayakları suya değmiş olmalıdır" diyoruz. Bu haliyle ABD ilerici, Müslüman -Türk toplumu gerici öyle mi?

Einstein'ın en açık ve herkesin anlayabileceği bir sözü var. O zat şöyle diyor: "Dinsiz ilim kördür, ilimsiz din ise topaldır." Bu hakikate gönül kapılarını açan müslümanlar manevi açıdan kör ve topal olmamak için İslam dininin yakmış olduğu o müstesna nurdan ve o güzide aydınlıktan istifade etmek isterler. Zira; insanın vahşete duçar olmaması için ilahi çerağdan yararlanması, istifade etmesi lazımdır.

Ahiret inancı olan, dünyada yapmış olduğu her şeyin hesabının verileceği, hardal tanesi kadar hayrın ve hardal tanesi kadar şerrin karşılığının görüleceği güne -içinde en ufak şüphe ve tereddüdü olmadan- iman eden müslümanlar bir karıncayı dahi ezmekten, zararsız bir canlı varlığı öldürmekten çekinirler. Bunu herkesin böyle bilmesi gerekir.

Kendilerini her fırsatta medeni ve çağdaş diye lanse edenler; zamanla alkollü içki müptelası, ardından uyuşturucu -esrar, eroin, baz morfin- kullanımı derken hayatını intiharla noktalayanlara fazlaca rastlanmaktadır. İnançsızlığın, ahlaksızlığın ve her nevi gayri insani yaşantıların zirveye çıkmış olduğu Batılı ülkeleri örnek almak, onları çağdaş ve medeni kabul etmek -her yönüyle- ciddi bir yanılgıdır.

İnancının gereklerini yerine getiren, hak ve hukuk kurallarına uymada hassasiyet gösteren müslümanlara gerici, mürteci ve irticacı yaftasını yapıştırmak için gayret sarf edenlerin hayatı ve mematı, dünya ve ahiret hayatı mahv-ı perişanlık içinde geçiyor ve geçecek demektir.

İslam, her çağın, her devrin ve kıyameti haşre kadar gelecek olan bütün zaman ve zeminin, yani beşeriyetin en son ilahi dinidir. Böylesine üstün özellikleri, mümeyyiz vasıfları bulunan bir dine mensup olanların ne gericilikle, ne mürtecilikle ve ne de irticai hareketlerle uzaktan yakından ilgisi ve alakası olamaz. Bu böyle biline.

Gayri ahlaki, gayri insani ve gayri medeni yaşantı ve icraatlar içinde olan bir Amerika veya bir Avrupa bize örnek olamaz. Onların her türlü gayri meşru yaşantılarını "çağdaş ve medeni" diye bize yutturmaya çalışan zihniyet; bizim toplumumuzun da onlar gibi hırsız, cani, alkolik, zani, mütecaviz olmasını mı istiyorlar acaba?


...:: RİBAT DERGİSİ ::...


  ANASAYFA
b a
 • Abdullah BÜYÜK
 • Ali ESEN
 • Ali AKPINAR
 • Halil ATALAY
 • İlyas KAPLAN
 • Mithad ÖCCÜ
 • Mustafa ÇELİK
 • Ramazan TAHA
 • Ribat Yazıları
 • Selman YİĞİT
 • Veyis ERSÖZ
 • ANASAYFA
MURABIT