RİBAT DERGİSİNDEN İKTİBAS

İçimizdeki Sırplara Dikkat !

RİBAT
Sayı: 152 / Ağustos 1995

"...Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; (bununla) sadece fani dünya hayatının menfaatini elde edersiniz, sonunda dönüşünüz yine bizedir. (O zaman) Yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz." (Yunus: 23)

Türkiye'de inanç özgürlüğü vardır. Herkes istediği gibi inanabilir ve yaşayabilir, diyen yüzsüzlerin katmerli suratlarına bir sille de Sivas'ta indi. Fakat bu sillenin de suratlarında etki edeceğini sanmıyoruz.

Sivas Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu mezuniyet törenindeki başörtülü müslümanlara yönelik tertipli saldırı, yetmiş yıllık laik terörizmin müslümanlara reva gördüğü zulmün yeni bir örneğidir. Bu olayın diğerlerinden farkı, televizyon ekranlarına yansımış olması ve halkın yüzleri kaşarlanmış zalimlerin iddialarının aksine, olayı bütün çıplaklığıyla ve gerçek boyutlarıyla görmüş olmasıdır. Laiklik maskesi altında yetmiş yıldır müslümanlara zulüm yapan dinsiz ve münafıklar çoğu kez suç aletlerini yok ettiler. Zulümlerini kapalı kapılar ardında yapıp gerçekleri halktan gizlediler. Halka yakalandıkları zamanlarda ise suç aletlerini, demokrasinin, laikliğin, huzurun (!) vazgeçilmez teminatı olarak lanse ettiler. Ama bu sefer yakayı fena ele verdiler. Suç aletleriyle beraber suç üstü yakalandılar. Acaba bu sefer ne diyecekler; haklılarla haksızlar, zalimlerle mazlumlar bütün çıplaklığıyla ortada iken kendilerini nasıl savunacaklar diye merak ediyorduk ki doğruluktan, adaletten, insanlıktan nasipsiz zavallılar suçluyu bu sefer de buldular. Suçlu, tahammülsüz, laik şebekenin aralarına alıp tartakladıkları, sövdükleri, hakaret ettikleri, tehdit ettikleri, ağzını kapatıp konuşturmadıkları başörtülü okul birincisi müslüman bacımızdı.

Aziz Nesin' in torunları, okul müdürü Servet Özgür ve Müdür Yardımcısı Kadriye Buldukoğlu elebaşılığında yemin töreninden günler önce harekete geçerek başörtülü talebeleri sindirmeye çalışıyorlar. Onların başarılarını hazmedemiyorlar. Onlarla aynı ortamı paylaşmaya tahammül edemedikleri için yemin törenine katılmalarını istemiyorlar. Bu yüzden kapalı kapılar ardındaki tehditler, canlı ekranlara yansıyan çirkin saldırılara dönüştü. Başörtülü bacımızın üzerine yürüyüp ağzını kapatarak ilk müdahalede bulunan militan kızın yaşantısı karanlıkmış. Hayatı her türlü çirkinlik ve ahlaksızlıklarla doluymuş.

Bu tür saldırıların bizim için sürpriz olmaması gerekir. Çünkü ahlaktan nasipsizlerin, insanlıktan pay alması mümkün değildir. İnşaallah TV ekranlarına yansıyan bu son zulüm karesi, arkasındaki yetmiş yıllık karanlık karelerin de aydınlanmasına ve zalimlerin bir daha başvurmaya cesaret edemeyecekleri bir uyanışa vesile olur.

Benzer olaylarda olduğu gibi bu olayla ilgili de Tansu Çiller ve aynı kafa yapısına sahip politikacıların tavrını merak etmiyoruz. Boyalı basının ve insan hakları havarilerinin tepkisini beklemiyoruz. Çünkü bu bizim için saf dillilik ve basiretsizlik olur...


Kemikkıran Rabin Bir Barış Güvercini Değildi

RİBAT
Sayı: 156 / Aralık 1995

Asrın teröristlerinden İzak Rabin 3 Kasım 1995 tarihinde, kendisi gibi Yahudi olan birisi tarafından vurularak cehennemin derinliklerine gitmek üzere ebedi yolculuğuna çıktı.

Hey Yüce Allah'ım' sen nelere kadirsin!.. Rabin'in öldürülüşünden daha bir hafta om c. Rabin'in emriyle kanlı terör örgütü MOSSAD, Filistinli müslümanların temsilcilerinden, İslami Cihad örgütü lideri Fethi Şikakiyii şehid ederek katliamlarına bir yenisini daha eklemişti. Bu katliam, İsrail'deki Yahudilerin yanı sıra, yeryüzündeki bütün Siyonistleri ve uzantıları içimize kadar varan Siyonizm hayranlarını oldukça mutlu etmişti. Başta Hürriyet ve Sabah olmak üzere bunların yavruları ve kardeşleri durumundaki diğer gazete ve yayınlar da MOSSAD' ın bu mel'un saldırısını sevinç manşetleriyle duyurmuşlardı. Hele Sabah ve Hürriyet gazeteleri bu terörist olayı öyle işlediler ki, İsrail basını bile onlara imrenmiştir...

MOSSAD' ı göklere çıkartan; İsrail'i, dünyada hiç kimsenin kendisine yan bakamayacağı meşru ve güçlü bir devlet olarak lanse eden bu malum medya, hızını alamayarak taa Malta'da meydana gelen bir olayı, hemen bir gün sonra sanki suikastın senaryosunu kendileri çizmişler gibi resimleyerek dakikası dakikasına duyurmuşlardı. Kahvaltıdaki çeşitlerden tutunuz da, nazardaki alışverişine kadar Fethi Şikaki'nin durumunu, korumalarının şaşkınlıklarını, MOSSAD ajanlarının müthiş takibini, olay anındaki soğukkanlılıklarını, olay yerinden uzaklaşırken tereyağından kıl çeker gibi profesyonelce geride hiçbir şey bırakmadan gittiklerini, kısaca her şeyi en ince ayrıntısına kadar ballandıra ballandıra anlatmışlardı.

Sabah ve Hürriyet, kanlı terör örgütü MOSSAD' ın suikastını anlatırken o kadar mutluluk içerisindeydiler ki bilmeyen de Viyana'nın yeniden kuşatıldığını, Türk Birliğinin bir operasyon neticesinde Bosnalılar'ı Sırp Kasabı'nın elinden veya Çeçenistan'ın Rus ayısının zulmünden kurtarıldığını zannedecekti. Bu ikiyüzlü medyaya göre toprakları gasp edilmiş İslami Cihad örgütü terörist, MOSSAD ise dünyanın en güçlü ve barış meleği istihbarat teşkilatlarından birisi idi.

Ne Hürriyet'in ne de Sabah'ın bu tavrı yeni değil. Hürriyet, kurulduğu günden beri terörist İsrail yanlısı yayınlarıyla, "Yahudi'nin Sesi Gazetesi" iddialarına sıkça muhatap olmuş; bu günlerde "DYP'nin Seçim Bülteni" iddialarının muhatabı Sabah da kısa ömrüne rağmen Yahudi'yi memnun etme adına Hürriyetle yarış halindedir...

SEVİNÇLERİ KURSAKLARINDA KALDI.
Fethi Şikaki'nin şehadetiyle zafer sarhoşluğu yaşayan uluslararası terörist şebekesi militanları ve onların şakşakçıları, "dostları" Rabin'in ani ölümüyle adeta şok oldular. Müslüman kanı akıtmayı adeta bağımlılık haline getiren, kan emici vampirlerin, Fethi Şikaki cinayeti ile attıkları naralar, yerini yaslı cümlelere bıraktı.

BİRAZ DA ONLA R AĞLASINLAR
Ortadoğu'nun gayri meşru çocuğu İsrail, Filistin topraklarına ayak bastığı günden bu güne kadar hep kan akıtarak, katliam yaparak, gasp ederek, uluslararası terör gücünü de arkasına alarak. Filistinli mazlumları yerlerinden yurtlarından ederek yayıldı. Böylece sadece Ortadoğu'da değil, dünya ölçeğindeki yerini sağlamlaştırdı.
ABD'nin ileri karakolu İsrail, arkasındaki güçten aldığı destekle, gün geldi Irak'a, Mısır'a. Suriye'ye, Tunus'a saldırdı; gün geldi. Uganda'ya, Ürdün'e baskın düzenledi; gün de geldi. Libya'yı, İran'ı hatta Türkiye'yi tehdit etti. İsrail, arkasındaki güçlen aldığı cesaretle şımardıkça şımardı. Tahrif edilmiş Tevrat'ın yönlendirmesiyle müslüman kanı akıttıkça haz aldı. Sapık Yahudi inançlarına göre yeryüzünün sahipleri Yahudiler' dir. Geriye kalanlar ise Yahudiler' e ancak hizmet edebilecek mahluklardır. Bu inanç üzere; yetişen Yahudiler yıllarca müslüman kanı akıtmaktan çekinmediler. Kimseye acımadılar. Müslüman anaların, yavruların çığlıkları, onları rahatsız etmediği gibi, vahşetlerini artırdı. Hatta hu sapıkça tatmin, onların ruhi gıdası haline geldi. Çünkü, bütün bunları Yahudi, ibadet şuuruyla yapıyordu.

Siyonist inanca göre Yahudi'nin başta Müslümanlar olmak üzere diğer insanlara her türlü muamele yapması mubahtır. Ama tahrif edilmiş Tevrat Kanunlarına gön; bir Yahudi'nin diğer bir Yahudiyi öldürmesi kesinlikle yasaktır. Bu yüzdendir ki İzak Rabin' in öldürülmesi olayı Yahudi tarihinde ilk kez rastlanan bir olaydır.

İzak Rabin 'in ferdi bir hareket sonucu öldürülmediği, verilen bir fetva neticesi katledildiği gerçeği çok önemlidir. İzak Rabin' e ölüm fermanı veren Yahudi Teşkilatlar, 55 yıldır durmadan müslüman kanı akıtan. bundan dolayı "Kemik Kıran Rabin" payesini alan İzak Rabin' in sertliğinden memnun kalmamışlar. ihanetine kanaat getirerek onu ortadan kaldırmışlardır.

Yahudi'nin Yahudi'yi öldürmemesi tılsımının bozulması önemli bir gelişmedir. İnşaallah bundan sonra İsrail, kendi içindeki fitnelerle uğraşmaktan, müslümanlar arasına fitne ve tuzak sokmaya fırsat bulamayacaktır.
Rabin Kaşarlı Bir Teröristti...

Rabin daha 18 yaşında iken kadın, çocuk. yaşlı demeden işlediği cinayetlerle tanınan Palmach isimli Yahudi terör örgülüne girmiş. Daha sonra bu gizli terör örgütünden, düzenli terör ordusuna katılmış. Buradan generalliğe, oradan da genelkurmay başkanlığı'na ve savunma bakanlığına terfi etmiştir. Sonunda da başbakanlığa getirilmiştir.

Rabin' in kirli mazisinde Gazze ve Batı Şeria işgalleri, ev yıkmalar, kol kırmalar, toplu sürgünler gibi birçok olay mevcut. MOSSAD' ın, Filistinli liderlere yönelik saldırılarında onun parmağı vardı. Felçli Hamas Lideri Şeyh Ahmed Yasin' in hapislerde çürümeye terk edilmesi onun tuzağıydı. EI-Halil katliamının tezgahlayıcısı da oydu. Siyonist askerlerin modern silahlarla saldırılarına, sapan taşlarıyla karşılık veren Filistinli Küçük Mücahidlerin kollarının taşlarla ezilerek kırılmasını emreden yine İzak Rabin' di. Bu yüzden adı, "Kemik Kıran Rabin' e çıkmıştı. Bu örnekler, Terörist Rabin' in 55 yıllık kanlı mazisinden sadece bazıları. Rabin' in karanlık defterindeki kanlı sayfaları çevirdikçe vahşet ve dehşet tablosu daha net bir şekilde ortaya çıkar...

Şimdi, kalkıp böyle bir insanlık kasabına ağıt yakmak, barış havarisi olarak göstermek, istikrarın mimarı olarak lanse etmek hangi insanlık kriterine sığar... ABD'nin yarıya indirilmiş bayrakları, Kral Hüseyin'in timsah gözyaşları veya Tansu Çiller'in cenazede giydiği siyah giysiler bu gerçeğin üstünü kapatabilir mi?.. Asla!..

Evet, İzak Rabin 55 yıl boyunca terör ve savaş yoluyla elde edeceğini etti. Sıra bu kirli maziyi meşrulaştırmaya gelmişti. Bunun için de bir piyon veya Truva atından öteye geçmeyen bir karşı oyuncuya ihtiyaç vardı. Yaser Arafat bu iş için biçilmiş kaftandı. Nitekim Arafat, ABD'nin emirleri doğrultusunda hareket ederek havuzlu bir villa karşılığında Filistin Davasını altın tepsi içinde Rabin' e sundu. Böylece İzak Rabin' in 55 yıllık gayri meşru defteri hain Arafat' ın imzası ile meşrulaşmış olacaktı.

Katil, Bir Fanatik miydi?
Siyonist güdümlü idareciler ve ikiyüzlü medya, İzak Rabin' in öldürülmesi olayının sadece bir yönü üzerinde durdu. Yahudi Kuruluşu CNN başta olmak üzere, diğer Siyonist güdümlü medya ve birçok ülke temsilcisi sadece Rabin üzerinde durdular. Hepsi ağızbirliği etmişçesine Rabin' in ne büyük bir devlet adamı (!) olduğunu dile getirdiler. Hiçbirisi Katil' in üzerinde ciddi bir şekilde durmadı. Katil' in eylemini, ferdi ve çılgınca bir hareket olarak değerlendirdiler. Oysa olay hiçte öyle değildi. Yigal Amir isimli katili İsrail toplumundan soyutlayarak "fanatik" diye isimlendirmek suretiyle Siyonistleri temize çıkarmak mümkün değildir. Yigal Amir tahrif edilmiş Tevrat inançlarına göre "ideal" bir yahudidir. Yigal Amir, İzak Rabin' in gençlik ideallerini taşıdığı halde onu vurdu.

Yigal Amir 'in ideali; "Vaad edilmiş Topraklardır. "Vaad edilmiş Topraklar" a kavuşmak ise her yahudinin hayalidir. Dolayısıyla her Siyonist, bir Yigal Amir' dir ve siyonistin gözünü kan bürümüştür. İzak Rabin, "Arz-ı Mev'ud" (Vaad edilmiş topraklar) hülyasından vazgeçmemişti. Ama 55 yılda gasp ettiği Filistin topraklanın meşrulaştırmak için Arz-ı Mev'ud rüyasını biraz tehir etmişti, "ideal" bir Yahudi olan Yigal Amir bu gecikmeye tahammül edemedi. Hahamından aldığı fetva ile, Siyonizm tarihinde bir ilki gerçekleştirerek liderini öldürdü.
Azgın Siyonistler yıllardır bu sapık inançlarından hareketle mazlum Filistinli müslümanların kanını akıtmaktadırlar . Buna rağmen yeryüzü firavunları İsrailliler' i mazlum, Filistinliler' i ise terörist gösteriyor.

Eğer İzak Rabin' i, İsrail kitlesel terörizminin bir ferdi olan Yigal Amir değil de, bir müslüman öldürmüş olsaydı, herhalde yeryüzü firavunları ve terör alkışçıları bu kadar soğukkanlı olmazdı. İzak Rabin' i bir müslüman öldürmüş olsaydı, şimdiye kadar modern dünyanın gözleri önünde onlarca müslüman intikam için katledilir, yüzlercesi zindanlara tıkılırdı.(Haşa) İslam da terör dini olarak lanse edilirdi.
Ama öldüren yahudi, öldürülen yahudi.. Emir tahrif edilmiş Tevrat' tan alınmış. Siyonizm şakşakçılarının yapacak hiçbir şeyleri yok. Ancak Yigal Amir' e şu sitemde bulunabilirler; "Neden kan kadehlerimize, gözyaşı bulaşmasına sebep oldun..."

Yarım asırlık terörist Rabin' e, Fethi Şikaki' nin öldürülüşü ile ilgili sorulduğunda, "Ölen O ise, üzülmem" demişti. Rabin' in sevinci ancak bir hafta sürdü. Rabbimiz. İzak Rabin' in cezasını kendi şebekesinden bir teröristin eliyle verdi... Şimdi dünya Müslümanlarına bu olayla ilgili sorulsa, eminiz ki, bir buçuk milyarlık ortak ses aynı cümleyi haykıracaklardır "Öldürülen Kemik Kıran Rabin ise üzülmeyiz..."

Rabin' in öldürülmesiyle ABD' de bayraklar yarıya indirildi. Başta Clinton. Buch ve Carter olmak üzere tam tekmil "dostlarının" cenazesine katıldılar. Filistin' de, Bosna'da, Çeçenistan' da oluk oluk akan müslüman kanını, şampanya ile kutlayan Clinton, Rabin' in öldürülmesinden sonra hıçkırıktan boğazında düğümlendiği için duygularını tam olarak dile getiremedi; "Dünya büyük adamlarından birini vitirdi. O, halkının özgürlüğü için dövüşmüş bir savaşçı idi. Rabin, çalışma arkadaşım ve dostumdu. Ona hayrandım ve onu çok sevdim. Sözcükler, pek çok duygularımı ifadeye yetmediği için şunu söylememe izin verin (Salom.... Elveda Dostum).

Barış ve prensip adamı Rabin, barışa düşman bir kişinin elinden çıkan ihanet kurşunuyla katledilmiştir".
İsrail'in, kendisini cenaze töreninde görmek istemediği ve izin vermediği Yaser Arafat; "Kızıma, bir gün barış sürecindeki gerçek ortağım, kuzenlerimden biri olan Rabin' i sevdiğimi anlatacağım. Lakin sadece barış ve İsrail halkı için. değil, tüm bölge için hayatını feda etti. Barış düşmanı fanatik gruplara, hedefimize ulaşmaya engel olma fırsatı tanımamalıyız."

Sabıkalı bir aileye, ihanet dolu bir geçmişe sahip olan Kral Hüseyin ise gözyaşları içerisinde Rabin için, ancak "O bir dost, bir barış askeriydi" diyebilirdi. 12-15 Kasım tarihleri arasında İsrail' e yapmayı planladığı resmi ziyareti, Rabin' in öldürülmesi sonucu iptal eden Demirel: "Başbakan Rabin, çatışma dolu bir bölgede, barış ve uzlaşımın sağlanması yönündeki sarsılmaz inanca ve çabaları ile hepimiz tarafından takdirle anılacaktır. Bölgenin sorunlarına. kapsamlı ve kalıcı çözümler bulunmasına dair misyonu, her zaman yaşayacaktır" dedi.

"Rabin' e karşı girişilen menfur suikastı derin bir üzüntü ile öğrendim. Sahsım ve Türk Ulusu adına ekselanslarına taziyelerimizi sunarım." Çiller, son İsrail gezisi sırasında Rabin; "Vaad edilmiş topraklara ayak basmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Vaad edilmiş toprakların hepsine kavuşmanızı diliyorum. Bu, en çok bizi sevindirecektir". Çiller' in dostu, Rabin bu duygulardan taviz verdiği iddiasıyla öldürüldü.
Ama sayın Çiller, son yolculuğunda sanırım, dostunun ruhunu incitti (!). Çiller'e protokolde başbakanları yanında yer verilmedi. Başbakan-ların arkasından, yanında Kıbrıs Rum Kesimi Maliye Bakanı ve Bşk. Yardımcısının bulunduğu ikici sıraya atılmıştı. Buna itiraz edildi. Bu sefer Buch' un bulunduğu emekli ve ihtiyar heyetinin yanına terfi ettirildi!. Ama sayın Çillerin gözü, Clinton' un yanıydı. Bir anda "dostunun" acısını unuttu. Her şeyi göze alarak, protokol kurallarını da alt üst etmek suretiyle nihayetinde Clinton'un yanına ulaştı.


"Ölmem" Diyordu Ama Oda Öldü

Ribat
Sayı: 152 / Ağustos 1995

Aziz Nesin öldü; bir asra yakın ömrünü küfre, inkara, tuğyana, isyana vakfederek... Ölümle alay ediyordu. Şu şöyle olmadan, bu böyle olmadan "ölmem" diyordu. Ama yaşadıkları çağlarda ilahlık taslayan, insanları kendilerine kulluğa, köleliğe zorlayan Firavunlar,.Nemrutlar, Ebu Lehebler, Ebu Cehiller, Leninler, Stalinler, Brejnevler, Markslar ve Şah Rızalar gibi o da öldü. Onlar gibi sonsuz azabı tatmak üzere ebedi yolculuğa çıktı.

Aziz Nesin Kimdi?
Aziz Nesin sadece son yüzyılda on milyonlarca mazlum insanın katili olan, Rus Ayısının gözbebeğiydi. Yunanlıların sevgili ve sadık dostu idi ki, Yunan basını onun ölümünü "Bir dostumuzu kaybettik" ifadeleri ile dile getirdiler. ABD ve diğer emperyalist zalimler de onu çok seviyorlardı... Onun gibi bütün bu güçler Aziz . Nesin'i, Aziz Nesin' leri çok sevdi, destekledi, alkışladı, teşvik etti. Aziz Nesin de bu güçlerden aldığı cesaretle hayatı boyunca İslam'la ve müslümanlarla uğraştı. Sanki birileri hayatı boyunca Aziz Nesin' e "Haydi Nesin", "Saldır Nesin", "Hakaret et Nesin", "Tahrik et Nesin", "Bravo Nesin" diyorlardı. Ve sanki Aziz Nesin' de sahibinin sesine kulak veriyordu.

Tasma sırasını bekleyenler onu hırçınlıklarında, taşkınlıklarında yalnız bırakmadılar, onu sürekli alkışladılar. Nesin de alkış ve taltif aldıkça coştu, ömrü boyunca. Aziz Nesin, gündemde kalmak, kahraman olmak için hiçbir çılgınlıktan kaçınmadı. Bu çılgınlığı son zamanlarda biraz daha artmıştı. Biraz telaşeliydi. Bir ayağının çukurda olduğunu biliyordu. Her ne kadar inkar etse de ölümün soğuk sesini ensesinde hissediyordu. Fakat pisipisine gitmek istemiyordu. Kahraman olmak, sansasyonel bir ölümle ölüp tarihe mal olmak için sadece Sivas'ta 37, Başbağlar' da 33 kişinin kanına girdi. Ama nafile, beceremedi, beceremezdi de. Çünkü onun ölüm yerini ve şeklini kendisi değil, hayatı boyunca inkar ettiği mutlak güç ve kuvvet sahibi yüce Allah tayin ediyordu.

Gerçek bir Ebu Cehil Torunuydu.
Aziz Nesin küfründe çok inatçıydı. Hayatını, Allah, Peygamber, Kitap, Cennet, Cehennem gibi kavramlarla kavga etmekle geçirdi. Ama o da Ebu Cehil gibi bir çıkmazı yaşıyordu. Kendi kendisi ile kavgalı idi. Ebu Cehil de son nefesinde iki yetim çocuğun darbeleriyle ölmeyi nefsine ye-dirememiş, "bin başım olsa Muhammed'le mücadelede vermeye hazırım." diyecek kadar küfrün derinliklerine dalıyordu. Aynı Ebu Cehil nüfuzlu günlerinde gündüz Peygamber Efendimiz ile mücadele edenlerin en ön saflarında yer alıyordu. Akşamları ise zaman zaman gidip Hz. Muhammed'in Kur'an okuyuşunu gizlice dinliyordu. Aziz Nesin de küfründe çok inatçıydı, fakat kendinden emin değildi. Onun için eğer iman edersem bana inanmayın, bunaklığıma verin diyordu. Gerçi küfrünü açıkça izhar ediyordu. Dobra dobra bir kafir idi ama zaman zaman münafıklık da yapmıyor değildi. Bazen hakaret ettiği, sövdüğü müslümanların Kurban derisine talip oluyordu. Ama olsundu. Mekke' li müşrikler de Allah'a şirk koştukları halde, rantını elde etme adına, Kabe'yi sahipleniyorlardı. Dobra dobra kafirler de menfaat söz konusu oldu mu münafıklık yapabiliyorlar.

Onu alkışlayanlar, kendisini aptal yerine koyanlardı.
O, aykırıydı. Sahipleri ona bu kimliği layık görmüşlerdi. Bu yüzden gün geldi idarecileri, gün de geldi kitleleri karşısına almaktan çekinmedi. Sahibinden aldığı güçle bu milletin bilmem yüzde kaçı aptaldır dedi. Aslında kendi zaviyesinden bakıldığında haksız da sayılmazdı. Çünkü laikperestler ve maddeperestler hakikaten herkesi aptal yerine koyarlar. Birbirlerine saygıları, sevgileri, güvenleri menfaate dayalıdır. Menfaat müddetincedir. işte bu gün Aziz Nesin de aptal yerine konulmuştur. Dün onu alkışlayanlar bugün onun mirasını paylaşma sevdasına ve kavgasına düştüler bile.

"Zalimler için yaşasın cehennem"

Aziz Nesin dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktı. Artık pişmanlığı fayda sağlamayacak. Büyük hatasından dönmesi için hiç bir fırsatı kalmadı. Çünkü 80 yıl boyunca bu fırsat kendisine sunuldu, ikaz edildi, irşad edildi, ama o hepsini tepti. Şimdi o, cehennem çukurlarından birinde, iman ediyoruz ki şu anda Aziz Nesin' e vadiler dolusu altının olsa hatanı telafi için, küfründen vazgeçmen için sana bir fırsat verilse bu altınları verir misin denilirse, o inatçı, hırçın, tahrikçi, mağrur ve cimriliğiyle meşhur Aziz Nesin hiç düşünmeden evet, yeter ki yeniden dünyaya dönüp Allah'a kulluk etmem için bana bir fırsat verin diyecektir. Ama nafile, böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün değildir. Aziz Nesin sonsuza kadar cehennem çukurlarında yanıp duracaktır. Onun için ölüm yoktur, yok olması söz konusu değildir. Aziz Nesin, büyük azabı gördükten sonra hayvanlara özenecektir. Mahşer günü bütün hayvanatın hesabı görüldükten sonra toprak olup yok olacağını gördüğünde onlara imrenecektir. O, bir solucan, bir maymun, bir domuz olmak isteyecek. Keşke ben de onlar gibi toprak olsaydım diyecek, fakat nafile. O, ebedi azabı tadacaktır.

Tarih boyunca nice Aziz Nesinler geldi geçti, İslam'a saldıranlar, Allah'ın nurunu söndürmek için salyalarını akıtanlar, Kur'an'a çağ dışı diyenlerin hepsi bir bir cehennem çukurlarına doğru yol aldılar. Sapık sistemleri de bir bir yıkıldı, islam ise dimdik ayakta, Kur'an çağlara ışık tutmaya devam ediyor. Bu realite kıyamet kopuncaya kadar devam edecektir.


Siyasi, İlmi İktisadi Mücadele (Cihad), Kıyamete Kadar

Ribat
Sayı: 187 / Temmuz 1998

Hüsnü AKTAŞ' la Mülakat

Ribat:
İslam toplumunun kalkınmasında üç önemli kuvvet var: İlmî, siyasî ve iktisadî kuvvet!... Bu üç kuvvetten neler anlamalıyız? Yani bir müslümanın ilim, siyaset ve iktisat bilinci nasıl şekillenmelidir?

Hüsnü AKTAŞ:
İslam toplumu; adaleti esas alan, iyiliklerin yayılmasını ve kötülüklerin önlenmesini farz bilen mü'minlerin gayretleri ile hayatiyet kazanır. İslam'ın temel hedeflerine göre teşkilatlanan toplumların; ilmi, siyasi ve iktisadi meseleleri, birbirinden ayrı olarak değerlendirmeleri mümkün değildir. İlim üç yolla elde edilir: haber-i sadık, duyu organlarının faaliyetleri ve akıl yürütme (istidlal) kabiliyeti. Müslümanların içinde bulundukları hali kavramaları ve o halin zaruri kıldığı ilimleri öğrenmeleri zaruridir. İmam Burhanüddin ez-Zernuci: "-Hangi durumda olursa olsun, bulunduğu halde meydana gelen işlerle ilgili ilimleri öğrenmek her müslümana farzdır." hükmünü zikretmiş ve bahsin devamında genel bir kaideyi belirtmiştir: "Farzı yerine getirmeye vesile olan şey farz. vacibi yerine getirmeye sebeb olan bilgi de vacip olur." Müslümanlar ilmî. siyasî ve iktisadî faaliyetlerini, haber-i sadıka ve hikmete uygun hale getirmelidirler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanlara sadece Kitab'ı değil, hikmeti de öğretmiştir. Kur'an-ı Kerim'de mealen: "Allah, onların içinden kendilerine ayetlerini okur, onları tertemiz yapar, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğretir bir peygamber göndermekle in'am-da bulundu. (Al-i İmran Suresi: 164) hükmü beyan buyrulmuştur. Rasul-i Ekrem (s.a.v.)'in "Kitab'ı ve hikmeti öğrettiği" kat'i nass ile sabittir. Kur'an-ı Kerim'de "Kitab'ın ve hikmetin bir arada zikredildiği", birçok Ayet-i Kerime vardır. İmam-ı Şafii (r.a) "Er -Risale" isimli usul kitabında: "Allah-u Teala(c.c.) Kitab'ı ve hikmeti birlikte zikretmektedir. Kitap'tan maksat Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an ilmine vakıf, itimad ettiğim alimlere göre hikmet, Rasul-i Ekrem (s.a.v.)'in sünnetidir." diyerek, hikmet kavramı ile sünnetin ifade edildiğini belirtmektedir. Alaüddin el-Haskafi (r.a.) ise: "Allah-u Teala (c.c.) fıkha hayır adını vererek methetmiş ve "Her kime hikmet verildi ise pek çok hayır verilmiştir." (Bakara Suresi: 269) buyurmuştur. Tefsir erbabı birçok ulema hikmeti, furu' ilmi olan fıkıhla tefsir etmişlerdir." diyerek, başka bir rivayete dikkati çekmektedir. Dolayısıyla faydalı olan her ilim hikmete dahil olduğu gibi,yerine getirilmesi gereken siyasi ve iktisadi faaliyetler de hikmete dahildir.

Ribat:
Bu üç kuvvetin, bilhassa Cihad açısından ehemmiyeti nedir?

Hüsnü AKTAŞ:
Yeryüzünde kıyamete kadar; hem Allah'u Teala (c.c.) 'ya iman eden mü'minler, hem levalarını ilah edinen kafirler bulunacaklardır. İmtihan dünyasında, bu ihtilafın ortadan kalkması mümkün değildir. Bu ihtilaf, velayet hukukunun keyfiyetini de belirlemektedir. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de: "Allah iman edenlerin velisidir. Onları zulumattan nura çıkarır. Küfredenlerin velisi ise tağuttur. O da kendilerini nurdan ayırıp zulumata çıkarır." (Bakara Suresi: 257) hükmü beyan büyütülmüştür. Fahrüddin-i Razi, bütün müfessirlerin (bu ayette geçen) "nur ile zulumat kelimesinden kastın, iman ve küfür olduğunda ittifak ettikleri" üzerinde hassasiyetle durmuştur. İbn-i Kesir, önemli bir inceliğe işaret ederek şöyle demektedir: "Allah'u Teala (c.c.) bu ayette nuru tekil, zulümatı ise çoğul olarak zikretmiştir. Şüphesiz ki hak (nur) tektir. Küfrün çeşitleri ise çoktur. Hepsi de batıldır." Kur'an-ı Kerim'de; Müslümanların "Hizbullah". kafirlerin de "Hizbu'ş-şeytan" olarak tavsif edildikleri malumdur. Bu iki hizbin fertleri; kendi aralarında yardımlaşırlar, mensubiyet ve velayet hukukuna riayet ederler. Mü'minler için cihad, mekruh vakti olmayan bir ibadettir. İlmi, siyasi ve iktisadi gayretler ile cihad ibadetinin münasebeti vardır.İnsanların dünyevi ve uhrevi saadete ulaşmaları için, yerine getirilmesi, yapılması zaruri olan amellere siyaset denilir. Hanefi fukahasından İbn-i Abidin: "Siyaset: halkı dünyada ve ahirette kurtulacakları yola irşat etmekle, onların salah ve menfaatleri için çalışmaktır." tarifini yapmış ve bahsin devamında şöyle demiştir: "Siyaset ağır bir şeriat olup iki nevidir. Siyaset-i Zalime; halkın haklarına zıt olan siyasettir ki, şeriat bunu haram kılmıştır. Siyaset-i Adile; halkın haklarını zalimlerin elinden kurtaran, zulüm ve fenalıkları defeden, fitne ve fesat ehlini men eden siyasettir ki şeriattan sayılır." Bu muhtevayı dikkate aldığımız zaman, cihad ibadeti ile siyaset arasındaki münasebeti kavrayabiliriz. İktisadi faaliyetler, mal ile cihadın edası için bir vesiledir. Allah'u Teala'nın (c.c.) kitabında Müslümanlara, "malları ve canları ile cihad etmeleri" farz kılınmıştır. İslam'ın tebliğ edilmesi, dil ile cihadın bir şubesidir. Bu da ancak ilim ile mümkün olabilir. Siyasi, iktisadi ve ilmi mücadele (cihad), kıyamete kadar devam edecektir.

Ribat:
Günümüzde Müslümanlar genelde bu üç kuvvetten birine ağırlık veriyor, diğerlerini ihmal ediyorlar. İslam bu üç kuvvet hususunda nasıl bir denge ortaya koymuştur?

Hüsnü AKTAŞ:
İslam toplumu; haber-i sadıkla (nasslarla) belirlenen hedeflerine ulaşabilmek için, faaliyetlerini tasnif etmek mecburiyetindedirler. Dünyanın ücra bir köşesinde bile olsa; üç müslümanın, yetki silsilesini belirlemeden yaşamaları helal değildir. Sünen-i Darimi' nin mukaddimesinde, Hz. Ömer (r.a.)'ın şu tesbitine yer verilmiştir:

"Muhakkak ki İslam İslam olmaz, cemaat olmadıkça. Cemaat cemaat olmaz, emiri olmadıkça!.. Emir emir olmaz, ona itaat olmadıkça."

Bu tesbit, islam toplumunun "olmazsa olmaz" şartını ortaya koymaktadır. Eğer bugün müslümanlar; bahsettiğiniz üç alandan birine ağırlık veriyor ve diğerlerini ihmal ediyorlarsa, bunun sebeplerini araştırmak zorundadırlar. İslam toplumunun "olmazsa olmaz" şartını yerine getiremeyenler, faaliyetlerini tasnif edemezler. Hastalığın teşhisi budur.

Ribat:
Gördüğümüz kadarıyla bu üç sahada da müslümanlar geri kalmış durumdalar. Bunun nedenleri sizce ne olabilir? Arızalarımız, eksikliklerimiz ve yanlışlarımız nelerdir? Bunların çözüm yollarına değinir misiniz?

Hüsnü AKTAŞ:
Tesbitleriniz doğrudur. Ancak bu yeni bir hadise değildir. Hülafa-i Raşidîn döneminden sonra, saltanat rejiminin gündeme girdiği malumdur. Sultanların dine müdahale ettiği, fakat İslam alimlerinin devlete karışamadığı bir siyasi düzenleme sözkonusu olmuştur. Saltanat kültüründe mülk (devlet-iktidar) veraset hukukunun hükümlerine tabidir. Gayr-i meşru asabiyete kapılan sultanlar, hem kendilerini diğer insanlardan farklı görmüşler, hem fesadın yayılmasına vesile olmuşlardır. İlmi, siyasi ve iktisadi faaliyetler, sultanların irade-i şahaneleri ile sınırlı olmuştur. Bu zalimlerin; hem imam Hz.Hüseyin'i (r.a.), hem İmam-ı Azam Ebu Hanife'yi şehit etmeleri boşuna değildir. İlmi, siyasi ve iktisadi faaliyetler için gerekli olan şartları ortadan kaldırmışlardır. Şahsiyet krizine tutulan ve nefs-i emmarelerine göre davranan kitlelerin, İslam alimlerinin ikazlarına kulaklarını tıkadıkları da malumdur. Bunun sonucu olarak Rasul-i Ekrem (s.a.v.)'in: "Ümmetim hakkında endişe ettiğim hususların en tehlikelisi, hevaya uymak ve_ tûl-i emeldir. Hevaya tabi olmak insanı hak yoldan saptırır. Tûl-i emel ise âhireti unutturur." mealindeki mübarek tesbitindeki hal gündeme girmiştir. Hevaya tabi olmak; insanın adaletten uzaklaşmasına , amellerinde zulüm ve bağy etmesine sebeb olur. Modernizm ile birlikte; dini hafife alan ve aklı putlaştıran çağdaş sultanların iktidarları ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz hal, yüzyıllarca süren ve halen devam eden saltanat kültürünün bir sonucudur. Müslümanların zilletten kurtulabilmeleri için, Rasul-i Ekrem'in (s.a.v.) öğrettiği Kitab'a ve hikmete yeniden müracaat etmeleri gerekir. İmam-ı Serahsi'nin "Peygamberlerin bıraktığı miras" olarak nitelendirdiği ilim, hakikate uygun olan bilgidir. Müslümanların hallerini değiştirmeleri; tahkiki iman, ilim, ihlasla ibadet ve salih amel (fıkha uygun siyasi ve iktisadi faaliyetler) konusunda hassasiyet göstermeleri zaruridir.

Ribat:
Muhalifler müslümanların hep sosyal alandan çekilip, zadece cami ile sınırlı kalmaları için mücadele etmektedirler. Buna karşılık müslümanlar ne yapmalı, sosyal alanlarda nasıl bir rol üstlenmelidirler?

Hüsnü AKTAŞ:
Türkiye'de din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması şeklinde takdim edilen siyasi kültür iflas etmiştir. Mülkü (devleti-iktidan) veraset malı zanneden ve kendilerini bu devletin sahibi olarak gören bürokratlar, camileri de müslümanlara bırakmak niyetinde değildirler. TBMM'nin komisyonlarında görüşülen ve adına irtica ile mücadele yasaları denilen metinler; bunun en güzel delilidir. İslam'ı mahkum ve mütedeyyin müslümanları suçlu ilan etmek için. değişik tuzaklar hazırlanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Yahudilerin "Havra'larına" veya Hıristiyanların "Kilise'leri-ne" müdahale edemeyen bürokratlar; li'llah (Allah için) olan camileri, keyiflerine göre kullanmayı düşünmektedirler. Din görevlilerini devlet memuru, camileri de devlet dairesi haline getirmeyi "Türkiye'ye mahsus laiklik " şeklinde ifade ettikleri malumdur. Türkiye'de yaşayan müslümanlar uyanır ve bir gün "Gayr-i müslim vatandaşlara tanınan haklan, özellikle cemaat olma hakkını istiyoruz." derlerse, nevalarını ilah edinen bürokratlar (çağdaş sultanlar) ne cevap verebilirler? Müslümanların sosyal hayatta rol üstlenebilmeleri için, içinde bulundukları hali ve yaşadıktan beldenin fıkhi durumunu iyi tahlil etmeleri gerekir. Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssalarda; hem kendi nefislerine zulmedenlerin durumu, hem başkalarının zulmüne muhatap olan kavimlerin halleri izah edilmiştir. Allah'u Teala'nın (c.c.) koyduğu kanunlar (Sünnetullah) değişmez.

Ribat:
Son olarak okuyucularımıza mesajınız nedir? Hüsnü AKTAŞ:
Hevasına muhalefet edip, Allah'u Teala'ya teslim olan mükellefin ikrarına iman, İslam fıkhına uygun fiillerine salih amel denilir. İlmi, iktisadi ve siyasi faaliyetler. İslam fıkhına uygun olduğu zaman bir kıymet ifade eder. Zalim siyaset, şüphelere ve çirkin fiillere dayanan bir hadisedir. Kur'an-ı Kerim'de:

"İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, onun dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider. (Size olmayacak vaatlerde bulunur) Ve o kimse, kalbinde olana Allah'ı şahid tutar. Halbuki o düşmanların en amansızıdır. O iktidara geldiğinde, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesilleri helak etmeye koşar. Allah ise fesadı sevmez." (Bakara Suresi: 204-205)

hükmü beyan buyrulmuştur. İmam Fahrüddin-i Razi; bu Ayet-i Kerime'yi tefsir ederken, şu noktalar üzerinde durmaktadır: "Fesad kelimesini, şüphe uyandırmak ile tefsir eden alimler şöyle demişlerdir: Hak din, birincisi "ilim", ikincisi "salih amel" olan iki unsurdan meydana geldiği gibi, batıl din de birincisi "şüpheler", ikincisi de "çirkin fiiller" olmak üzere iki şeyden meydana gelmektedir. Hiç şüphe yok ki bu açıklama daha uygundur." Müslümanlar; zalim siyasetin şüphelere, hakkı inkara ve iktisadi hayatı zaafa uğratmak için işlenen çirkin fiillere dayandığını bilmek mecburiyetindedirler. Ribat Mecmuası'nın okuyucuları; İslami siyasetin farz, zalim politikanın haram kılındığını dikkate alır ve mucibince amel ederlerse imtihanı kazanırlar.

Ribat:
Muhterem Hocam vermiş olduğunuz bilgilerden ve göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.

Hüsnü AKTAŞ:
Müslümanlara mesajımızı ulaştırmada, bize bu imkanı verdiğinizden dolayı ben de teşekkür ediyorum.


...:: RİBAT DERGİSİ ::...

  ANASAYFA
b a
 • Abdullah BÜYÜK
 • Ali ESEN
 • Ali AKPINAR
 • Halil ATALAY
 • İlyas KAPLAN
 • Mithad ÖCCÜ
 • Mustafa ÇELİK
 • Ramazan TAHA
 • Ribat Yazıları
 • Selman YİĞİT
 • Veyis ERSÖZ
 • ANASAYFA
MURABIT