EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

İNFAK VE İHSANDA DİKKAT EDİLECEK ESASLAR - GAYR-I MÜSLİMLERLE İLİŞKİLER - ÖĞRETMEN-ÖĞRENCİ

F) İNFAK VE İHSANDA DİKKAT EDİLECEK ESASLAR:

1727- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Onların mallarında sâilin ve (iffetinden dolayı dilenemeyen) yoksulun da bir hakkı vardır"(206) hükmü beyan buyurulmuştur. Bilindiği gibi mal imtihan için verilmiştir. Mü'minlere; malları ve canlarıyla cihad etmeleri; ebedî olan ahiret hayatına hazırlanmaları emredilmiştir. İnfak ve ihsan için aranan ilk şart imandır. Nitekim Hz. Aişe (R.anha)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te, bu mahiyet açıkça beyan edilmiştir: Bir gün Hz. Peygamber (sav)'e: "Yâ Resûlullah!.. Cahiliyye devrinde Abdullah İbn Ced'an, misafiri ağırlar, akrabayı ziyaret eder, köleleri kölelikten kurtarır, komşuya iyilik ederdi. Bunların kendisine bir faidesi olur mu?" diye sordum. Resûl-i Ekrem (sav): "Hayır!.." dedi. "O hiçbir zaman "Allahım, ceza gününde beni bağışla" demedi." Yine Hz. Enes b. Malik (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde cehennem ehlinden olan kimseye denilir ki: "Baksana!.. Dünya dolusu malın olsaydı (şu azabtan kurtulmak için) o malını fidye olarak verir miydin?" O kimse azabın şiddetini gördüğü için: "Evet verirdim" der. Allahû Teâla (cc) şöyle buyurur: "Ben (dünyada) senden, bundan daha kolay birşey istemiştim. Henüz ruhlar aleminde iken, bana hiçbir şeyi ortak koşmaman hakkında senden mîsak almıştım. Sen ise sözünden döndün. Bana ortak koşmaktan (şirkten) başka birşey kabul etmedin."(207)

1728- Mü'minler; infak ve ihsanı, sevdiği şeylerin en güzelinden yapmak durumundadırlar. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de: "Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş (Birr-i taat etmiş) olamazsınız. Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilicidir"(208) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Âyet-i Kerîme inzal buyurulunca, Sahabe-i Kiram çok etkilendi. Ensarın en zenginlerinden Hz. Talha (ra), mescidin karşısında bulunan"Beyraha" denen bahçesini(209), Hz. Ömer (ra) malının en iyisi olan "Hayber"deki hurmalığını infak etmiştir. Abdullah İbn-i Ömer (ra) bu ayet inince, çok sevdiği rum cariyesini azad etmiş ve: "Eğer bundan daha çok sevdiğim birşey olsaydı, onu tasadduk eder, bununla evlenirdim" demiştir.(210) Halife Ömer b. Abdülaziz (ra) çuvallarla şeker aldırıp, halka dağıtmasıyla tanınır. Kendisine: "Bu şekere verdiğin parayı infak etsen" teklifinde bulunanlara: "Hayır ben şekeri çok seviyorum. Çok sevdiğimi infak etmem tavsiye olundu" cevabını vermiştir.

1729- İnfakta nelere dikkat edilmelidir?: Sahabe-i Kiram'dan Hz. Amr b. Camûh (ra) Resûl-i Ekrem (sav)'e mallarını ne şekilde infak etmesi ve öncelikle kime vermesi gerektiğini sorar!.. Bunun üzerine: "Onlar, hangi şeyi (ve kimlere) infak edeceklerini sana sorarlar. De ki: "Maldan vereceğiniz nafaka öncelikle annenin, babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların, İbn-i Sebil'in (yolcunun misafirin) hakkıdır. Her ne hayır işlerseniz şüphesiz Allah onu çok iyi bilen (mükafatını veren) dir."(211) Âyet-i Kerîmesi nazil olmuştur. Hz. Cabir (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav) "infak" hususunda: "Evvela kendinden başla (ihtiyacını karşıla). Şayed birşey artarsa ailene, ailenden de birşey artarsa akrabana ver!.. Akrabana verdikten sonra da birşey artarsa şöyle ve şöyle yap" buyurdu. Ve "Önünde, sağında, solundaki muhtaçlara ver" diye işaret etti..."(212) haberi önemlidir. İnfak ederken; bu sıraya riayet etmek edebe ve sünnete uymak açısından önemlidir.

1730- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. (Allah yolunda) infakı kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan verin. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek âdî, bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyin. Şüphesiz Allah her şeyden müstağnidir, asıl hamde layık olan O'dur"(213) hükmü beyan buyurulmuştur. Haram yolla elde edilen ve güzel olmayan şeylerin infak edilmemesi emredilmiştir.(214) Mü'minler; kazandıklarının en güzellerini infak etme durumundadırlar.

1731- İnsanın fıtrî hallerinden birisi de; iyilik gördüğü kimseyi sevmek, kötülük gördüğünden de uzaklaşmaktır. Bu esasen her canlıda bulunan bir meziyettir. Fakat bazen öyle iyilik edenler olur ki; yaptığı iyiliği başa kakarak insanı: "Keşke iyiliği yapmasaydı" dedirtecek noktaya götürür. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Mallarını (Allah yolunda) harcayıp da, sonra o harcadıklarının arkasından başa kakmayan ve eziyet etmeyenler (yok mu?) Onların Rableri katında mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değildir onlar"(215) buyurulmuştur. Yapmış olduğu iyiliği her fırsatta gündeme getiren ve karşısındakinin hislerini rencide eden kimse, "infakını iptal etmiş" hükmündedir. Zirâ iyiliği başa kakmayan ve diliyle ezâ vermeyenler için korku kaldırılmıştır.(216) Diğerlerinin durumuna gelince!.. Allahû Teâla (cc): "İyi (güzel) bir söz veya bir ayıbı örtme; ardından eziyyet gelen (başa kakılan) bir sadakadan hayırlıdır. Allah (kullarının sadakalarından) müstağnidir. Halimdir"(217) hükmünü beyan buyurmuştur. Esasen; güzel bir söz veya bir ayıbı örtmek için, mutlaka zengin olmak gerekmez. Her mü'min (zengin veya fakir) bu salih ameli eda edebilir.

1732- Sahabe-i Kiram'ın zenginleri; infak edecekleri vakit, genellikle gece karanlığından faydalanmışlardır. Buna imkan bulamazlarsa; fakir kimse uyurken, infak edeceklerini yanında bırakıp, oradan hızla uzaklaştıkları da olmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sağ elin verdiğinden, sol elin haberi olmasın"(218) tavsiyesi, nafile olan sadakaların tamamı için geçerlidir. Ancak zekâtın açıktan verilmesinde bir mahzur yoktur. Hatta açıktan vermek daha efdaldir. Çünkü zekât; kulun kendi iradesine bırakılmamış, ibadet olarak emredilmiştir. Bu konuyu zekât bahsinde izah etmiştik.(219)

1733- Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Sadakalar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşmaya muktedir olamazlar. (Hallerini) Bilmeyen; iffet ve istiğnalarından (hallerini gizlemelerinden) dolayı onları zenginlerden sanır. Sen (habibim) o gibileri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de, bir şey istemezler. Siz (hak yolunda) ne mal harcarsanız, şüphesiz Allah onu hakkı ile bilendir"(220) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in gerçek fakiri tarifi şu şekildedir: "Asıl fakir; ortalıkta dolaşıp dilenen, kendisine bir-iki hurma veya lokma veya bir ekmek parçası verilen kimse değildir. Kendisine yetecek kadar rızık bulamayan, hali bilinmediği için sadaka da verilmeyen, kimseden de bir şey talep etmeyendir."(221)

1734- Hz. Ebû Hureyre (ra) infakın gizli yapılmasıyla ilgili olarak Resûl-i Ekrem (sav)'den şunu rivayet etmiştir: "Bir adam: "Ğ Ben bu gece sadaka vereceğim" dedi. Sadakasını geceleyin götürdü, bir fahişenin avucuna koydu. Sabahleyin bu durumu görenler: "Sen farkına varmadan fahişeye sadaka verdin" dediler. Adam: "Yâ Rabbi; fahişeye (sadaka) verdiğim için sana hamdolsun. Bu gece de sadaka vereceğim" dedi. Götürüp, farkına varmadan bir zenginin avucuna koydu. Sabahleyin insanlar: "Sen yine farkına varamadın, zengine sadaka verdin" dediler. Adam: "Yâ Rabbi!.. Zengine (sadaka) verdiğim için sana hamdolsun, bu gece yine sadaka vereceğim" dedi. Bu sefer de; gece karanlığında sadakasını bir hırsızın avucuna koydu. Bu sefer insanlar: "Sen geceleyin farkına varmadan hırsıza sadaka verdin" demeye başladılar. Adam: "Allahım!.. Fahişeye de, zengine de, hırsıza da verdiğim sadakadan sana hamdolsun" dedi. Ona gizliden şöyle denildi: "Senin sadakan kabul edildi. Sadaka verdiğin kimselere gelince; belki fahişe uslanır, fuhuştan vazgeçer. Zengin ibret alır da, o da Allah'ın kendisine verdiğinden verir ve belki hırsız da, bu işten vazgeçip tevbe eder"(222) Dikkat edilirse buradaki incelik; ihlasla yapılan infak hadisesidir. Velev ki; sadaka ehil olmayan kimselere verilse dahi, gizlilik ve ihlas korunduğu müddetçe netice alınabilir. Fakat asıl olan; Allahû Teâla (cc) yoluna kendini vakfeden ve hiç kimseden birşey talep etmeyen fakirlere "infak etmek"tir.

1735- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Veren el alan elden daha hayırlıdır"(223) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla mü'minler infak etmeye gayret etmelidirler. "Alan el" durumuna düşmemek için; gece-gündüz çalışmak icab eder.


G) GAYR-I MÜSLİMLERLE İLİŞKİLERDE DİKKAT EDİLECEK ESASLAR

1736- Mü'minlerin; kendi içlerinden bir "Ulû'lemr" seçmelerinin sebebi, İslâm'ın emirlerini hakkı ile eda etmektir.(224) Hanefi fûkahası: "Emaneti yüklenmek sûretiyle insanın kanının masum (dokunulmaz) kılındığını, ancak irtikap ettikleri bir kötülük sebebiyle öldürülebileceğini" esas almıştır. Cihad; kafirlerin şerlerini defetmek ve mukavemetlerini kırmak için meşru kılınmıştır.(225) Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Müşrikler sizinle nasıl topyekün harb ediyorsa, siz de onlarla topyekün harb ediniz"(226) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla savaşın sebebi; kafirlerin İslâm'a karşı giriştikleri mücadeledir.(227) Esasen "Cihad ve Siyer" kısmında bu konu üzerinde durmuştuk. Şimdi Darû'l İslâm'da; gayr-i müslimlerle olan ilişkiler üzerinde duracağız.

1737- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Sizinle din hususunda muharebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlarla iyilik ve adaletle muamele etmenizden (Allah) sizi menetmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever. Allah sizi; ancak sizinle din hususunda muharebe etmiş, sizi yurdlarınızdan çıkarılmanıza arka çıkmış olanlarla dostluk etmenizden meneder. Kim onları dost edinirse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir"(228) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu Âyet-i Kerîme'nin Hz. Ebû Bekir (ra)'in kızı Esma'nın bir suali üzerine nazil olduğunu kaydetmektedirler. Hz. Esma (R.anha) gayr-i müslim olan annesiyle ilişkisinin nasıl olacağını sormuştur. Dolayısıyla müslümanlarla savaşmayan veya İslâm'ın düşmanlarına yardımcı olmayan gayr-i müslimlerle ilişki câizdir.(229) Resûl-i Ekrem (sav) yahudilerden bir çocuğun, ağır hasta olması üzerine ziyaretine gitmiş, baş ucuna oturup: "Müslüman ol" teklifinde bulunmuştur. Bu teklif üzerine çocuk, baş ucunda duran babasına bakmış, babası da: "Teklife icabet et!" deyince müslüman olmuştur. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Çocuğu ateşten kurtaran Allahû Teâla (cc)'ya hamd olsun" diye sevincini izhar etmiştir.(230)

1738- Darû'l İslâm'da (Şer'i devlette) ikamet eden gayr-i müslimlerin; can, mal, akıl, nesil ve din emniyetlerini sağlamak "Ulû'lemr'in" görevidir. Tabii ki; mü'minlerin de ona yardımcı olmaları esastır. Resûl-i Ekrem (sav): "Müslümanların lehine olan şeyler, onların da lehine; müslümanların aleyhine olan şeyler, onların da aleyhinedir"(231) buyurmuştur. Hz. Ömer (ra); zimmilerin (İslâm devletinin teb'ası gayr-i müslimlerin) muhtaç, hasta ve ihtiyarlarına maaş bağlamıştır.

1739- Bir gün Yahudiler'den beş-on kişilik bir gurup Resûl-i Ekrem (sav)'in yanından geçerken "Essâmü Aleyküm" (Allah seni helak etsin) şeklinde selâm verirler. Hz. Aişe (R.anha) validemiz, hırsla: "Ya Resûlullah, bunlar sana "Essâmû Aleyküm" dediler" diyerek uyarır. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Mülayim ol (hırsını yen) yâ Aişe!.. Allahû Teâla (cc) bütün işlerde yumuşaklığı sever" buyurur. Hz. Aişe (R.anha): "Ama, dediklerini işitmedin mi?" diye sorunca, Resûl-i Ekrem (sav): "Evet! Bende onlara "Ve Aleyküm" (üzerinize olsun, siz helak olun) demiştim ya!.."(232) buyurur. Dikkat edilirse; Yahudilerin, sözden öteye geçmiyen sataşmalarına Resûl-i Ekrem (sav) mülayemetle karşılık vermiştir. Ancak Resûl-i Ekrem (sav)'in vefatından sonra; gayr-i müslimlerin O'na dil uzatmasına müsaade edilmez. Çünkü bu fiilde; müslümanların din emniyetini tahrip arzusu vardır. Müslümanlar da ahidle bağlanmış gayr-i müslimlerin inançlarına hakaret etmezler. Düşünce ve inanç hürriyetleri sabittir. Zimmi'nin gıybetini yapmak dâhi haramdır. Hiç kimse; onların dinlerine karışamaz. Hatta zimminin şarabını telef eden kimse, ücretini vermek zorundadır.(233)

1740- Gayr-i müslimlerin (zimmilerin); müslümanlar gibi giyinmelerine müsaade edilmez. Ulû'lemr; onların sarık sarmalarını yasaklar.(234) Ancak onlar başlarına; tepesi sivri, takke (kalensöve) koyabilirler.

1741- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Mü'minler; mü'minleri bırakıp da kafirleri dostlar (veliler) edinmesinler. Kim bunu yaparsa (ona) Allah'tan hiçbir şey (hiçbir yardım) yoktur. Meğer ki onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı, sakınmış olasınız. Allah size (asıl) kendinden korkmanızı emrediyor. Nihayet gidiş de ancak Allah'adır"(235) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayet; mü'minlerin kafirleri, kendi işlerini yürütmek üzere veli (amir) tayin etmelerini yasakladığı gibi, onlarla sevgi bağı kurmalarını da yasaklamıştır.(236) Yine başka Âyet-i Kerîme'de: "Ey iman edenler!.. Yahudileri de, Hristiyanları da kendinize dost (ve üstünüze hakim) edinmeyin. Onlar (ancak) birbirlerinin velîleridir. İçinizden kim onları dost (ve hakim) edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz Allah o zalimler gürûhuna muvaffakiyet vermez"(237) buyurulmuştur. Hanefi fûkahası: "Kafirlerin mü'minler üzerinde velâyet hakları yoktur"(238) hükmünde ittifak etmiştir. Velâyetten kasıd; siyasi otoritedir. "Vâli" kavramı da; aynı kökten gelir. Emir ve nehiy yetkisi olan, hükümleri tatbik eden kimse manasınadır.

1742- Allahû Teâla (cc) insanların kalblerinden geçirdiklerini de bilir. Son yıllarda bazı çevreler; "İnsan Hakları" gerekçesiyle, İslâm'ın düşmanlarına şirin görünme hastalığına tutuldular. Halbuki onların "İnsan Hakları" edebiyatı; sadece kendi inançlarında olan insanları içine alır. Nitekim Hıristiyan ve Yahudilerin durumları da öyledir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Yahudi ve Hristiyanlar; sen onların milletine (dinine) tabi olmadıkça, onlar senden razı olacak değiller"(239) hükmü beyan buyurulmuştur. Kıblenin değişmesi (Mescid-i Aksa'dan, Mescid-i Haram'a çevrilmesi) Yahudileri oldukça rahatsız etmiş, bazı ileri gelenleri "Ğ Niçin Mescid-i Aksa'ya dönmüyorsunuz, belki biz de sizin peygamberinizi tasdik ederiz" demeye başlamışlardı. Halbuki kalblerindeki kini, Allahû Teâla (cc) biliyordu. Esasen Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Küfür tek bir millettir"(240) hükmü; ilişkilerin temelini teşkil eder! İslâm milletine karşı savaş açmayan ve onlarla sulh içinde yaşamak isteyen gayr-i müslimlerle; "Zimmet Akdi" çerçevesi içerisinde, ilişki kurmak câizdir, kurulabilir.

1743- Darû'l İslâm'da; bir müslüman, kasden ve teammüden bir gayr-i müslimi (zimmiyi) öldürürse kısas cezasına çarptırılır.(241) Zirâ Resûl-i Ekrem (sav) zimmet ehlinden bir gayr-i müslimi öldüren kimseye kısas cezasını tatbik etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Elbette ben, benim zimmetim altında bulunanların hakkını almaya en layığım"(242) Zimmet ehlinin cizye vermesinin sebebi; malları bizim mallarımız, kanları bizim kanlarımız gibi olması içindir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kafire karşılık mü'min öldürülmez" hadisi; zimmet akdi imzalamayan harbilerle ilgilidir. Dolayısıyla bir müste'men (emanlı), zimmet akdi imzalamayan bir harbiyi öldürürse, kısas cezası tatbik edilmez. Çünkü harbinin kanı masun değildir. Sonuç olarak; gayr-i müslimler, ahidlerine sadık kaldıkları süre içerisinde, bütün emniyetlerine haizdirler.

1744- Müslümanlarla savaşmayan veya İslâm'ın düşmanlarına yardımcı olmayan gayr-i müslimlerle; iyi ilişkiler kurmak câizdir. Ancak onların müslümanların başına yönetici olmasına müsaade edilmez. Bu sebeble ûlema; gayr-i müslimin emrinde çalışmanın mekrûh olduğunu esas almıştır.


H) ÖĞRETMEN-ÖĞRENCİ İLİŞKİLERİNDE ÂDAB-I MUÂŞERET

1745- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Mü'minler birbirlerinin kardeşidirler"(243) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla her türlü ilişkide; "Kardeşlik Hukuku" ön planda olmalıdır. Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerini öğrenme ve öğretme hayırlı bir ameldir. Bu sebeble; hem öğretmenin, hem öğrencinin dikkat etmesi gereken bazı kaideler vardır. Önce öğretmenin vasıfları üzerinde duralım.

1746- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse bildikleriyle amel ederse, Allahû Teâla (cc) o kimseye bilmediklerini öğretir"(244) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla ilim; salih amel için zaruridir. Bildikleriyle amel etmeyen muallim (öğretmen); Allahû Teâla (cc)'nın gazabına hedef olur.(245) Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz! Yapmayacağınızı söylemeniz, en şiddetli bir buğza davet etmiş olma noktasında, Allah indinde büyüdü"(246) buyurulmuştur. Ayette geçen "Makt"; gazaba yakın buğz manasınadır. Resûl-i Ekrem (sav)'den şu hadis rivayet edilmiştir: "Miraca çıkarıldığım gece, dudakları ateşten makaslarla kesilen bir topluluğun yanına geldim. Bunlar kimdir diye sordum. Dediler ki: "Bunlar dünyada iyiliği emreden, kendi nefislerinde yaşamayanlardır."(247)

1747- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Kendiniz bilip dururken, hakkı batıla karıştırıp da, hakikati gizlemeyin. Dosdoğru namaz kılın, zekât verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin. Siz insanlara iyiliği emredersiniz de, kendinizi unutur musunuz!.. Halbuki kitapta okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?"(248) hükmü beyan buyurulmuştur. Âyet-i Kerîmeler üzerinde iyi tefekkür edilirse, meselenin mahiyeti kavranır. Hakkı batıla karıştırıp, hakikati gizlemek ne büyük bir zulümdür. Kur'ân-ı Kerîm'in mahiyetini ve Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğini bildikleri halde: "Bu beklenen peygamber değildir" diyen ehl-i kitap ûlemaya hitap sözkonusudur.(249) Ancak hüküm; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümleri gizleyenlerin tamamını içine alır.

1748- Kur'ân-ı Kerîm'de: "Hakikat indirdiğimiz o açık açık ayetlerimizi ve doğruyu -biz kitapta insanlara onu pek âşikâr bir sûrette bildirdikten sonra- gizleyenler (yok mu?) işte onların hali!.. Onlara hem Allah lanet eder, hem de lanet etmek şanından olanlar lanet eder"(250) hükmü beyan edilmiştir. Ayetteki "Yektûmune" lafzı; ketm etmek, gizlemek manasınadır. Ebû Hureyre (ra) "Hakikat indirdiğimiz o açık açık ayetlerimizi ve doğruyu gizleyenler yok mu?" ayeti olmasaydı, ben hiçbir hadis nakletmezdim" buyurmuştur. Şer'i ilimleri gizlemenin câiz olmadığı sabittir.(251) Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bildiği şeyden sorulup da gizleyen kimseyi Allahû Teâla (cc) kıyamet gününde ateşten bir gemle gemleyecektir"(252) hadisi, meselenin ehemmiyetini ortaya koymaktadır.

1749- Muallim (öğretmen); karşısındaki kimsenin anlayış kaabiliyetini tesbit edip, ona göre davranmak mecburiyetindedir. Resûl-i Ekrem (sav) bütün peygamberlerin, insanların seviyesine inip, onların anlayabileceği şekilde tebliğde bulunduklarını beyan etmektedir. Esasen "muallim" kavramının mahiyeti de bunu gerektirmektedir. İmam-ı Gazali; anlaşılmayan kelimelerden ve üstü kapalı ibarelerden uzak durulması gerektiğini şu şekilde izah etmektedir: "Bu gibi sözlerde bir fayda yoktur. Çünkü bu sözler kalbi bulandırır, aklı şaşırtır, zihinleri hayrete düşürür veya dinleyenleri murad olunmayan manaları anlamaya sevk eder de, herkes kendi kaabiliyetine göre tevillerde bulunur. Halbuki Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz bir cemaate anlayamayacağı şekilde hitap ederse, o söz (anlamadıkları için) cemaatte fitne uyandırır"(253) Dolayısıyla muallimin; karşısındakilerin seviyesini çok iyi tesbit etmesi esastır.

1750- Biraz önce de üzerinde durduğumuz gibi; muallim (öğretmen), "takva ehli" olmak durumundadır. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Onlar (takva sahipleri) bollukta ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarından afvederek geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever. Ve çirkin bir günah işledikleri vakit Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarından yarlığanmalarını (affedilmesini) isteyenlerdir. Günahları Allah'tan başka kim yargılar? Bir de onlar (takva sahipleri) işledikleri günah üzerinde, bilip dururken ısrar etmeyenlerdir"(254) buyurulmuştur. Mü'minlerin bu vasıfları elde etmek için gayret sarfetmeleri gerekir. Ancak muallimler (öğretmenler); mutlaka öfkelerini yenen ve öğrencilerinin kusurlarını affeden bir mizaca sahip olmalıdırlar. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Gerçek pehlivan, güreşte rakibini yenen değil, kızdığı zaman öfkesine hakim olan kimsedir"(255) hadisi, meselenin inceliğini kavramamızı kolaylaştırmaktadır. İnsanın kendi nefsini ilgilendiren konularda af yolunu seçmesi büyük bir meziyettir. Ancak Allahû Teâla (cc)'nın hukukunun ihlal edildiği noktalarda; sırf "Allah için" buğz etmek, ihlasın tabii bir sonucudur. Dolayısıyla yeryüzünde; heva ve heveslerine uyarak İslâm'a karşı ayaklanan güçlere sırf "Allah Rızası" için buğz etmek her mü'minin görevidir.

1751- İlim elde etmek için gayret eden kimse; öğretmenlerine karşı ne kadar saygı gösterse azdır. Çünkü ilim; ebedi ahiret hayatını kazanmak noktasında bir vasıtadır. Bilindiği gibi alimler, peygamberlerin varisleridirler. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de kendilerine itaat edilmesi emredilen "Sizden olan Ulû'lemr" tabiri izah olunurken; bunun ûlema olduğu beyan edilmiştir.(256) Dolayısıyla öğrenci; öğretmenine karşı saygı ve itaatte kusur etmemelidir.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT