EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

ZEKÂT'IN TARİFİ VE ÖNEMİ - VÜCÛBUNUN ŞARTLARI - NASIL EDÂ EDİLİR?

ZEKÂT'IN TARİFİ VE ÖNEMİ

854- Önce kelime üzerinde duralım. zekât; Arapça bir kelime olup, temizlik ve üremek (çoğalmak) manalarına gelir.(1) İbn-i Abidin: "Zekât lûgatta üremekten başka mânalara da gelir. Meselâ: Bereket, medih, senâ mânalarına da kullanılır. Ama bu mânaların hepsi şer'î mânasında mevcuddur. Çünkü zekât, sahibini günahlardan ve cimrilik sıfatından temizlediği gibi, malı da bir kısmını vermek sûretiyle temiz pak eder. Onun için verilen cüzü kirli sayılır. Ve Resûlullah (sav)'in âline (Hanedanına) haram olur"(2) hükmünü zikreder. İslâmî ıstılâhta zekât; "Bir müslümanın, haşimi ve haşimi'nin kölesi olmayan mü'min bir fakire, ondan hiçbir menfaat beklemeksizin, sırf Allahû Teâla (cc)'nın rızası için, malının bazısını temlik etmektir."(3) Zekâtın şer'i şerifteki tarifi budur. Tebyin'de de böyle tarif olunmuştur.

855- Kur'an-ı Kerim'de: "Namazınızı kılın ve zekâtınızı verin" emri, birçok Ayet-i Kerimede tekrar tekrar beyan buyurulmuştur.(4) Esasen zekât ibadetinin Kur'an-ı Kerim'in muhtelif sûrelerinde otuz iki defa zikredilmiş olması, meselenin ehemmiyetini kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Hz. Abdullah İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur. (Bu beş şey) Kelime-i Şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek ve Ramazan-ı Şerif orucunu tutmaktır"(5) buyurulduğu bilinmektedir. Yine Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mallarınızın zekâtını veriniz"(6) emrinin kat'iyyeti malûmdur. Dolayısıyla zekât; kitab, sünnet ve icmai ümmetle farziyyeti kat'i olan bir ibadettir. Nitekim Feteva-ı Hindiyye'de: "Zekât, muhkem bir farzdır. İnkâr eden kâfir olur. Vermeyen ise öldürülür. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir"(7) hükmü kayıtlıdır. Buradaki "Vermeyen ise öldürülür" hükmü üzerinde iyi tefekkür etmek borcundayız.

856- Ebû Hureyre (ra)'den rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) vefat ettikten sonra Hz. Ebû Bekir halife seçildi. O zaman arab kabilelerinden bir kısmı (Zekât hususunda) isyan ederek küfre döndü. Hz. Ebû Bekir (ra) isyan eden kabilelerle cihad etmeye karar verdi. Fakat Hz. Ömer (ra) buna mani olmak için "Sen bu insanlarla nasıl cihad edersin? Halbuki Resûl-i Ekrem (sav) "İnsanlarla "Lâ ilâhe illâllah, Muhammeden Resûlullah" deyinceye kadar cihad etmekle emrolundum. Kim bu şehadeteyn'i söylerse, malını ve canını şer'i bir vecibe olmadıkça, korumuş olur. Kalbinde gizlediğinin (Küfür ve şirkin) hesabı Allahû Teâla (cc)'ya aittir" buyurmuştur. Sen de bunu biliyorsun" dedi. Hz. Ömer (ra)'in bu sözü üzerine, Halife Hz. Ebû Bekir (ra): "Vallahi her kim namazla zekâtı birbirinden ayırırsa, mutlaka onunla harbederim. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allahû Teâla (cc)'ya yemin ederim ki; Resûlullah Sallâllahü Aleyhi Vesellem'e verdikleri bir dişi oğlağı benden esirgerlerse, bundan dolayı muhakkak onların boynunu vururum" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) dedi ki: "Vallahi bildim ki, bu sözler Allahû Teâla (cc)'nın Hz. Ebû Bekir'in gönlünde meydana getirdiği genişliğin bir eseridir. Bu sayede onlarla savaşmanın hak olduğunu öğrendim."(8) Yine İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanlarla "Lâ ilâhe illâllah, Muhammeden Resûlullah" deyib, namaz kılıb, zekât verinceye kadar cihad etmekle memur kılındım."(9)

857- Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Şu muhakkak ki (Yahudi) bilginlerinin ve (Hıristiyan) rahiblerinin bir çoğu batıl (sebebler)le, insanların mallarını yerler, (onları) Allah yolundan men ederler!.. Altını ve gümüşü yığıb ve biriktirip de, onları Allah yolunda harcamayanlar (yokmu?), işte bunlara pek acıklı bir azabı haber ver. O gün bunlar üzerinde (yakılacak) cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da, o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak, "Ğ İşte bu (Denilecek) nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız. Artık saklayıp, stok ettiğiniz bu nesneleri(n acısını haydi) tadın"(10) hükmü beyan buyurulmuştur.

858- Hz. Ömer (ra); bu Ayet-i Kerimede geçen "Stok hükmündeki (Kenz) malla" ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Zekâtı ödenen mal, toprak altında gömülü de olsa stok hükmüne (kenz'e) dahil değildir. Kenz (Stok, istif) hükmündeki mal, zekâtı edâ edilmeyen maldır. Zekâtı verilen mala gelince; o asla kenz (stok) hükmünde değildir. Velev ki toprak altında gömülü olmasa da, zekâtı verilmeyen malın sahibi, cehennemde dağlanacaktır"(11) İbn-i Abbas (ra) "Mallarını stok edib, Allahû Teâla (cc) yolunda harcamayanlar" Ayet-i Kerimesini tefsir ederken, "Allahû Teâla (cc) bununla, zekâtı verilmeyen malları ve o malların sahiblerinin durumunu izah buyurmuştur"(12) hükmünü zikreder. Allahû Teâla (cc)'nın kendisine ihsan buyurduğu malı; şer'i şerifin çizdiği hududlar içerisinde harcamayan ve cimrilik sebebiyle zekât ibadetini terkeden kimselerin, hem bu dünyada hem de ahirette azaba uğrayacakları kat'i nasslarla sabittir. Günümüzde "Zahiri" ve "Batıni" malların zekâtını tahsil edecek bir "Ulû'lemr" olmadığı için; zekât ibadetini hafife alanları cezalandırmak mümkün değildir. Ancak Allahû Teâla (cc)'nın dinine ihlâsla bağlı olan mü'minlerin, bu hususta hassasiyet gösterecekleri malûmdur.

ZEKÂTIN VÜCÛBUNUN ŞARTLARI

859- Zekâtın farz olması için; hem mükellefle, hem de malla ilgili, bazı şartların tahakkuku gerekir. Şimdi bu şartların üzerinde duralım.

860- MÜSLÜMAN OLMAK:
Hanefi fûkahası: "Bir kimseye zekâtın farz olması için, o şahsın müslüman olması şarttır. Zira zekât bir ibadettir. Kâfir ise ibadete ehil değildir. "İslâm", zekâtın vücûbunun şartı olduğu gibi, bekâsının da şartıdır. Kendisine zekât farz olduktan sonra irtidat eden bir kimseden zekâtın farziyeti düşer"(13) hükmünde ittifak edilmiştir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Darû'l Harb'te müslüman olan bir kâfir, müslüman olduktan sonra orada senelerce yaşasa, sonra da çıkıp Darû'l İslam'a gelse, bu kimseden "Ulû'lemr" zekât namına hiçbirşey almaz. Çünkü bu kimse "Ulû'lemr'in" velâyeti altında değildir ki, kendisinden zekât almak vâcib olsun. Ancak bu kimse; Darû'l İslâm'a gelmeden önce zekâtın farz olduğunu biliyor idiyse, onun zekât vermesi ile fetva verilir. Darû'l İslâm'da mûkim olan kimselerin durumu bu kaidenin hilâfınadır. Çünkü bu kimselerin -velev ki zekâtın farz olduğunu bilmeseler bile- zekât vermeleri farzdır. Siracü'l Vehhac'da da böyledir"(14) hükmü kayıtlıdır. Esâsen "Zahiri Malların" (Gizlenmesi mümkün olmayan, açıktaki) zekâtı; "Ulû'lemr" tarafından görevlendirilen "Amil" tarafından alınır.

861- HÜRRİYET:
Hanefi fûkahası: "Mülkiyetin tam olabilmesi için hürriyet şarttır. Köle'ye, velev ki ticaret yapabilmesi için izin verilmiş dâhi olsa, zekât farz değildir."(15) hükmünde ittifak etmiştir. Bir İslâm beldesi, istilâya uğrarsa, orda ikamet eden müslümanlar, acil ihtiyaçlarının dışındaki bütün imkânlarını cihad için sarfetmek mecburiyetindedirler.(16)

862- AKIL VE BÜLÛĞ:
Bir kimseye zekâtın farz olması için, o kimsenin akıllı ve bülûğa ermiş olması şarttır. Çocuğun ve delinin zekât vermeleri farz değildir. Ancak deliliğin bir sene boyunca (İnkitasız) devam etmesi şarttır. Nisab miktarı mala sahib olan kimse, sene başında ve sonunda birkaç gün sıhhat bulursa, zekât vermesi farz olur. Baygın olan kimseler, baygınlık hali bir yıl dahi devam etse, zekâta muhatabtırlar. Zira "Delilik" teklifi düşürür, ancak "Baygınlık" teklifi düşürmez.(17)

863- NİSAB MİKTARI MALA SAHİP BULUNMAK:
Resûl-i Ekrem (sav) zekâtın sebebini; nisab miktarı mala sahib olmakla izah buyurmuştur.(18) Nisab miktarından az olan mal için zekât farz olmaz.(19) Nisab miktarı; zekâtta esas olan mallarda birbirinden farklıdır. Bu husus üzerinde daha sonra duracağız.

864- MALA TAM MALİK OLMAK:
Zekâtın farz olmasının şartlarından birisi de; kişinin mala tam sahib olmasıdır. El konulan ve sahibinin tasarruf hakkı gasbedilen mallar da; zekâta tabi değildir.(20) Tam malik olmak; malın kişinin elinin altında bulunmasıdır. Malı bulunduğu halde, elinin altında olmazsa (meselâ; kadının kocasından olan mehri gibi) veya mal elinde olduğu halde kişi ona tam sahip olmazsa (Mukâteb köle ve borçlu gibi) zekât vermek farz olmaz.(21)

865-HAVAİC-İ ASLİYE'DEN FAZLA MAL:
Malın; havaici-i asliye'den (aslî ihtiyaçlardan) fazla olması ve nisaba ulaşması da şarttır. İçinde oturulan eve, giyilen elbiseye, evin zaruri eşyalarına, binek hayvanlarına, kullanılan silâhlara, aile fertlerinin senelik yiyeceğine, altın ve gümüşten olmayan kap-kacağa zekât gerekmez. Ayrıca inci, yâkut, zümrüt ve benzeri maddeler de, eğer ticaret için kullanılmıyorsa, zekâta dahil değildir. Nafaka temini için; sanatkâr kimselerin kullanmış olduğu aletlere ve ilim ehlinin kitaplarına da zekât gerekmez.(22)

866- BORÇLU OLMAMAK DA ŞARTTIR:
Hanefi fûkahası: "Kullar tarafından taleb edilen borçların hepsi zekâtın farz olmasına manidir"(23) hükmünde ittifak etmiştir. Nezirler, keffâretler, fıtır sadakaları ve hacc gibi, kullar tarafından istenilmeyen her borç, zekâtın farziyyetine mâni olmaz. Bir kimsenin borcundan sonra, nisab miktarından fazla malı mevcudsa, ona zekât vermek farz olur.(24) Borç olan kısmı yok hükmündedir. Zira o kendisinin değil, bir başkasınındır.

867- NİSABIN NAMİ OLMASI ESASTIR:
Zekâtın farz olmasının şarlarından birisi de; malın nami (üreyici, çoğalıcı) olmasıdır.(25) Nemâ (Çoğalma); ya doğma, doğurma, kazanma, kâr etme gibi "Hakiki" olur veya bir kimsenin elinde durması (Kendisinin veya vekilinin) sebebiyle artmaya elverişli olan mal gibi "Takdîri" olur. Hakiki nemâ da, takdirî nemâ da, hılki ve fiilî olmak üzere ikişer kısma ayrılırlar. Hılkî olanlar; altın ve gümüştür. Çünkü bunlar bizzat intifâ için, yani havaici asliyeyi gidermek için elverişli değildirler. Ticaret için niyyet edilsin veya edilmesin, "Altın ve Gümüşün" zekâtı verilir. Fiili olanlar ise, altın ve gümüşün dışında kalanlardır. Bunlarda nemâ; ticarete niyet etmekle olur. Bilindiği gibi ticarete niyyet de, ya serahaten (açıkca) beyanla veya delâleten sabit hâle gelir. Meselâ; ev yapmak için, bir arsa alan kimse ile arsa ticareti yapan kimse arasında fark vardır. Bir malın zekâtının verilmesi için, o malın sahibinin elinde bulunması ve malın artması veya temekkün etmesi (yığılması) lâzımdır. Artması olmayan ve temekkünü bulunmayan mal için zekât yoktur. Nitekim Dımar malı böyledir.(26) Hz. Ali (ra)'den rivayet edildiğine göre; "Dımar malında zekât yoktur"(27) Mal-ı dımar: "Aslında bir kimsenin malı olan ve onun milkine dahil bulunduğu sırada elinden çıkıp bir daha geri dönmesi umulmayan mal demektir. Muhıyt'te de böyledir."(28) İnkâr edilen borç, gömülüp tekrar bulunamayan mal, ve şahidleri, senetleri bulunmayan alacak vs... Bunlar hep dımar malıdır.

868- "HAVELANÜ'L HAVL" ŞARTTIR:
"Bir malda, üzerinden tam bir yıl geçinceye kadar zekât yoktur"(29) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi Fûkahası: "Zekâtın farz olmasının şartlarından birisi de, malın üzerinden bir sene geçmesidir. Zekâtta kameri yıla itibar olunur. Nisab senenin başında ve sonunda tamam olursa, sene içerisinde noksanlanmış olması, zekâtı düşürmez"(30) hükmünde ittifak etmiştir.

869- Bir mükellefin; nisaba malik olduktan sonra, zekât vermekte acele etmesi caizdir. Sebebleri mevcud olduğu için; geçmiş senelere ait zekâtları vermekte acele etmek şarttır. İmam-ı Muhammed (rha) "Zekât "Fevri" olarak (derhal ödenmek üzere) farzdır, tehiri caiz değildir. Zekâtını zamanında ödemeyen kimsenin şahidliği kabul edilmez"(31) buyurmaktadır. Bu husus iyi düşünülmelidir.

ZEKÂT İBADETİ NASIL EDÂ EDİLİR?

870- Molla Hüsrev: "Allahû Teâla (cc)'nın emrine kat'i olarak ittiba ve O'nun rızası için zekât'ı vermek esastır. Zira bu bir ibadettir. Allahû Teâla (cc): "Halbuki onlar ancak Allah'a, O'nun dininde ihlâs erbabı olarak ibadet etmelerinden... başkasıyla emrolunmamışlardır" hükmünü beyan etmektedir. Bu durumda, zekâtı edâ eden mükellef için ihlâs lâzımdır"(32) diyerek, en hassas noktaya işaret etmektedir. Çünkü insan; gerçekten mala düşkündür ve cimrilik sıfatıyla tanınır. Kur'an-ı Kerim'de: "Kendileri cimrilik yapıp, insanlara da cimriliği emredenler, bir de Allah'ın hazinesinden kendilerine verdiği nimetleri gizleyenler yok 'mu? Biz o nankörlere hor ve hakiyr edici bir azab hazırlamışızdır. Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını insanlara gösteriş için sarfedenleri (de Allah sevmez). Şeytan kime arkadaş olursa, o ne kötü bir arkadaştır"(33) hükmü beyan buyurulmuştur.

871- NİYYET:
Şurası malûmdur ki; zekât bir ibadettir. Her ibadette olduğu gibi niyyet şarttır.(34) Mükellef; zekâtını vermek için birisini vekil dahi tayin etse, niyyet etmesi esastır. Şayet bu şahsı vekil tayin ederken değil de, bu vekile zekâtı teslim ederken niyet etmiş olsa caiz olur. Miracü'd Diraye'de de böyledir. Bir mükellef; başka bir şahsa zekâtını teslim edib, onu fakirlere vermesini emretse, bu şahıs fakirlere verirken niyet etmese bu yine caiz olur. Çünkü bu durumda amirin (Emir veren mükellefin) niyeti bulunmaktadır. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.(35) Sonuç olarak; zekâtın edâsının ilk şartı; niyyettir. Malûm olduğu üzere "Niyyet"; ibâdet ile âdeti birbirinde ayırmak noktasından da, oldukça önemlidir.(36)

872- MİLK EDİNDİRMEK:
Mükellefin; zekâtı müstehak olan kimselerden birisine "Temlik"te bulunması, yani ona teslim etmesi de, edâsının şartlarındandır.(37) Niyyet edib; zekâtı vaadetmekle bu ibadet edâ edilmiş olmaz. Dolayısıylâ; hem niyyet, hem de tasadduk bir arada bulunmalıdır. Ayrıca; zekât verdiği kimseye, "Kendisinden hiçbir menfaat beklemediğini, Allahû Teâla (cc)'nın bu malı muhkem haberlerle kendisine verdiğini" beyanla, meselenin mahiyetini izah etmelidir. Ta ki; hem zekât veren, hem de zekâtı alan, nefsine herhangi bir pay ayırmasın!..

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT