EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

ŞİRKET NEDİR? - ŞİRKET ÇEŞİTLERİ - İŞ GÜCÜ ŞİRKETİ - FASİD ORTAKLIK
SERMAYE EMEK

ŞİRKET (ORTAKLIK) NEDİR?

1429- Önce kelime üzerinde duralım. Şirket, lûgatta; "iki ortağın sermaye ve emeklerini birbirine katmaları, mirasta, ganimette alım ve satımda birine ortak olmaları gibi manalara gelir.(124) Dolayısıyla; en az iki kişinin ihtiyari veya mecburi bir şekilde ortak olmaları söz konusudur. İbn-i Abidin; "Şirket, karıştırmak manasınadır. Fetihte zikredilmiştir ki; şirket iki hissenin birbirinden ayrılmayacak surette karıştırılması veya karışması manasınadır"(125) hükmünü zikreder. Bahsin devamında da: "Fûkahanın kelâmından anlaşılmıştır ki, şirketin lugavi manası ile şer'i manası birdir" diyerek konuya açıklık getirir.

1430- Kur'an-ı Kerim'de: "(Davud) dedi: Andolsun ki o senin dişi koyununu, kendi dişi koyunlarına (katmak) istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçek (mallarını birbirine) katıp-karıştıran ortakların çoğu mutlaka birbirine haksızlık eder. İman edip de, salih amellerde bulunanlar müstesna. Fakat bunlar da ne kadar azdır"(126) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse; Hz. Davud (as) döneminde de, şirket (ortaklık) meşrudur. Fakat karşılıklı olarak haklara riayetin güçlüğü belirtilmiştir.

1431- İmam-ı Serahsi, "fûkahadan hiçbirisinin şirketin meşruluğunu inkâr etmediğini, bu sebeble icma'ın hasıl olduğunu" kaydetmektedir.(127) İmam-ı Merginani: "Şirket (ortaklık) caizdir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in İslâm'ı tebliğ ettiği dönemde insanlar şirket kurarak iş yapıyorlardı. Onları (bundan men etmeyip) kendi hallerine bıraktı"(128) hükmünü zikretmektedir. İbn-i Abidin: "Şirketin meşru olması kitap, sünnet, icma-i ümmet ve akılla sabittir. Fetih'te: "Şüphe yok ki; şirketin meşru olması sabit olma cihetinden pek açıktır. Çünkü, Peygamber Efendimiz (sav) zamanından bugüne kadar hiç kesilmeden şirket (ortaklık) tesisi devam edegelmiştir. Bundan dolayı şirketi muayyen bir Hadis-i Şerifle ispat etmeye ihtiyaç yoktur"(129) buyurmaktadır.

1432- Ebû Hureyre (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Kutsi'de; "Ortaklardan biri diğerine hıyanet etmediği müddetçe, ben iki ortağın üçüncüsüyüm. Birbirlerine hıyanet ettiler mi, aralarından ayrılırım"(130) hükmü beyan buyurulmuştur.

1433- Resûl-i Ekrem (sav) İslâm'ı tebliğ ile görevlendirilmeden önce Mekke'de; Saib İbn-i Şüreyk isimli bir zatla, ortak ticari faaliyette bulunmuştur. Nitekim Mekke'nin fethi gününde, bu zat, Peygamber'in huzuruna gelerek; "- Ya Resûlullah!.. Beni tanıdınız mı?" diye sormuş, Resûl-i Ekrem (sav): "- Seni nasıl tanımam!.. Sen benim ortağım idin, sen ne hayırlı bir ortaktın"(131) diyerek iltifatta bulunmuştur. Diğer bir rivayette Saib'e hitaben: "- Merhaba kardeşim ve ortağım!.. Müdaraa etmez ve yüze gülmezdin. Ey Saib!.. Cahiliyye döneminde bir kısım işler yapıyordun, bunlar senden kabul edilmezdi. Bugün ise yaptıkların kabul görecektir"(132) buyurmuştur. Yani şirket; şer'i noktadan meşrudur.

KAÇ ÇEŞİT ŞİRKET VARDIR?

1434- Hanefi fûkahası: "Şirket mahiyeti itibariyle önce ikiye ayrılır. Birincisi: Şirket-i Mülk (Mülk ortaklığı). İkincisi: Şirket-i Akid'dir. (Sözleşme, bağlantı ortaklığı). Şirket-i Mülk; herhangi bir sebeble iki kişinin malının karışması veya karıştırılması sonucu ortaya çıkar. Akid ortaklığı (Şirket-i Akd) ise; tarafların rızası sonucu, yani icap ve kabulle meydana gelir"(133) hükmünde müttefiktir.

ŞİRKET-İ MÜLKÜN MAHİYETİ VE KISIMLARI

1435- Mülk edinme vasıtalarından olan satın alma, hibe, vasiyyeti kabul veya miras gibi bir sebeple, yahut malları ayrılması mümkün olmayan bir şekilde karıştırmak suretiyle; bir malın birden çok kimse arasında müşterek olmasına "Şirket-i Mülk" denir. Müşterek mülkiyetin meydana gelmesi tarafların rızasının dışında ortaya çıkarsa buna cebri ortaklık denir. Miras veya malları karıştırmak gibi!.. Tarafların rızasıyla olursa buna ihtiyari ortaklık denilir. Bir malı iki kişinin satın alması gibi!.. Dolayısıyla mülk ortaklığı; cebri ve ihtiyari olmak üzere iki kısma ayrılır.(134)

1436- Şirket-i Mülk'ün rüknü; hisseleri birleştirmektir.(135) Bu birleştirmenin cebri veya ihtiyari olması mahiyete tesir etmez. Şirketi Mülk'te (Mülk ortaklığında); ortaklardan birisinin diğerinin hissesini, onun izni olmadan tasarruf etmesi caiz değildir. Ancak ittifak ederlerse, diledikleri gibi tasarrufta bulunabilirler.(136) Müşterek mülkün geliri; ortaklar arasında hisselerine göre taksim olunur. Hiç kimse payından fazlasını talep edemez. Müşterek mülk taksim edilmeye elverişli ise; taraflar anlaşma suretiyle mallarını ayırabilirler.(137).

1437- Müşterek milkiyet, malın çeşidi bakımından da iki kısma ayrılır. Birincisi: Şirket-i Ayn'dır. Bu, belli ve mevcut bir malda müşterek mülkiyettir. İki kişinin bir koyunda yahud bir sürü koyunda şayian iştirakleri gibi.(138) İkincisi: Şirket-i Deyn'dir. İki kişinin başka birinin zimmetinde bulunan şu kadar para veya mal alacaklarında müşterek olmaları gibi!.. Alacaklılardan her biri ne elde edebilirse, diğer alacaklı da buna ortaktır. Borçlu, birinin payını ödeyip, diğerinin payını erteleyemez.(139)

ŞİRKET-İ AKD'İN (AKİD ŞİRKETİ'NİN) MAHİYETİ

1438- İki kişinin ticaret yapmak üzere; sermayelerini veya iş güçlerini ortaya koyarak, elde edilen kârı veya zararı paylaşmaları söz konusudur. Hanefi fûkahası, akid şirketini: "İki veya daha fazla kimsenin sermaye ve zararı-kârı müşterek olmak üzere şirket (ortaklık) kurmalarından ibarettir"(140) şeklinde tarif etmiştir. Sermaye nakit para olabileceği gibi, amel ve itibar da olabilir. Nitekim "Dürri'l Muhtar'da" akid şirketleri tasnif edilirken "Şirket-i akid dört kısma ayrılır. Bunlar mufavaza, inan, tekabül ve vücûh'tur. Tekabül ve vücûhtan her biri mufavaza ve inan da olurlar" denilmiştir. İbn-i Abidin'de bu metni şerhederken: "Bu takdirde şirket-i akid altı kısım olmuş olur. Buna göre musannif "Şirket-i Akid: "Şirket-i emval, Şirket-i Amal, Şirket-i vücûh kısımlarına ayrılır. Bunlardan her biri de Şirket-i Mufavaza veya Şirket-i İnan nev'ilerine ayrılır" demeliydi. Nitekim Tahavi, Kerhi ve Zeylâi de böyle zikretmişlerdir"(141) buyurmaktadır.

1439- Şirket-i Akd'in rüknü; icap ve kabuldür. Bu ise ortaklardan birinin diğerine: "- Seni, şu meşru şartlarla, buna ortak ettim" teklifinde bulunması, diğerinin de "- Ben de kabul ettim" demesidir. Kafi'de de böyledir. Bu ortaklıkta şahit bulundurulması mendubtur. Farz veya vacip değildir. Nehrû'l Faik'te de böyle zikredilmiştir.(142)

1440 Akid Şirketi'nin hükmü; tarafların üzerinde akid yapılan şeyin; hem kârında, hem zararında ortak olmalarıdır.(143)

1441- Akid şirketinin caiz olmasının bazı şartları vardır. Birincisi; üzerinde akid yapılan şeyin vekâlet kabul etmesidir. İkincisi; taraflar kârın miktarını açıkça beyan etmelidirler. Üçüncüsü; tarafların kârda ortak olmaları; "yüzde beş, onda bir" gibi muayyen olmamalarıdır. Zira daha fazla kâr etme ihtimali olduğu gibi, zarar ihtimali de mevcuttur. Ortaklardan birinin (muayyen hisse sebebiyle) kârdan mahrum olması akdi ifsad eder. 1442- İmam-ı Muhammed (rha)'e göre şirket-i akid senedi şöyle yazılır: "Fülan ile fülan, Allahû Teâla (cc)'tan ittika ve emaneti yerine getirmek üzere ortak olmuşlardır" denildikten sonra her birinin sermayeleri beyan edilir. Ellerinde bulunan sermaye ile her ikisi birden veya ayrı ayrı olarak peşin veya veresiye alıp satabilirler. Her ne kadar şirket-i akid ile ortaklardan her biri muameleleri yapabilirler ise de, bazı alimlere göre bunların açıklanması lazımdır. Aralarındaki kârın sermayelerine göre olacağı da açıklanır. Biz hanefilere göre; kârın aralarında farklı olacağını şart koşarlarsa, bunun da yazılması lazımdır. Birinin bu tarihten önce kendisi için almış olduğu malda diğerinin hak iddia etmemesi için ortak oldukları günün tarihinin yazılması da lazımdır.(144)

SERMAYE ŞİRKETLERİ (ŞİRKETÜ'L EMVAL)

1443- İki veya daha fazla şahısların; ticaret yapmak için, kâr ve zarara ortak olmaları şartıyla, her birinin belli bir meblağa sermayeye iştirak etmeleri sonucu "Şirket-i Emval" meydana gelir. Sermaye şirketleri ya "mufavaza" veya "inan" şirketi olur. Şimdi bunlar üzerinde duralım.

A) MUFAVAZA ŞİRKETİ
1444- Önce kelime üzerinde duralım; kelimenin kök sigası olan "fevd"; bir işi başkasına tevdi etmek, eşit olmak ve her şeye eşit şartlarda iştirak etmek gibi manalara gelir.(145) "Fevda" burada; eşit şekilde iştirak manasınadır. İmam-ı Merginani; "Fevda" manasında olan Mufavaza'da; başlangıçta ve sonuçta eşitliğin gerçekleştirilmesi kaçınılmazdır."(146) diyerek, kelimenin "Müsavat, eşitlik" manasında kullanıldığına işaret etmektedir.

1445- Hanefi fûkahası, Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mufavaza ortaklığı yaptığınız zaman, onu güzel yapınız"(147) ve "Mufavaza ediniz!.. Çünkü o bereketin en büyük olanıdır"(148) Hadis-i Şeriflerini esas alarak "Şirket-i Mufavaza'nın" caiz olduğunda ittifak etmiştir. İmam-ı Malik (rha) "Mufavazayı (meşru mu, değil mi) bilmiyorum" derken(149) İmam-ı Şafii (rha) mufavazanın caiz olmadığını beyan etmiştir.(150) Zira ortaklardan her birinin kendi malından gelen kâra diğerini ortak kılmasının aldatma olduğu kanaatindedir. Bu husustaki hadislerin ise "Garib" veya "Zaif" olduğunu esas almışlardır.

1446- MUFAVAZA ŞİRKETİ NASIL MEYDANA GELİR?: Şartları haiz iki kişi: "Biz mufavaza ortaklığı yapacağız. Az olsun, çok olsun, beraber alıp, beraber satacağız. Toptan olsun, perakende olsun, peşin olsun, veresiye olsun; her birimiz kendi reyi ile iş yapacak. Allahû Teâla (cc)'nın vereceği rızkı (kârlı ve zararlı) taksim edeceğiz" derlerse, şirket-i mufavaza teşekkül etmiş olur. Muzmarat'ta da böyledir.(151) Mufavaza şirketi; hür ve bülûğa ermiş iki mü'min arasında kurulabilir. Zira ortaklar arasında her yönden eşitlik aranır.

1447- MUFAVAZA'NIN ŞARTLARI: Şirket; ticari bir olay olduğu için önce "Sermaye" üzerinde duralım. Şirkete dahil olacak ortakların; bütün mallarını sermaye yapmaları söz konusudur. Bu malların miktar ve değer bakımından eşit olması şarttır.(152) Ayrıca şirket sermayesinin; nakit ve tedavülde geçerli bir para olması gerekir.(153) Ortaklar; başkası üzerinde bulunan alacaklarını sermaye yapıp, mufavaza kuramazlar. Ayrıca mal ve akarların şirket sermayesi yapılması da caiz değildir.

1448- Ortaklar kefalet ehlinden olmalıdır. Yani; hür, bülûğa ermiş, akıllı ve aynı dinden olmalıdırlar.(154) Müslümanla, zimmet ehl-i gayri müslim arasında mufavaza şirketi kurulamaz.(155) Zira, mufavazada ticarette serbest olmak da esastır. Gayr-i müslim zimmi; şarap, domuz vs. gibi haram olan şeylerin de ticarete konu olmasını isteyebilir. Kendisi için bunlar mal hükmündedir, ama mü'min için mal hükmünde değildir. Dolayısıyla eşitlik bozulur.

1449- Mufavaza şirketi; hem vekaleti, hem de kefaleti ihtiva etmektedir.(156) Bu sebeble her ortak, ticaretin konusuna giren sorumluluk, gasb, helâk gibi her türlü konularda, diğer ortağının kefilidir.

MUFAVAZA'NIN KISIMLARI
1450- MUFAVAZA - TEKABBÜL (SANAİ - AMEL) KISMI: Amel şirketi kurulurken ortaklar mufavaza sözünü veya mufavaza şartlarını haiz bir şekilde bu şirketi gerçekleştirmişlerse, böyle bir şirket "Mufavaza-Tekabbül Şirketi"dir.(157) Bu durumda her ortak; iş kabulünde bulunabilir ve bundan doğacak zarar ve sorumlulukları paylaşır.

1451- MUFAVAZA - VÜCÛH (KREDİ) KISMI: Vekâlet ve kefalet ehliyetine haiz iki şahıs; veresiye mal alıp, peşin satmak, kârı aralarında yarı yarıya müşterek ve birbirine kefil olmak üzere şirket kursalar, böyle bir şirket vücûh (itibar, kredi) şirketinin mufavazası olur.(158).

B) ŞİRKETÜ'L İNAN
1452- Önce kelime üzerinde duralım. İnan; açık olmak manasınadır. Dizgin (Atın yuları) manasını da ifade eder.(159) Hanefi fûkahası; "İnan şirketi belli bir nevi ticarette veya umumi ticarette bulunmak için iki veya daha fazla şahsın, muayyen bir sermaye koyup, kârı aralarında anlaştıkları oranda paylaşmak şartıyla kurdukları şirkettir"(160) tarifini esas almıştır. İnan ortaklığı; ticaretle uğraşan herkes arasında caiz olur. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir. Bu ortaklık; erkeklerle kadınların, bülûğa ermiş kimselerle sabilerin, hürlerle, ticaret yapmasına izin verilmiş kölelerin ve müslümanlarla kâfirlerin arasında da caizdir. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir.(161) Şirket-i inan; kefil olmayı değil, birbirine vekil olmayı gerektirir. Dolayısıyla kefalet sözkonusu olmadığından; ortakların vasıflarında genişlik söz konusudur.(162)

1453- İnan şirketinde ortakların koyduğu sermayenin eşit olması şart değildir. Farklı da olabilir.(163) Ayrıca, ortaklar bütün sermayelerini koymak mecburiyetinde değildirler. Sermayelerinin dışında başka paraları da olabilir. Sermayenin vasıf ve değerinin farklı olması da mümkündür. Dikkat edilecek husus; kuruluş esnasında ortakların sermaye ve kâr paylarının oranlarını kat'i olarak belirlemeleridir.(164) Eğer bu belirlenmez; meçhul kalırsa, şirket fasid olur.

1454- İmam-ı Muhammed (rha)'e göre Şirket-i İnan'ın yazılı sözleşmesi şu şekildedir: "Bu şirket fülan ve fülan arasında, emaneti edâ edip, yerine getirme hususunda Allahû Teâla (cc)'dan ittika üzere kurulmuştur" diye yazılır. Sonra ortaklardan her birinin sermaye miktarı kaydedilir. Daha sonra bu sermayelerin tamamının hangi ortağın elinde olacağı, bununla toptan veya perakende alışveriş yapacakları ve kendi reyi ile davranıp davranamayacağı, peşin veya veresiye satabilecekleri, belirtilir. Sonra kârın ve zararın aralarında sermayelerinin nisbetinde taksim edileceği sözleşmeye yazılır. Şayet ortaklardan birisi, kârdan fazla veya noksan almak gibi bir şart koşarsa, bunun da kaydedilmesi gerekir. Sözleşmenin sonuna; "Şu ayın, şu gününden itibaren bu sözleşmeye göre bu şahıslar ortak olmuşlardır" diye yazarlar Fethû'l Kadir'de de böyledir.(165)

ŞİRKET-İ İNAN'DA "KÂR VE ZARAR" MESELESİ
1455- Şirket-i İnan'da ortakların koydukları sermaye paylarının eşit, kâr paylarının farklı olması mümkündür. Bizzat çalışan ortak; sermayesinin nisbetinden fazla kâr talep eder, diğerleri de bu talebi olumlu karşılarlarsa mesele yoktur.(166) Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kâr, iki ortağın şart kıldıkları gibidir. Zarar ise; sermayenin nisbetine göre taksim olunur"(167) buyurduğu bilinmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Ortaklar beraber çalışıp kazanırlarsa; kâr, beyan ettikleri (anlaştıkları) şartlara göre taksim edilir. Ancak zarar, her ortağın sermayesi nisbetinde paylaştırılır. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir"(168) hükmü kayıtlıdır.

1456- Şirket-i İnan'da ortakların; alım-satım, icar ve diğer işleri için tayin ettikleri vekilleri azletme hakları vardır.

İŞ GÜCÜ ŞİRKETİ

1457- Fıkıh kitaplarında; tekabül, senayi, amel, ebdan ve muhterife gibi isimlerle anılan şirket; mahiyet olarak aynıdır. Farklı isimler verilmesinin sebebi; ortakların bağlı olduğu iş durumudur. "Ebdan" denilmesi; ortakların iş güçlerini ortaya koymaları sebebiyle teşekkül etmesindendir. "Tekabül" denilmesi; her ortak iş kabul etmede, diğer ortağın vekili olduğu içindir. "Sanayi, Amel" denilmesi; herkesin sanatlarını "iş sermayesi" olarak ortaya koymalarını beyandır. Bu şirketi şu şekilde tarif etmek mümkündür: "İki veya daha fazla kimsenin, belli bir iş yapma veya iş kabul etmede, iş güçlerini ve sanatlarını ortaya koyarak ortaklık tesis etmeleridir. Anlaştıkları esas üzere kârı paylaşırlar"(169) Eğer kâr nisbeti eşit olursa mufavaza, farklı nisbetlerde olursa "inan" şirketi teşekkül eder.

1458- İbn-i Abidin "iş gücü" şirketini şu şekilde tarif ediyor: "Şirket-i Tekabbül: İki terzi, yahut bir terzi ile bir boyacı gibi iki sanatkârın, başkalarından iş kabul etmek ve elde ettikleri kazancı aralarında taksim etmek üzere yaptıkları ortaklıktır. Buna "Şirket-i Sanayi", "Şirket-i Amal" ve "Şirket-i Ebdan'da" denilir. Şirket-i Tekabbül'de; sanatın ve mekânın bir olması şart değildir. Fakat ücrete müstehak olabilmeleri için kabul ettikleri işlerin helal olması şarttır"(170) Şafii fûkahası; şirketin kurulabilmesi için, sermayenin şart olduğunu esas alarak bu şirket biçiminin batıl olduğuna hükmetmiştir.(171)

1459- Hanefi fûkahası; Abdullah İbn-i Mes'ud (ra)'dan rivayet edilen Hadis-i Şerifi esas alarak "iş gücü" şirketinin sahih olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav) döneminde bu tür şirketin insanlar arasında yaygın olduğunu ve budan men edilmediklerini delil olarak getirmişlerdir. Şirkette asıl olan (gaye) kâr elde etmektir. Kâr ise, yalnız sermayeye bağlı değildir, iş gücü de gereklidir. Nitekim bir terzi; bir dikim işini taahhüd etse, daha sonra bunu mahir olan başka birine ücret vererek diktirse, sahibine teslim ettiği an dikiş parasını alabilir.(172) Kaldı ki; bu tür şirkette her ortak diğerinin vekilidir. Vekâlet ise caizdir.(173)

1460- Aynı meslekte olan iki kişinin yaptıkları ortaklığın meşru olduğunda; Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheblerinin müçtehidleri ittifak etmişlerdir. Mesela; terziler, marangozlar, doktorlar ve mühendisler, kendi aralarında iş gücü şirketi kurabilirler.(174) Farklı meslekte olan insanlar (mesela; bir tezi ile bir boyacı) böyle bir şirket teşekkül ettirebilirler mi? Hanefi fûkahası; bazı şartlara riayet ederek bunun da caiz olduğunu esas almıştır.(175) Bu şartlar:

1) Şirketin hedef aldığı iş helal olmalıdır.
2) Yapılacak işte vekâlet mümkün olmalıdır. Eğer yapılacak iş vekâlete müsait değilse, şirket sahih olmaz. Mesela; mahkemede şahitlik etmek veya dilenmek için şirket kurulamaz.
3) Ortaklardan birinin iş taahhüdünde bulunabilme selâhiyeti elinden alınmamalıdır.

1461 İş gücü şirketinde; ortaklardan birinin elde ettiği kazanç anlaştıkları şarta göre (diğer ortak hasta olsa veya sefere gitse veya özürsüz olarak kasden çalışmasa bile) taksim edilir. Çünkü şart; alınan işin mutlak surette yapılmasıdır. Yoksa, işi kabul edenin yapması değildir.(176)

ŞİRKETÜ'L VÜCÛH (KREDİ-İTİBAR ŞİRKETİ)

1462- Hanefi fûkahası: "Şirket-i Vücûh: İki kişinin sermayeleri olmadığı halde, halk ve tüccarlar nezdindeki itibarlarına (kredilerine) dayanarak, veresiye mal satın almak, bu malları satıp borçlarını ödemek ve elde edilecek kârı aralarında taksim etmek üzere kurdukları bir ortaklıktır"(177) tarifini esas almıştır. İbn-i Abidin: "Buna "Şirket-i Mefalis" de denilir. Bu şirket, şeref ve itibar sahipleri tarafından kurulacağı cihetle "Şirket-i Vücûh" sermayeleri bulunmadığı cihetle de "Şirket-i Mefalis" adını almıştır."(178)

1463- Şirket-i Vücûh; belli bir nevi ticaret yapmak için kurulabileceği gibi, her çeşit ticaret yapmak üzere de kurulabilir. Birincisine: "Şirket-i Vücûhu Hassa" (Özel kredi şirketi), diğerine: "Şirket-i Vücûhu Amme" (Genel Kredi Şirketi) denilir.(179) İhtilafa meydan vermemek için şirketin kuruluş tarihinin kaydedilmesi gerekir.

1464- Vücûh (kredi) şirketi iki kısma ayrılır:

Birincisi: Ortaklar hem vekâlet, hem kefaletli yetkili olup, aynı haklara sahip iseler mufavaza söz konusudur. Aldıkları malın, kârın ve zararın yarısına ortaktırlar. Biri diğerinden daha fazla kâr alamaz.(180)
İkincisi: Ortaklar arasında sadece vekâlet sözk onusu olur, eşitlik aranmaz. Alınan mallarda ortaklar arasında pay farklılığı olabileceği gibi, kâr oranı da farklı olabilir. Bu durumda "inan" ortaklığı gündeme girer.(181)

FASİD ORTAKLIK

1465- Ortaklığın sahih olması için gereken şartlardan birisi bulunmayan ortaklığa "Fasid" denir.(182) Batıl ile fasid arasında önemli bazı farklar vardır. Fasid ortaklıkta eksik olan vasıf tamamlanabilir. Batıl olan ortaklık ise haramdır ve meşrû değildir.

1466- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İnsanlardan ot, su ve ateşi menetmeyiniz. Zira bunlar misafir ve yolcuların azığı, zayıfların kuvvetidir."(183) buyurduğu bilinmektedir. Hz. Ömer (ra)'den gelen bir rivayette, bunlara "tuz"da ilave olunmuştur. Yine bir başka Hadis-i Şerif'te: "Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: "Su, ot ve ateş" buyrulmuştur. Buradaki ortaklar şirket manasına değil, kullanma serbestliğidir.(184) Nitekim Mecelle'de: "Su, ot ve ateş mübahtır. İnsanlar bu üç şeyde ortaktırlar. Yeraltında cereyan eden sular kimsenin mülkü değildir"(185) hükmü yer almıştır. Denizler ve büyük göller de aynı hükme tabidirler. Mübah olan maddelerde şirket sahih değildir. Çünkü, şirket, vekâleti gerektiren bir hadisedir. Mübah olan şeyleri almak için, başkasını vekil tayin etmek sahih değildir.(186)

1467- Kur'an-ı Kerim'de: "Hem kendinize hem de yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı ve onu yemek size helal kılındı. İhramda olduğunuz sürece size kara avı yasaklandı"(187) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayette; deniz avı, avın yenilmesi ve kara avcılığı (ihramda olma hali hariç) serbest bırakılmıştır. Dolayısıyla herkes için "Müşterek mübahlar" cümlesindendir. Avcılardan her biri, elde ettiği avın sahibidir.(188)

ŞİRKETLERLE İLGİLİ MUHTELİF MESELELER

1468 Ortaklardan birisi; diğer ortağının malının zekâtını, onun izni olmadan veremez.(189) İzni olursa verebilir. Zira zekât; ticari bir hadise değil, bir ibadettir. İhlâs, niyet ve temlik şarttır.

1469 İki ortaktan birisi ölse; diğer ortağı onun öldüğünü bilsin, bilmesin "Şirket-i Akid" bozulur.(190) Eğer ortaklar üç kişi olup birisi ölse; onun hakkında ortaklık bozulur, diğer, ikisi arasında yine devam eder. Bilindiği gibi şirkette vekâlet önemlidir. Ölümle birlikte vekâlet sona erer.(191) Sonuç olarak; ortaklardan birinin ölümü sonucu şirket dağılırsa; müteveffanın varisleri hisselerini alırlar. Eğer ortak sayısı ikiden fazla olur ve birinin ölümü sonucu şirket dağılmazsa; mütevaffanın varislerine hisseleri ödenir.

1470 Ortaklardan birisi diğerine "Seninle çalışmak istemiyorum" derse; bu, "ortaklığı feshettim" demesi yerine geçer.(192) İki ortaktan biri (Allah muhafaza buyursun) irtidat ederse, kendisine mühlet verilir. Eğer irtidatla birlikte Darû'l Harbe iltihak ederse, hüküm kadıya aittir. Mürted; ölür veya öldürülürse ortaklık sona erer.(193).

1471 Mufavaza ortağı olan üç kişiden birisi kaybolunca, kalan iki ortak, ortaklığı feshetmek isteseler bile, kayıp bulununcaya kadar feshedemezler.(194).

1472 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allahû Teâla (cc)'nın eli (yardımı) cemaatle beraberdir"(195) buyurduğu bilinmektedir. Mü'minlerin bir araya gelerek şirket kurmaları elbette sevinilecek bir olaydır. Ancak bu işe karar veren mü'minlerin; bu husustaki İslâmi hükümleri en ince ayrıntılarına kadar öğrenmeleri farz-ı ayndır. Ayrıca helal ve haram hududlarını titizlikle muhafaza etmeleri zaruridir.

MUDARABA'NIN MAHİYETİ (SERMAYE-EMEK İLİŞKİSİ)

1473- Önce kelime üzerinde duralım. "Mudaraba"; darb kökünden türemiş bir kelimedir. Yeryüzünde dolaşmak, yola çıkmak veya yol tepmek gibi manalara gelir. Araplar; ticaret için sefere çıkmaya, "Darbu'n fi't Ticare" demişlerdir.(196) İslâmi ıstılahta: "Bir taraftan sermaye, diğer taraftan emek olmak üzere, kâr hususunda yapılan anlaşmaya mudaraba denir" tarifi esas alınmıştır. Nitekim Mecelle'de: "Mudaraba, bir taraftan sermaye ve diğer taraftan sa'y ve amel olmak üzere bir nevi şirkettir. Sermaye sahibine Rabbü'l Mal ve amile (emek sahibine) mudarib denilir."(197) hükmü yer almıştır. Esasen, taraflar kâr üzerinde anlaşma yaptıkları için buna "Kâr Ortaklığı" demek mümkündür. Hicaz fûkahası, mudaraba ortaklığını "El Kırad" olarak isimlendirmişlerdir.(198).

1474- Mudaraba ortaklığı; cahiliye döneminde, Araplar arasında yaygın olan bir muameledir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav), peygamberlikle görevlendirilmeden önce Hz. Hatice (r.anha) ile böyle bir anlaşma yapmıştır.(199).

1475- Kur'an-ı Kerim'de: "Yeryüzünde gezip, Allahû Teâla (cc)'nın lütfu ve keremini talep etmek" hassaten zikredilmiştir.(200) Müfessirler bu Ayet-i Kerimeler'in tefsirinde, "Mudaraba" üzerinde durmuşlardır.(201).

1476- Resûl-i Ekrem (sav), bir hutbesinde: "Dikkat ediniz!.. Yetim malını kim idaresinde bulundurursa, o malla yetim için mudaraba yapsın. Malı kendi haline bırakmasın, yoksa zekât onu bitirir"(202) hükmünü beyan buyurmuştur. Sahabe-i Kiram arasında mudaraba ortaklığı cereyan etmiş, bunu hiç kimse inkâr etmemiştir. Dolayısıyla mudaraba; kitap, sünnet ve Sahabe-i Kiram'ın icması ile sabittir.

1477- MUDARABA'NIN RÜKNÜ: Mudaraba'ya delâlet eden, bir söz ile icap ve kabulden ibarettir.(203) Mesela: Sermaye sahibi mudaribe hitaben: "- Şu paraları al, sermaye yap. Meydana gelen kârı aramızda yarı yarıya (veya ikili birli) taksim edelim. Mudaraba yoluyla çalış" derse, mudarib de: "- Aldım ve razı oldum" şeklinde cevaplandırırsa, mudaraba mün'akid olur. Anlaşmada dikkat edilecek husus; kat'iyyet belirtmesi ve mazi sığasının kullanılmasıdır.(204) İcap ve kabulde; sözlerin taşıdığı manaya itibar edilir, şekil önemli değildir.(205) Ancak, kat'i olması ve şüpheye yer bırakmaması esastır.

1478- MUDÂRABA'NIN ÇEŞİTLERİ: Mudaraba iki kısımdır. Biri mudaraba-ı mutlaka (mutlak mudaraba) ve diğeri mudaraba-ı mukayyededir.(206) Mutlak mudaraba: Zaman, yer, ticaret nev'ileri ve alışveriş yapılacak şahısları belirlemede sınırsız olan mudarabadır. Sermaye sahibi; fiyat hareketlerinden ve değişik ekonomik sebeblerden dolayı mudaribe, belli yer ve sınırlı ticareti şart koşabilir. Bu durumda karşımıza "Mudaraba-ı Mukayyede" (Sınırlı Mudaraba) ortaya çıkar.(207).

1479- Mudaraba hüküm bakımından da; iki kısma ayrılır. Birincisi: Gerekli olan rükün ve şartlara uygun olan sahih mudarabadır. Eğer rükün ve şartlardan biri veya akd-i ifsad eden başka bir şart ortaya çıkmışsa, buna da "gayr-i sahih mudaraba" denilir. İkincisi de budur.(208)

1480- MUDARÂBA'NIN ŞARTLARI: Sermaye sahibinin vekil tayin etmeye (tevkile), mudaribin (emek sahibinin) vekâlete ehliyetleri şarttır.(209) Dolayısıyla akli noksanlık, delilik, bunaklık ve temyiz gücünün olmaması mudarabaya engeldir. Bülûğa ermemiş; fakat temyiz gücü bulunan çocuğun mudaraba akdi yapması, velisinin izniyle sahih olur.

1481- Mudaraba sermayesinin ayni ve nakdi olması şarttır.(210) Hanefi fûkahası; kendisiyle şirketin sahih olduğu malı esas almıştır. Ticaret malı veya başkasında bulunan alacak, mudaraba sermayesi olarak gösterilemez.(211) Ancak herhangi bir ticaret malını mudaribe teslim eder ve: "Bu malı sat ve elde ettiğin para ile mudaraba et, kârda müşterek olalım" derse, bu sahih bir icap olur. Mudarib: "Aldım ve razı oldum" diyerek kabul ederse, mudaraba akdi meydana gelir.

1482- Mudaraba sermayesinin; miktar, cins ve nitelik bakımından bilinmesi şarttır. Zira, sermaye bilinmediği takdirde, kârın tesbiti mümkün olmaz, bu durumda ihtilaf zuhur eder.(212) Ayrıca akid yapıldığı zaman sermayenin müdaribe teslim edilmesi şarttır.(213).

1483- Sermaye sahibi ve mudarib arasında; kâr payının oranları belli olmalıdır.(214) Kâr oranı; yarı yarıya olabileceği gibi; üçte biri, üçte ikisi, gibi de olabilir. Ancak belli bir oran tayin edilmezse mudarebe akdi fasid olur.(215).

1484- Sermaye sahibi; anlaşma esnasında mudarible beraber çalışma şartını ileri sürerse, akid sahih olmaz. Ancak herhangi bir şart ileri sürmeksizin; mudaribin rızası ile yardımcı olursa bu sahihtir. Zira zorlama söz konusu değildir.

1485- SERMAYE SAHİBİNİN (RABBÜ'L-MALIN) HAKLARI: Mudaraba'da kazanç; emek ve sermayenin getirdiği bir gelirdir. Gerek sermaye sahibinin, gerek işleticinin (mudaribin) gayesi; kazanç elde etmektir. Sermaye kâr getirmezse, işleticinin (mudaribin) bir hakkı olamaz. Kazanç ortaya çıktığı zaman; anlaşmada kat'iyet kazanan oranda, her iki tarafda hakkını alır. Bu hususta herhangi bir ihtilaftan söz etmek mümkün değildir. Ancak sermaye sahibi, ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaktır. Mudaraba'nın süresi sona ermeden; iki tarafın müşterek olduğu kârdan hisse almaları mümkün müdür? Hanefi fûkahası; "Sermaye, işleticinin elinde olduğu müddetçe mudarabanın hükmü devam eder. Şayet kârın daha önce taksimini doğru bulursak asl (sermaye) dan, fer'in (kârın) taksimi ortaya çıkmış olur ki, bu da caiz değildir"(216) hükmünde ittifak etmiştir. Ancak mudarib razı olursa; nakit olan sermayesinden ihtiyacını karşılayabilir veya karz (borç) alarak daha sonra ortaya çıkacak kârdan ödeyebilir.(217).

1486- Sermaye sahibi; mudaraba için alınmış olan ticaret eşyasını işleticiye (mudaribe) zarar vermemek şartıyla satabilir.(218) Ancak bu hususta mudaribin rızası gerekir. Rızası olmadığı müddetçe satamaz.

1487- Sermaye sahibinin; mudaraba malını, ücretini ödemeden kullanması caiz değildir. Kullanma ihtiyacı olursa; mutad olan ücreti ödeyerek satın alır.(219).

1488- MUDARİBİN (İŞLETİCİNİN) HAKLARI: Sermaye sahibinden almış olduğu "mudaraba sermayesi"; emanet hükmündedir. Nitekim Mecelle'de: "Mudarib emindir. Onun elindeki sermaye vedia (Emanet) hükmündedir. Sermayede tasarruf etmesi noktasında Rebbü'lmal'in (sermaye sahibinin) vekilidir."(220) Hükmü yer alır. Kâr ortaya çıktığı zaman, anlaştıkları oranda "Kâr Hakkı" vardır.(221)

1489- Sermaye sahibinin iznini almak şartıyla va'deli şatış yapabilir.(222) Ancak bu va'de; o beldedeki ticari örfle sınırlıdır. Ticaret ehli arasında ma'ruf olmayan uzun vade ile mal satamaz.

1490- Yapmaya güç yetiremiyeceği bazı işleri yaptırmak için vekil olarak birini tutma hakkı vardır.(223)

1491- Mudarib; ticaret için sefere çıktığı zaman (ister kâr sağlasın, ister sağlamasın) sermayeden harcama hakkına haizdir.(224) Ancak başka sebeblerle (mudarabanın konusu dışında) seyahat ederse sermayeden masrafları karşılama hakkı yoktur.(225)

1492- Ticaret için seyahat ederken hastalanırsa, tedavi masrafları sermayeden karşılanır.(226).

1493 Mudarib'in; sermayenin bir bölümünü borç olarak bir başkasına vermesi veya teberru etmesi caiz değildir. Zira bu hakka sahip değildir.(227) Ancak sermaye sahibinin sarih izni bulunursa; borç verebileceği gibi, teberru da yapabilir.(228)

1494- MUDARABANIN SONA ERMESİ: Mudaraba şu on sebebten birisiyle münfesih olur. Bunların bir kısmı iradi, diğer bir kısmı da irade dışında cereyan eder.

1) Sermaye sahibinin ölmesi.
2) Müdaribin (Emek sahibinin) ölmesi.
3) Sermaye sahibinin akli melekelerini yitirmesi.
4) Müdaribinin (işleticinin) cinneti.
5) Sermaye sahibin sefeh veya hacr sebebiyle mahcuriyeti. (Tasarruf hakkının elinden alınması.) Buna "kadı" karar verebilir.
6) Müdaribin mahcuriyeti, tasarruf hakkının elinden alınması.
7) Belli bir zamanla sınırlandırılmış mudaraba akdinde, sürenin dolması.
8) Sermaye sahibinin, müdaribi (emek sahibini) azletmesi.
9) Müdaribin (emek sahibinin) istifa ederek işi bırakması.
10) Daha tasarruf vukû bulmadan sermayenin telef olması.(229)

1495- İki taraftan birisinin kararı ile mudaraba feshedilebilir. Hem sermaye sahibi (Rabbü'lmal), hem müdarib (emek sahibi) bu hususta tam yetkilidir. Ancak feshin gerçekleşmesi için bunu iki tarafın da bilmesi gerekir.(230) Sermaye, ticari eşya durumunda iken mudarib azledilirse; bu eşyayı satması hakkıdır. Peşin veya vadeli satması arasında fark yoktur. Zira hakkı olan kârın ortaya çıkması, malın nakde çevrilmesiyle gerçekleşir.(231).

1496- Mudaraba'da; herhangi bir kasda dayanmayan ziyan, önce kârdan düşülür. Eğer helâk olan mal, kâr nisbetinden daha fazla ise, fazla kısmı sermayeden düşülür. Böyle bir durumda mudarib; ziyanı (helak olan malı) tazmin etmez. Çünkü o bir emanetçi hükmündedir.(232)

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT