EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

HADD-İ KAZF - HADD-İ ŞÛRB - HADD-İ SİRKAT - HIRSIZLIK CEZASI - TA'ZİR

HADD-İ KAZF
(Zina iftirası, haysiyet ve şereflerin korunması)

1270- Kazf'ın lûgat manası atmaktır.(71) İslâmi ıstılahta; "Muhsan bir erkeğe ve muhsan bir kadına; serahaten veya delâleten zina isnadında bulunmaya "Kazf" denir"(72) tarifi esas alınmıştır. Zira "Hadd-i Kazf"; ancak muhsan olan kimseye yapılan zina isnadında, gerekli şahid getirilemediği zaman uygulanır.

1271- Kur'an-ı Kerim'de: "Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadıyla) iftira atan, sonra (bu hususla ilgili) dört şahit getirmeyen kimselerin her birine de seksen değnek vurun. Onların ebedi şahidliklerini kabul etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir"(73) hükmü beyan buyurulmuştur.

1272- İbn-i Abidin: "Vasile (ra)'den Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim bir zimmiye kazfte bulunursa kıyamet gününde kendisine ateşten kamçılarla had vurulur" buyurduğu rivayet olunmuştur. Taberani, Ûmmü'l-Mü'minin (Mü'minlerin annesi) Aişe (ra)'ye gerek gizli, gerekse aşikâr kazfetmek (74) küfürdür. Keza Hz. Meryem (ra)'e hakkında da yapılan kazf küfürdür."(75) hükmünü zikretmektedir. Darû'l İslâm'da; mü'minler Ulû'lemr'e beyatla, gayr-i müslimler de "Zımmet akdi" imzalamak suretiyle bütün haklara haiz olmuşlardır. Bu haklarından birisi de, şeref ve haysiyetlerinin korunmasıdır. Hanefi fûkahası, gayr-i müslim zimminin gıybetinin yapılmasının da haram olduğunu, onların şeref ve haysiyetleriyle oynayıcı şiirler yazmanın caiz olmayacağını esas almıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allahû Teâla (cc)'ya şirk koşan kimse muhsan değildir"(76) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla zimmiye zina isnadında bulunan kimse, "Hadd-i Kazf'e" muhatab olmaz. Ancak "Zimmet Akdini" ihlal ettiği hususunda Kadı (Şer'i şerifle hükmeden hakim) karar verirse, ta'zir olunur.

1273- Recm'in yapılabilmesi için aranan "ihsan" şartlarından; sahih nikâhla evlenmiş olma ve zevcesine cinsi yakınlıkta bulunma (Cim'a) vasıfları, Hadd-i Kazf'in ihsanında şart değildir.(77) Hanefi fûkahası: "Müslüman, hür, akıllı, büluğa ermiş ve zina fiilinden masum olan (namuslu, hayatta hiç zina etmemiş) erkek veya kadına; zina isnadında bulunan (kazfeden) şahıs; gerek hür, gerek zimmi, gerekse kadın olsun haddi kazf tatbik edilir. Hür olan kazife (zina isnad edene) 80 değnek, köle olan kazife ise 40 değnek vurulur. Kazf (iftira) suçu da, beyyine (şahid) ve ikrarla sabit olur"(78) hükmünde müttefiktir.

1274- Bir kimse, muhsan olan bir şahsa "Ey zina eden" diye isnadda bulunsa, diğeri de bu söze mukabil olmak üzere "Asıl zina eden sensin" dese her ikisine de "Had" uygulanır.(79) Zira zina iftirası (Kazf) cezası; şeref ve haysiyeti, ırz ve namusu, aile sistemini korumak içindir. Allahû Teâla (cc) zinayı fahiş bir fiil olarak beyan buyurduğu gibi, zinanın sözle yayılmasını da haram kılmıştır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Kötü sözlerin iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler (yok mu?) dünyada da, ahirette onlar için pek acıklı bir azab vardır"(80) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla; zina etmek haram kılındığı gibi, sözle de (müstehcen konuşmalar ve fıkralar yoluyla da) fuhuşun yayılmasına hizmet etmek "haram" kılınmıştır.

1275- Hadd-i Kazf'in tatbiki için; iftiraya uğrayan kimsenin, Kadı'ya (Şer'i şerifle hükmeden hakime) müracaat etmesi şarttır.(81) Zira kazf haddinde; hem Allahû Teâla (cc)'nın, hem de kazfe uğrayan (iftira edilen) şahsın hukuku vardır. Nitekim bir kimse; şarap; içtiği için "Hadd-i Şürb'e" bir kimseye de zina isnadında bulunduğu için "Hadd-i Kazf'e" mahkûm edilse, önce "Hadd-i Kazf" cezası infaz edilir.

1276- Bir kimse; muhsan olan bir erkeğe zina isnadında (Kazf'ta) bulunsa, daha sonra hiçbir husumet yokken Kadı'nın huzuruna gelerek ikrar (itiraf) etse, fakat 80 değnek (celde) cezasından korkarak ikrarından rücû etse, bu rücû kabul edilmez. Ayrıca zina isnadı sebebiyle "Hadd-i Kazf" cezasına çarptırılan bir kimse; yaptığı bu günahtan tevbe etse dahi "şahit"liği kabul edilmez. Yine zimmet ehli (gayr-i müslim vatandaş) bir şahıs "Hadd-i Kazf" cezasına muhatap olduktan sonra, kendi dininden olan "zimmi" hakkında şahitlik edemez.(82) Bir Gayr-i Müslim (zimmi) Hadd-i Kazf cezasına çarptırıldıktan sonra; Allahû Teâla (cc)'nın verdiği hidayetle mü'min olursa, İslâm'a girmesi geçmişi sildiği için; şahidlik edebilir.

HADD-İ ŞÛRB
(AKIL EMNİYETİ)

1277- Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. İçki (hamr), kumar, (ibadet etmeye mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki, muradınıza eresiniz"(83) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Gazali: "Hadd-i Şürb" (içki cezası) insanların akli melekelerini muhafaza içindir. İlahi teklife muhatab olan akıl, ancak bununla muhafaza edilebilir"(84) hükmünü beyan eder. İnsanı, zararlı (şer'i şerifin haram kıldığı) fiillerden alıkoymak, akla ait bir görevdir. Nitekim insan; akıl sebebiyle, diğer canlılardan daha üstündür. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bizatihi şarap haram kılınmıştır"(85) buyurduğu bilinmektedir.

1278- İbn-i Abidin: "Şarap, müslümanlığın ilk devresinde haram kılınmamıştı. Ashab-ı Kiram şarabı içip sarhoş oluyorlardı. Tirmizi'den naklen Fetihte zikredilmiştir ki; Hz. Ali (ra)'den: "Bir gün Abdurrahman b. Avf (ra) ziyafet verip, bize yedirdi ve şarap içirdi. Sarhoş olduk. Namaz vakti gelince ben imam oldum ve Kafirûn Suresi'ni yanlış okudum. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu: ®Ğ Ey Mü'minler; siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın¯"(En Nisâ Sûresi: 43) diye rivayet edilmiştir. Eğer içki müslümanlığın ilk devresinde haram olsaydı. Ashab-ı Kiram'ı fıska nisbet etmek lazım gelirdi. Sonra ben Tuhfe-i İbn-i Hacer'de: "Müslümanlar İslâmiyetin ilk devresinde içerlerdi" diye zikretmiş olduğunu gördüm.(86) hükmünü zikretmektedir. Birçok muteber kaynakta; Hz. Saad b. Vakkas ile Sahabe-i Kiram'dan bir zatın, sarhoşken kavga ettikleri, Hz. Ömer (ra)'in ise; içkinin haram kılınması için dua ettiği zikredilmektedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Şeytan; şarap ve kumar ile ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değil mi?"(87) hükmü beyan edilmektedir. İçki haram kılındıktan sonra Resûl-i Ekrem (sav): "Gerçekten Allahû Teâla (cc) şarabı haram kılmıştır. Şimdi kimin elinde ondan birşey bulunduğu halde bu hüküm kendisine ulaşırsa, artık onu ne içsin, ne de satsın"(88) emrini vermiştir. Bunun üzerine Sahabe-i Kiram ellerinde ve hanelerinde bulunan şarap küplerini kırmış ve tamamını dökmüşlerdir. Yani Resûl-i Ekrem (sav) şarapla ilgili olarak: "İçilmesini haram kılan Allahû Teâla (cc), satılmasını (alışverişini) de haram kılmıştır.(89) buyurmuştur. Sonuç olarak şarabın haram oluşu; kitap, sünnet ve Sahabe-i Kiram'ın icmaı ile sabit olmuştur.

1279- Hanefi fûkahası: "Büluğa ermiş akıllı (deli olmayan) bir müslüman; kendi rızasıyla şarap içip, kokusu ağzında hissedildiği halde yakalanırsa veya iki adil şahit, şarap içtiği hususunda şahidlikte bulunurlarsa veya şarap içtiğini kendisi itiraf ederse; had cezası tatbik edilir"(90) hükmünde ittifak etmiştir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim şarap içerse ona had tatbik ediniz (celde vurunuz), yine içerse, tekrar had tatbik ediniz"(91) buyurduğu bilinmektedir. Şarap içmenin ve sarhoşluğun haddi; hür için seksen, köle için kırk değnektir. "Hadd-i Zina" bahsinde izah ettiğimiz üzere, vücudunun çeşitli yerlerine, orta halli bir vuruşla tatbik edilir. Başına, yüzüne ve tenasül uzvuna vurulmaz.(92)

1280- Susuzluktan ölüm tehlikesi noktasına gelen (ızdırar haline düşen) bir müslüman; bu hali defetmek niyetiyle şarap içerse kendisine had tatbik edilmez.(93) Ayrıca "dilsiz" olan (yani konuşamayan) kimse için de şüphe sözkonusudur. Dolayısıyla "Hadd-i Şürb" tatbik edilmez.

1281- Şarap içen mükellef; velev ki bir yudum dahi içse ve sarhoş olmasa, yine "Hadd-i Şürb" tatbik edilir. Ancak diğer sarhoşluk veren içkilerde "Hadd-i Şürb'ûn" tatbik edilmesi için, mükellefin sarhoşluğunun sabit olması şarttır.(94) Zira şarabın haramlığı kat'i nass'larla sabittir. Sarhoşluk veren diğer içkilere gelince; Hz. Cabir (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te, çoğu sarhoşluk veren içkilerin, azının da haram olduğu açıkça beyan buyurulmuştur. Hadis-i Şerif şudur: "Yemen'den gelen bir mü'min, Resûl-i Ekrem (sav)'e kendi beldelerinde arpa ve darıdan imal ettikleri "Bira" isimli içkinin, hükmünü sorar. Resûl-i Ekrem (sav): "Ğ O içki, sarhoşluk verir mi?" diyerek, içkinin mahiyetini öğrenmek arzusunu izhar buyurur. Suali soran kimse: "Ğ Evet, sarhoşluk verir" deyince, Resûl-i Ekrem (sav): "Ğ Her sarhoşluk veren şey hamr (şarab) hükmündedir"(95) buyurur. Hz. Ömer (ra)'in: "Hamr (şarap) aklı örten ve gideren şeydir" tarifini yaptığı da bilinmektedir.(96) Sonuç olarak; sarhoşluk veren her türlü içkinin, azı da, çoğu da haramdır.

1282- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ûmmetimden bir gurup, başka bir isim koyarak, şarabı helal sayacaktır"(97) buyurduğu bilinmektedir. Günümüzde, başka başka isimlerle, her türlü müskirat; gerek siyasi iktidarlar, gerek diğer çevreler tarafından piyasaya sürülmektedir. Sarhoşluk veren her türlü içki haramdır. Bu noktada "Sarhoşluk Nedir?" sualine cevap arayalım. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) göre sarhoş; erkek ile kadını, yer ile göğü ayırt edemeyen ve ne söylediğini bilmeyen (Hezeyan eden) kimsedir.(98) Sarhoş olan kimse; iki adil şahit veya kendi ikrarıyla; Kadı (Şer'i şerifle hükmeden hakim) tarafından "Had" cezasına çarptırıldığı zaman ayrılıncaya kadar beklenir. Had cezası, ayıldıktan sonra tatbik edilir.(99) 1283- İçki içen on kimseye had vurulmaz. Bunlar:
1. Mezhebin muhtar kavline göre zimmiye (Gayr-i Müslime),
2. Mürted olmadan önce içip, tekrar müslüman olana,
3. Çocuğa,
5. Deliye,
6. Zorla kendisine içki içirilene,
7. Susuzluktan ölmek üzere olup, ölmeyecek kadar su yerine içen kimseye,
8. Hıll dahilinde içip, harem-i şerife sığınana,
9. Hakikaten ve hükmen içkinin haram olduğunu bilmeyerek içen kimseye,
10. Darû'l Harp'te içen kimseye.(100)

Darû'l Harp'te müslüman olan kimse; mü'minlerin imanının (Ulû'lemr'in) sultası altında olan ve Şer'i ahkâmın tatbik edildiği Darû'l İslâm'a hicret etse, bu arada içki içip sarhoş olsa: "Ğ Şarabın haram olduğunu bilmiyordum, bu sebeble içtim" ikrarında bulunduğu an, hadd cezası uygulanmaz. Zira İslâm'ın hükümleri kendisine ulaşmamıştır.(101) Fakat Darû'l islâm'da doğup-büyüyen kimsenin "Ğ Ben şarabın haram olduğunu bilmiyordum" şeklindeki ikrarı kabul edilmez. Had tatbik edilir.

1284- İslâm ûleması "Şarabın"; alışverişe konu edilemeyeceğini, yani "Mal-ı mütekavvim" sayılmayacağı hususunda ittifak etmiştir. Şarap ticaretiyle zengin olan kimseye; hacc ibadeti farz olmayacağı gibi, zekâtda farz olmaz. Çünkü "haram"dan kurtulmak için, bütün kazancını fakir-fukaraya dağıtmak zorundadır. Şarabı döken veya şarab mahzenini soyan kimseye; herhangi bir ceza uygulanmaz. Çünkü şarap; "Mal-ı Mütekavvim" olmadığı için, suç işlenmemiştir. Tabii bu "Darû'l İslâm'da" söz konusudur. Şarabın devlet eliyle üretildiği ve tekel vasıtasıyla satıldığı toplumlarda "kanunen" ceza görürler. Ancak şer'an suç işlememişlerdir. Şarabın alışverişi haram olduğu gibi, üretilmesi de haramdır. Hanefi fûkahası; "İslâm'ın haram kıldığı ameller ve menfaatler üzerine yapılacak her türlü icare sahih değildir" hükmünde müttefiktir.(102) Dolayısıyla şarap ürettiği için, hiç kimse ücrete hak kazanamaz. Şarab ve diğer müskiratları (Bira, Rakı vs.) üreten fabrikalarda çalışan işçilerin aldıkları ücretler de helâl değildir.

HADD-İ SİRKAT
(HIRSIZLIK CEZASI-MAL EMNİYETİNİN SAĞLANMASI)

1285- İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak için Allahû Teâla (cc) tarafından yaratılmış ve istenildiği zaman elde edilip kullanılabilen, insandan maada (gayri) şeylere mal denir.(103) İmam-ı Şafii (rha) haramı ihtiyaç olarak kabul etmediği için: "İhtiyaçlarımızı karşılayan şeylere mal denir"(104) tarifini esas almıştır. Dikkat edilirse; her iki tarifte de ortak olan nokta "insanın ihtiyaçlarının karşılanması"dır. İslâm dini; insanın zaruri maslahatlarının arasında "mal emniyetini" beyan etmiş, hırsızların ve çete kurarak soygun yapan kimselerin cezalandırılmalarını esas almıştır.(105) Şimdi bu konu üzerinde duralım.

HIRSIZLIK NEDİR?

1286- Önce "Sirkat" kavramı üzerinde duralım. Lûgat manası; başkasına ait bir malı gizlice almaktır. "Sirkat" gizlilik demektir.(106) İslâmi ıstılahta: "Mükellef olan bir kimsenin; kendisinin mülkü veya mülk şüphesi olmayan, asgari on dirhem gümüş değerindeki bir malı, muhafaza altında olan bir mekândan, gizlice almasına "Sirkat" (hırsızlık) denir"(107) tarifini esas almıştır. Hadd-i Sirkat'ın tatbiki için nisab miktari mal (yani asgari on dirhem gümüş değerindeki mal) esas alınmıştır. Ancak haram olması itibariyle nisab miktarı olsun veya olmasın; başkasının malını çalmak kat'iyyen caiz değildir. Hırsızlık büyük günahlardandır.

HIRSIZLIĞIN TEŞEKKÛLÛ

1287- Kur'an-ı Kerim'de: "Erkek hırsızla kadın hırsızın; o irtikab ettiklerine bir karşılık (ceza) ve Allah'tan (insanlara) ibret verici bir ukubet olmak üzere, ellerini kesin"(108) hükmü beyan buyurulmuştur. Buradaki ellerden kasıt, sağ elini kesmektir.(109) Hadd-i Sirkat'in (El kesme cezasının) tatbik edilebilmesi için, hiçbir şüpheye mahal bırakmayan bir "Sirkat" hadisesinin teşekkülü şarttır. Şimdi bu konu üzerinde duralım.

1288- MÛKELLEF OLMAK ŞARTTIR:
Çocuğun, delinin veya cinnet getirmiş kimsenin hırsızlık yapması "Hadd-i Sirkat'ı" gerektirmez. Ancak çaldıkları mal, kendilerinden geri alınır. Bazen deliren, bazen sıhhat bulan kimse; sıhhatli olduğu bir sırada hırsızlık yapmışsa eli kesilir.(110) Erkek olmak, hürriyet ve müslüman olmak şart değildir. Dolayısıyla hırsızlık yapan kadın, köle, cariye ve gayr-i müslimin (zimminin) eli kesilir.(111) Mü'minler; "Ulû'lemr'e" bey'atla mal emniyetine haiz oldukları gibi, gayr-i müslimler de "zimmet" akdi imzalamak suretiyle "mal emniyetine" haiz olmuşlardır. Gayr-i Müslim'in (zimminin) malını çalan müslümanın da, eli kesilir. Ancak Ulû'lemr'e "Zimmet Akdi" ile bağlı olmayan Gayr-i Müslim'in (Harbi'nin) malı masum değildir.

1289- ÇALINAN MALIN NİSAB MİKTARINA ULAŞMASI ŞARTTIR:
Hadd-i Sirkat'ın (el kesme cezasının) tatbiki için; asgari on dirhem gümüş veya bir dinar altın değerinde olması şarttır.(112) Bu değer; Hadd-i Sirkat için gerekli olan nisab miktarıdır. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in: "El kesme cezası, ancak bir dinarda veya on dirhemde olur"(113) buyurduğu bilinmektedir. Bu Hadis-i Şerif; fâkih olan sahabeden Hz. Abdullah İbn-i Mes,ûd (ra)'dan rivayet edilmiştir. Yine fâkih olan İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te "Resûl-i Ekrem (sav) kıymeti bir dinar veya on dirhem olan micenn kalkanının çalınması sebebiyle bir adamın elini kesti"(114) buyurulmuştur. Hz. Ömer (ra)'e elbise çalan bir hırsız getirilir. Suç sabit olduğu için Hz. Ömer (ra) elinin kesilmesini emreder. Hz. Osman (ra) ise: " Onun çaldığı eşyanın değeri, on dirhem gümüş değerinde değildir" diyerek, itiraz eder. Bunun üzerine "Ehl-i Hibre" tayin edilir. Ehl-i Hibre; çalınan eşyanın değerini sekiz dirhem gümüş olarak belirleyince, Hz. Ömer (ra) el kesme cezasını tatbik etmez. Hz. Ali (ra)'de hilafeti döneminde; çalınan malın değerinin on dirhem gümüşe ulaşıp ulaşmadığına dikkat etmiştir. Dolayısıyla çalınan malın değeri; on dirhem gümüş veya bir dinar altına ulaşırsa, "Hadd-i Sirkat'ın" tatbik edileceğinde Sahabe-i Kiram'ın icmaı vardır.(115) Bu miktarın aşağısında; el kesmenin tatbik edileceğini beyan eden ûlema da, mevcuddur. Ancak bu ihtilaflıdır. İhtilaf ise; ihtimali de, beraberinde getirir. İhtimal sebebiyle el kesilmez.

1290- ÇALINAN MAL; MÛTEKAVVİM (MÛBAH VE KIYMETLİ) OLMALIDIR:
İslâm dininin; yenilmesini, içilmesini ve alışverişini haram kıldığı mallara "Gayr-i mütekavvim" denir. Bunların kıymeti yoktur. Mesela: Şarap, domuz eti ve çalgı aletleri vs... Kâfirler indinde değeri ne olursa olsun; İslâm dininin haram kıldığı mallar, kıymetli değildir. Çalanın eli kesilmez.(116) Ayrıca saklanması mümkün olmayan; çabuk bozulan ve çürüyen malları çalan kimselerin de elleri kesilmez. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Ağaçta bulunan yaş meyva ve hurma göbeği için, el kesme cezası yoktur"(117) buyurmuştur. Ağaçtaki meyva, süt, et, karpuz ve çürüyen (uzun süre saklanması mümkün olmayan) sebzelerde el kesme cezası tatbik edilmez.(118) Ayrıca kıymetli olmakla birlikte; mal hükmünde olmayan canlıların çalınmasında da "had" cezası yoktur. Mesela: Hür bir çocuğu çalan kimsenin eli kesilmez.(119) Çünkü insan mal değildir.

1291- ÇALINAN MALDA MİLKiYET ŞÛPHESİ OLMAMALIDIR:
"Hadd-i Sirkat", mal emniyetini sağlamak hususunda, Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olmak üzere farz kılınmıştır. Dolayısıyla bir kimsenin kendi malını çalması hırsızlık olmayacağı gibi, milkiyet şüphesi olan malı çalması da "Hırsızlık" olmaz. Mesela; bir baba, oğlunun malını gizli bir yerden ve izni olmadan çalsa, bu sebeble eli kesilmez. Zira "Babam, benim iznim olmadan malımı alıyor" şeklinde şikâyette bulunan bir sahabeye hitaben Resûlulah (sav): "Ğ Sen ve malın babanındır"(120) buyurmuştur. Dolayısıyla çocuğunun malını çalan babaya hadd-i sirkat uygulannaz.(121) Bir mükellef; "Beytü'lmal'den" gizlice bir malı çalsa, eli kesilmez. Zira ortada milkiyet şüphesi vardır. Şöyle ki; Beytül'mal' bütün müslümanlara aittir. Malum olduğu üzere Ayet-i Kerime'de: "O irtikap ettiklerine bir karşılık (ve ceza) ve Allah'tan insanlara ibret verici bir ukubet olmak üzere, ellerini kesin" hükmü beyan buyurulmuştur. Bu sebeble; hırsızlık fiilinde (herhangi bir) şüphe olmaması, halis olması şarttır. Milkiyet şüphesi "suç"un mahiyetini değiştirir. Malik olmak ve milkiyet şüphesi haddi düşürür.

1292- GİZLİLİK ESASTIR:
Hırsızlığın rüknü; gizlice almaktır.(122) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Aşikâre zorla alan, aşikâre kapıp, süratle kaçan ve emanetindeki malı çalan kimsenin üzerine el kesme yoktur"(123) buyurduğu bilinmektedir. Zira bu fiilerde esas olan "gasb" ve "emanete hıyanettir" Müctehid imamlar; "Emanete hıyanet eden kimsenin eli kesilmez"(124) hükmünde ittifak etmiş, icma hasıl olmuştur. Gasb ve emanete hıyanetin cezası ta'zirdir.

1293- MAL; KORUNMUŞ YERDEN (HIRZ'DAN) VE GİZLİCE ALINMALIDIR:
Sahibinin; muhafaza etmek lüzumu hissetmediği bir malın değerli olmayacağı malumdur. Hanefi fûkahası: "Malın korunması iki noktada toplanabilir.
Birincisi: "Bizzat korunan yer" dir ki; içinde eşya saklamak maksadıyla hazırlanıp, izinsiz girilmesi yasak olan evler, dükkanlar, çadırlar, kasalar ve sandıkları gibi.
İkincisi: "Başkası sebebiyle korunan yer" dir ki; esasen eşya saklamak üzere hazırlanmamış ve izinsiz girilmesi yasak olmayıp, ancak içerisine konacak malların yanına muhafız (bekçi) bulunan mescidler, yollar ve sahralar gibi... Dolayısıyla "Bizzat korunan yer" lerden gizlice alınan mallar sebebiyle "had" tatbik edilir. Ancak sahibinin izniyle bizzat korunan yere giren kimse, hırsızlık yaparsa, had tatbik edilmez. Mesela: Misafirin hırsızlık yapması gibi. "Başkasının sebebiyle korunan yer"den; muhafız yokken çalınan mal, korunmuş mal hükmünde değildir. Ancak muhafız varken çalınırsa, hırsızlık teşekkül eder"(125) hükmünde müttefiktir.

1294- Kur'an-ı Kerim'de: "Size gerek kendi evlerinizden, gerek babalarınızın evlerinden, gerek annelerinizin evlerinden, gerek biraderlerinizin evlerinden, gerek kızkardeşlerinizin evlerinden gerek amcalarınızın evlerinden, gerek halalarınızın evlerinden, gerek dayılarınızın evlerinden, gerek teyzelerinizin evlerinden, gerek (başkalarına ait olup da) anahtarlarına malik (ve hazinedarı) bulunduğunuz (evler) den, yahud da sadık dostlarınızın evlerinden yemenizde bir günah yoktur"(126) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla bir kimse; evlenemeyeceği (nikâhı kendisine haram olan) kan hısımlarından mal çalsa, eli kesilmez. Çünkü bunlar birbirlerinin evlerine izinsiz olarak girerler. Öyle ise; evleri birbirlerine nisbetle hırz (korunmuş, muhafazalı) değildir. Hırz (korunmuş, muhafazalı) olmayınca; hırsızlık fiili, halis suç durumunda değildir.(127) Elbette akrabanın malını çalmanın "haramlığı" bakidir. Ancak "had" tatbik edilmez.

1295- Bir adam; hırsızlık niyetiyle bir başkasının evine girse, eşyaları toplasa, fakat dışarı çıkmadan yakalansa eli kesilmez. Çünkü suç bütün unsurlarıyla teşekkül etmiş değildir.(128) Ancak, evin masuniyetini ihlal ettiği için ta'zir cezası uygulanır.

1296- Soygunculuğu ve hırsızlığı maharet haline getiren ideolojik sistemlerin militanları: "Efendim, bu devirde hırsızın eli kesilir mi?" iddiasını kitlelere yayma gayretindedirler. Hadd-i Sirkat (Hırsızlık cezası); kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Hırsızlığın mahiyetini ve hangi şartlarda nasıl amel edileceğini; bizzat Resûl-i Ekrem (sav) izah buyurmuştur. Bir kimse: "Bu devirde hırsızın eli kesilmez" derse, Allahû Teâla (cc) ve Resûlü'nü yalanlamış olur. Ayrıca, "Hırsızlığı" müdafaa ettiği de unutulmamalıdır. Esasen, bütün tağuti (ideolojik) sistemlerde hırsızlık yaygın bir hastalıktır.

HIRSIZLIK CEZASININ (HADD-İ SİRKATIN) KEYFİYETİ

1297- Şer'i şerifle hükmeden hakim (kadı); hırsızlık hadisesine şahidlik eden kimselere: "Hırsızlığın nasıl olduğunu, nereden yapıldığını ve çalınan malın miktarını" sorar.(129) Eğer "Hırsızlık" hadisesi; mükellefin kendi ikrarı ila ortaya çıkmışsa; ikrarından vazgeçmesi için Kadı'nın telkinde bulunması mendubtur. Çünkü yanında mal bulunmadığı halde, hırsılık yaptığını ikrar eden bir kimse Resûl-i Ekrem (sav)'in huzuruna getirildiğinde, Peygamberimiz Efendimiz (sav) hırsızlık haddini defetmek için o şahsa hitaben: "Senin hırsızlık yapacağını zannetmiyorum" buyurmuş, o zat ise: " Hayır, hırsızlık yaptım ya Resûlullah" demiştir. Resûl-i Ekrem (sav) iki veya üç defa "Senin hırsızlık yaptığını zannetmiyorum" diye buyurduğu halde, o da ısrarla, yaptığını beyan etmiştir. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) elinin kesilmesini emretmiş ve "Hadd-i Sirkat" uygulanmıştır.(130)

1298- Hırsızın elinin kesileceği vakit; malı çalınan davacının hazır bulunması şart olduğu gibi, şahidlerin de hazır bulunmaları şarttır. Hatta şahidler kaybolsalar yahut ölseler, hırsızın eli kesilmez. Esasen şahidlerin hazır bulunmaları; haddlerde şarttır. Zira malı çalınan davacı: "Ben hata ettim, bu çaldığı mal onun alacağıydı veya ben emanet olarak bırakmıştım" diyebilir. Şahidler de; son anda "yalancı şahitlik" yaptıklarını ikrar edebilirler.(131) Ancak malı çalınan davacı; Hadd-i Sirkat'ın tatbiki kesinleştikten sonra: "Efendim; bu her ne kadar hırsızlık yapmışsa da, ben mal sahibi olarak affediyorum" dese dahi, had düşmez. Çünkü Hadd'ler Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olarak farz kılınmıştır. "Hadd-i Kazf" ve "Hadd-i Sirkat'ta"; zarara uğrayan kimsenin müracaat etmeme hakkı vardır. Esasen davacı olmadıkları süre içerisinde, affetmeye ve bir mü'minin günahını setretmeye karar vermiş olurlar. Kadı huzurunda kat'ileştikten sonra; "ulû'lemr" dahi haddin tatbikine engel olamaz. Böyle bir yetkisi yoktur. Aksine tatbikini sağlaması farzdır.

1299- Hırsızın sağ eli bilek mafsalından kesilir ve dağlanır. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "(Hırsızın) Elini kesiniz ve onu dağlayınız"(132) emrini vermiştir. Hadd-i Sirkat'ta asıl olan elin kesilmesidir, öldürme değildir. Dolayısıyla; mü'min ve kamil (mütehassıs) bir tabibin, kanı durdurması gerekir. Eğer hırsızlık haddi; mükellefin ikrarı sebebiyle tatbik edilmişse, bütün masraflar "Beytü'lmal"den karşılanır. Eli kesilen hırsızın; çaldığı mal yanında ise, sahibine geri verilir. Ancak malı harcamışsa, ödemesi lazım gelmez.(133) İkinci defa hırsızlık yapan kimsenin, sol ayağı kesilir. Ûçüncü defa hırsızlık ederse, herhangi bir uzvu kesilmez.(134) Hz. Ali (ra): "Hırsızlık sebebiyle bir kimsede; yemek yiyeceği ve istinca edeceği bir el ve yürüyeceği bir ayak bırakmama hususunda, Allahû Teâla (cc)'dan haya ederim"(135) buyurmuştur. Sahabe-i Kiram'dan herhangi bir itiraz olmadığı için, bu konuda icma hasıl olmuştur. Ûçüncü defa hırsızlık yapan kimse; tövbe edinceye kadar ta'ziren hapsedilir. Eğer hırsızlık bir hastalık haline gelmişse tedavi edilir.

HIRSIZLIĞIN TASNİFİ

1300- Şer'i hükümler itibariyle "hırsızlık" ikiye ayrılır. Bunlar: 1.Küçük hırsızlık (Serikat-ı Suğra) 2. Büyük hırsızlık (Serikat-ı Kübra), Hanefi fûkahası: "Hırsızlığın zararı ya yalnız mal sahibine olur veya hem mal sahibine, hem de bütün müslümanlara olur. Birincisine Serikat-ı Suğra (Küçük hırsızlık), ikincisine Serikat-ı Kübra (büyük hırsızlık) denir. Bunlar tarifte ve şartların çoğunda müşterektirler. Zira bunların her birinde muteber olan, malı gizlice almaktır. Fakat Serikat-ı Suğra'daki gizlilik; mal sahibinin veya onun muhafızının gözünden gizlice almaktır. Şerikat-ı Kübra'daki gizlilik ise; mü'minlerin yollarını ve beldelerini muhafaza etmeyi taahhüd eden "Ulû'lemr'den" almaktır"(136) hükmünde müttefiktir. Fûkaha büyük hırsızlığı (Serikat-ı Kübra'yı) Kat'ı tarik (yol kesme) ve "Hıraba" başlığı altında, ayrıca ele almıştır.

YOL KESMENİN (EŞKİYALIĞIN) CEZASI

1301- Kur'an-ı Kerim'de: "Allah'a ve Resûlüne harb açanların, yeryüzünde (yol kesmek suretiyle) fesadçılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri ya asılmaları, yahud (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çaprazvari kesilmesi, yahud da (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Ahirette ise, onlara (başkaca) pek büyük bir azab vardır"(137) hükmü beyan buyurulmuştur. Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de; Hz. Said b. Cübeyr ve Hz. Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre, bu Ayet-i Kerime "Ureniyye" kabilesiden irtidat ederek, yol kesenler hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki Ureniyye kabilesinden bir cemaat Medine'ye gelerek müslüman olur. Medine'nin havasına alışamadıkları için, verem hastalığına tutulurlar. Resûl-i Ekrem (sav) bunlara "zekât" develerinden bir kısmını yanlarına vererek, memleketlerine gitmelerini, develerin sütü ve sidiği ile tedavi olmalarını emreder. Ureniyye kabilesinden olan bu kimseler sıhhat bulduktan sonra irtidat ederek, çobanları öldürür ve develere el koyarlar.(138) Sahih olan rivayete göre, Ayet-i Kerime bu olay üzerine nazil olur. İslâm ûleması; sebebin hususi olması hükmün umumi olmasına mani değildir. Bu Ayet-i Kerime'nin hükmü bütün yol kesenlerle ilgilidir"(139) hükmünde ittifak etmiştir. Daha önce "mürted"lerin fıkhi durumları üzerinde durmuştuk. Malum olduğu üzere "irtidat" en büyük suçtur.(140)

1302- Resûl-i Ekrem (sav)'in yol kesenlerle (eşkiya) ilgili olarak: "Yol kesen kimse mal alırsa eli kesilir, öldürürse, öldürülür, hem mal alır, hem öldürürse asılır"(141) buyurduğu bilinmektedir.

1303- Yol kesicilik cinayetinin tahakkuku için birtakım şartlar vardır. Bunlar:

1. Bu cinayet; kuvvet ve kudret sahibi bir kimse tarafından silahla veya bir çete tarafından yapılmalıdır.
2. Yol kesme; Darû'l İslâm'da olmalıdır.
3. Bu cinayet, şehirde gündüz yapılmış ise; silahla yapılmış olmalıdır.
4. Yol kesici kimse ile, yolu kesilen şahıslar masum olmalı ve aralarında akrabalık bulunmamalıdır.
5. Yol kesicilerin hepsi; akıllı, bülûğa ermiş ve konuşan kimseler olmalıdırlar.
6. Yol kesicilerden her birine; aldıkları maldan halis on dirhem gümüş miktarı mal düşmelidir.(142)

1304- Yol kesiciye "muharib" adı verilir. Çünkü Ulû'lemr'e "Beyat"le veya "Zimmet Akdi" ile bağlanan ve bu sebeble; can, mal, akıl, nesil ve din emniyetine haiz olan kimselerin yollarını kesmekle savaş açmıştır. Bu savaş; ister siyasi sebeplerle, ister mal elde etmek niyetiyle olsun, durum değişmez!.. Meşru olan Ulû'lemr'e savaş açmak; Allahû Teâla (cc) ve Resûlüne savaş açmak hükmündedir. Çünkü Ulû'lemr; Allahû Teâla (cc)'nın ve Resûlü'nün beyan buyurduğu hükümleri uygulamakla memurdur.

1305- Silahlı olan bir kişi veya bir çete; yol kesmek niyetiyle davranır, mal almadan ve cana kıymadan (adam öldürmeden) yakalanırlarsa, şer'i şerifle hükmeden hakim (kadı) tövbe edinceye kadar kendilerini hapseder. Bu mücerred tövbe değildir. Kendilerinde; salih kimselerin hallerinin zuhur etmesi, dikkate alınır. Bu hususta kadı yetkilidir.(143) Şayet yol kesiciler (muharibler); hiçbir mal almadan bir kimseyi (ister müslüman, ister zimmi) öldürürlerse, kendileri "hadden" öldürülürler. Bu kısas değildir. Dolayısıyla velinin affetmesi veya diyete razı olması sözkonusu olamaz. Eğer yol kesiciler; hiç kimseyi öldürmemiş, ancak nisab miktarından fazla mala el koymuşlarsa, el ve ayakları çaprazlama kesilir. Yani sağ eli ile sol ayakları kesilir.(144) Ancak yol kesiciler (muharibler); hem mal almış, hem öldürmüşlerse "Ulû'lemr" muhayyerdir. İsterse; önce el ve ayaklarını çaprazlama keser, sonra kendilerini hadden öldürür. İsterse; yol kesici muharibleri, derhal idam ettirir. İsterse, kendilerini canlı olarak asar, karınlarını deşmek suretiyle ölüme terkeder. ancak üç günden fazla asılı olarak bırakmaz.(145)

1306- Şimdi "yol kesiciler" (muharibler) yakalanmadan önce tövbe ederlerse, durum ne olur? sualine cevap arıyalım. Kur'an-ı Kerim'de: "Şu kadar ki; siz kendileri üzerine kadir olmadan (kendilerini ele geçirmeden) evvel tövbe eden (yol kesici) ler, müstesnadır. Biliniz ki Allah şüphesiz çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir"(146) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası: "Yol kesme suçunu işlemiş, zorla mal alan veya adam öldüren bir kimse, Ulû'lemr yakalamadan önce tövbe ederse, şahsi haklar (kul hakları) hariç olmak üzere, diğer suçu affedilir. Yol kesen kimsenin tövbesi; bir daha işlememeye arzetmekle birlikte, eğer mal almışsa sahiblerine geri vermesi, mal almamışsa Kadı huzuruna gelerek, tövbe ettiğini beyan etmesiyle tahakkuk eder"(147) hükmünde müttefiktir. Nitekim Hz. Ali (ra) döneminde; Basra Valisi, "Yol kesen bir kimse iken, yakalanmadan tövbe eden Zeyd b. Haris'e nasıl bir ceza uygulanacağını" sorar. Hz. Ali (ra) cevabında: "Haris yol kesen bir kimseydi. Tövbe etti ve vazgeçti. Onun hakkında hayırdan başka birşey düşünülemez"(148) buyurdu. Dolayısıyla tövbe eden yol kesici; el koyduğu malları sahiplerine iade ederek, helallaşmak durumundadır. Esasen irtidat, Ulû'lemr'e isyan (Bağy) ve hırsızlık suçlarında; yakalanmadan önce tövbe etmek ve şahsi hakları tazmin etmek suretiyle hadd cezalarından kurtulmak mümkündür. Mürted; yakalanmadan önce kelime-i şehadeti söylerse veya kadı huzurunda nadim olduğunu beyanla yeniden İslâm'a döner ve tövbe ederse, öldürülmez. Ulû'lemr'e isyan eden Bağyiler; hata ettiklerini kabul eder ve Ulû'lemr'e itaat ederlerse, isyan sırasında öldürdükleri insanlara mukabil kısas edilmeyecekleri gibi, telef ettikleri malları da tazmin etmezler.(149) Ancak Hadd-i Zina, Hadd-i Kazf ve Hadd-i Şürb (şarab ve diğer sarhoşluk veren içkileri kullanma) gibi cezalarda, tövbe "had cezasını" düşürmez.

TA'ZİR CEZASININ TARİFİ VE MAHİYETİ

1307- Önce "Ta'zir" kelimesi üzerinde duralım. Lûgat manası; mutlak olarak edeblendirmek (Te'dib etmek), menetmek ve azarlamaktır.(150) Şer'i ıstılah'ta "Miktar bakımından hadden az olan te'dib şekline "Ta'zir" denir" tarifi esas alınmıştır.(151) Had cezası ile Ta'zir arasındaki farklar şunlardır:

1. Had cezalarının miktarı muayyendir, takdir olunmuştur. Artırma veya eksiltme sözkonusu olamaz. Ta'zir ise; takdiri ve tatbiki Ulû'lemr'e ve onun naiblerinin reylerine (ictihadlarına) bırakılmıştır.
2. Hadd cezaları, şüphe halinde düşer. Ta'zir cezaları ise; kuvvetli şüphe halinde vacip olur.
3. Had cezaları; çocuklara tatbik edilmez. Zira çocuğun kasdı; hata hükmündedir. Ta'zir ise; temyiz çağını geçmiş (iyiyi-kötüyü ayırt edebilen) çocuk için meşrudur. Müteahhirûn ûlemadan bazıları; şu farkları da ziyade etmişlerdir.
4. Ta'zir cezası; Ulû'lemr ve onun naibleri tarafından tatbik edilebileceği gibi, koca, karısı hakkında, efendi kölesi hakkında ve her müslüman bil-fiil yapıldığını gördüğü bir fenalıktan dolayı üsûlü dairesinde ta'zir yapabilir. Had ise; yalnız Ulû'lemr ve onun naibleri tarafından icra olunur.
5. Kul haklarıyla ilgili ta'zir hakkında ikrardan dönme sahih değildir. Halis hadlerde ise, ikrardan rücû sahihtir.
6. Had cezalarında; şahidler tezkiyeye havale edildikleri takdirde aleyhine şahidlik yapılan kimse hapsedilir. Ta'zirde ise; şahidler tezkiyeye havale edildiklerinde, itham altında olan kimse hapsedilmez. Zira hapis cezası, zaten ta'zir hükmündedir.
7. Had cezalarında, şefaat ve afv caiz değildir. Ulû'lemr veya onun naibleri şefaat sebebiyle, hadd cezasını icra etmekten vazgeçemezler. Ta'zir cezasında ise, şefaat ve afv muteberdir.
8. Had cezaları; kendilerine mahsus mürür-u zaman sebebiyle düşer. Ta'zir cezalarında mürûr-ü zaman yoktur.(152)

1308- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim had olmayanı (Ta'ziri) had derecesine ulaştırırsa, o kimse (İslâm'ın koyduğu ölçüyü) aşanlardandır"(153) buyurduğu bilinmektedir. Ta'zir cezasını gerektiren suçları, genel olarak iki bölümde izah edebiliriz.(154)

Birincisi; hakkında şer'i şerifte ceza bulunduğu halde, suçun unsurlarının tam gerçekleşmemesi sebebiyle "Had" uygulanamayan fiiller. Mesela: "Bir erkekle, bir kadının gayr-i meşru bir şekilde yakalanması" durumunu ele alalım. "Hadd-i Zina'nın" tatbiki için, dört adil şahid gereklidir. Kendilerinin ikrarı olmadığı süre içerisinde, üç şahidle dahi tatbik edilemez. Ancak Kadı; gayr-i meşru bir şekilde bulundukları için "Ta'zir" edebilir.

İkincisi; kat'i nasslarla haram olduğu beyan edilmekle birlikte, hakkında ceza konulmamış fiiller!.. Mesela; Allahû Teâla (cc) "faizi" haram kılmıştır. Fakat faizcilere uygulanacak ceza, hadd olarak beyan buyurulmamıştır. "Ulû'lemr" veya Naibi, faizcilere "Ta'zir" cezasını tatbik eder. Eğer Ta'zir dövmekle icra edilecekse en azı üç değnektir. Zira daha azında menetme sözkonusu değildir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) indinde ta'zir dayağının en çoğu, otuz dokuz değnektir. İmam-ı Ebû Yusuf (rha); "İnsan için asıl olan hürriyettir" hükmünü esas alarak; ta'zirin en çoğu yetmiş beş değnektir buyurmuştur. Hz. Ali (ra)'den de; yetmiş beş değnek hususunda bir rivayet mevcuttur. Ancak rivayetin kat'iyyeti isbat olunamamıştır.(155)

1309- Dürri'l Muhtar'da: "Mecmaû'l Feteva'da zikredilmiştir ki; haddi gerektirmeyen şeylerde misliyle cezalandırma caizdir. Bu hususta Cenab-ı Hak (cc) tarafından: "Kim kendisine (yapılan) zulmün ardından herhalde hakkını alırsa, artık bunlar aleyhinde (mes'ûliyete) bir yol yoktur" (Eş Şuara: 41) Ayet-i Kerimesiyle izin ve ruhsat verilmiştir. Ama Allahû Teâla (cc)'nın: "Kim affeder, barışı sağlarsa mükâfatı Allah'a aittir" kavl-i kerimine nazaran, affetmek efdaldir. Ta'zir edilmesi lazım olan kimse, ziyade te'dibe muhtaç olursa, dövme ile beraber hapsedilmesi sahih ve caizdir. Hapis suretiyle ta'zir cezası; suçluyu resmi hapishanelerden birine koymak suretiyle yapılabileceği gibi, kendi hanesinde tevkif edip dışarı çıkmaktan men etmek suretiyle de olabilir. Nehir. Had'ler içinde en şiddetli dayak, ta'zir dayağıdır. Çünkü ta'zir adet cihetinden hafiftir. Fakat vasıf cihetinden hafif değildir."(156) hükmü kayıtlıdır.

1310- Yeryüzünü fesada veren veya fesadı başka türlü izale edilemeyen kimselerin öldürülmeleri caiz midir? sualine cevap arıyalım. Hanefi fûkahası; "yeryüzünü fesada veren veya fesadlarını başka türlü gidermek mümkün olmayan kimselerin ta'ziren öldürülmeleri caizdir" hükmünde müttefiktir. Mesela; luti'liği (livata) alışkanlık haline getiren bir kimse öldürülür. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha)'ye göre: "Luti'lik, zina hükmünde değildir. Çünkü luti'likte nesil emniyetini tahrip sözkonuzu olamaz. Ayrıca Sahabe-i Kiram "Lûti'lere" verilecek ceza hususunda, ittifak edememiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Lût kavminin yaptığını yapanı yakalarsanız, faili de mef'ûlü de öldürün" Hadis-i Şerifi"Lûtiliğin helâl olduğuna inanan kimseyi öldünün" manasınadır. Dolayısıyla lûti'nin öldürülmesi, "Ta'zir" cezasıdır"(157) hükmünü beyan etmektedir. İmameyn'e göre; livata fiilini alışkanlık haline getiren kimse "hadden" öldürülür.(158) Ancak bir kimsenin ta'ziren öldürülmesine; "Ulû'lemr" veya onun tayin ettiği kadı, karar verebilir. Mesela; şarab içen kimseye "Hadd-i Şürb" vurulur. Ancak şarab veya esrar ticareti yapan; bütün ta'zir cezalarına rağmen, bu işten vazgeçmeyen kimse öldürülür. Çünkü fesadını, ölümden başka bir yolla izale etme imkânı kalmamıştır. Şafii fûkahası; "Ta'ziren" öldürmenin caiz olamıyacağına kaildir.

1311- Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İyi huylu, şahsiyet sahibi kimselerin, hudud cezaları hariç, ufak-tefek kusurlarını affediniz"(159) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla "Ta'zir" cezasında; takdir hakkı "Ulû'lemr'e" ve "Kadı'ya" bırakılmıştır. Suç işleyen kimsenin durumu dikkate alınır.(160) Ûmmetin maslahatını ve içinde bulunduğu şartları dikkate alınarak tesbit edilir.

1312- Herhangi bir haramı irtikap ettiği için "Ta'zir" cezasına çarptırılan kimse, cezanın icrası sırasında ölürse, kanı hederdir. Herhangi bir şekilde diyet ödenmez. Zira Ulû'lemr veya Kadı; görevini ifa etmiştir.(161) Ancak koca, karısını, muallim, öğrencisini "Ta'zir"le edeblendirmek isterken, ölüm vakıası ortaya çıkarsa "Diyet'ini" vermeleri vacip olur. Zira onların ta'ziri hafif tutma mecburiyetleri vardır.(162)

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT