EMANET ve EHLİYET - İSLÂM İLMİHÂLİ

ORUÇ TUTMAMAYI MÜBAH KILAN ÖZÜRLER - FİDYE - KEFFARET

ORUÇ TUTMAMAYI MÜBAH KILAN ÖZÜRLER

824- Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı. (Farz kılındı). Ta ki korunasınız. (O Ramazan ayı) sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta yahud sefer üzerinde olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar, ihtiyarlığından veya şifa ümidi olmayan hastalağından dolayı oruç tutmaya) gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lâzımdır). Bununla beraber kim gönül isteği ile bir hayır yaparsa, işte bu onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkınızda (fidye vermenizden) hayırlıdır, bilirseniz"(73) hükmü beyan buyurulmuştur.

825- HASTA OLMAK:
Oruç tutmamayı mübah kılan özürlerin başında hastalık gelir. Hasta; nefsinin telef olmasından veya bir azasını kaybetmekten korkarsa bi'licma oruç tutmaz.(74) İmam-ı Merginani: "Hastalığın artması veya uzaması bazen ölüme götürebilir. Bu durumda ondan sakınmak (artmasından veya uzamasından kaçınmak) vacib olur"(75) hükmünü zikreder. Peki bu nasıl tesbit olunacaktır? Hanefi fûkahası: "Hastalık tecrübe veya fıskı zahir olmayan müslüman bir doktorun haber vermesiyle sabit olur"(76) hükmünde müttefiktir. Dürri'l Muhtar'da; hastalığının zann-ı galible, tecrübeyle veya müslüman, kâmil hali gizli bir doktorun sözü ile sabit olacağı kaydedilmektedir. İbn-i Abidin: "Müslüman, kâmil, hali gizli bir doktorun sözü ile..." hükmünü izah ederken şunları beyan etmektedir: "Kâfirin sözüne ise güven olmaz. Çünkü maksadı ibadeti bozmak olabilir. Meselâ; teyemmümle namaza başlayan bir müslüman, kâfirin su vaadetmesi ile namazını bozamaz. Bahır. Kâmil'den murad; tıb ilminde yeterli bilgisi olan doktordur. Az bilgisi olanın sözüne uymak caiz değildir. "Hali gizli" bazılarına göre, adil olması şarttır. Zeylâi kesinlikle buna kaildir. Ama Bahır'la, Nehir'in sözlerinden anlaşılan bu kavlin zayıf olduğudur. Ben derim ki; bu şartları haiz olmayan bir doktorun sözü ile amel eder de orucunu bozarsa, zahire göre keffaret lâzım gelir. Nitekim alâmetsiz ve tecrübesiz orucunu bozsa, galebe-i zann bulunmadığı için keffaret lâzımdır. Halk bundan gafildir."(77) Sonuç olarak; mü'min, adil ve mütehassıs bir doktorun, mükellefin sıhhi durumu ile ilgili hükmü esastır.

826- SEFERE ÇIKMAK (YOLCULUK):
Ramazın-ı Şerif ayında sefere çıkacak olan bir mükellef; geceden oruca niyyet etmeyebilir. Bu mübahtır. Ancak oruca başladıktan sonra yolculuğa çıkan kimse için, o günün orucunu bozmak mübah olmaz. Şayed devam etmeyip; yolculuğa çıktıktan sonra iftar etmiş olursa, bu kimseye sadece kaza gerekir, keffaret gerekmez. Ancak önce orucunu bozub, sonra yolculuğa çıkan kimsenin durumu böyle değildir. Bu durumda olan kimseye hem kaza, hem keffaret gerekir. Serahsi'nin muhıyt'inde de böyledir.(78) Daha önce; orucun edâsının farz olması hususunu izah ederken, "Seferi halde oruç" meselesini izaha gayret etmiştik.(79)

827- ŞEYH-İ FANİ OLMAK (İHTİYARLIK):
Oruç tutmaya gücü yetmeyen şeyh-i fani (ihtiyar kimse) iftar eder ve her gün için bir yoksula "Fidye" verir. İmam-ı Merginani: "Bu hususta asıl olan Allahû Teâla (cc)'nın: "Oruç tutmaya gücü yetmeyen (Tâkat getiremeyen)ler üzerine de bir yoksul doyumu fidye vermek lâzım gelir" hükmüdür. Şayed oruç tutmaya gücü yeterse, yani kaadir olabilirse, fidye batıl olur. Çünkü oruca; fidyenin halef olabilmesinin şartı, acziyyetin devam etmesidir"(80) hükmünü zikretmektedir. Şeyh-i Fani olma (fazla ihtiyarlık) hali hangi yaşta başlar? Bu hususta birçok yaş zikredilmiştir. Ancak şeyh-i fani'lik hali; insandan insana değiştiği için kat'i bir hüküm de ittifak olunamamıştır. Fetava-i Hindiyye'de ; "Şeyh-i fani, ölümüne kadar hergün kuvveti noksanlaşan kimsedir ki, bunlar tekrar kuvvet bulamadan vefat ederler. Bahru'r Raik'te de böyledir. Bu durumda olan kimseler; dilerlerse "Fidye"lerini Ramazan-ı Şerif ayının başında bir defada verirler. İsterlerse bunu ayın sonuna bırakırlar. Fidye verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeter hale gelen yaşlı kimsenin; vermiş olduğu "fidye'sinin" hükmü, batıl olur. Bu kimsenin önceden tutamamış olduğu oruçlarını kaza etmesi gerekir"(81) hükmü kayıtlıdır. Sonuç olarak; oruç tutmaya kaadir olamayan (yani gücü yetmeyen) ihtiyarların "Fidye" vermesi nass'la sabittir. Şeyh-i fani olma hali; oruç tutmamayı mübah kılan özürlerdendir.

828- HAMİLELİK VE ÇOCUK EMZİRMEK:
Dürri'l Muhtar'da: "Zann-ı galib ile; kendi hayatından veya çocuğunun hayatından korkan hamile, yahud zahir rivayete göre anne olsun, sütanne olsun emzikli kadın oruç tutmayabilirler"(82) hükmü zikredilmektedir. Esas olan; gerek hamile, gerek çocuk emziren kadınların, kendi nefislerinin veya çocuklarının helâk olma tehlikesinin bulunmasıdır. Nitekim Fetava-i Hindiyye'de: "Hamile olan veya çocuk emziren kadınlar; gerek kendi nefislerinden, gerekse çocuklarının helâk olmasından korkarlarsa oruç tutmayabilirler veya iftar edebilirler. Bu durmda ki kadınlara keffaret gerekmez; daha sonra oruçlarını kaza ederler. Hülâsa'da da böyledir"(83) denilmektedir.

829- HAYIZ VE NİFAS HALİ:
Bilindiği gibi hayız ve nifas halinde olan kadınların oruç tutmaları haramdır.(84) Hz. Aişe (r.anha) validemiz'in "Bizlerden birisi Resûl-i Ekrem (sav)'in zamanında hayızdan temizlendikten sonra orucunu kaza eder, namazını ise kaza etmezdi" buyurduğu sabittir. Dolayısıyla hayız ve nifas halinde iken geçen Ramazan-ı Şerif orucunu bilâhare kaza etmek esastır.

830- HELÂK OLMAK KORKUSU:
Ramazan-ı Şerif ayında düşmanla savaşacağını bilen ve oruç tuttuğu takdirde zayıf düşerek gerektiği gibi cihad edemeyeceğinden endişe eden mücahid, oruç tutmayabilir.(85) Dürri'l Muhtar'da: "Kalanlar zorlama, helâk korkusu veya akıl noksanlığıdır. Velev ki şiddetli susuzluk veya açlık sebebi olsun. Bir de yılan sokmasıdır" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken şunları zikretmektedir: "Kalanlar, zorlama..." ikrah bahsinde beyan ettiğine göre, bir kimse lâşe, kan veya domuz eti yemeye yahud şarap içmeye, hapis, döğme ve bağlanma gibi muzdar bırakmayan bir sebeble zorlanırsa, o işi yapması helâl olmaz. Fakat öldürmek, uzuv kesmek veya şiddetli döğmek gibi muzdar bırakan bir şeyle zorlanırsa, o işi yapması helâl olur. Şayet sabreder de öldürülürse günahkâr olur. Küfretmek (Kelime-i küfrü söylemek) için muzdar bir şeyle zorlanırsa, kalbi imanla mutmain olmak şartı ile küfür kelimesini söyleyebilir. Ama sabreder de öldürülürse sevab kazanır. Allahû Teâla (cc)'nın sair hakları da böylerdir. Oruç ve namazı bozmak, harem-i şerif avını öldürmek, ihramlı iken öldürmek ve farziyyeti kitapla sabit olan her şey gibi... Birincide sabrettiği takdirde günahkâr olması, bu sayılanlar zaruret halinde haram olmaktan istisna edildiği içindir. Çünkü onun haramlığı kalkmış değildir; sadece günahı sakıt olmak için ruhsat verilmiştir. Onun için Bahır sahibi burada Bedayi'den naklen hasta ve yolcu iken orucunu bozmaya zorlanan kimse ile sağlam ve mukim arasında fark yapmış: "Birincide o işi yapmaz da öldürülürse günahkâr olur, ikincide günahkâr olmaz" demiştir. "Helâk korkusu..." çalışmaktan bitâp düşen ve oruç tutarsa helâk olacağından korkan cariye gibi. Hükümet müteahhidi tarafından sıcak günlerde acele işte çalıştırılan kimse de, helâk olacağından veya aklının azalacağından korksa, cariye gibidir. Hülâsa'da beyan edildiğine göre; bir gazi düşmanla Ramazanda harbedeceğini ve zayıf düşeceğini yüzde yüz bilirse oruç tutmayabilir. Nehir. "Bir de yılan sokmasıdır" yani kendisini yılan sokan kimse faydalı bir ilaç içebilir."(86)

831- Feteva-ı Hiddiyye'de: "Açlıktan veya susuzluktan dolayı helâk olacağından veya aklî melekelerini kaybedeceğinden; (tecrübe, alâmet veya müslüman bir doktorun teşhisine dayanarak) endişe eden bir kimse, orucunu bozabilir. Daha sonra kaza eder. Çalışmasından dolayı zayıf düşen ve oruç tuttuğu takdirde helâk olacağından korkan kimse de iftar edebilir. Aynı durumdaki cariyeler hakkında da; hüküm aynıdır. Veliyyü'lemr tarafından şiddetli sıcak günlerde çalışmaya götürülen kimse de; helâk olmaktan veya aklına noksanlık gelmesinden endişe ederse, iftar edebilir. Fethû'l Kadir'de de böyledir"(87) denilmektedir. Ancak "Helâk olma" endişesi bir vehim (korku) değil; ciddi temellere dayanmak zorundadır. Kaldı ki bu endişe geçer geçmez, aynı orucu kaza etmek de "Farz"dır. Ulemâ; Ramazan-ı Şerif ayında ağır işte çalışmanın (oruca engel olacağını esas alarak) mekruh olduğunda ittifak etmiştir.

FİDYENİN HÜKMÜ VE MİKTARI

832- Kur'an-ı Kerim'de: "(Oruç tutmaya) gücü yetmeyen (Takat getiremeyen)ler üzerine de bir yoksul doyumu fidye vermek lâzımdır. Bununla beraber kim gönül isteği (arzusu) ile bir hayır yaparsa, işte bu onun için daha hayırlıdır"(88) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi Fûkahası; oruç tutmaya gücü yetmeyen (aciz olan) kimselerin "Fidye" vermeleri gerektiği hususunda müttefiktir.(89) Resûl-i Ekrem (sav): "Bir mükellef, başka birisinin yerine namaz kılamaz. Lâkin onun için yemek yedirebilir"(90) buyurmuştur. Ramazan-ı Şerif orucunu meşru bir özür sebebiyle tutamayan mükellef; "Acizlik" durumunun devam edeceğini zann-ı galibi ile bilirse, bizzat kendisi fidye verebilir. Nitekim İmam-ı Merginani: "Oruç tutmaya gücü yetmeyen (Takatı olmayan) yaşlılar iftar ederler ve her günün orucuna bedel olmak üzere bir fakiri sabahlı-akşamlı doyuracak nisbette fidye verirler"(91) hükmünü zikretmektedir. Malûm olduğu üzere fidye; buğday, arpa, hurma ve üzüm gibi yiyecek maddeleri esas alınarak hesaplanır ve her yıl miktarı değişir. Asgari miktar; buğday'dan yarım sa' (1,667 kg. ), arpa, hurma ve üzümden bir sa' (3,334 kg. )'dır. Bunların bizzat kendileri verilebileceği gibi, bedelleri de verilebilir. Bütün mesele şudur: Fidye veren mü'min: bununla fakir bir kardeşini (Sahur ve iftar vakitlerinde) doyurduğuna kani olmalıdır. Eğer açıklanan fidye miktarı ile; bu amelin yerine gelmeyeceğine inanıyorsa, gönlünün arzu ettiği kadar fazla verebilir. Bu onun için çok daha hayırlıdır.

833- Hastalık veya yolculuk gibi bir özürle; Ramazan-ı Şerif orucunu edâ edemeyen mükellefin derhal "Fidye" vermesi gerekmez. Zirâ acizlik durumunun ortadan kalkması ve kaza etmesi ihtimali vardır. Ancak kaza edemediği halde; daha açık bir ifade ile, kaza imkânı doğduğu, fakat ihmal ettiği durumlarda, fidyeyi vasiyyet etmesi zaruridir. Eğer ölen kimse; "Oruç fidyesini" vasiyyet etti ise, varisleri ölünün malından fidye verirler. Bu durumda olan bir kimse; vasiyyet etmemiş olsa dâhi, varislerinin teberruda bulunarak "Fidye"yi ödemeleri caizdir.(92) Fark şudur: Vasiyyet ettiği takdirde kadı; "Fidye" için varisleri zorlar. Ancak vasiyyet yoksa, zorlayamaz.

ORUÇ'LA İLGİLİ DİĞER MESELELER

834- Oruç tutan mükellefin, misvak kullanması sünnettir. Nitekim İbn-i Abidin: "Misvak tutunmak da mekruh değildir. Bilâkis başkaları gibi oruçluya da sünnettir. Bunu Nihaye sahibi açıklamıştır. Delili Peygamber (sav)'in: "Ümmetime meşakkat vereceğini bilmesem her abdest aldıkça ve her namaz kıldıkça onlara misvakı emrederdim" hadisinin umumi olmasıdır"(93) hükmünü zikreder.

835- Ramazan ayını baygın geçiren kimse, daha sonra onu kaza eder. Bu hususta icma vardır. Miracü'd Diraye'de de böyledir. Ancak bir mecnun; Ramazan ayının son günü zevalden önce iyileşmiş olsa, kendisine kaza lâzım gelmez. Sahih olan görüş budur. Kifaye'de ve Nihaye'de de böyledir.(94)

836- Ramazan-ı Şerif ayında gündüz vakti bir çocuk büluğa erse veya bir kâfir müslüman olsa; o günün geri kalan saatlerinde oruçlu gibi davranırlar. Yâni orucu bozan şeylerden uzak dururlar. Ondan sonraki günlerin oruçlarını edâ ederler. Geçen günleri kaza etmezler.(95)

837- İyileşen hastalar ve seferleri sona eren yolcular; sıhhatleri ve ikâmetleri sırasında, daha önce tutamadıkları oruçları kaza ederler. Bu hususta ihtilaf yoktur. Alimlerin ekserisinin kavli budur. Bir mükellefin; daha önceki ramazan ayına ait kaza borcu bulunsa, fakat bu sırada Ramazan-ı Şerif ayı girse; o kimse edâyı kaza üzerine takdim eder. Yâni önce yeni giren Ramazan-ı Şerif ayının orucun tutar, daha sonra kaza oruçlarını tamamlar!.. Nâfile olan oruçlarda da; özürsüz olarak iftar etmek, helâl değildir.(96)

838- Farz olan oruçlar on üçtür!.. Bunlardan yedisinde; arka arkaya tutmak (Tetâbû) esastır;

1. Ramazan-ı Şerif orucu.
2. Zıhar yapan kimsenin tutacağı keffaret orucu.
3. Adam öldüren kimsenin (Hatâen) tutacağı keffaret orucu.
4. Yemin keffaret orucu.
5. Kasden ve taammüden bozulan Ramazan-ı Şerif orucunun keffareti.
6. Muayyen olan nezr sebebiyle gerekli olan oruç.
7. Muayyen olan yemin orucu!..

Şu altı oruçta ise arka arkaya (Tetâbu) tutmak şart değildir:

1. Ramazan-ı Şerif orucunun kazası.
2. Mut'a orucu.
3. Keffaret-i halk (Traş) için tutulan oruç, hac esnasında.
4. Haccda avlanmakdan dolayı ceza olarak tutulan oruç.
5. Zamanını belirtmeden nezr edilen oruç.
6. "Yemin olsun ki, muhakkak oruç tutacağım" şeklinde yemin eden kimsenin tutacağı oruç. Bahr'ur Raik'te de böyledir.(97) Sadece Ramazan-ı Şerif ayında tutamadığı oruçları kazâ eden mükellefin; bunları arka arkaya tutması borçtan bir an önce kurtulmak için müstehabtır..

KEFFÂRET NEDİR?

841- Arapça bir kelime olup; (K-F-R) kökünden gelir, örtmek ve gizlemek manasınadır.(104) İslâmî ıstılâhta; bazı fiilleri irtikap eden mükellefin, günahlarının örtülmesi için şer'i şerifin koyduğu hududlara "Keffâret" denir. İmam-ı Merginani; Allahû Teâla (cc)'yı inkâr eden kâfirlerin "Keffâret'e" ehil olmadıklarını esas alarak; "Zira keffâret bir ibadettir"(105) hükmünü zikretmektedir. Mü'min için bir anlamda ceza olduğu da bilinmektedir. Molla Hüsrev: "Keffaret; ûkubat ile ibâdet arasında döner"(106) buyurmaktadır. İmam-ı Kasani'de tarif bu şekildedir. Beş çeşit keffâret vardır:

1. Orucu kasden ve teammüden bozmanın keffâreti.
2. Hataen bir mü'mini öldürmenin keffâreti.
3. Zıhar keffâreti.
4. Hacc ibadeti esnasında, ihramlı iken tıraş olmanın keffâreti.
5. Yemini bozmanın keffâretidir.(107)

NEZR'İN (ADAK'IN) TARİFİ VE HÜKMÜ

842- Kur'an-ı Kerim'de: "Nezirlerini edâ etsinler"(108) hükmü beyan buyurulmuştur. Nezir; şer'i şerifin değil, mükellefin kendi nefsine vacib kıldığı amellerdir. Nitekim Tecrid-i Sarih'te: "Nezir de; mübah olan bir şeyi ibadet kasdı ile kendi nefsine vacib kılmak demektir ki, bunu da dilimizde "Adak" diye ifade ederiz"(109) denilmektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim bir nezir yapar ve ismini koyarsa, onun üzerine tesmiye ettiği (ismini koyduğu) şeyi edâ etmesi vacibtir"(110) buyurduğu da bilinmektedir. Meselenin kavranması için bir misal verelim: "Çocuğum askerden gelirse veya iyileşirse, bir kurban kesmek üzerime vacib olsun" diyen mükellef, bir şart koşmuş ve o yerine geldiği takdirde yapacağı ameli beyan etmiştir!.. Şart tahakkuk ettiği an, kurban kesmesi "Vacib" olur. Dikkat edilirse; bu ameli şer'i şerif değil, mükellef kendi sözüyle kendi nefsine vacib kılmıştır. İşte buna Nezr (Adak) denir. Nezr;kitab, sünnet ve icma ile sabittir.

843- Nezr'in (Adak'ın) sahih olması için bazı şartlar vardır. Birincisi: Şer'i şerif'te nezredilen şeyin cinsinden bir vecibenin (Namaz, oruç, kurban vs..) bulunması gerekir. Meselâ; hasta ziyaretine nezretmek sahih değildir. İkincisi: Nezredilen şey bizzat vecibe olmalı, vesile olmamalıdır. Meselâ: Abdest almayı veya tilâvet secdesi yapmayı nezretmek sahih olmaz. Çünkü bunlar birer vesiledir. Üçüncüsü: Nezredilen şey, hâl-i hazırda vecibe olan bir şeyin kendisi olmamalıdır. Meselâ: Öğle namazını kılmayı veya başka bir farzı (Ramazan orucunu tutmayı) nezretmek sahih olmaz. Nihaye'de de böyledir. Dördüncüsü: Nezredilen şey, herhangi bir ma'siyet olmamalıdır. Bahr'ûr Raik'te de böyledir. Resûl-i Ekrem (sav): "Her kim Allah'a itaati (mucub bir hayır ve ibadet) nezrederse itaat etsin (Nezrini yerine getirsin). Her kim de, Allah'a karşı ma'siyyeti nezrederse, Allah'a asi olmasın" buyurmuştur.(111) Meselâ: Bir kimse "Allah rızası için, kurban bayramı günü oruç tutayım" demiş olsa bile, o gün yer, başka bir gün kaza eder. Beşincisi: Yerine getirilmesi mümkün olmayan bir şeyi nezretmemek de, nezr'in sıhhatinin şartlarındandır. Meselâ; bir mükellef "Dünkü gün oruç tutayım" diye nezretmiş olsa, nezri sahih olmaz.(112)

844- Nezr'in (Adak'ın) rüknü: Sabit olmasına delâlet eden sözdür!.. Mükellef kendi iradesi ile, kendisine neyi vacib kılmışsa, onu aynen edâ eder. Zira bununla (Nezri ile) Allahû Teâla (cc)'ya kurbet'e (Yakınlığa, ibadete) niyyet etmiştir. "Üzerime bir ay oruç olsun, şu kadar sadaka olsun, şu işim olursa Allah rızası için bir koç kurban edeyim ve bunun gibi sözler, nezr'in tahakkukuna vesile olur. Eğer Nezrini (Adağını) herhangi bir şarta bağlamışsa, "Nezr-i Muallak" denir. Meselâ "....... İşim olursa, Allah (cc) rızası için bir kurban keseyim" sözü şarta bağlanmıştır!... Şartın "Olumlu" veya "Olumsuz" olması değil, tahakkuk etmesi önemlidir. "Falanca kimse ile konuşursam, bir hafta oruç tutayım" diyen mükellef, kasıd olarak konuşmamayı, konuştuğu takdirde kendisini cezalandırmayı esas almıştır. Ancak şart tahakkuk edince, bir hafta oruç tutması vacib olur. Hiçbir şarta bağlı olmayan nezre; "Nezr-i Mutlak" denir. Meselâ: "Allah (cc) rızası için, Receb ayı boyunca oruç tutayım" diyen mükellef, kendisine bir ay orucu vacib kılmıştır.

  ANASAYFA
b a
MEVZULAR
 • Takdim ve Önsöz
 • Genel Bilgiler
 • Tevhid ve Sıfat İlmi
 • Temizlik Bahsi
 • Namaz Bahsi
 • Cihad Bahsi
 • Oruç Bahsi
 • Zekât Bahsi
 • Hac ve Kurban Bahsi
 • Nikah Bahsi
 • Had ve Hudud Bahsi
 • Rızık-Kazanç Bahsi
 • Adâbı Muaşeret Bahsi
 • Adâlet Bahsi
 • Miras Hukuku Bahsi
 • Çeşitli Meseleler
 • Mevzuların Tam Listesi
 
 • ANASAYFA
MURABIT